Reklamlar

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - orkide

Sayfa: 1 ... 161 162 [163] 164 165
1621
Forum Oyunları / Keske
« : 21 Ekim 2007, 01:40:55 »

   Herkesin hayatinda, olumlu ya da olumsuz yasadigi seyler olmustur mutlaka. Iyi ki yaptim, ya da keske yapmasaydim dedigimiz bir cok sey olmustur yasamimizda.
Gelin burada Keske lerimizi yazalim. Ne dersiniz??
Ilk ben basliyayim :


Keske

Yasadigim yillarin kiymetini bilip te böylesine kendimi yipratmasaydim.

   

1622
Aşk Hikâyeleri / BABA SEVGISI
« : 19 Ekim 2007, 22:05:46 »
         
Adam yorgun argın eve döndüğünde beş yaşındaki oğlunu kapının önünde kendisini beklerken buldu. Çocuk babasına, saatte ne kadar para kazandığını sordu. Zaten yorgun gelen adam, oğluna "Bu senin işin değil" diyerek karşılık verdi. Çocuk dayattı:

     - "Babacığım lütfen bilmek istiyorum" dedi.

     Adam: "Bu kadar çok bilmek istiyorsan söyleyeyim, saatte 20 dolar kazanıyorum."

     Bunun üzerine çocuk, babasından bir istekte bulundu:

     - "Peki babacığım, bana 10 dolar borç verir misin?" dedi.

     Adam, daha çok sinirlendi:

     - "Benim senin saçma oyuncaklarına ya da benzeri şeylerine ayıracak param yok. Hadi derhal odana git ve kapını kapat."

     Çocuk sessizce odasına çıkıp, kapısını kapattıktan sonra, adam sinirli sinirli düşünmeye başladı:

     - "Bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder?" dedi kendi kedine.

     Aradan bir saat geçmiş, adam biraz daha sakinleşmişti. Çocuğuna, parayı neden istediğini bile sormadığı geldi aklına. Yukarıya, çocuğun odasına çıktı ve yatağında uzanan çocuğuna, uyuyup uyumadığını sordu.

     - "Hayır uyumuyorum" diye yanıtladı çocuk.

     Adam, çocuğundan özür diledi:

     - "Sana az önce sert davrandığım için üzgünüm ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim, yorgundum" dedi.

     Ve elindeki parayı uzattı:

     - "Al bakalım istediğin 10 doları "Teşekkürler babacığım" dedi.

     Ve yastığının altında sakladığı buruşuk paraları çıkardı, elindeki parayla birleştirdi, tümünü tane tane saymaya başladı. Oğlunun yastık altından para çıkarıp saydığını gören adam, yine sinirlendi:

     - "Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun?" diye bağırdı, "Benim senin saçma çocuk oyunlarına ayıracak zamanım yok."

     Çocuk, babasının bağırmasına aldırmadı bile:

     - "Babacigim  yeterince param yoktu ... Ancak şimdi tamamlayabildim" dedi...

     Ve elindeki paraların tümünü babasına uzattı.

     - "İşte sana 20 dolar babacığım, şimdi senin bir saatini alabilir miyim?"


1623
Hayata Dair Yazılar / KESKE.
« : 19 Ekim 2007, 21:40:23 »
Herkesin hayatinda, olumlu ya da olumsuz yasadigi seyler olmustur mutlaka. Iyi ki yaptim, ya da keske yapmasaydim dedigimiz bir cok sey olmustur yasamimizda.
Gelin burada Keske lerimizi yazalim. Ne dersiniz??
Ilk ben basliyayim :

Keske
Yasadigim yillarin kiymetini bilip te böylesine kendimi yipratmasaydim.

   
   

1624
Adi:Veysel Soyadı:Şatıroğlu Doğum tarihi:1894

Yaşamı
Aşık Veysel (1894-1973)

“Üçyüzonda gelmiş idim cihana”

Veysel Şatıroğlu, 1894’te Sivas’ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan köyünde dünyaya geldi. Veysel’in dünyaya geliş öyküsü, Anadolu köylerinde hemen birçok çocuğun yaşadığı olağan bir doğum biçimidir. Ama, bugün özellikle dışarıdan bakanlar için ilginçtir, olağandışıdır. Anlatmak gerekirse, annesi Gülizar Ana, Sivrialan dolaylarındaki Ayıpınar merasında koyun sağmaya giderken sancısı tutmuş, oracıkta dünyaya getirmiş Veysel’i. Göbeğini de kendisi kesmiş, bir çaputa sarıp yürüye yürüye köye dönmüştür.

Veysellere yörede “Şatıroğulları” derler. Babası “Karaca” lakaplı, Ahmet adında bir çiftçidir. Veysel’in dünyaya geldiği sıralar, çiçek hastalığı Sivas yöresini kasıp kavurmaktadır. Veysel’den önce, iki kız kardeşi çiçek yüzünden yaşamlarını yitirmiştir.

Yedi yaşına girdiği 1901’de Sivas’ta çiçek salgını yeniden yaygınlaşır; o da yakalanır bu hastalığa. O günleri şöyle anlatıyor: “Çiçeğe yatmadan evvel anam güzel bir entari dikmişti. Onu giyerek beni çok seven Muhsine kadına göstermeye gitmiştim. Beni sevdi. O gün çamurlu bir gündü, eve dönerken ayağım kayarak düştüm. Bir daha kalkamadım. Çiçeğe yakalanmıştım... Çiçek zorlu geldi. Sol gözüme çiçek beyi çıktı. Sağ gözüme de, solun zorundan olacak, perde indi. O gün bu gündür dünya başıma zindan.”

Bu düşmeden sonra Veysel’in belleğine bir de renk işler: Kırmızı. Düşerken büyük bir olasılıkla elinde sıyrık oluyor, kanıyor. Bunu eşi Gülizar Ana şöyle anlatıyor: “Bilinmez değilsin, renklerden yalnız kırmızıyı hatırladı. Gözleri gönlüne çevrilmeden önce, yani çiçek hastalığına yakalanmadan önce düşmüştü. Kan görmüştü. Kanın rengini hatırlardı yalnız. Kırmızıyı... Yeşili de elleriyle bulur ve severdi.”

Sağ gözünün görme şansı varmış, ışığı seçebiliyormuş bu gözüyle o sıralar. Yalnız yakınlardaki Akdağmağdeni’nde doktor varmış. Babasına “Çocuğu Akdağmadeni’ne götür, orada gözünü açacak bir doktor var” demişler. Sevinmiş babası.
Ne var ki, olumsuzluklar yakasını bırakmamış Veysel’in. “Bir gün inek sağarken babası yanına gelmiş. Veysel ansızın dönüverince; babasının elinde bulunan bir değneğin ucu öteki gözüne girivermiş. O göz de akıp gitmiş böylece.”
Ali adında bir ağabeyisi ve Elif adında bir kızkardeşi varmış Veysel’in. Tüm aile çok üzülmüş, günlerce gözyaşı dökmüş bu hale. Bundan böyle bacısı elinden tutarak gezdirmeye, dolaştırmaya başlar Veysel’i. Gittikçe içine kapanmaktadır Veysel.

Bağlamayla İlk Tanışması

Emlek yöresi olarak adlandırılan Sivas’ın bu âşığı/ozanı bol diyarında, Veysel’in babası da şiire meraklı, tekkeyle içli-dışlı biriymiş. Veysel’in dertlerini birazcık da olsa unutacağı bir uğraş olsun diye bir saz verir eline. Halk ozanlarından da şiirler okuyup, ezberleterek avutmağa çalışırmış oğlunu. Ayrıca yöre ozanları da zaman zaman babası Şatıroğlu Ahmet’in evine uğrar, çalıp söylermiş. Merakla dinlermiş bunları Veysel. Komşuları Molla Hüseyin de sazını düzenler, kırılan tellerini takarmış.
İlk bağlama derslerini babasının arkadaşı olan Divriği’nin köylerinden Çamışıhlı Ali Ağa’dan (Âşık Alâ) almış. Kendini de iyice bağlamaya vermiş; usta malı şiirlerden çalıp söylemeye başlamış. Karanlık dünyasını aydınlatan ozanlar dünyasıyla Çamışıhlı Ali tanıştırıyor daha çok Veysel’i. Pir Sultan Abdal, Karaoğlan, Dertli, Rühsati gibi usta ozanların dünyalarıyla tanışıyor böylece.

“Âşık Veysel’in hayatında ikinci mühim değişiklik seferberlikte başlamıştır. Kardeşi Ali de cepheye gitmiş, küçük Veysel kırık telli sazıyla yalnız kalmıştır. Harp patladıktan sonra Veysel’in bütün arkadaşları, emsalleri cepheye koşuyorlar. Veysel bundan da mahrum...
Böylece münzevi olan ruhunda ikinci bir inziva da açılmıştır. Arkadaşsızlık acısı, sefalet, onu çok bedbin, umutsuz ve mahzun ediyor. Artık küçük bahçesindeki armut ağacının altında yatıp kalkmakta, geceleri ağaçların ta tepelerine çıkarak içindeki derdini göklere ve karanlıklara bırakmaktadır.”

O günlerini Aşık Veysel şöyle anlatır Enver Gökçe’ye;

“Eve girerim, yüzüm asık: anam babam halimi bilmez. Ben onlara derdimi, dokunmasın diye, açamam. Onlar benim kafa tuttuğumu zannederler, bense derdimi dökmekten çekinirim, öyle ki, sazdan bile farır gibi oldum.”Bunda biraz Anadolu’da “erkek oğlan” olgusunun etkisi varsa, daha çok Veysel’in vatanseverliğinin, vatana olan borcunu ödeme duygusunun ağırlığı vardır. Sonradan şöyle dizeleştirir bunu:

“Ne yazık ki bana olmadı kısmet
Düşmanı denize dökerken millet
Felek kırdı kolumu, vermedi nöbet
Kılıç vurmak için düşman başına.

Bugünler müyesser olsaydı bana
Minnet etmez idim bir kaşık kana
Mukadder harici gelmez meydana
Neler geldi bu Veysel’in başına.”

Veysel’in annesi ve babası seferberlik sonlarına doğru “belki biz ölürüz ve kardeşi Veysel’e bakamaz” düşüncesiyle Veysel’i Esma adında, akrabalarından bir kızla evlendiriyorlar. Esma’dan bir kız, bir oğlu oluyor Veysel’in. Oğlan çocuğu daha on günlükken annesinin memesi ağzında kalarak ölüyor... Veysel’in acıları bununla da bitmiyor; aksilikler, talihsizlikler üst üste gelmeye başlıyor.

1921’in 24 Şubat’ında annesi bir gün ondan onsekiz ay sonra da babası ölüyor. Bu arada bağ, bostan işleriyle uğraşıyor. Köye de bir çok âşık gelip gitmekte, Karacaoğlan’dan, Emrah’tan, Âşık Sıtkı, Âşık Veli gibi saz şairlerinden çalıp söylemektedirler.
Köy odalarındaki bu âşık fasıllarından Veysel de geri kalmamaktadır.

Ağabeysi Ali’nin bir kız çocuğu daha olunca çocuklara ve işlere bakması için bir azap (hizmetkar) tutuyorlar. Bu hizmetkar ileride Veysel’in bağrında açılacak başka yaranın sebebi olacaktır. Bir gün Veysel hasta yatarken, kardeşi Ali de keven toplamakta iken, Veysel’in ilk eşi olan Esma’yı kandırarak kaçırıyor bu yanaşma. Veysel’in acılı yaşamına bir acı daha ekleniyor böylece.
Karısı bir başına bırakıp gittiğinde Veysel’in kucağında henüz altı aylık kızı varmış. İki yıl kucağında gezdirmiş Veysel onu, ne çare o da yaşamamış.

Bir şiirinde dile getirdiği gibi:

“Talih çile kadar sözü bir etmiş,
Her nereye gitsem gezer peşimde.”

“O artık alemden, bu diyardan uzaklaşmak, göçmek isteyen bir ruh haleti içindedir. 1928’de en iyi arkadaşı olan İbrahim ile Adana’ya gitmeye karar veriyorlar. Fakat Sivas’ın Karaçayır köyünde Deli Süleyman isminde birisi âşığı bu ilk seyahatinden vazgeçiriyor.

1931 yılında Sivas Lisesi edebiyat öğretmeni olan Ahmet Kutsi Tecer ve arkadaşları “Halk Şairlerini Koruma Derneği”ni kuruyorlar. Ve 5 Aralık 1931 tarihinde de üç gün süren Halk Şairleri Bayramı’nı düzenliyorlar. Böylece Veysel’in yaşamında önemli bir dönüm noktası işlemeye başlıyor. Denebilir ki, Veysel için A.Kutsi Tecer’le tanışması hayatında yeni bir başlangıcı işaretliyor.
1933’e kadar usta ozanlarından şiirlerinden çalıp söylüyor. Cumhuriyet’in onuncu yıldönümünde Amet Kutsi Tecer’in direktifleriyle bütün halk ozanları cumhuriyet ve Gazi Mustafa Kemal üzerine şiirler düzmüşler. Bunlar arasında  Veysel de var.
Veysel’in günışığına çıkan ilk şiiri böylece “Atatürk’tür Türkiye’nin ihyası”... dizesiyle başlayan şiir oluyor. Bu şiirin gün yüzüne çıkışı, Veysel’in de köyünden dışarıya çıkması oluyor. O zaman Sivrialan’ın bağlı olduğu Ağacakışla nahiyesi müdürü Ali Rıza Bey, Veysel’in bu destanını çok beğeniyor, “Ankara’ya gönderelim” diye istiyor.
Veysel de “Ata’ya ben giderim” diye vefalı arkadaşı İbrahim ile yayan yola düşüyor. Karakışta yalınayak, başı kabak yola çıkan bu iki arı gönül, bu iki insan örneği, üç ay yol çiğneyerek Ankara’ya geliyorlar. Veysel Ankara’da konuksever tanıdıkların evlerinde kırkbeş gün misafir kalıyor. Destanı Atatürk’e getirmek hevesiyle geldiğini söylüyorsa da destanı Atatürk’e okumak kısmet olmuyor.

Eşi Gülizar Ana: “Ata’ya gidemediğine bir, askere gidemediğine iki; yanardı ki o kadar olur...” diyor. Ancak, Hakimiyet-i Milliye (Ulus) basımevinde destanı gazeteye veriliyor. Destan gazetede üç gün boyunca yayınlanıyor. Bundan sonra da bütün yurdu dolaşmaya, dolaştığı yerlerde çalıp-söylemeye başlıyor, seviliyor, saygı görüyor.
 Plağa okuduğu ilk türkü, Emlek yöresinin ünlü ozanlarından Âşık İzzeti’nin:

    Mecnunum, Leyla’mı gördüm
    Bir kerrece baktı geçti.
    Ne söyledi ne de sordum
    Kaşlarını yıktı geçti

    Soramadım bir çift sözü
    Ay mıydı gün müydü, yüzü
    Sandım ki zühre yıldızı
    Şavkı beni yaktı geçti.

    Ateşinden duramadım
    Ben bu sırra eremedim
    Seher vakti göremedim
    Yıldız gibi aktı geçti.

    Bilmem hangi burç yıldızı
    Bu dertler yareler bizi
    Gamzen oku bazı bazı
    Yar sineme çaktı geçti..

    İzzetî, bu ne hikmet iş
    Uyur iken gördüm bir düş
    Zülüflerin kement etmiş,
    Yar bonuma taktı geçti.    şiiridir.

Köy Enstitüleri’nin kurulmasıyla birlikte, yine Ahmet Kutsi Tecer’in katkılarıyla, sırasıyla Arifiye, Hasanoğlan, Çifteler, Kastamonu, Yıldızeli ve Akpınar Köy Enstitüleri’nde saz öğretmenliği yapıyor. Bu okullarda Türkiye’nin kültür yaşamına damgasını vurmuş birçok aydın sanatçıyla tanışma olanağı buluyor, şiirini iyiden iyiye geliştiriyor.
1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi, özel bir kanunla Âşık Veysel’e, “Anadilimize ve milli birliğimize yaptığı hizmetlerden ötürü” 500 lira aylık bağlanmıştır.

21 Mart 1973 günü, sabaha karşı saat 3.30’da doğduğu köy olan Sivrialan’da, şimdi adına müze olarak düzenlenen evde Hâk'a yürüdü.

Âşık Veysel’in yaşamını özetlemek gerekirse, Erdoğan Alkan’ın şu betimlemesi en güzel cümleleri oluşturur: “Kızılırmak soru işaretine benzer, Zara’dan doğar, Hafik ve Şarkışla’dan sonra Sivas topraklarını terkeder. Bir yay çizip Kayseri’yi, Nevşehir’i, Kırşehir’i, Ankara’yı ve Çorum’u sular, Samsun’un Bafra ilçesinde denize dökülür,
Âşık Veysel’in yaşam öyküsü Kızılırmak gibidir. Bir ucu Bafra’dadır, bir ucu da Zara’da. Bafra’ya dek uzanan acılı bir yaşam Zara’nın doğusundaki Kızıldağ’ın gür sularıyla beslenip sona erer.”

Sanatı ve Dünya Görüşü


Hem yaslandığı köy / kasaba kültürünün etkisi hem de çağdaş anlamda bir eğitim olanağından yararlanamamanın getirdiği doğal sonuçla, köy / kırsal kesiminin kaderci dünya görüşü onda da egemendir. Bunları söylerken, Veysel’in içerisinde bulunduğu ruh halinin de değerlendirilmesinden yanayım. Kuşkusuz, çocukluk ve gençlik yıllarında yaşadığı bir yığın olumsuz etkinin, yaşama bakışını, onu nasıl bir küskünlüğe ittiğini görmezden gelemeyiz.
Bir sanatçının dünya görüşünü elbette, yaşadığı sosyal çevre belirler. Bunu biraz daha somutlaştırırsak, içerisinde yaşadığı maddi yaşam koşulları belirler. Âşık Veysel’in yaşadığı sosyal çevre, köy ile kasaba kültüren sahip, ekonomik anlamda tarıma dayalı, kapitalizm öncesi üretim biçimleri egemen, sanayileşme sıfır... Bir de ekonomik yapının paralelinde, eğitim-öğretim gibi etkenlerin düşüklüğü, savaştan yeni çıkmış bir toplumun ekonomik ezikliği eklenip, çiçekten telef olan insanların coğrafyası düşünülürse, Veysel’i biçimlendiren sosyal çevre çok kolay anlaşılır.

Bir de toplumsal / sosyal çevrenin yazılı kültürden uzaklığı, bütün edebi / sanatsal birikimini sözlü kültürüyle oluşturduğu gerçeği gözardı edilmezse, bu koşullar içerisindeki sanatçı tipinin anlaşılması daha kolay olur. Bu sosyal çevreye, üstüne üstlük bir de göz gibi bir organını yitirmiş insanın fiziki eksikliği eklenirse Veysel’i anlamak, şiirlerini de yerli yerine oturtmak daha kolay olur.

Gözlerinin görmeyişi, onu bütünüyle etkilemiştir.
Öyle ki:

    “Kuş olsan da kurtulmazdın elimden
    Eğer görsem idi göz ile seni”

Derken Âşık Veysel’in bu anlamda duyduğu hasretin ne kadar derin olduğu kolaylıkla anlaşılır.

Adnan Binyazar, Veysel’deki görme eksikliğini, onun dizeleriyle yorumlarken “bal”a “tuz” katılmıştır diye vurguluyor. Gerçi Âşık Veysel çoğu kere olumsuzluklardan feleği suçlu bulup, sebebi orada ararken; öte yandan okul gibi, fabrika gibi, hastane gibi hayatta somut işlerliği olan atılımların, pozitif unsurların şiirini de yazar.
Bu bakımdan ondaki feleğe yaslanmayı, kaderciliği bilimin karşısında bir kadercilik, körükörüne bir saplantı olarak algılamamak gerekir.

    “Dünya tebdil oldu durum değişti,
    Kimi aya gider kimi cennete”

derken, onun bilimsel gelişmelere kulak kabartırken, karşılaştırma yaptığı etkenleri de değerlendirme bakımından ciddi bir perspektif oluşturduğunu görürüz, “ay” ve “cennet” kavramlarını bir bakıma iki değişik inanma biçimi anlamında kullanıyor o.
Sonra bir başka şiirinde:

    “Dünyanın en zengin aklını gördüm
    Sermayesin sordum dedi ki okul.
    İnsanlara hizmet yaptığın yardım,
    Merhametin duygum dedi ki okul.“ diyor.

Bu ve bu türden başka örnekler, Âşık Veysel’deki tanrı / felek gibi doğaötesi kavramların bir bağnazlık ya da tek çareymiş gibi gösterilmediğini belirtiyor. Bu bakımdan onda her hangi bir katilik göremeyiz.Esnektir, hosgörülüdür.
Zaman zaman umutsuzluk ve hiçlik duygusuna kapılsa da Veysel, büsbütün yaşama sarılmayı elden bırakmaz. Yaşamı anlama ve anlamlandırma çabası sürekli ağır basar. Ayrıca “ahiret” kavramı da ondan derin değildir.

“Âşık Veysel’in belirgin bir felsefesi var mıydı?”

sorusuna Ruhi Su şu yanıtı veriyor: “Felsefe sözcüğü ile toplumun içinde Veysel’in önerdiği ya da benimsediği bir düşünce biçimi var mıydı diye soruyorsanız, vardı elbet. Bütün iyi niyetli, babacan insanlarımız gibi, o da çalışmayı öğütlerdi. Yerine göre, geleneklerimize bağlı kalmayı önerdiği de olurdu. Kendi inancı sevgiye, hoşgörüye ve insanın yaratıcı gücüne dayanan bir inançtı, ama toplumdaki gelişmeler hakkında ne düşündüğü sorulduğu zaman, ne söylemesini istediklerini sezecek kadar da akıllıydı.”

Veysel’in bir özelliği de şu:

Dinî şekilciliğin baskısına dayanmaması onu kırmaya çalışması, Allah ile samimi, senli benli olması. Daha doğrusu Bektaşi geleneğine bağlılığı... Tanrıya hitap şiirinde olduğu gibi:

   “Kainatı sen yarattın
    Her şeyi yoktan var ettin
    Beni çıplak dışar attın
    Cömertliğin nerde senin.”

Nejat Birdoğan, “Kimi şiirinde Veysel’i düşünce olarak coşkulu, ozan olarak henüz yetersiz buluruz. Aslında bu tür şiirlerinin daha sonrakilerinde bile bir ozandan çok bir toplum eğitmeni Veysel’i görürüz.

Bu çalışmalarında Veysel cumhuriyetin korunmasında ve ulus bütünlüğüne yardımcı olarak şiiri bir araç gibi görür. Davranışlarında da böyledir. Düşünce olarak tertemiz bir adamın eylemlerinde de namuslu, çalışkan olduğu ve özellikle doğru tanılara
başvurduğu gözlenir. Kızılırmak üzerinde Kaplan Deresi Köprüsü’nü köy köy dolaşıp para toplayarak yaptırması ondaki bu sorumluluğun bir göstergesidir.

Ama bize kalırsa Veysel’den en olgun şiirler insanı ve insanla ilgili öğeleri konu alan şiirlerdir. Bu deyişlerde Veysel, insanın kaynağından başlayarak bir gövdede canlanmasını, bu süre içerisinde nasıl çalışması, nasıl davranması gerektiğini ve bu yolun sonunda gene kaynağına dönmesini anlatır. Bir başka tanımla tasavvuf ozanı Veysel vardır bu deyişlerde. Bağlı olduğu inancın ıssız bir Anadolu köyünde kendisine aşıladığı bu duygular, Veysel’de gönül gözü ile geliştirilmiş, Veysel Aleviliğin büyük sırrını gönlünde çözmüştür.” diye değerlendirmektedir.
Batıl inançlara, çağdışı tutuma karşı olan Veysel, bu konuda da oldukça duyarlıdır.

   “Devri Cumhuriyet asırı yirmi
    Uyan bu gafletten uyuma yurttaş.
    Dünya ayaklanmış aya gidiyor
    Uyan bu gafletten uyuma yurttaş

Bu şiiri bile tek başına yukarıda onun hakkında vurguladığım belirlemeleri aydınlatacak niteliktedir. Görüldüğü üzere, o toplumdaki değer yargılarını hayatın somut gerçekleriyle örneklendirerek eleştiriyor. Taraf oluyor burada Veysel. Bilimden yana, aydınlıktan yana, gelişmeden, somut gerçeklerden yana taraf oluyor. “Bırak sar’öküzün varsın yayılsın” derken, “Dünyanın sarı öküzün boynuzları üzerinde durduğu” inancıyla alay ediyor. Gözlerine set çekme diyor. Sonra, Tanrı’yı insanlaştırıyor, Allah’ın varlığı mevcut insanda” diyor.

“Onun sanatı var olanı öven, mevcuda kanaat eden romantik sanattır” türünden vurgulamalarla Veysel’i dar çerçevede ele almanın, kestirmeden yargıda bulunmanın ne Âşık Veysel’i  anlamaya katkısı olacaktır, ne de bu vurgulamayı yapan araştırmacılarda gözlendiği üzere, geleneği ve geleneği sürdürenlerin çok yetkin oldukları savını kanıtlamaya.
Oysa Âşık Veysel, yaşamıyla, yaptıklarıyla, şiirleriyle vardır. Değerlendirmelerimizi bu somut gerçeklikten hareket ederek yaparsak, anlamlı bir katkıda bulunmuş olabiliriz.

Yukarıdaki vurgulamalarda da değindiğim gibi, Âşık Veysel içerisinde bulunduğu kültürel ortam açısından köy-kasaba mekânında yetişmiş, bu çevrenin değerleriyle örgütlenmiş bir sosyal düzenin insanıdır.

Köylülüğün getirdiği tipik bir özellik de, tutarsızlıktır. Onun içerisinden çıktığı kültürün terimiyle söylersek “vefasızlık” onda da görülür. Özellikle, onun gelişmesinde, tanınmasında, sesinin ve sözünün yaygınlaşmasında büyük katkısı olan Halkevleri, Köy Enstitüleri gibi kurumlara karşı Veysel, yaşadıkları sürece sahip çıkmış, övgüler dizmiştir, ama onlar kapatılınca pek oralı olmamış, tepki göstermemiştir. En büyük zaafı da budur.

Onun yaratıcılığı irtical iledir: Şiiri yazmaz, söyler. Onda şiir müzikten ayrılmaz; demek ki sadece söylemez, çalar ve çağırır. Âşıklar düz konuşma biçiminde söylemekle şiir söylemeyi dilden söylemek ve telden söylemek deyimleriyle ayırırlar; bununla Âşık’ın şiirini söylerken sözlere eşlik eden müzik aracının, sazın, Âşık’ın şiirlerinden ayrılmaz bir öğe olduğu anlatılmak istenir.

Bir nokta daha var, köy ve kır ozanı olmaktan alabildiğine uzak durması. Doğaya yönelik motifleri, imgeleri alabildiğine kullanmasına karşın, Veysel köyden dışarı çıkıyor. Onun yaşamını, yazgısını yönlendiren başka bir sosyal çevre var: Kasaba

Veysel'in doğaya olan sevgisi

Âşık Veysel bildiğimiz gibi doğaya âşık olan bir ozandı.Bundan ola ki meyve  ağacı  olmadığı  halde, Sivrialan da  ilk meyve bahçesini o yetiştirmiş.Bahçe ki ne bahçe, her türlü meyva ağacı olan bir bahçe.
Kardeşlerinin de yardımı ile bu meyva bahçesini yapmaya koyulmuş. Köy de hiç meyva ağacı olmadığı için  köylüler  Âsık Veysel'le alayetmişler . Meyva  büyüseydi  bizim  dedelerimiz  diker di demişler. Bu Veysel'in  kör olduğunu  bilirdik ama, bukadar da kör olduğunu bilmezdik demişler.
Tabiki zaman geçmiş,  bahçe  bitmiş. Ağaçlar  meyvesini vermeye başlamış. Bunu gören köylüler kör olan Veysel değil,  kör bizmişiz demişler.Böylece köylüler de meyvalık yapmağa başlamışlar ve meyvalar olunca ,
Veysel elması diyerek satışa sunmuşlar.

Böylesine uzağı gören bir insandı Âşık Veysel

Derleme.

1625
Gençlik Yaşam ve Sağlığı Köşesi / GRIP VE GRIP ASISI
« : 17 Ekim 2007, 00:13:49 »

GRIP NEDIR

Grip, İnfluenza dediğimiz virüsün, solunum yoluyla insan vücuduna girerek özellikle sonbahar sonu, kış ve ilkbahar başında salgınlar yapan bir infeksiyon hastalığıdır.

NEZLEDEN FARKI NEDIR


Nezle, diğer ismiyle soğuk algınlığı, nezle virüslerinin yaptığı, sürekli burun akıntısı, hapşırma, öksürme, gözlerde, boğazda yanma hissiyle seyreden, genellikle ateşsiz bir üst solunum yolu infeksiyonudur. Hastalık 3-7 günde kendiliğinden düzelmekte, genellikle hastalık ayakta geçirilmektedir. Halbuki grip, hastayı yatağa düşürecek şiddette şikayetlerle seyreder. Bu şikayetler, 400C'ye varan yüksek ateş, genel vücut kırgınlığı, şiddetli bel, eklem ve kas ağrıları, baş ağrısı ve aşırı halsizliktir. Hastalığın bu özellikleri nedeniyle halk arasında grip, paçavra hastalığı olarak da tanımlanır.

GRIP NASIL BULASIR?

Grip de nezle gibi, hasta kişilerin bulunduğu ortamlarda, hapşırma ve öksürme yoluyla, ve virüs bulaşmış ellerle temas (örn.tokalaşma) sonrasında kolaylıkla bulaşır.

GRIP TEDAVI EDILEBILIR MI?:

Yatak istirahati ve ortaya çıkan şikayetleri azaltmaya yönelik destekleyici tedaviler yanında dokdor gerek görürse komplikasyonlara yönelik tedaviler verilir.

ANTIBIYOTIKLER GRIPTE FAYDALI MIDIR?

Grip ve benzeri hastalıklarda antibiyotiklerin hiçbir faydası yoktur. Tersine çok ciddi sakıncaları olabilir. Hiç bir antibiyotik doktora danışmadan alınmamalıdır.

GRIP BASKA HASTALIKLARA NEDEN OLABILIR MI?:

Sağlıklı insanlarda grip, 1 hafta içerisinde kendiliğinden iyileşir. Ancak bazı kişilerde, örneğin vücut direnci zayıf durumda olan kronik hastalığı olanlar, kalp-akciğer hastalığı olanlar, yaşlılar, şeker hastaları, vb. olanlarda pnömoni (zatürre), menengoensefalit (beyin iltihabı), miyokardit (kalp kası iltihabı) gibi ciddi ve ağır seyredip ölümle sonuçlanabilecek hastalıklar görülebilir.

GRIPTEN KORUNULABILINIR MI? (GRIP ASISI)

Evet. Bu amaçla geliştirilmiş ve kullanılan grip aşıları mevcuttur. Grip aşısı, özellikle hastalığa yakalanma ve sonrasında oluşabilecek hastalıklar yönünden risk taşıyan Yüksek Risk Grubu dediğimiz kişilere faydalıdır.

GRIP ASISININ ÖZELLIGI NEDIR?

 Bugüne kadar hastalığı önlemek amacıyla piyasadaki altı çeşit aşıdan birini kullanabilmek için bazı testlerden geçmek ve uygun aşı çeşidi belirlemek gerekiyordu.Ama simdi aşı, bir önceki senede en sık karşılaşılan virüs tipine karşı, Dünya Sağlık Örgütü'nün önerileri doğrultusunda hazırlanmaktadır. Her yıl Ekim-Kasım aylarında tek doz şeklinde yapılmalıdır. Aşı ile koruyuculuk sağlıklı kişilerde %80'lere varmaktadır; yaş ilerledikçe koruyuculuk %50-60'lara inmekle birlikte hastalığın hafif geçirilmesi sağlanmaktadır.

KIMLER ASI OLMALIDIR?

Bazı durumlarda "öldürücü" bile olabilen gripten korunmanın tek yolu aşı. Aşının yararlı olması için salgın başlamadan önce yapılması gerekiyor. 65 yaş üstündekilere, ilk 3 ayından sonra hamilelere ve çocuklara grip aşısı öneriliyor. Birbirine yakın çalışan iş arkadaşları, yaşlılar, astım, şeker ve kronik solunum hastaları, öğretmenler, öğrenciler, askerler, hac ve umreye gidenler grip için yüksek risk grubunda bulunuyor.

Şiddetli kas ve eklem ağrıları, halsizlik, yüksek ateş, titreme, kuru öksürük ve baş ağrısıyla ortaya çıkan gripten korunmak için, salgın başlamadan önce aşı yaptırarak, önlem alınması istendi. Uzmanlar, gribin önemli bir salgın hastalık olduğuna ve birçok kişinin bu rahatsızlıktan dolayı zor dönemler yaşadığına dikkat çekiyor.

Grip aşısı, genel olarak 65 yaş ve üzerindeki bireylerle, grip sonrası hastalık riski olan herkese, 6aylık bebeklikten itibaren yapılmalıdır. Çünkü ağır seyirli hastalık nedeniyle hem işgücü kaybı ve dolayısıyla ekonomik kayıp olmakta hem de özellikle risk gruplarında ölümle karşılaşabilmekteyiz. Aşı yapılması gereken bu yüksek risk grupları şunlardır: 1. 65 yaş ve üstündeki kişiler (özellikle bakımevlerinde kalanlar), 2. Kronik hastalığı olan kişiler: Kronik kalp, akciğer (astımlılar dahil), karaciğer, böbrek hastalığı, şeker hastalığı ve diğer endokrin sistemi hastalığı olanlar, 3. Kronik hastalık dışında bağışıklık sistemleri zayıflamış olan kişiler: Kanserli-lösemili kişiler, bağışıklık sistemi hastalığı olanlar, organ ve kemik iliği nakli yapılan kişiler, 4. Uzun süreli aspirin tedavisi alan çocuk ve gençler. Ayrıca risk grubundaki kişilere grip bulaştırabilecek sağlıklı kişilerin de (örneğin hastanelerde yoğun bakım, yenidoğan, nakil, bağışıklığı zayıf hastaların bakıldığı bölümlerde çalışan doktor, hemşire, hastabakıcılar; kreş ve huzurevleri çalışanları; birlikte yaşayan aile bireyleri,...) aşılanması önerilmektedir.Hamile kadınların da, gripten korunmak için gerekli önlemleri alması gerektiğine işaret eden uzmanlar, hamilelik sırasında bulaşan gribin, bebekte ve anne adayında çeşitli komplikasyonlara neden olduğuna işaret ediyor. İlk 3 ayından sonra tüm hamilelere grip aşısı öneren uzmanlar, 6 ayından itibaren bütün bebeklere de grip aşısı yaptırılması gerektiğini kaydediyor.

1626
Çocuk Sağlığı ve Eğitimi / COCUKLARDA ALTINI ISLATMA
« : 16 Ekim 2007, 23:30:18 »

Cocuklar ikinci yasin sonunda diskilarini, ücüncü yas sonunda da cislerini tutmayi ögrenirler.

Arastirmalar, yataklarini islatan cocuklarin ebeveynlerinin de cocukluk dönemlerinde yataklarini islattiklarini gostermektedir.
Bedensel bir bozukluk yoksa psikolojik kökenlidir ve baska belirtilerle beraber görülür.
   

Altini Islatma problemi fizyolojik olabilir. Fizyolojik nedenler arasinda böbrek ve bosaltim sistemindeki rahatsizliklar, derin uyku durumu sayilabilir. Cocugunuzun öncelikle fiziksel bir muayeneden gecmesi gerekir.

Altini Islatma sorunu, psikolojik kökenli ise asagidaki sebeplerden kaynaklanabilmektedir
Alintidir

    * Kardes kiskancliklari
    * Aile ortamindaki  huzursuzluklar ana baba kavgalari
    * Korku yaratan olaylardan sonra
    * Kimi zaman da ana babanin cocuk tarafindan cezalandirilmak istenmesi  olasi nedenlerdendir.

Altini Islatma konusunun cözümünde asagidaki türde yaklasimlarda bulunmak yararli olabilir :

    * Sayet baska davranissal bozukluklar yok ise bu durum, ana babanin anlayisli, sabirli ve hosgörülü tutumlari ile bu dönem atlatilabilir.
    * Cocugunuzu bu durumundan dolayi asla asagilamayiniz, sertlige basvurmayiniz.
    * Yatma vakitlerinde sulu gidalar vermeyiniz.
    * Gece tuvalete gitmesini saglayiniz.
    * Kronik bir hal almissa ve önleyemiyorsaniz bir uzmana danisiniz.

1627
Çocuk Sağlığı ve Eğitimi / COCUK VE BILGISAYAR
« : 16 Ekim 2007, 16:33:56 »
OKUL ÖNCESI DÖNEMDE BILGISAYAR ZEKAYI GELISTIRIYOR!
 
Bilgisayar okul öncesi yaştaki çocukların zeka gelişimini destekleyip, okula daha iyi hazırlanmalarını sağlayabilir. Ancak ekran başında çok fazla zaman geçirmesi ve bilgisayarı "en iyi arkadaşı" haline getirmesi de zihinsel ve sosyal açıdan zarar görmesine neden olabilir.
   
Bilgisayar kullanmak okul öncesi yaştaki çocukların gelişimini nasıl destekliyor?
Pediatrics* dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre bilgisayar kullanan okul öncesi yaştaki çocukların okula hazır olma durumlarını ölçen testteki puanları diğer çocuklara göre 12 puan daha yüksek. Ayrıca bilgisayar kullanan çocuklar kullanmayanlara kıyasla gelişim testlerinde iki kat daha yüksek puan alıyorlar. Bilgisayar çocuğa rakamları ve sayıları öğreterek, özgüvenin artmasını da sağlayabiliyor.

Bilgisayar kullanmak okul öncesi yaştaki çocukların gelişimini nasıl engelliyor?

Aynı araştırmada çok fazla bilgisayar kullanmanın da olumsuz etkileri olduğu saptandı. Uzmanlar sosyalleşme ve serbest oyunların önemini vurguluyor ve taklit ve canlandırma oyunlarının çocuklara empati kurmayı öğrettiği, yaratıcılık ve hayal gücünün gelişmesine katkıda bulunduğu ve sosyal gelişimi desteklediğini belirtiyorlar.

Ayrıca araştırmalar bilgisayarların çocukları okumayı öğrenme veya insanlarla tartışmalara katılmaya hazırlamadığını da gösteriyor. Okuma becerilerini ve açık uçlu tartışma ve konuşma becerilerini geliştirmenin en iyi yolunun ise her zaman için insanlarla birebir ilişki olduğu belirtiliyor.

Uzmanlar bilgisayarın elektronik bebek bakıcısı olarak değil, çocuğun öğrenmesine yardımcı olan bir nesne olarak kullanılması gerektiğini vurguluyorlar.

Okul öncesi çocuğunuzun iyi bilgisayar kullanma alışkanlıklarını geliştirmesine nasıl yardımcı olabilirsiniz?
Kullanacağınız programları dikkatli seçin. Programın çocuğunuzun yaşına uygun olmasına ve öğrenme deneyimi sunmasına özen gösterin.

Bilgisayarın çocuğunuzun gelişimsel ihtiyaçlarını engellemesine izin vermeyin. Çocukların gelişim ve ruh sağlığı açısından yaratıcı oyunlar ve hayal güçlerini kullanarak zaman geçirmeye ihtiyaçları vardır. Ayrıca karar vermeyi, sıra beklemeyi öğrenmeleri ve bir faaliyette uzmanlık kazanabilmeleri için yetişkinlerle ve diğer çocuklarla karşılıklı etkileşim kurmaları da gereklidir.

Çocuğunuz bilgisayar kullanırken ona sorular sorun. "Bu oyun nasıl oynanıyor?", "Buraya geldiğin zaman ne oluyor?", "Hangi karakter konuşuyor?" gibi sorular sorarak ekranda gördükleri üzerinde düşünmesini sağlayın.

Bilgisayarın çocuğunuzun fiziksel aktivite ve el-göz koordinasyonunu geliştirici faaliyetler yaparak zaman geçirmesini engellemesine izin vermeyin. Bilgisayar süresini kısıtlayın ve açık hava oyunlarını, el işi faaliyetlerini, okumayı, dans etmeyi, vb. teşvik edin.

Çocuğunuza hem bilgisayardayken hem de bilgisayardan uzak olduğu zamanlarda yaratıcılığını teşvik edecek yazılımlar ve web siteleri ile tanıştırın. Örneğin bilgisayarda okuduğunuz bir öyküyü daha sonra kağıda resimlemesini isteyin.

Örneğin bir ortamdaki kayıp nesnelerin keşfedilmesine yönelik oyunlar gibi, çocuğunuzun başkaları ile yarışmak yerine onlarla birlikte oyun oynayabileceği programlar bulun. Çocuğunuzu kardeşi ve arkadaşları ile birlikte oynamaya teşvik edin ve video oyunlarını etrafta oynayacak hiç kimse olmadığında zaman öldürmek amacıyla kullanmasını teşvik etmeyin.

Bilgisayarı çocuğunuza paylaşma ve sıra beklemeyi öğretecek bir araç olarak kullanın. Oyun seçimlerine ya da oyunun oynanmasında hakimiyet kurmasına izin vermeyin.

Sizin de oynayıp oynayamayacağınızı sorun. Ebeveyn olmanız eğlenceye katılamamanız anlamına gelmez. Çocuğunuzun oyunu size "öğretmesine" izin verin.

Örneğin fon grafiklerinin, karakterlerin seçilmesi gibi, çocuğunuzun kararlar vermesine ve yeni şeyler denemesine olanak verecek programlar bulmaya çalışın.

Çocuğunuzun önceden inceleyip onay vermediğiniz hiçbir oyun sitesine girmesine izin vermeyin.

* Pediatrics, Haziran 2004




 
 

1628
Çocuk Sağlığı ve Eğitimi / COCUKLARDA TIK
« : 14 Ekim 2007, 18:39:36 »

Kaslarimizda olusan irademiz disi kasilmalardir.Erkek cocuklarinda daha siklikla görülür.Genel olarak kayginin, bunaltinin disa vurumu olarak degerlendirilir.

Cocugunuzun tik sahibi olmasinin baslica nedenleri söyle siralanabilir :

    * Kuralci ve titiz ana, baba tutumlari
    * Denetleyici ve cocuktan performansinin üzerınde bir seyler bekleyen ana baba tutumlari

Tik konusunda cozugumuza asagidaki türde yaklasimlarda bulunmak yararli olabilir :

    * Cocugunuza tiki ile ilgili  " yapma , etme "  mesajlari vermeyiniz.
    * Cocugunuzun duygularini ögrenmeye calisiniz.
    * Tiklerin cogu gelip gecicidir. Kalici olanlar icin bir uzmana basvurunuz.
    * Cocugunuzun hangi ortamlarda ve kimlerin yanindayken tiksel davranislarda bulundugunu belirleyini

1629
Hayata Dair Olaylar / TIKANDI BABA (Ilginc bir hikaye)
« : 13 Ekim 2007, 22:14:15 »

Sultan Mahmut kılık kıyafetini değiştirip dolaşmaya başlamış. Dolaşırken bir kahvehaneye girmiş oturmuş. Herkes   yoksul görünümlü bir adamdan bir şeyler istiyor.

-Tıkandı baba, çay getir,

-Tıkandı baba, oralet getir. Vb.

Bu durum Sultan Mahmut'un dikkatini çekmiş.

-Hele baba anlat bakalım, nedir bu Tıkandı baba meselesi?

-Uzun mesele evlat, demiş Tıkandı baba.

-Anlat baba anlat merak ettim deyip çekmiş sandalyeyi. Tıkandı baba da peki deyip başlamış anlatmaya:

-Bir gece rüyamda birçok insan gördüm ve her birinin bir çeşmesi vardı ve hepsi de akıyordu. Benimki de akıyordu ama az akıyordu. "Benimki de onlarınki kadar aksın" diye içimden geçirdim. Bir çomak aldım ve oluğu açmaya çalıştım. Ben uğraşırken çomak kırıldı ve akan su damlamaya başladı. Bu sefer içimden " Onlarınki kadar akmasada olur, yeter ki eskisi kadar aksın" dedim ve uğraşırken oluk tamamen tıkandı ve hiç akmamaya başladı. Ben yine açmak için uğraşırken Cebrail göründü ve:

"Tıkandı baba, tıkandı. Uğraşma artık", dedi. O gün bu gün adım "Tıkandı baba" kaldi ve hangi işe elimi attıysam olmadı. Şimdide burada çaycılık yapıp geçinmeye çalışıyoruz.

Tıkandı baba'nın anlattıkları Sultan Mahmut'un dikkatini çekmiş. Çayını içtikten sonra dışarı çıkmış ve adamlarına:

"Hergün bu adama bir tepsi baklava getireceksiniz. Her dilimin altına bir altın koyacaksınız ve bir ay boyunca buna devam edeceksiniz" demis.

Sultan Mahmut'un adamları peki demişler ve ertesi akşam bir tepsi baklavayı getirmişler. Tıkandı baba'ya baklavaları vermişler. Tıkandı baba baklavayı almış , bakmış baklava nefis. " Uzun zamandır tatlı da yiyememiştik. Şöyle ağız tadıyla bir güzel yiyelim" diye içinden geçirmiş. Baklava tepsisini almış evin yolunu tutmuş. Yolda giderken "Ben en iyisi bu baklavayı satayım evin ihtiyaçlarını gidereyim" demiş ve işlek bir yol kenarına geçip başlamış bağırmaya

"Taze baklava, güzel baklava !" Bu esnada oradan geçen bir Yahudi baklavaları beğenmiş. Üç aşağı beş yukarı anlaşmışlar ve Tıkandı baba baklavayı satıp elde ettiği para ile evin ihtiyaçlarının bir kısmını karşılamış. Yahudi baklavayı alıp evine gitmiş. Bir dilim baklava almış yerken ağzına bir şey gelmiş. Bir bakmış ki altın. Şaşırmış, diğer dilim diğer dilim derken bir bakmış her dilimin altında altın. Ertesi akşam Yahudi acaba yine gelirmi diye aynı yere geçip başlamış beklemeye. Sultanın adamları ertesi akşam yine bir tepsi baklavayı getirmişler. Tıkandı baba yine baklavayı satıp evin diğer ihtiyaçlarını karşılamak için aynı yere gitmiş. Yahudi hiçbir şey olmamış gibi
"Baba baklavan güzeldi. Biraz indirim yaparsan her akşam senden alırım," demiş. Tıkandı baba da :
"Peki," demiş ve anlaşmışlar. Tıkandı babaya her akşam baklavalar gelmiş ve Yahudi de her akşam Tıkandı baba'dan baklavaları satın almış. Aradan bir ay geçince Sultan Mahmut:
Bizim Tıkandı baba'ya bir bakalım, deyip Tıkandı baba'nın yanına gitmiş. Bu sefer padişah kıyafetleri ile içeri girmiş. Girmiş girmesine ama birde ne görsün bizim tıkandı baba eskisi gibi darmadağın. Sultan:

-Tıkandı baba sana baklavalar gelmedi? mi, demiş
-Geldi sultanım.
-Peki ne yaptın sen o kadar baklavayı?
-Efendim satıp evin ihtiyaçlarını giderdim, sağolasınız, duacınızım.

Sultan şöyle bir tebessüm etmiş:
"Anlaşıldı Tıkandı baba anlaşıldı, hadi benimlele gel" deyip almış ve Devletin hazine odasına götürmüş.

"Baba şuradan küreği al ve hazinenin içine daldır küreğine ne kadar gelirse hepsi senindir" demiş. Tıkandı baba o heyecanla küreği tersten hazinenin içine bir daldırıp çıkarmış ama bir tane altın küreğin ucunda düştü düşecek... Sultan demiş:
"Baba senin buradan da nasibin yok. Sen bizim şu askerlerle beraber git onlar sana ne yapacağını
anlatırlar"demiş ve askerlerden birini çağırmış.

"Alın bu adamı Üsküdar'ın en güzel yerine götürün ve bir tane taş beğensin. O taşı ne kadar uzağa atarsa o mesafe arasını ona verin" demiş. Padişahın adamları "peki" deyip adamı alıp Üsküdar'a götürmüşler.

"Baba hele şuradan bir taş beğen bakalım" demişler. Baba:
Niçin, demiş. Askerler:
Hele sen bir beğen bakalım demişler. Baba, şu yamuk, bu küçük, derken kocaman bir kayayı beğenip almış eline.
"Ne olacak şimdi" demiş.
"Baba sen bu taşı atacaksın ne kadar uzağa giderse o mesafe arasını padişahımız sana bağışlayacak demiş. Adam taşı kaldırmış tam atacakken taş elinden kayıp başına düşmüş. Adamcağız oracıkta ölmüş. Askerler bu durumu Padişaha haber vermişler. İşte o zaman Sultan Mahmut o meşhur sözünü söylemiş:

"VERMEYİNCE MABUD, NEYLESİN SULTAN MAHMUT"

1630
Çocuk Sağlığı ve Eğitimi / COCUKLARDA OKUL KORKUSU
« : 13 Ekim 2007, 21:27:03 »

Diger bir deyisle evden ayrilma korkusudur.Okula gitmek istemeyen gitse bile sinifa girmeyen cocuklarin yasadigi duygu durumudur.Genelde  ilkokul caginda ortaya cikar..

Okul korkusu sayet okulla ilgili herhangi somut bir problem yok ise (dayak, asagilayici ogretmen tutumlari vs) anne ve cocuk arasinda ki yogun ve de bagimli iliskiden kaynaklanir.Cocuk annesini kaybetme endisesi ile annesinden ayrilmak istemez

Okul Korkusu konusunun cozumunde asagidaki turde yaklasimlarda bulunmak yararli olabilir :
   

    * Cocugunuzun korkusu uzerine konusarak, nedenlerini cocugunuzla birlikte saptamaya calisiniz.
    * Okula gitmedigi icin onu tehdit etmeyiniz, korkutmayiniz.
    * Ogretmenine durumu anlatiniz ve gerekiyorsa isbirligi saglayiniz.
    * Hic bir sonuc alamiyorsaniz bir uzmana danisiniz.
    * Cocugunuzun okuldan uzak kalmamasina dikkat ediniz.

Unutmayiniz, korkular dogal tepkilerdir. Nedenleri vardir.
Nedenlerini arastiriniz.



Sayfa: 1 ... 161 162 [163] 164 165
web hosting Domain Web
İçerik sağlayacı paylaşım sitelerinden biri olan sevdaligul.com forum sitemizde 5651 Sayılı Kanun’un 8. Maddesine ve T.C.K’nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan sorumludur. sevdaligul.com hakkında yapılacak tüm hukuksal Şikayetler sevdaligul@gmail.com  adresi ile iletişime geçilmesi halinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde sevdaligul.com  yönetimi olarak tarafımızdan gereken işlemler yapılacak ve size dönüş yapacaktır.