Reklamlar

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - halukgta

Sayfa: 1 ... 25 26 [27] 28 29
261
Allah Kur’an da, bizlerin ilk okuduğumuzda nedenini tam anlayamadığımız bir emir verdiyse, onu görmezden gelmek yerine, önce ona uymalı daha sonrada nedenini araştırmalıyız. Belki çağımızın ilmi, bu emri gerektiği gibi açıklamaya yeterli olmayabilir. Ama bizler Allah ın yasakladığı şeylere, asla kuşku duymadan elbette kendi nefsimizce, ilavelerde yapmadan uymalıyız. Bilmeliyiz ki Allah bizler için, en güzelini önermiştir.

Yüce Rabbimiz domuz etini bizlere haram kılmıştır. Bunun nedenini belki içinde bulunduğumuz yüz yılda, ilmin-bilimin ileri seviyelerde oluşu nedeniyle biliyoruz. Geçmiş yüzyıllar önce, bu bilgilere sahip olmayan, Allah ın emirlerine iman eden insanlar, hiç kuşku duymadan domuz etinden uzak durmuşlardır. Elbette Allah ın emrinden sapanlara, sözümüz meclisten dışarı.

Peki, sizce Allah domuz etini, neden yememizi yasaklamış olabilir? Bu konuda edindiğim bazı bilgileri, sizlerle de paylaşmak istedim.

Hıristiyanlar eski İncillerinde, domuzun pis olarak geçtiğini bugün itiraf ediyorlar. Bildiğiniz gibi Yahudi inancında da domuz yemek haramdır.

Domuz her türlü şeyi yiyen, pis ortamlarda dolaşabilen bir hayvandır. Yemek konusunda hiç ayrım yapmaz. Pis artıklar, çöpler ne koyarsanız önüne yer. Düşünebiliyor musunuz, domuz kendi ölmüş yavrusunu bile yiyen bir hayvandır.

Domuzlar en hızlı ve en zayıf sindirim sistemine sahiptir. Sindirimleri 4 saat sürüyor. Bu iyi ve sağlıklı bir süre değildir. Sindirim sistemi çok hızlı ve çok zayıf olduğundan, yediği şeylerdeki toksinleri tamamen temizleyemezler ve domuz kendi hücrelerinde depolar. Bu şu anlama geliyor, domuz pislikleri, çöpleri ve diğer hastalıklı canlıları yiyiyor ve etini yiyenler için, 4 saat sonra kasapta parçalara ayrılıyor ve yemeye hazır hale geliyor. Ne kadar büyük bir tehlike değil mi?


Burada ki sorun, toksinlerin tamamen temizlenmemiş olmasıdır. Diğer taraftan Allah ın bizlere helal kıldığı hayvanlardan inek, koyun ve benzerleri, bu hayvanların hepsi temiz beslenen vejetaryenlerdir.  Onların sindirim sistemleri, domuza göre, çok daha ileri seviyede.

İneklerde 3 mide vardır ve taze temiz sebzeler sindirim sisteminde işlendiğinde,  12 saat sürüyor. Kıyasladığımızda bir tarafta 4 saat, diğer tarafta 12 saat. Pislik çöp yiyen bir hayvanı mı tercih edersiniz, ya da taze temiz beslenen hayvanımı tercih edersiniz?

Zayıf sindirim sistemi olan, toksinleri depolayan mı? Yoksa toksinlerden tamamen temizlenmiş olanı mı?

Rabbimiz bir hüküm veriyorsa, bizlere düşen onu gereği gibi uygulamak olmalıdır. Elbette Allah ın haram demediği şeyleri de haramlaştırmak, bir o kadar yanlıştır, günahtır.

Aklımıza şöyle bir soru gelebilir. Peki, madem yememiz sakıncalı, Allah neden domuzu yarattı? İşte bu soruyu da kendimize elbette sormalıyız, ama cevabını ararken nefsimizle değil, Kur’an ve aklın çizgisinden sapmadan aramalıyız, bu sorunun cevabını.

Bu soruya verilecek birçok cevap bulabiliriz. Elbette benimde bazı düşüncelerim var, ama sanırım bu vereceğim cevap erken olabilir. Daha doğru cevabı bulabilmemiz için, ilime-bilime-tıbba, biraz daha zaman tanımalıyız diye düşünüyorum.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK















262
Günümüzde bizler Kur’an dan habersiz, din adına öyle şeylere inanıyoruz ki, bunu akılla, mantıkla, Kur’an ile izah etmek mümkün değil. İçimize fitne sokan, İslam ı yozlaştırmak adına içimize girmiş Yahudi fitnesi, bu konuda çok ustaca çalışmış ve de başarılı olmuştur.

Sizlere bu konuda bir örnek vermek istiyorum. Lütfen bu örnekten yola çıkarak, bu söylenenleri değerlendiriniz, daha sonrada buna benzer yüzlerce, hatta binlerce yanlışın ardı sıra nasıl gittiğimizin de değerlendirmesini, lütfen kendi nefsinizde yapınız.

Aşağıdaki rivayet bilgileri, günümüzde çok güvenilen Buhari ve Müslim in hadis nakillerinden alınmıştır. Lütfen aşağıdaki rivayetleri önce değerlendirelim, daha sonra da, günümüz ilminin esneme konusuna verdiği cevaba bakalım. Acaba birileri İslam inancına ne fitneler sokmuş, farkına vara bilecek miyiz?

(Uyku, yorgunluk veya can sıkıntısı halinde, elde olmadan, ağzın kendiliğinden açılarak, uzunca bir nefes alıp verme hali. Bu hal bir bakıma dalgınlık ve gaflet haline benzer Bu ise Müslüman a pek yakışır bir durum değildir.


Bunun için Hz Peygamber (s a s ) bu konuda şöyle buyurmuştur:


"Allah (c c ) aksırmayı sever fakat esnemeyi sevmez. Bir kimse aksırıp "Elhamdülillâh" derse bunu işiten Müslümanların "yerhamükellah " diye karşılık vermesi gerekir Esneme ise şeytandandır Bunun için esneme ihtiyacı duyan kişi, mümkün olduğu kadar buna mani olsun. Çünkü biriniz esnediği zaman şeytan ona güler"

(Buhâri, Edeb, 165, 166; Müslim, Zühd, 54; Tirmizî Edeb, 1 4; Nesaî, Cenâiz, 52)


Şeytanın gülmesinden maksat esneyenin içine düştüğü gaflet ve bitkinlik hali ile gülünç durumundan şeytanın hoşlanmasıdır.  Zaten inanan bir kişinin başına gelecek her kötülük, şeytanı memnun eder ve onu güldürür.


Şeytanı güldürmemek için kişinin esneme belirtileri olunca; hareket ederek elini yüzünü yıkayarak abdest alarak yorgunsa dinlenerek, bu gaflet halinden kurtulmaya çalışması gerekir


Bütün bunlara rağmen esnemeden kurtulunamazsa, esneme halinde ağzın el veya başka bir şeyle kapatılması İslâmi edep gereğidir Bir yazıda şöyle bir soru sorulmuş: Peygamberimiz (S A V) esnerken ağzını sol eli ile mi kapatırdı sağ eli ile mi? Cevabı şu; Hiçbiri

Çünkü Peygamberimizin (S A V) esnediği hiç görülmemiştir
Namazda esnemek şeytandandır. [Buhari]



Yukarıda yazılanları ben değerlendirecek değilim. Doğru olup olmadığını, aklı ve Kur’an ile irtibatı olan zaten anlayacaktır. Sorgusuz sualsiz iman etmeninde, ne denli büyük bir yanılgı olduğunu, bizleri Allahtan nasıl uzaklaştıracağını da fark edecektir.


Şimdide gelelim bugünün ilmine, bakalım ESNEME konusunda yaptığı araştırmalar, da, ne gibi sonuçlara ulaşılmış.


(Henüz doğmamış bir bebek bile, 11. haftadan itibaren anne karnında esnemeye başlar. Doğduktan sonra, son nefesimizi verene dek ortalama 250.000 kez esneriz. Bu "çene esnetme egzersizi", aslen ciğerlerimizin çalışmasını düzenleyen koruyucu bir reflekstir. Ciğerlerimizde bulunan keseciklerin (karbon dioksit-oksijen dönüşümünün yapıldığı kesecikler) çökmesini önler.)

(Esneme nedir? Neden yapılır?
Esneme istemsiz olarak kademeli nefes almaları takiben kademesiz ve derin bir nefes vermedir. Alt çene ileri derecede açılır ve boyun adaleleri kasılır.
Oluşunun sebebi; kanda birikmiş CO2′nin atılmasını temin etmek için boynun büyük toplardamarlarına baskı yaparak kanın temizlenmek üzere kalbe dönümünü hızlandırmasıdır. )

(Esnemek görme gücünü artırıyor...

Çinli bilim adamları yorgunluğun sinyali olan bazı hareketlerin, sadece uyarı anlamı taşımadığını, yapılmaları halinde organlara faydalı olduğunu bildirdi.


Çin Uluslar arası Radyosu'nun haberine göre, esnemek göz kaslarının gevşemesine yardımcı olduğu gibi, gözdeki kan dolaşımını da hızlandırabiliyor, gözü parlatıyor ve rahatlatıyor.)


(Kayseri Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Aksu, sadece uykusu gelenin esnemediğini kaydetti. Prof. Dr. Aksu, esnemenin kandaki oksijen oranının düşmesi sonucu ortaya çıktığını belirtti. Aksu, esnemenin yalnızca insanlara özgü olmadığını, kuşlar ve memelilerle, bazı sürüngenlerin de esneyebildiğini söyledi. İnsanlarda esnemenin anne karnında 11'inci haftada başladığını ifade eden Prof. Dr. Aksu, "Vücudun oksijen gereksinimi koşullara bağlı olarak gün içinde değişir. Organizmanın artan oksijen ihtiyacı esneme ile karşılanır." dedi.)

(Yeni yapılan araştırmada ortaya çıkan bulgular, yorulduğumuz zaman niçin esnediğimizi açıklıyor. Esnemek, beyni serinletiyor ve daha randımanlı çalışmasını sağlıyor.

Esnemenin birincil amacı beyin sıcaklığını kontrol altına almak olduğunu açıklayan araştırmacılar, ortaya çıkan bulguların uykudan önce ve sonra niçin esnediğimiz, niçin belirli hastalıkların esnemeye yol açtığı, burundan nefes aldığımızda ve alnımız serinleyince esnemenin niçin durduğu gibi esneme hakkındaki çeşitli sırları çözdüğünü belirtiyorlar.

Binghamton Üniversitesi Biyoloji Bölümü'nde araştırmacı Andrew Gallup, "Beyin bilgisayarlar gibidir. Serinlediği zaman daha iyi çalışır. Esnemek de beyni serinletiyor ve dolayısıyla daha randımanlı çalışmasına yol açıyor. Başka bir deyişle esneme bilgisayarlardaki vantilatörün işlevini görüyor" dedi. )


Ne dersiniz, yazımın başında sizlere hatırlattığım rivayet bilgiler, sizce doğru olabilir mi? Peygamberimiz hayatında hiç esnememiş olabilir mi? Esnemek, sizce şeytandan mıdır, yoksa Yüce Rabbimizin yarattığı kullarının en önemli ihtiyacımıdır? Yorum sizlerin.

Bizlere düşen Allahın rehberiyle yatıp, Allahın rehberiyle kalkmak olmalıdır. Eğer bunu yaparsak, dine nifak sokmaya çalışanlar, yanımıza bile yaklaşamazlar. Yok eğer, sen Kur’an dan anlayamazsın diyenlere kanıp, onu yüksek bir yere asmış isek, birde üstüne üstlük, Rabbin sakın velilerin ardına düşmeyin uyarısını göz ardı edip veliler, şeyhler edinmişsek, işte o zaman akı kara, karayı ak görmemiz kaçınılmaz olacaktır.


Dilerim Rabbimden Kur’an ı rehber alan, onu anlayarak okuyup, ayetler üzerinde düşünen aklını kullanan, kendi imtihanına bizzat kendisi hazırlanmak adına, çaba gösteren kullarından oluruz.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK




263
Kur'an-ı Kerim / Recm Cezası ve Kur'an ın Emri.
« : 23 Şubat 2013, 14:11:40 »
Günümüz İslam toplumlarında, ne yazık ki Kur’an terk edildi. Bu çok açık hissediliyor artık. Onun yerini ise, doğruluğundan emin olmadığımız rivayetler, gelenekler ve töre aldı. Bu söylediklerimin bir örneğini, sizlere vermek istiyorum.

Allah ın emirlerini, hükümlerini, ne yazık ki Kur’an ile aramıza girenlerin sayesinde, göremiyor ve hissedemiyoruz. Bakın Allah elçisi aracılığıyla, bizlere neler söylemesini istiyor.

Ahkaf 9: De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.

Maide 67: Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez.


Enam 50: Onlara şunu söyle: "Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Gaybı da bilmem ben! Size ben bir meleğim de demiyorum. Yalnız bana vah yedilene uyarım ben!" Sor onlara: "Körle gören bir olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz?"

Yukarıdaki üç ayete baktığımızda, Allah elçisine verdiği emir çok net ve açık. Ne diyor, onlara bakalım.


.Ben sadece bana vahyedilene uyarım.
.Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun.
.Yalnız bana vahyedilene uyarım ben.

Allah ın elçisine verdiği görev, çok açık değil mi? Allah benim hüküm vermediğim, sana indirmediğim konularda da, sen hüküm ver diyor mu?  Hatırlayınız Maide suresi 45. ayetinde, Allah ın indirdiğiyle hükmetmeyenler zalimlerin ta kendisidir diyor ve bizleri uyarıyordu.


Peki, bizleri nasıl uyarıyordu, onlardan birkaç ayet hatırlayalım.


Araf 3: (Ey insanlar), Rabbinizden size indirilene uyun ve O'ndan başka velilere uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!


İsra 36: Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.


Enbiya 10; And olsun, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?


Allah apaçık ne emrediyor bizlere? Rabbinizden size indirilene uyun. Ondan başka velilerin sözlerine aldanmayın diyor. Peki, daha sonra ne diyor? Hakkında emin olmadığın, Kur’an ın onayını alamadığın bilgilerin ardına sakın düşme, sorumlu olursunuz diye uyarıyor.


Enbiya suresi 10. ayetinde de, yemin ederek Rabbimiz bir hüküm veriyor ve diyor ki; Sizlere öyle bir kitap, öyle bir Kur’an indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. Rabbin bu sözlerini dinlemeyeceğimizi bildiği içinde, ayetin sonunda, hala akıllanmayacak mısınız diye de, bizlere kızgınlığını belirtiyor.


Evet Rabbim akıllanmadık, bu gidişle akıllanmaya da hiç niyetimiz yok gibi görünüyor. Çünkü artık senin nurun, şan ve şerefin devre dışı kaldı. Ne olursun bizleri affet. Bizler o kadar Kur’an dan uzaklaşıp, rivayetlerin ardına düştük ki, Rahmanın Zühruf suresi 44. ayetinde, ileride sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim, sorumlu tutacağım dediğini bile göremez olduk.


Bizler Kur’a nı o kadar terk ettik ki, bunun kanıtını sizlere çok acı ve üzücü bir örnekle göstermek istiyorum.


Kur’an zina, yani fuhuş yapanlara karşı, nasıl bir ceza verilmesi gerektiğini çok açık örneklerle anlatır Kur’an da. Önce bu konu ile ilgili Kur’an dan detaylı bilgiler alalım, daha sonra Kur’an ın asla onaylamadığı, peygamberimizin sözleridir diye naklettikleri rivayetlerin, İslam dinine nasıl zararlar verdiğini ve peygamberimize nasıl iftiralar atıldığını görelim.


Kadınların eşcinsellik yani zina yaptıklarında, bakın Allah nasıl bir yol izlememizi istiyor.

Nisa 15: Kadınlarınızdan eşcinsellik (zina) yapanlara karşı içinizden dört tanık getirin; eğer tanıklık ederlerse o kadınları, ölüm canlarını alıncaya ya da Allah kendileri için bir yol açıncaya kadar evlerde tutun. 

Peki erkekler aynı suçu işlese, yani iki erkek eşcinsellik yaparsa ne yapılmasını emrediyor.

Nisa 16: Eşcinselliği içinizden iki erkek yaparsa onlara eziyet edin. Bu ikisi tövbe eder, durumlarını düzeltirlerse onlara eziyetten vazgeçin. Allah Tevvâb'dır, tövbeleri çok kabul eder; Rahîm'dir, merhametine sınır yoktur.

Allah biz her şeyden nice örnekleri, değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız diyorsa, her konudan örneklerini vermiş demektir. Bize düşen bunu Kur’an dan anlamaya çalışmak olmalıdır.

Şimdide bir kadın ve bir erkek zina yaparsa, Allah nasıl bir yol izlenmesini emrediyor.

Nur 2: Zina eden kadınla zina eden erkek... Yüz vuruş vurun her birinin ciltlerine... Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız, Allah'ın dini konusunda bunlara acıma duygusu sizi yakalamasın. Müminlerden bir grup da bunların cezalarına tanık olsun.

Bahsettiğimiz konularda, apaçık hükümler verilmiş Kur’an da. Zinayı yapan erkek ve kadın ayrım yapılmadan aynı cezayı alıyor. Zina konusunda kafamızda, hiçbir soru işareti kalmadı şükürler olsun. Bu konuda her bilgiyi Kur’an dan aldık.

Şimdide gelelim rivayet hadislere, bakalım onlar günümüze kadar nasıl gelmiş ve Kur’an ın onayladığı bir şeriat üzerindeler mi? Örnekler verelim.

(1570 - Habib İbnu Salim (rahimehullah) anlatıyor: "Abdurrahman İbnu Huneyn denen bir adam karısının cariyesine temasta bulundu. Hâdise, Küfe emîri Nu'man İbnu Beşir (radıyallahu anh)'e götürüldü.

"- Ben, dedi, hakkınızda, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın hükmüyle hükmedeceğim: Eğer zevcen, cariyeyi sana helâl ederse, yüz deynek yiyeceksin, helâl etmezse recmedileceksin."

Sonra (tahkik etti) karısının cariyeyi adama helâl ettiğini görünce, emir yüz deynek vurdu.")

Tirmizî, Hudud 21, (1451); Ebu Dâvud, Hudud 28, (4458, 4459); Nesâî, Nikâh 70, (6,124); İbnu Mlâce, Hudud 8, (2551).

Yukarıdaki örnek üzerinde düşünelim. Bir adamın karısının emrindeki cariyesi ile evli olmadıkları halde, cinsel ilişkide bulunmuş, yani zina yapmış. Bu konu o devrin emirine kadar geliyor. Verdiği karar ve söyledikleri üzerinde lütfen dikkatle düşünelim, çünkü peygamberimizin hükmüyle hükmedeceğini söylüyor.
Zevcen, zina yaptığın cariyeyi sana helal ederse, yalnız yüz değnekle kurtulacaksın diyor. Eğer eşin sana cariyeyi helal etmezse, recmedileceksin yani taşlanarak öldürüleceksin diye açıklık getiriliyor.

Eğer zinanın cezası recmetmek olsaydı, bu Kur’an da apaçık yazardı. Tam tersine zina yapmanın cezası, kadın-erkek yüz deynek vurulacağı apaçık yazıyor Kur’an da. Sizce Kur’an da hükmü apaçık yazıldığı halde, peygamberimiz Allah ın verdiği hüküm yerine, Kur’an da bahsedilmeyen bir hükümle karar verir mi? Hatırlayınız Allah elçisine ne diyordu? Sana indirdiğimle onlara hükmet.

Kadının durumuna gelince. Zinayı yapan kadın eğer hür ise oda aynı cezaya çarptırılacaktı. Yok, eğer suçu işleyen cariye yani hür değilse, bakın bu durumda Allah Nisa 25. ayetinde, (fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınlara uygulanan cezanın yarısı uygulanacaktır.) diye hüküm veriyor.

Demek ki zina yapan hür kadın, bu suçundan dolayı taşlanarak yani recim edilmiyor demektir. Hür olana ceza 100 kırbaç ise, köle yani cariyeye 50 kırbaç olacağı açıktır.

Zina eden kadın ya da erkeğin, recmedilmesi peygamberimizin emriydi ve bu emir uygulanırdı diyenlere, bir ayet daha hatırlatmak isterim.

Nur 3: Zina eden erkeği, zina eden bir kadın veya putperest bir kadından başkası nikâhlamaz. Zina eden kadına gelince, onu da zina eden bir erkek veya putperest bir erkekten başkası nikâhlamaz. Müminlere bu, haram kılınmıştır.

Yaradan ın ayetleri üzerinde düşünmeyi bırakıp, rivayetlerin ardına düştüğümüzde, elbette Furkan ın nuruyla nurlanmamızda, mümkün olmayacaktır. Ne diyor ayet? Zina eden kadın ile zina eden erkek ancak evlenir diyor. Hani recm ediliyordu? Eğer böyle bir ceza olsaydı, zina eden erkekte, kadında yaşıyor olmazdı.

Şimdi vereceğim örnek üzerinde, lütfen dikkatle düşününüz. Çünkü bu bilgilerin peygamberimizin sözleri olduğuna inanan, cehennemdeki yerini hazırlamış olacağını unutmasın.

(1561 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh)'i hutbe verirken dinledim. Şöyle demişti:

"Allah Teâla hazretleri Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'i hak (din ile) gönderdi ve O'na Kitab'ı indirdi. Bu indirilenler arasında recm ayeti de vardı! Biz bu âyeti okuduk ve ezberledik. Ayrıca, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) zina yapana recm cezasını tatbik etti, ondan sonra da biz tatbik ettik. Ben şu endişeyi taşıyorum: Aradan uzun zaman geçince, bazıları çıkıp: "Biz Kitabullah'da recm cezasını görmüyoruz (deyip inkâra sapabilecek ve) Allah'ın kitabında indirdiği bir farzı terkederek dalâlete düşebilecektir. Bilesiniz, recm, kadın ve erkekten muhsan olanların zinaları, -delil veya hamilelik veya itiraf yoluyla- süb-t bulduğu takdirde, onlara tatbik edilmesi gereken Kitabullah'da mevcut bir haktır. Allah'a kasemle söylüyorum, eğer insanlar: "Ömer Allah Teâla' nın kitabına ilâvede bulundu" demeyecek olsalar, recm ayetini (Kitabullah'a) yazardım.")

Buhârî, Hudud 31, 30, Mezâlim 19, Menâkibu'l-Ensar 46, Megâzi 21, İ'tisâm 16; Müslim, Hudud 15, (1691); Muvatta, Hudud 8, 10, (, 823, 824); Tirmizî, Hudud 7, (1431); Ebu Dâvud, Hudud 23, (4418).

Yukarıda söylenenlerin farkında mıyız? Açıkça bugün Kur’an ın eksik olduğu, Allah a yemin edilerek söyleniyor. Ama bizler bu sözleri, peygamberimizin uygulamaları, hadisleridir diye alıyor ve fıkıh kitaplarına yazıyoruz. Birde bunları inkâr edip inanmayanların, dinden çıkacağını bile söylüyoruz. Allah bizleri affetsin. Tam tersine bunlara iman edenler, Kur’an dan sapmış demektir.

Allah ın kitabında olmayan bir hükmü yemin ederek, biz bu ayeti gördük vardı ve hatta ezberledik diyor, ama daha sonra bu ayeti Kur’an da göremedik diyebiliyor. Bizlerde seyrediyoruz, fıkıh kitaplarımıza almakta bir sakınca görmüyoruz. Düşünen, Kur’an ı rehber alıp, onunla iman edenler nerede?

İşte dostlar rivayetlere düşünmeden, Kur’an süzgecinden geçirmeden inanmanın, çok ama çok büyük tehlikeleri. Hani Kur’an ı Allah, kendi koruması altına almıştı? HÂŞÂ Rabbim verdiği bu sözü, yerine mi getiremedi, deme gafletinde bulunuyoruz yoksa? Bunu belki söyleme cesareti bulamayan, ama aynı anlama gelen bu sözlere iman edenlere hatırlatırım. RABBİN HIŞMINDAN asla kurtuluş yoktur.

Peygamberimiz, benim adıma yalan söyleyenler, cehennemdeki yerini hazırlasın diye, bizleri uyarmıştır. Bakın yine bir başka rivayette, peygamberimizin asla hükmetmeyeceği sözleri, nasılda ona isnat ediyorlar.

(1580 - Ebû Hüreyre ve Zeyd İbnu Hâlid el-Cühenî (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Bir bedevî, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e gelerek:

"- Ey Allah'ın Resulü, Allah aşkına, hakkımda Allah'ın kitabıyla hükmet!" diye yemin verdi. Bundan daha fakih olan bir diğeri de:

"- Evet aramızda Kitabullah'la hükmet, bana da izin ver!" talebinde bulundu. Aleyhissalatu vesselam Efendimiz:

" Meramını söyle! (seni dinliyorum)" dedi. Adam:
"- Oğlum bunun yanında işçi idi. Karısıyla zina yaptı. Bana,"Oğlun için recm gerekir" dediler. Ben de hemen oğlum namına yüz koyunla bir cariyeyi fidye verdim. Sonra bir de ilim adamlarına sordum. Bana: "Oğluna yüz deynek ve bir yıl sürgün cezası gerekir; bu adamın karısına da recm cezası icabeder" dediler" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"- Ruhumu kudret elinde tutan Zât'a yemin olsun ikinizin arasını Kitabullah uygun şekilde hükme bağlayacağım: Cariye ve koyunlar sana geri verilecek. Oğluna yüz sopa ve bir yıl sürgün tatbik edilecek" buyurdu. Sonra, Eslemli bir adama seslendi:

" Ey Üneys! bu zâtın hanımına git, eğer zinâyı itiraf ederse onu recmet gel!"
Üneys, kadına vardı. O suçunu itiraf etti. Resûlulluh (aleyhissalâtu vesselâm) emretti, kadın recmedildi.")

Buhârî, Muhâribin 30, 32, 34, 38, 46, Vekâlet 13, Şehâdât 8, Sulh 5, Şurüt 9, Eymân 3, Ahkâm 39, Haberu'I-Vâhid I, İ'tisâm 2; Müslim, Hudud, 25, f1697,1698); Muvatta, Hudud 6, (2, 822); Tirmizî, Hudud 8, (1433); Ebü Dâvud, Hudud 25, (445); Nesâî, Kudât 21, (8, 240, 241); İbnu Mâce, Hudud 7, (2549).

Doğrusunu isterseniz Kur’an ehli bu sözleri asla kabul etmez. Çünkü bunların kabulü, Kur’an ı reddetmiş gibi günaha sokar insanı. Verilen cezaya bakar mısınız lütfen. Zina yapan kadın ve erkek ne kadar farklı cezalara çarptırılıyor. Erkek yüz kırbaç ve sürgün cezası, peki kadına ne ceza veriliyor? Recm yani taşlanarak öldürme? Bu nasıl bir adalet böyle. Birde Kitabullah a göre ceza verileceği söyleniyor, peygamberimize ve Rahman a apaçık iftira atılıyor. Bunu dahi fark edemiyor muyuz?

Neden kadın taşlanarak öldürülüyor da, erkek kırbaçlanıyor? Allah böylemi emretti Kur’an da? Yazımızın başında Allah ın bu konudaki emirlerini sizlere hatırlatmıştım. Sizce bu adalet peygamberimizin adaleti olabilir mi? Birde aşağıdaki hadise bakalım.

6754 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cariye zina ederse sopalayın, yine zina yaparsa yine sopalayın, yine zina yaparsa yine sopalayın, yine zina yaparsa yine sopalayın, sonra onu, (bu halini belirterek) bir örgü (ip) bedeliyle de olsa satın!"

Cariyenin zina halindeki cezası, bakın ne kadar Kur’an ayetine uygun. Kırbaç ya da sopa cezası. Unutmayınız cariye Müslüman. Hatta hür olana verilen cezanın, yarısı kadar sopa vulacağınıda, Kur’an hükmüyle söyleyebiliriz.

Öyle bir inanç sistemi yaratmışız ki, bizleri Kur’an dan uzaklaştırmış. Rehberimiz olması gereken Kur’an a karşı aldığımız tavır, bu kitapta her bilginin olmadığı, herkesin anlayamayacağı yönünde olmuş. Böyle olunca da, imanımıza rivayetler yön vermiş.

Bir konunun hükmünün Kur’an da oluşuna bakmak yerine, rivayet yoluyla bizlere ulaşan ve peygamberimizin hadisleri olduğunu söylediğimiz sözler, adeta Kur’an ın önüne geçmiş. Kur’an ın verdiği hükümlere bakan, ondan onay almaya çalışan, neredeyse kalmamış.

Bu konuda size vereceğim örnek, içinde yaşadığımız İslam inancının sınırlarının ne derece uçsuz bucaksız ve sınır tanımaz bir duruma geldiğinin acı bir örneğidir. Hâlbuki Yaradan, dinde sınırların aşılmasına asla müsaade etmez ve bizleri uyarır.


(1583 - Şa'bî (rahimehullah) anlatıyor: "Hz. Ali (radıyallâhu anh), kadını recmettiği zaman onu perşembe günü dövdü, cuma günü de recmetti. Ve şunu söyledi: "Ona Kitabullah(ın hükmü) ile celde, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sünneti ile de recm tatbik ettim."
Buhârî, Hudud 21)

Neler söylüyoruz ve nelere iman ediyoruz, farkında mısınız? Hiç sanmıyorum. Eğer farkında olsaydık, bu sözleri günümüzde bizlere iletenlere gereken cevabı, Kur’an ile verirdik.

Ne yazık ki bu acı gerçek, bugün bazı Arap ülkelerinde uygulanıyor. Zina eden kadını taşlıyor öldürüyorlar, ya erkek nerede? Kadın tek başına mı yaptı bu işi? Yoksa kadın silah zoruyla mı yaptı zinayı? İşte beşerin adaleti böyle adaletsiz olur.

Kur’an a bakan, aldıran bile yok. Bu ayet Kur’an a geçirilmeye unutulmuş, diyecek kadar gözlerimiz dönmüş. Elbette bunun sonucunda Allah da bizleri, layık olduğumuz pisliğe bulaştırmış, birbirimize düşman etmiş, kin ve nefretle yaşıyoruz. İslam toplumlarında ne huzur, nede mutluluktan eser bile yok. Kim bilir daha ne acılar ile cezamızı çekeceğiz.

Birde recm konusunun bir hikâyesi vardır. Recm ayeti peygamberimizin ölümünde ki telaşından dolayı, bir keçinin bu sayfayı yediğini ve Kur’an a böylelikle geçmediği anlatılır. Bizlerde aval aval dinliyor, bu anlatılanlara inanıyoruz.

Değerli din kardeşlerim. Benim bütün çabam, içinde bulunduğumuz büyük yanlışın, farkına varılması adınadır. Bizlerin rehberi Kur’an dır. Allah tan başka hüküm veren olmadığını, bizzat Kur’an söylüyor. Allah hükmüne kimseyi ortak etmez diye hüküm verdiği halde, bizler Allah ın verdiği hükümleri kadar, elçisinin de hüküm verdiğine inanarak, öyle büyük hatalar yapmışız ki, Allah ın ayetlerinin bile önüne geçirmişiz.

Allah elçisine, kullarıma yalnız Kur’an ile hükmet, sakın hiçbir ilave yapma, canını alırım yoksa diyor da , sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum diye apaçık hüküm veriyorsa, sizce bizlerin yapması gereken çok açık değil midir?

Bizler elbette her bilgiden faydalanmalıyız. Bunda hiçbir şüphe yok. Ama bizlere iletilen her bilgiyi, Kur’an a arz etmek ve ondan onay almak şartıyla, her bilgiden faydalanmalıyız. Kur’an ın onay vermediği, bahsetmediği ve açıklamadığı bir konu ve hükümden sorumlu olmayacağımızı Rabbimiz söylüyorsa, gelin beşerin rivayetlerine değil, Allah ın sözlerine inanalım.

Sizlere zina konusundaki verdiğim, rivayet örneklerdeki hükümleri okudunuz. Kur’an ın hükümleri ile karşılaştırdığınızda, sizlere bu bilgilerin doğru olduğu onayını verdimi? Elbette vermedi. O zaman bizlere düşen bu bilgileri, asla kabul etmemek olmalıdır. Elbette kabul edenlere sözümüz olamaz. Herkes yaptıklarından sorumludur.

Dünyada kıyametin ne zaman kopacağını bırakalım da, bizlerin kıyameti kopmadan, yani emaneti teslim etmeden, gelin Kur’an ın ipine sıkı sıkı sarılalım ve emin olmadığımız bilgilerin ardına düşmeyelim. Kur’an ın ipine değil de, Rabbin ayetlerini görmezden gelip, üstünü örtüp, beşerin ipine sarılırsak, bu ipin şeytanın ipi olduğunu ve bu ipe sarılanların, ebedi cehennemlik olacağının, lütfen artık farkında olalım.

Dilerin cümlemiz, Rabbin ipine sarılan, hakka batıl karıştırmayan, aklı ile iman eden, Rabbin halis kullarından oluruz.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

264

İslam ı en doğru bir şekilde anlamak ve yaşamak istiyorsak, en garantili yolu seçmeliyiz. Allah Kur’an ın ipine sarılın, size her türlü örneği, değişik ifadelerle verdik, açıkladık sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim diyorsa, gelin Kur’an ı anlamaya çalışırken, rivayetlerin etkisiyle ayetleri anlamak yerine, yardımı bizzat, imtihanımızda sorumlu olduğumuz, FURKAN ın kendisinden alalım.

 
Kur’an kendisini anlatan, açıklayan, hatta gönül gözlerimizi aydınlatan, eşi benzeri olmayan NURDUR. Bu nuru doğru anlamak istiyorsak, hakka batıl asla karıştırmamalıyız. Bu uyarıyı yapan, bizzat Kur’an ın kendisidir.


Daha açıkçası, bunlarda Allah katındadır diyerek,  Kur’an dışından, önümüze bazı bilgiler sunuyorlarsa, tüm bu bilgileri Kur’an a arz ederek, mutlaka Kur’an dan onay almalıyız.


Yok, eğer Rabbin ayetlerini, rivayetler yoluyla anlamaya kalkarsak, asla Kur’an ın nuru, ışığı kalbimizi aydınlatmayacak ve Kur’an ın bizlere vermek istediği, Rabbin gerçeklerini de anlamamız mümkün olmayacaktır. Böyle yapanlarında yolunun, meçhule doğru gideceğini bilmeliyiz.


Sizlere küçük bir örnek vermek istiyorum. Kur’an ın onayını almadan, inancımıza emin olmadığımız rivayetleri de ilave edersek, Allah ın ayetlerini Kur’an dışından bilgilerle anlamaya kalkarsak, bakın bizleri nerelere kadar götürüyor ve nasıl bir çıkmaza sürüklüyor, gelin hep birlikte bu yanlışın getirdiği tehlikeyi anlamaya çalışalım.


Allah Kur’an ayetlerinin indirilmeye başlandığı günün, Ramazanın hangi gecesi olduğunu özellikle söylemeden, bir Ramazan ayında KADİR gecesinde indirilmeye başlandığını açıklar bizlere. Peki, bizler günümüzde neler yaparız ve inanırız? Gelin bu konuda sizlere Kütüb-i Sitte de ki bazı hadis örneklerden alıntı yaparak, sizleri bu konuda düşünmeye davet etmek istiyorum.

(867 - İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a Kadir gecesi (Ramazan'ın neresinde?) diye sorulmuştu.
"O, Ramazan'ın tamamında!" diye cevap verdi."
Ebu Dâvud, Salât, 324, ( 1387).

868 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in ashabından bazılarına (radıyallahu anhüm), rüyalarında, Kadir gecesinin Ramazan'ın son yedisinde olduğu gösterildi. Rüyaları kendisine anlatılınca Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm): "Görüyorum ki, rüyanız son yediye tetâbuk etmektedir. Öyleyse, Kadir gecesini aramak isteyen son yedide arasın" buyurdu."

Buhârî, Teheccüd 21, Leyletü'l-Kadr 2; Müslim, Sıyâm 205, (1165); Muvatta, İ'tikâf 14, (1, 321); (Tirmizî'de bulunamamıştır).

869 - Buhârî'nin Hz. Aişe'den kaydettiği bir rivayette, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle demiştir: "Kadir gecesini, Ramazan'ın son onunda arayın".
Buhârî, Leyletü'l-Kadr 3; Tirmizî, Savm 870 - Ebû Saîd (radıyallahu anh) anlatıyor:

870 - Ebû Saîd (radıyallahu anh) anlatıyor:

"Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kadir gecesi bana (bugün rüyamda) gösterildi, (şu anda hangisi olduğunu unuttum). O gecenin sabahında kendimi su ve toprak içinde secde eder buldum." Derken hava bozdu, yağmur başladı. Zaten mescid çardak şeklindeydi (üstü ağaç dallarıyla örtülü idi). Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın burnu (alnı) üzerinde ve burun yumuşaklarında su ve toprak bulaşığını gördüm. O gün Ramazan'ın yirmi birinci sabahıydı."

Buhârî, Leyletü'l-Kadr 1, 13; Müslim, Sıyâm 215, (1165); Ebu Dâvud, Salat 320, (1382-1383) Veya Ramazan 3; İbnu Mâce Savm, 56, (1766); Muvatta, İ'tikâf 9 (1, 319).

Değerli din kardeşlerim, işte Ramazan ayında Kadir gecesini kutladığımız ve delil gösterilen rivayetler. Sizce din ve iman, rivayetlere bırakılır mı? Peygamberimiz aynı konuda, bir birinin zıttı şeyler söyler mi?

Rivayet edilen hadislere baktığımızda, birisi diğerinin tersini söylüyor. İlkinde Ramazanın tamamında arayın derken, ikincisinde peygamberimizin yakınlarına Kadir gecesinin rüyasında, Ramazanın son yedi günü içinde olduğu gösterildiğini rivayet ediliyor. Onun devamında verdiğim örnekte, Ramazanın son on günü içinde olduğunu Hz. Aişe'den rivayet edildiği belirtilmiş. Çok daha ilginci, peygamberimizin rüyasında hangi gün olduğunu gördüğünü, ama kendisine unutturulduğu anlatılıyor. Tabi unutturulduğu söylendiği halde, yine illaki o günü öğrenmek isteyenler, oradan da istedikleri bir sonuç çıkartarak, bakın ne söylüyorlar? Ve diyorlar ki, O gün Ramazan'ın yirmi birinci sabahıydı."

Gerçekten o günü illaki öğrenmek isyetenler, kendi nefislerinin aldatmacası ile amaçlarına ulaşmışlardır. Zaten bizler bu yöntemi her zaman uygulayarak, nefsimizi kandırmıyor muyuz? İşte ayetleri Kur’an dışından, rivayetler yoluyla anlama çabalarının sonucu. Sizce hangi rivayet doğru olabilir?
Allah bakın bu konuda nasıl bir açıklama yapmış Kur’an da.

Bakara 185: Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır…..

Kadr 1. Biz onu Kadir Gecesi'nde indirdik. 2. Kadir Gecesi'nin niteliğini sana gösteren nedir? 3. Kadir Gecesi bin aydan daha hayırlıdır!

Ayetlere baktığımızda, apaçık söylenen, Kur’an ın Ramazan ayında indirilmeye başlandığı gerçeğidir. Bu gece içinde Allah, çok önemli bir açıklama yaparak, bu gecenin öneminden bahsedip, bin aydan hayırlı olduğu gerçeğini bizlere açıklamıştır.

Bu durumda yukarıdaki rivayetleri, Kur’an a arz ettiğimizde, Ramazanın her gecesini Kadir gecesi gibi yaşamamız, Allah ın emri olduğu çok açık anlaşılıyor.

Ama bizler işimize öyle geldiği için, yukarıda sizlere yazdığım rivayet örneklerinden, en zorunu değil, en kolayını seçmiş ve kendi nefsimizce edindiğimiz bir geceyi, Kadir gecesi ilan etmişiz. Kur’an onay vermediği halde. Nefis bu, bizlere her şeyi yaptırır. Onun esiri olursanız, sonucuna da katlanırsınız.

Sanırım bu gerçeği gören bazı kolaya kaçanlar, üşengeçler, her zaman yaptıkları gibi emin olmadığımız bilgiler yoluyla, edindikleri o güne sığınarak, kolayca günahlarından sıyrılacağını zannetmişlerdir.

Yok öyle yağma, kolaya kaçmak yok. Allah özellikle Ramazan ayının içinde olduğunu söylemiş, ama hangi yılın hangi Ramazanı ve hatta Ramazanın hangi günü olduğunu da özellikle peygamberimize unutturup açıklamamıştır. Bunun elbette çok önemli bir nedeni vardır. Bunu anlayamayanlara, ne söylesek azdır.

Bildiğiniz gibi, bizler ibadetlerimizi ay takvimine göre yaparız. Ay takviminde aylar sabit değil, hareketlidir. Bu durumda ömrümüzün 33 yılı boyunca, her zaman Ramazan ayının her gecesini, gerektiği gibi Rabbimize dua ve ibadetle geçirirsek, işte o zaman ömrümüzün bir Ramazan gecesinde, bu eşsiz geceye ulaşabilir ve Rabbimizin bu gecede bahşettiği bolluğundan, mağfiretinden gerektiği gibi istifade edebiliriz. 

Dilerim Rabbimden o eşsiz geceyi, ömrümüzün bir gecesinde bizlere nasip etsin. Ve o geceyi de inşallah gerektiği gibi yaşayan, Rabbin halis kullarından oluruz.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK





265
Günümüz İslam anlayışında, hadislerin önemi çok büyüktür. Hatta önemini daha iyi anlatabilmek için, bir Diyanet görevlisinin Cuma hutbesinde, hadisler konusunda söylediklerini sizlere nakletmek istiyorum.

(Hadisler tıpkı Kur an ayetleri gibidir, nasıl bir ayeti kabul etmediğimizde, gerçek iman etmiş olmuyorsak, peygamberimizin hadislerinden birisini dahi, ben bunu kabul etmiyorum dersek, gerçek iman etmemiş sayılırız.)
 
Bu sözleri söyleyen herhangi cemaatin ya da tarikatın elamanı değil, Diyanetin kontrolünde bir vaiz.

Hadis nakli ya da yazımı, peygamberimiz zamanında yasaklanmıştır. Daha sonra peygamberimiz izin vermiştir diyenler, dört halife devrinde hadis nakli ve yazımı konusunda nasıl yasaklar getirilerek, mücadele edildiğini iyi araştırmalıdırlar. Peygamberimizin döneminde yazılmış ve günümüze kadar gelmiş, hiçbir hadis kitabı yoktur. Eğer yazdırmış olsaydı ve Allah koruması altında olsaydı, tıpkı Kur an gibi bizlere günümüze ulaşmaz mıydı?

Hatta dört halife devrinden günümüze toplanıp, kitap halinde ulaşmış da hiçbir hadis kitabı yoktur. Hadislerin toplanmaya başlanması, dinin mezheplere bölünmesi ile başlamıştır. Yani peygamberimizin ölümünden yüzlerce yıl sonra. Lütfen bu gerçeği göz ardı etmeyelim.
 
İslam ı Kur an merkezli yaşamayan, hadis rivayetleri ile inançlarını şekillendirenler, Kur an ın asla onay vermediği, hadislerinde Allah koruması altında olduğunu söylemekte bir kusur görmemişlerdir. Hâlbuki Allah yalnız Kur an ı koruması altına aldığını, bizlerin Kur an ın ipine sarılarak, Kur an ın sınırlarını aşmamamız için, emin olmadığınız bilgilerin ardına düşmeyin, bunun hesabını sorarım diyerek bizleri uyarmıştır.
 
Oysa bizler, Kur an ile aramıza girenlerin sayesinde, Allah ın apaçık hüküm verdikleri ayetleri görmezden gelerek, beşerin rivayetlerine hiç düşünmeden, Kur an süzgecinden geçirmeden onlara sarılarak, emin olmadığımız bir yolun yolcusu olmuşuz.

Hadislerin günümüze gelişi konusunda, aşağıda vereceğim örnek, eğer sizleri hala hiç tedirgin etmeyip korkutmadıysa, bu söylediklerimi lütfen dikkate almayınız.

Günümüzde bazı kesimler, Buhari nin bir hadisini inkâr eden, dinden çıkmıştır diyecek kadar ileri gideler. Acaba bunu söyleyenlerin, Buhari nin hadis toplarken, izlediği yöntemi konusunda bilgisi var mı?

Bakın Buhari 600 000 hadisin içinden, nasıl bir yöntemle seçmeler yapmış, diğerlerini hurafe diye ayıklayıp ve bu hadislerin içinden de, 9082 sini kabul edip, kitabına nasıl dâhil etmiş.
 

(Herhangi bir hadisi Sahih e dâhil etmezden önce yıkanıp iki rekât namaz kılarak, Allah a istihârede Bulunup manevi bir işaret aramış, ondan sonra hadisin sıhhatine hükmetmiştir. Bu şekilde sıhhati nazarımda sübût bulmayan hiçbir hadisi Sahih e almadım der.(K.S. Sayfa 197))
 


Değerli din kardeşlerim, bugün belirli bir kesimin hiç şüphe duymadan kabul ettiği ve dinin temelini oluşturdukları hadis rivayetleri, bizlere bu yöntemle ulaşmış. Ne dersiniz, bu bilgiler bu yöntemle bizlere ulaşmışsa, bizlerin tavrı nasıl olmalıdır sizce?
 

Ne yazık ki bu bilgiyi, günümüz cemaat ve tarikat eksenli İslam ı yaşayan kardeşlerimiz hiç konuşmazlar, söz etmezler. Belki de bu bilgilerden haberleri dahi yoktur. Haberleri olanlarında, gönülleri çok fazla rahat değil bu yöntemden. Ama bununda üstü örtülerek, toplumdan saklamayı seçiyorlar, çünkü o acımasız nefis ağır basıyor.
 

Peygamberimizin ölümünden sonra, gizli saklı hadis toplama çabasına girenler, yaklaşık 500 civarında hadis topladıkları rivayet edilir. Çünkü dört halife devrinde de hadis yazımı, nakli yasaktı. Daha sonraki dönemlerde, hadis sayılarının yüzlerce kat oluşu bile, bu yolun nasıl büyük bir dikkatle incelenmesi gerektiğini gösteriyor.


Buhari 600 000 hadis içinden, 9082 i seçmiş. Ya bugün ne kadar biliyor musunuz hadis sayısı? Milyonları aşmış, tam sayısını bilen bile yok. Maşallah o kadar bereketli ki (!) günden güne artıyor.
 

Acaba bu kadar hadis nereden çıktı diye, soran bile yok. Dört halife devrinden sonra, Rabbin sakın dinde bölünmeyiniz, emrini duymazdan gelerek, İslam ın bölünmesi sonucunda, hadis toplama yarışına girmişlerdir. Mezhepleri ve topladıkları hadisleri araştırınız lütfen, bir mezhepte yasak olan diğerinde değildir. Hepside bahsettikleri konuyu, peygamberimize dayandırırlar. Acaba peygamberimiz aynı konuda, birbirinin tam tersi hükümler, bilgiler verir mi?


Hadisler konusunda öyle bir liste vardır ki, o listeyi gören ve biraz düşünen hadis naklinin nasıl tuzaklarla dolu olduğunu anlar ve gereken önlemi Kur an ile alır. Kur an ın onay vermediği hiçbir bilgiyi almaz. İmtihanımızın en zor kısmı da, bu konu olsa gerek. Allah yardımcımız olsun.
 

İstihare konusu, o kadar ilginç hallere dönüşmüştür ki günümüzde, araştırdığımızda korkmamak, ürkmemek elde değil.
 

Kendisini peygamber zanneden, ona tabi olanlarında, bu şahsın gerçek peygamber olduğunu anlamamız için önerdikleri acı gerçek, içinde bulunduğumuz İslam anlayışını bizlere çok iyi anlatıyor.
 

Bu kişiler, bizler abdest alıp, namaz kıldıktan sonra, istihareye yattığımızda, bahsedilen kişinin gerçek peygamber olduğunu görebileceğimizi söylüyorlar. İnternetten araştırınız, bu gerçeği göreceksiniz. Bakın bu yanlış yöntem, bizleri nerelere kadar götürebiliyor. Bu yol acaba bizi nereye götürür dersiniz? Şeytanın tam kucağına değil mi dostlar?
 

Kur an da verilen kıssaları masal zannedenler, Kur an merkezli inancını yaşamayanlar, elbette rüyalarla aldatılacaktır. Rüya tabiri öyle herkesin anlayacağı, bileceği bir şey değildir. Kur an da Rabbin verdiği Yusuf peygamberimizin kıssasından hisse çıkaramayanlar, Allah ın elçisine verdiği o eşsiz rüya tabiri gücünü, bizler küçük aklımızla, eğitemediğimiz nefsimizle, edindiğimiz velilere ya da kendimize bile layık görmenin yanlışlığını yapıyoruz. Bu Allah ın peygamberlere has verdiği, çok özel bir yetkidir güçtür. Bunlardan elbette haberi olmayanları aldatmak, çok daha kolay olacaktır.
 

Bu konuda anlatılan rivayetlerde çok ilginçtir. Bakın rüyada gördüklerimiz, nelere delaletmiş.
 
(Rüyada beyaz veya yeşil görürse o işte hayır vardır, siyah veya kırmızı görürse hayır yoktur. Ondan sakınmak daha iyidir.)
 
Bu konuda o kadar çok detaylar var ki, burada onlardan bahsedip kafanızı karıştırmak istemiyorum. Tüm anlatılanları peygamberimize mal etmek, yaptığımız en büyük yanlıştır. Bu tür bilgilerin kaynağını, sormaya bile gerek duymadan inanıyoruz.
 
Kur an ın bu konudaki önerilerine gelince. Elbette yapmak istediğimiz bir iş, ya da arzu ettiğimiz olayların isteğimiz doğrultuda olması için, işi bilen bir kişi ile istişarede bulunabilir, ondan bilgiler alabiliriz. Bunda hiçbir sakınca yok, hatta böyle olması da gerekir. Bu yolu Allah önerip, ehil kişilere danışılmasını ister.
 
Bir başka Kur an ın önerdiği yol da, olmasını istediğimiz bir iş için, gereken çabayı bizzat bizler gösterdikten sonra, Allah a dua ederiz, işimizin isteklerimizin olması adına. Bunu namaz kılarak ta yaparız. Rabbimiz ne diyordu ayetinde, namazla benden yardım dileyiniz. Bakın Allah ın ayetleri nasıl tahrif ediliyor ve beşerin arzu ve istekleri doğrultusunda, nasıl yanlışa yönlendiriliyoruz. Hâlbuki bunun yolunu Rabbimiz çok güzel anlatmış ve açıklamış Kur an da. Ama Kur an devre dışı kalınca, yerini elbette hurafe ve batıl alacaktır.

İstihare konusu günümüzde rant kapısı da olmuştur. Bilmem kim efendi, ya da şeyhime bu isteğimizi sunarak, tabi gereken bağışı yaparak, onun istihareye bizim için yatmasını sağlayıp, isteklerimizin olup olmayacağı da öğrenilmeye çalışılmaktadır günümüzde (!) Allah yardımcımız olsun.
 
Peygamberimiz eğer bu konuda bir şey söylemişse, elbette Kur an ın emrettiği şekliyle anlatmıştır. Bunun dışında bir şey söylemesi asla beklenemez. Bekleyenler Allah ın yolundan sapacağını unutmamalıdırlar.

Allah sizleri Kur an dan sorumlu tutuyorum, yani Kur an dan hesaba çekeceğim diyorsa açık ve net, sizce Kur an ın bahsetmediği, onay vermediği bir bilgiden de sorumlu tutarak hesaba çeker mi?

Hadis konusu günümüze nasıl ve hangi yol, yöntemle ulaştığını gördünüz. Sanırım bu konuda çok dikkatli olmamız gerektiğini fark etmişsinizdir. Din ve iman şaka götürmez bunu unutmayalım. Hepimiz imtihandayız, imtihan olduğumuz kitap Kur an ise, her bilgiyi, her konuyu mutlaka Kur an a danışalım.
 
Eğer Kur an onay veriyorsa, alalım faydalanalım. Yok, eğer Kur an süzgecinden geçmiyorsa, ondan sakınalım uzaklaşalım. Tabi hesabın görüleceği o çetin gün, yüzlerimizin gülmesini, amellerimizin boşa gitmemesini istiyorsak, hakka batıl asla karıştırmamalıyız.

Dilerim Allah dan, FURKAN ın kıymetini bilen, eğri ile doğruyu ayırmak için ona müracaat eden, Rabbin halis kullarından oluruz.
 
Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

266
Kur'an-ı Kerim / Ana Dilde İbadet Konusu Ve Kur'an.
« : 30 Ocak 2013, 11:51:45 »
Ana dilde ibadet edebilme konusu, ne yazık ki diğer birçok konular da olduğu gibi tartışmalı ve karşılıklı atışmalarla geçmektedir. Bir kısım düşünce ana dilde ibadetin olamayacağını söylerken, bir kısmı ise Allah ı anlayarak ve bilerek ibadet etmemizi zaten Kur’an istiyor, düşüncesiyle olabileceğini savunmaktadır. Biz iki düşüncenin de fikirlerine, delillerine bakalım, daha sonrada Kur’an ın süzgecinden geçirip, kendimizce düşünüp doğrunun kararını verebilelim.


Önce ana dilde ibadet edebileceğimizi savunan düşüncenin öne sürdüğü delil ve fikirlerine bakalım.


(Namazda Kur’an tercümesinin okunup okunmayacağı tartışmasında " OKUNUR " diyenlerin dayandıkları Sünnet kaynaklı belge, Büyük sahabe Salman FARISI nin yaptığı FATIHA tercümesidir.

Daha sonraki fıkhı tespitlere dayanak noktası yapılan bu belgenin, Imam -i Azam Ebu Hanife tarafından fetva mesnedi olarak kullanıldığı, Hanefi fıkhının temel kaynaklarından biri olan SERAHSI nin el-Mebsut adli eserinden öğreniyoruz.


Belge şudur: İlk Müslümanlardan ve Hz. Peygamber in seçkin arkadaşlarından biri olan İran asilli Selman Farisi Namaz sırasında Fatiha suresinin özgün metnini güzel okuyamadıklarını söyleyen ve bunun yerine Fatiha nin Farsça tercümesini okuyup okuyamayacaklarını soran ırkdaşlarına, bunun olabileceğini bildirmekle kalmamış, Fatiha yi Farsça ya çevirerek kendisine bas vuran kişilere göndermiştir ( Bk. Serahsi; Mebsut,1/36–37 )


Üzerinde olduğumuz konunun Sünnet açısından durumunu daha da önemli kılan başka bir belge vardır:

Salman Farisi arkadaşlarının Kendisine başvurması üzerine, Fatiha yi Farsça ya çevirip onlara vermeyi düşündüğünü Peygambere arz etmiş ve ondan onay aldıktan sonra işe girişmiştir. ( Bk. Tacu's-seria; Nihayetu Hasiyeti'l-Hidaye, Kiraat bölümü; Abhülhayy el-leknevi, Hidaye serhi, Dehli,1915 baskisi, sy,86.not:1;MUHAMMED Hamidullah; Kuran-i kerim tarihi, sy;108 )


Ehlisünnet İnancının temel kabullerine göre, sahabelerin tümü MUKTEDA BIH ( Kendisine uymak dinen caiz olan müctehid ) Durumunda olduklarından, her birinin fetvasıyla ibadet geçerlidir.

Buna göre Selman in uygulaması başka hiç bir kanıt aramaksızın, Fatiha nin çevirisi ile ibadet edilmesini sağlamaya yetecektir. Nitekim Hanefi fıkıhçılar Fatiha nin çevirisi ile Namazın geçerliliğine HÜKMEDERKEN sürekli bicimde Selman in uygulamasına atıf yapmışlardır.


 SAFII FAKIHI MUHAMMED B. Abdurrahman ed-DIMASKI nin eseriden Konuyu ustalıkla özetleyen bir kaç satiri vermek istiyorum:

IMAM-I AZAM EBU HANIFE söyle demiştir:

Namaz kılan kişi isterse Arapça özgün metni okur, isterse Farsça çevirisini.

Ebu Hanife nin Baş öğrencilerinden olan İmam Ebu Yusuf ve İmam MUHAMMED söyle demişlerdir:

Eğer fatiha yi Arapça metninden güzel okuyabiliyorsa Başka bir şeyi veya fatiha nin çevirisini okuması yeterli olmaz. Ama eğer Arapça metni güzel okuyamıyorsa, Fatiha nin kendi dilinden çevirisini okur. Bu da onun için yeterli olur. (Dimaski, MUHAMMED b. Abdurrahman; Rahmetu'l-Umme fi Ihtilafi'l-Eimme, Kiraatu's-Salat Bahsi )


Hanefi Fıkhının babası ve birinci derecede söz sahibi olan Imam-i Azam ın Kuran tercümesi ile ibadet meselesindeki Görüşleri ACIK ve KESINDIR :


Arap dilini bilen ve Kuran ı güzel bir telaffuz ile okuyabilenler de dâhil, namazda Fatiha yı tercümesinden okuyan herkesin namazı geçerlidir.

Büyük imam ın Bu fetvası herhangi bir mazeret veya zaruret kaydına bağlanmamıştır. Mutlak ve genel bir FIKHI görüştür. BIR GENEL FETVADIR.

İmamı Azam ın bu fetvasına göre, bir Müslüman örneğin Arap asıllı olsa veya Arapçayı öğrenip güzelce okuyabilse dahi, Kuran ın çevirisi ile namaz kılabilir. Bunu yapabilmesi için kendisinden bir Mazeret istenmez.

İmamı Azam Görüsünün Hanefi FUKAHASINCA ayrıntılanan gerekçesi söyle özetlenir.


Kuran kâğıtlarda Yazılmış ve bizim Okuduğumuz Lafızlar değildir. Esas Kuran o lafızların taşıdığı manadır ki, bir kelam-i nefsi ( ALLAH ın zati ile var olmaya devam eden söz ) olarak kalıptan kalıba dökülür. O kalıplar sonradan yaratılmış ( Muhdes ) Varlıklardır. Oysaki esas Kuran, MAHLÛK olmayan bir manadır. Hiç kuskusuz O,öncekilerin Zübürlerinde de vardı ( Şuara suresi,42 ) Buyrulması da bu gerçeği gösterir.


O halde esasi itibari ile mana olan KURAN ı Arapça lafız yerine, başka lafızlardaki çevirisinden Okumak mümkündür.


“Kaldı ki çeviri ile namaz kılmaya cevaz veren mutlak müçtehid sadece İmam-ı Âzam değildir. Tâbiûn nesli bilginlerinin tartışmasız hocası ve önderi olan ve tüm alanlarda müçtehid ve otorite kabul edilen Hasan el-Basrî (ölm. 110 / 728) ile Sûfî-bilgin Habîb el-Acemî de (öl. 120 / 737) bu konuda imamı Âzam gibi düşünmektedir.

Ensarî (Abdülali Muhammed b. Nizamuddîn), Fevâtihu’r- Rahamût adlı eserinde bize şunları söylüyor: “Mazeret halinde Kur’ân tercümesi ile namaz kılmak konusunda imameyn (İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed) de İmam-ı Âzam’la aynı görüştedir. Velilerin ve âriflerin tacı, tarikat silsilelerinin halkalarından biri ve muhaddislerle (hadis ilmi ile uğraşanlarla), müçtehidlerin baş tacı Hasan el-Basrî’nin yakın dostu Habîb el-Acemî, Arapçaya dili çok yatkın olmadığı için namazlarında Kur’ân’ın Farsça tercümesini okurdu.



Şimdide ana dilde ibadete karşı çıkan düşüncenin, bu fikre karşı ne söylediklerini görelim.


İmam-ı Azam’ a, İran’ da yaşayan ve kitle halinde Müslümanlığı seçen bir topluluktan şöyle bir talep gelir.
 
Biz Müslüman olduk ancak Arapça bilmiyoruz. Kendi dilimizde ibadet edebilir miyiz?
 
Büyük İmam şu fetvayı verir:
 
Orijinal metinlerini ezberleyene kadar kendi dilinizde ibadet edebilirsiniz.
 
Cevap gayet açık ve nettir. İmam-ı Azam, anadilde ibadet konusuna ancak böyle bir durumda; o da orijinal metnin ezberlenmesine kadar ruhsat vermiştir.Bunun dışında, anadilde ibadet konusunda bir ruhsat yoktur.


Bir başka düşüncede fikrini söyle anlatıyor.


(Öncelikle ibadetten kastın ne olduğunu ifade etmek lâzım. Eğer kişi dua edecekse bunu ana dilinde yapmasında hiçbir beis yoktur. Yalnız Arapça dua makbul olsaydı, pek çok insanın Allah’a sığınma ihtiyacı karşılanamaz, Arapça öğrenemeyenler dua gibi büyük bir hazineden mahrum kalırlardı. Bu durum elbette hikmet ve hakikate muhalif olacağından, her dilde dua edilmesi caizdir.
İmanı elde eden insan mânisiz, müdahalesiz, engelsiz; her halinde, her arzusunda, her anda, her yerde rahmet hazinelerinin maliki ve mutluluk definelerinin sahibi olan ezel ebed padişahının huzuruna girip ihtiyaçlarını arz edebilir; dua vesilesiyle Allah’ın nihayetsiz rahmetini bulup, sonsuz kudretine dayanarak mükemmel bir ferah ve süruru kazanabilir. İşte bu kapı Almanca ile de açılır, Fransızca ile de açılır, Felemenkçe ile de Türkçe ile de açılır.
Madem öyledir; o hâlde namazı da anadilimizle kılalım, namaz surelerini Türkçe okuyalım denilirse bu son derece tehlikelidir, İslâm’ın ruhuyla ters düşmektir, daha açık ifadeyle bidâtttır, sapıklıktır.)


Yukarıda sizlere naklettiğim, ana dilde ibadeti kabul eden ve kesinlikle karşı çıkan iki düşünceyi gördük. Doğrusu bizler ne yazık ki aklı bir kenara koyup, beşerin rivayetleri ne göre iman etmeyi, daha uygun görmüş ve Kur’an ne söylüyor, Rahman ne anlatıyor diye çok fazla merak etmemişiz.

Ana dilde ibadete karşı çıkan düşüncenin, verdiği örnek düşündürücüdür. İmamı Azamın geçici olarak ana dilde ibadetini normal gören, fakat daha sonra Arapçayı öğrenme mecburiyeti getirmesini normal karşılayan düşünceyi, bana göre iyi analiz etmeliyiz. Acaba bir beşer, bu her kim olursa olsun. Rabbin vermediği bir ruhsatı, izni geçici olarak kullanabilir ve bunu geçici meşru kılabilir mi?

Gelin bu konuyu yukarıdaki bilgiler ışığında değil, Rabbin rehberinden yola çıkarak anlamaya ve düşünmeye çalışalım. Çünkü yukarıdaki rivayet ve hadis bilgileri dâhil, yani ana dilde ibadete onay veren bilgilerde, karşı çıkan düşüncede beşerin nakil yoluyla ilettikleridir. Her iki düşüncede yanlış olabilir, yada doğru olabilir, çünkü en emin yol, gerçek kanıt KUR’AN dır. Bizler kesin kanıtları, delilleri ne olursa olsun Allah ın rehberinden aklımızla, mantığımızla bulmalıyız. En doğru, en emin yolda budur.

Kur’an ı anladığı dilden okuyan bir insan, onlarca ayetinde, Allah ın bizlere indirdiği ayetleri düşünmemizi, akıl yoluyla mantığımızı kullanmamızı emreder. Yani ben ayetleri indirdim, koşulsuz inanacaksın demek yerine, ayetlerimi okuyun, düşünün aklınızı kullanın der Yaradan bizlere.

Bunu söyleyen Allah, tüm yarattığı kullarının kendi ana dilinde, indirdiği Kur’anı okumasına karşı çıkar mı? Bundan dolayıdır ki bizler, İslam dini için, AKIL DİNİDİR DERİZ. Gelin bizde böyle yapalım ve bu konuyu bizzat kendimiz Rabbin rehberinden yola çıkarak, acaba Allah ana dilde ibadet etmemize izin veriyor mu, bunu anlamaya çalışalım.

Bildiğiniz gibi Allah ın ilk emri okumaktır, peki nasıl okumak diye bir soru gelir hemen akla. Bakın Allah nasıl okumaktan bahsediyor.

Bakara 121: Kendilerine verdiğimiz Kitabı gereği gibi okuyanlar, işte ona iman edenler bunlardır. Kim onu inkâr ederse, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.

Allah acaba bizlere gönderdiği kitabı gereği gibi okumakla, neyi kastediyor olabilir. Çünkü ona iman edenlerin onu gereği gibi okuyacaklarını söylüyor. Bizler çocuklarımıza ders çalışmaları konusunda uyarırken, ne söyleriz? Oğlum ya da kızım, elindeki kitabı doğru dürüst, gerektiği gibi oku, yani anlayarak oku, aklın başka yerde olmasın deriz. Öğretmenin soru sorduğunda, doğru cevap veresin diye uyarırız çocuklarımızı.

Hemen düşünelim, bizler KUR’ANI gereği gibi yani anlayarak, tüm ayetler arasında bağlantıyı kurup, Rabbin ne söylediğini, bizlerin nasıl bir insan olmamız gerektiğinin tebliğini anlayabilmemiz için, hangi dilden okumalıyız? Arapça dersek, biz Arapça bilmiyoruz, bu durumda gereği gibi okumamız mümkün değil. Günümüzde hatırlayınız kurslarda Kur’anı okumasını öğretiyorlar, acaba gereği gibi mi okuyoruz dersiniz? Demek ki gereği gibi okumak ve anlayabilmek için, anladığımız dilden okumamız şart. Çünkü anlamak ve düşünmek Kur’an ın birinci şartı. Şimdide Nisa suresi 82. ayete bakalım.

Nisa 82: Kur'an'ı, iyice okuyup düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başka birinin katından gelseydi, elbette ki onun içinde birçok ihtilaf bulacaklardı.

Allah çok açık ve net, bizlerin Kur’an ı anladığımız dilden okumamızı istiyor. Yoksa Kur’anı iyice okuyup düşünmüyorlar mı der mi? Anlamını bilmeden okuyan, ayetler hakkında nasıl düşünsün ve anlasın. Bir örnek daha vermek istiyorum, sanırım bu ayetten her şey anlaşılıyor.

Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız.

Yüce Rabbimiz, sizlere rehber olsun diye indirdim dediği kitap tan, huzuruma geldiğinizde hesap soracağım diyor bizlere. Bu durumda Allah Kur’anı nasıl okumamızı istiyor olabilir? Tabi dikkatle okuyup, anlayarak okumamızı istiyor. Buda anladığımız dilden okumakla olur. Bunun tersini nasıl düşünür de savunuruz?

Şimdide şunu düşünelim, acaba Kur’an ın vermek istediği bilgiler, öğütler, Arapçanın sözcüklerinde mi, yoksa anlatmak istediği manasında mıdır? Allah yemin ederek sizler için kolaylaştırdım Kur’an ı diyorsa, açık ve anlaşılır gönderdim açıklamasını da yapıyorsa, elbette gizli manaları olacak şekilde, herkesin anlayamayacağı bir tarzda muhkem ayetleri göndermesi de, mümkün olmayacaktır.

Kur’an ın başka dile, tam olarak çevrilmeyeceğini savunup, Kur’an da ki bir kelimenin anlamı, başka hiçbir dilde karşılığının olmadığını söylemek, Allah ın tüm âleme, kâinata, cihana anlayacağı bir kitap göndermemiş demekle aynıdır. Eğer bunu savunursak tüm âlemi Kur’anın güneşinden, rehberliğinden mahrum bırakmış oluruz ve Kur’anın anlatmak istediği manasından, anlamından uzaklaştırıp, Arapçanın dilini kutsamış oluruz, bunu da unutmayalım. Bunun tersini düşünmek, Rabbin adaletini sorgulamak olur. Zor anlaşılır, hiçbir dile çevrilmeyen bir kitap gönderip, daha sonra hesap sormak, Rabbin adaletine asla sığmaz.

Bir yazarın yazdığı kitap, tüm Dünya dillerine çevrilebiliyor ve tüm insanlık faydalanıyorsa, Allah katından gelen kitaba her dile çevrilemez, çevrilirse anlamı bozulur demek, KUR’AN IN evrenselliğine balta vurmak olur. Rabbim bundan korusun bizleri. Düşünün lütfen bir Almanı ya da İngiliz i İslam a davet etmek, Kur’an ile buluşturmak istediğimizde, onlara önce Arapça öğreneceksin dersek, onları Kur’an ile buluşturabilir miyiz?

Aslında çok fazla örnek verilebilir, fakat ana dilimizde namaz kılarken, ibadet yapabileceğimize dair, apaçık kanıt aşağıdaki ayette sizce çok açık anlaşılmıyor mu? Yazımızın başında ana dilde ibadeti namaz dışında dua ederken savunanlar, Yaratıcımızdan namazlarında nasıl yardım isteyecek? Arapça dışında namazda, Allah tan yardım istenmesi mümkün olmadığını savunursak, Arapça bilmeyen Allah tan namazla yardım isteyemeyecek mi? Lütfen ayetler üzerinde düşününüz.

Bakara 153: Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir.

Bakara 45: Sabır ve namazla yardım dileyin. Bu, şüphesiz, huşû duyanların dışındakiler için ağır (bir yük)dır.

Sizlere sormak isterim, eğer namazlarımızda Kur’an dilinden başka bir dil kullanılmaz diyor ve bunda iddia ediyorsak, acaba Arap olmayanlar, namazlarında nasıl Yüce Rabbimizden çok özel isteklerini, yardımı dilesin?

Şimdi birisi çıkıp şöyle diyebilir. Nasıl dua edileceğine dair ayetler var, onları okusun. Doğrudur duaların en güzeline birçok örnekler vardır Kur’an da. Bende hemen sormak isterim, acaba Allah böyle bir sınırlama yapmış mıdır? Yani size dua edecek örnekleri verdim, yalnız onlarla dua edin mi demiştir? Elbette hayır, Yüce Allah her konuda namazla kendisinden yardım istenebileceği kapısını, ardına kadar açık bırakmıştır bizlere. Aklımıza ne gelirse, her yardımı Yüce Rabbimizden namazla dileyebiliriz, hem de anlayarak, bilerek, huşu ile. Namazlarımızda illaki şunları ya da bunları okuyacaksın demek, namazın özüne aykırıdır.

Bizlere farkında olmadan, Arapçanın kutsallığı öğretilmiş. Hatta bugün birileri Arapçanın cennet lisanı olduğunu dahi söylemiyor mu? Bu bilgi nereden diye soran bile yok. Hatırlayınız lütfen, namazlarımızda Kur’an ayeti olmayan bazı duaları da Arapça okuyoruz. Peki neden?  Hadi ayetleri orijinalinden okuduk, peki beşeri duaları neden Arapça okumak zorundayız? İşte bu sorunun doğru cevabını bulabilirsek, sanırım bu sorunumuzu da çözmüş oluruz.

Diyanet İşleri başkanlığına, geçmiş yıllarda sormuştum. Kur’an ı Arapçasından değil de, mealinden okumamın bir sakıncası var mı dediğimde, bana verdiği cevap, bugün yaşadığımız İslam inancımızın, ne durumda olduğunu çok iyi anlatıyor.
(Kur’an ı mealinden okursanız, bilgi edinmiş olursunuz. Sevap kazanmak istiyorsanız, orijinalinden Arapça okumalısınız.)

İşte Diyanetin düşündürücü cevabı. Topluma önce sevap nasıl kazanılır, onu doğru öğretemediysek, bu toplumun Kur’an dan gereği gibi faydalanmasını beklememiz hata olur. Sevap kazanmak istiyorsak eğer, önce Kur’an ı anlayarak, düşünerek okumalıyız. Daha sonrada anladıklarımızı, hayatımıza geçirmeliyiz ki sevap kazanabilelim. Kur’an ı anlamını dahi bilmeden okuyarak, sevap kazanacağımızı zannediyorsak, Rabbin huzurunda hiç hoş olmayan bir sürprizle karşılaşabiliriz. Gerçeği Allah bilir, bizlere düşen aklımızı kullanarak, elde Kur’an imtihanımızı yaşamak olmalıdır.

Allah sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim diyor. Bu durumda anlamını dahi bilmeden okuduğumuz bir kitaptan, imtihanımızı verebilir miyiz? Okulda öğretmen öğrencilerine, Fransızca bir kitap dağıtsa, öğrencilerde Fransızca bilmiyor olsa ve dese ki, çocuklar bu kitabı bir ay boyunca okuyun ve dersinize çalışın, sizleri bu kitaptan imtihan edeceğim dese, acaba öğrencilerden nasıl bir cevap alır? Bakın bu örnek size ne kadar mantıksız geldiyse, günümüzde yaşadığımız İslam içinde, aynı mantığı bizlere dayatmaya çalışanlar var. Ama bunun farkında bile değiliz, çünkü imtihanımızı başkalarına havale etmişiz de ondan. Sizce kendi imtihanımıza, bizzat kendimiz çalışsak ve yaşasak, daha garantili bir sonuca ulaşmış olmaz mıyız?

Yüce Allah ın koymadığı bir yasağı kimse koyamaz. Bizler Yüce Rabbin ruhundan bir parçasıyız, onun lisanı yoktur. Bizlerin içinden geçirdiğimizi, isteklerimizi dili bir kenara bırakın manen zaten bilir. Biz insanlar sözcüklere muhtacız, ama Allah muhtaç değildir.

Lütfen artık İslam ı şahlandıralım. Kur’anı yalnız duvara asılacak kutsal bir kitap olmaktan çıkarıp, anlayarak okuyalım ve anlayarak namazlarımızı kılıp, Yüce Rabbimizden niyazda bulunalım, ondan yardım isteyelim. Allah o günkü topluma, bakın eğer ben size Arapça bir Kur’an indirmeseydim, bana şunları söyleyecektiniz diyor.

Fussilet 44; Eğer biz onu başka dilde bir Kuran yapsaydık onlar mutlaka, "Onun ayetleri genişçe açıklanmalı değil miydi? Başka dilde bir kitap ve Arap bir peygamber öyle mi?" derlerdi….

Allah ayetlerini o kadar güzel açıklıyor ki, tabi anlayana anlamak isteyene. Allah size Arapça Kur’an indirmeseydim, bana itiraz edip sitem edecektiniz diyor. Ayetleri açıkça anlaşılır göndermeniz gerekmez miydi, biz Arap toplumuyuz ve peygamberimiz Arap, ama siz başka dilde bir kitap mı gönderdiniz diyecektiniz diyor. İşte Allah ın Arapça bir Kur’an göndermesinin nedeni bu dostlar, daha açık nasıl söylesin Yüce Allah?

Ana dilde ibadet yapmanın günah olduğunu söyleyenlere, namazda Allah tan kendi dili ile yardım isteyemeyeceğini savunanlara, aynı mantıkla şunu sormak isterim;
Arapça bilmeyen bir Türk toplumu ve Arapçadan başka dile tam olarak çevrilmeyen bir kitap ve Allah herkesin anlayamayacağı bir rehber gönderip, daha sonrada bizi bu kitaptan mı hesaba çekecek?

Sorduğum soruyu herkes kendi nefisine sormalıdır. Kur’an ile irtibatı olanlar, onun rehberliğinden, güneşinden istifade edenler, eminim ki bu sorunun doğru cevabını verecektir. Allah cümlemizin yardımcısı olsun, çünkü içimize sokulan fitne o kadar büyümüş ve yerleşmiş ki, Allah ın gerçeklerini gören duyan bile yok.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

267
Kur'an-ı Kerim / Rabbinden Sana Vahyedilene Uy.
« : 26 Ocak 2013, 16:09:00 »
Değerli din kardeşlerim. Vakit geçiyor, emaneti teslim edeceğimiz o an, belki de çok yakın. Gelin hurafeden, batıldan uzak, elimizde Kur’an onu anlamaya çalışalım ki, kurtuluşa erebilelim. Allah elçisine bakın ne diyor.

Tur 48: Artık, Rabbinin hükmüne sabret; çünkü gerçekten sen, gözlerimizin önündesin. Ve her kalkışında Rabbini hamd ile tesbih et.

Ahzap 2: Rabbinden sana vahyedilene uy! Allah, yapmakta olduklarınızdan en iyi biçimde haberdardır.

Bu iki ayette Allah, sana sorulan konularda hüküm konusunda sabret diyor. Diğerinde ise, Rabbinden sana gönderilene uy. Bu konuda da Kur’an da birçok örnekler vardır. Zıhar konusunu düşünün lütfen. Bir kadının peygamberimize gelip, eşinden dolayı yakınmasına karşı peygamberimiz, o devrin geleneği olan boşanma nedeni ZIHAR konusunda, bir çözüm getiremiyor, ama Allah sizi işittim diyerek, bu konudaki ayetini hemen indiriyor.

Aşağıdaki ayette, yukarıdaki ayetlerin onayı değil mi sizce.

Kefh 26: De ki: 'Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O'nundur. O, ne güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir. O'nun dışında onların bir velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz.

Dikkat ediniz lütfen, Allah kendi hükmüne kimseyi ortak etmez diyor. Tüm bu ayetlerden sonra, Allah ın vermediği hükümleri de, peygamberimiz vermiştir, onun hüküm verme yetkisi vardır diyebiliyoruz. Bakın bizlerin nereye iman etmemiz gerektiği söyleniyor.

Bakara 4: Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahi ret gününe de kesinkes inanırlar.

Bakara 5. İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.

Allah iman edenlerin, sana indirilene yani Kur’a na iman ederlerdir diyor. Gerçek kurtuluşa erenlerin ise, Allah tan indirilen üzerinde olanlardır diyor. Buda apaçık Kur’an dan başka ne olabilir? Bu durumda bizlerin sarılması gereken, yalnız Kur’an olduğu apaçık anlaşılmıyor mu?

Allah bizlerin dostu, yol göstericisi, şefaatçisi bakın kim olduğunu söylüyor.

Secde 4: Allah'tır ki gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratmış, sonra arş üzerinde egemenlik kurmuştur. O'nun dışındakilerden size ne bir dost vardır ne de bir şefaatçi. Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız?

Yine Allah bilerek, hakkı batılla karıştırmayın diye bizleri uyarıyordu hatırlayanız. Hatta Kur’an ı kendi koruması altına aldığını da söylüyordu.

Bakara 42: Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin.

Batıl emin olmadığımız, Kur’an ın onay vermediği bilgilerdir. Fakat bizlere bugün yüzlerce yıl öncesinden intikal eden, birbiriyle hatta çelişen rivayetlerinde, Allah koruması altında olduğunu söylemiyorlar mı?

Bakın aşağıdaki ayette Yaradan, bizlerin takip etmesi gereken yolu, sizce çok açık anlatmıyor mu?

Muhammet 2: İman edip yararlı işler yapanların, Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir.3. Bunun sebebi, inkâr edenlerin batıla uymaları, inananların da Rablerinden gelen hakka uymuş olmalarıdır. İşte böylece Allah, insanlara kendilerinden misallerini anlatır.

Değerli kardeşlerim, Allah apaçık ne diyor? Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir diyor.

Peki, bizler bu kadar açık ayetler karşısında neler söylüyoruz? Kur’an tek başına yeterli değildir. Kur’an da her şey yazmaz, herkes Kur’an ı anlayamaz. Aman Allah ım bu ne cüret, bu ne saygısızlık, hala farkında değil miyiz yaptığımız yanlışın?

Allah elçisine deki onlara diyerek, bakın ne söylüyor. Beşerin sözlerini doğrulamak adına, ne yazık ki bu ve buna benzer ayetleri görmezden gelebiliyoruz.


Ahkaf 9: De ki: "Ben, resuller içinden bir türedi değilim! Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Bana vahye dilenden başkasına da uymam! Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim.


Ne dersiniz, bu ayetten dersimizi almadık mı hala? Peygamberimizin ne söylemesini istiyor Rabbimiz? Bana vahyedilenden başkasına uymam diyor. Bunu da söylemesini özellikle, Yaradan istiyor. Daha da dikkat çekici olan, peygamberimizin yetki ve sorumluluğunu açıkça söylüyor. Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim.

Tüm bu gerçekleri hala görmemekte ısrar edenlere, elbette söyleyecek sözümüz olamaz. Herkes kendi imtihanını yaşıyor. Allah bizlerin imtihan olduğumuz kitabın, Kur’an olduğunu söylüyorsa, bu gerçeği de görmezden gelenler, Kur’an ı anlaşılması zor, özet bilgi ve her şeyin olmadığı bir kitap ilan ediyorlarsa, edindikleri velilerin kitaplarına sarılarak, doğruya ulaşacaklarına inanıyorlarsa, gerçekleri gördüklerinde, iş işten geçmiş olacağını ve mahşer günü bakın nasıl bu üzüntülerini dile getireceklerini hatırlatırım.

Furkan 28: Eyvah! Keşke falancayı dost edinmeseydin.


Furkan 29: Bana geldikten sonra Kur'an, vallahi o beni saptırdı." Öyle ya şeytan insanı yapayalnız, yardımsız bırakır.

Dilerim Rabbimden, o çetin hesap günü geldiğinde, pişmanlık yaşamayan, hurafeye değil Kur’an ın ipine sarılan, Rabbin halis kullarından oluruz.

Enbiya 10; And olsun, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK












268
İslam ı yaşarken yaptığımız en büyük yanlış, Allah ın rehberinden zerre kadar haberdar olmayıp, onunla aramıza veliler ve onların kitaplarını koymamızdan kaynaklanmaktadır. Elbette Allah ın rehberi anlaşılmaz ilan edilip, edindiğimiz velilerin kitapları ardı sıra gidersek, aşağıdaki hatayı da yapmamız kaçınılmaz olacaktır.

Konumuza geçmeden önce, peygamberimizin bir sözünü hatırlatmak isterim.

(Her kim ki, ben söylemediğim halde, bu sözü peygamber söyledi dese, BUYURSUN KENDİNİ CEHENNEMDEKİ YERİNE HAZIRLASIN.)

Yazdığım yazılara cevap veren bazı din kardeşlerimizin, bana verdikleri cevaplardan, İslam ı nasılda Kur’an ın sınırlarını aşarak yaşadıklarını, daha açık görüyor ve yapılan yanlışlar karşısında, kendi inancımı sorguladığımda, Rabbim e şükrediyorum.  Elbette bende hata yapıyorumdur, ama ben en azından elimde rehber Kur’an, iman ve inanç sınırlarımı Kur’an çizgisinden çıkmaması için, çaba harcıyorum. Rabbim bilmeden yaptığım hatalarımı affetsin ve doğruyu görmemi sağlasın inşallah.

Bir arkadaşımız yazıma verdiği cevapta, peygamberimize ait olduğunu iddia ederek, bir hadis örneği vermiş ve beni uyarmış. Gelin bu sözlerin peygamberimize ait olup olamayacağını birlikte, Kur’an ışığında anlamaya çalışalım. Peygamberimiz söylemediği halde, bu peygamber sözüdür demenin cezasını, asla unutmamalıyız. Bakın bu arkadaşımız nasıl bir örnek vermiş.

Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) “Kur’an bize yeter” diyenler hakkında asırlar öncesinden ne buyuruyor:

“Şunu kat-i olarak biliniz ki; Bana Kur’an ile birlikte, onun bir benzeri (sünnet) de verilmiştir. Karnı tok bir şekilde koltuğuna kurulmuş olan bazı kimselerin ‘Bize Kur’an yeter! Onda helâl olarak ne görmüşseniz onu helâl, neyi de haram görmüşseniz onu da haram kabul ediniz.’ diyeceği zamanlar yakındır. Bilin ki, Allah Resûlü’nün haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığı gibidir.” (Ebu Davud, Sünnet: 6, Tirmizî, İlim: 10, İbni Mâce, Mukaddime: 2, Dârimî, I, 117)


Peygamberimiz bu sözleri söylemiş olabilir mi? Bu sözleri ilk okuduğumda, dine nifak sokanların, kendi uydurmalarına hazırladıkları güzel bir kılıf olduğunu söyleyebilirim. Peygamberimize Kur’an ile birlikte, onun benzeri Allah ın vermediği hükümleri de verme yetkisi verilmiştir, demiş olabilir mi? Önce bu sözler üzerinde düşünelim. Çünkü emin olmadığımız sözlere inanırsak, peygamberimize iftira atmış olacağımızı, lütfen unutmayalım. Hangimiz peygamberimize iftira atmak ister?

Allah Kur’an dışından da, bizleri bağlayan, sorumlu olduğumuz bilgileri peygamberimize vermiş olsaydı, ya da peygamberimiz kendi yetkisiyle dine hüküm koyabilseydi ve bizlerde bunlardan sorumlu olsaydık, aşağıda ki ayeti bizlere tebliğ eder miydi Rabbimiz?

Zühruf 44: Doğrusu o Kur'an, senin için de, kavmin için de bir öğüttür ve siz ondan sorguya çekileceksiniz.

Allah çok açık bir hüküm vermiş ve demiş ki, sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim, yani Kur’an dan sorumlusunuz. Lütfen dikkatle düşünelim. Bunu söyleyen bizlerin Yaratıcısı Allah. Bu sözlerden sonra, Kur’an da hükmü olmayan bir bilgiden, bizleri sorumlu tutar mı? Aslında başka örneklere gerek yok, ama gönüller düşünmeden başka yöne meyledince, ne yazık ki yeterli gelmiyor. Kur’an ın onay vermediği rivayetlere inanırsak, dinde çelişki yaratmış olacağımızın da farkında olmalıyız.


Araştırmaya devam edelim. Yaradan bizleri nereye yönlendiriyor, sizce bu ayetleri tebliğ alan Allah elçisi, yukarıdaki sözü söyler mi?


Enam 57: De ki: Şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanıyorum. Siz ise onu yalanladınız. Çabucak gelmesini istediğiniz (azap) benim yanımda değildir. Hüküm ancak Allah'ındır. O hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır.

Enbiya 10; And olsun, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?

Casiye 20: Bu Kur'an, insanların kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur. Gereğince inanan bir toplum için de bir kılavuz ve bir rahmettir o.

İbrahim Sur.52.: İşte bu, onunla uyarılsınlar, Allah'ın tek ilah olduğunu bilsinler, aklı ve gönlü işleyenler de ibret alsınlar diye, insanlara yöneltilmiş bir tebliğdir.

Ahzap 2: Rabbinden sana vah yedilene uy! Allah, yapmakta olduklarınızdan en iyi biçimde haberdardır.

Enam Suresi 50: Onlara şunu söyle: "Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Gaybı da bilmem ben! Size ben bir meleğim de demiyorum. Yalnız bana vah yedilene uyarım ben!" Sor onlara: "Körle gören bir olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz?"

Araf suresi 3; Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.

Maide Suresi 45. ayet; …. Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir.


Bakın Allah ayetlerinde bizleri nasıl uyarıyor ve nereye yönlendiriyor. Yemin ederek, bizlerin bütün şanı, şerefi, kurtuluş reçetesi KUR’AN da olduğunu sizce daha nasıl açık söylesin. Kur’an ın kalp gözlerimizi açacağını, bizlere rehber olacağını söylüyor. Uyarılacağımız, aklı ve gönlü işleyenlerin ibret alacağı kitabın, yalnız Kur’an olduğu açıklamasını yapıyor. Hani en az Kur’an kadar peygamberimizde dine hüküm koymuştu? Allah bahsediyor mu bunlardan? Bahsetmiyor da, bizleri yalnız Kur’an a yönlendiriyorsa, nasıl olurda bunun tersini söyleriz? Ya da kelimeleri cımbızlayıp, onlara anlamlar yükleyerek iman ederiz? Düşünen, aklını kullanan yok mu?

Allah yalnız, Rabbinizden size vah yedilene uyun diye ikazda bulunuyor. Allah elçisine söyle onlara, ben yalnız Allah dan vahyedilene uyarım diyerek, bizleri tekrar uyarıyor. Allah tan indirilene uymamızı, sakın velilerin sözlerine kanmamamız içinde uyarıda bulunuyor. Allah ın indirdiği ile hükmetmeyenler, zalimlerin ta kendisidir diyerek, bunlarda Allah katındandır diyerek, Kur’an dışından hükümlerle topluma hükmedenlerin, zalim oldukları hükmünü veriyor.

Tüm bu ayetlerden sizler, bizlerin Kur’an dışından da Allah ın koymadığı hükümleri, peygamberimiz koymuştur diye mi anladınız. Yoksa sakın Kur’an ın dışına çıkmayın, Kur’an ın sınırlarını aşmayın, çünkü Allah ın elçisi de, yalnız Kur’an a uymuştur diye uyarıldığımızı mı anladınız?

Peygamberimizin döneminde, Kur’an a iman etmek isteyen, ama atalarının hurafe itikatlarından da vazgeçmeyenlere, Rabbin gönderdiği ayetler çok düşündürücüdür.

 
Ankebut 51: Karşılarında okunup duran bir kitabı, sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır.

Araf 185: Onlar göklerdeki ve yerdeki sınırsız hükümranlık ve nizama, Allah’ın yarattığı her şeye, ecellerinin yaklaşmış olabileceğine hiç bakmadılar mı? Peki, bundan sonra artık hangi söze inanacaklar?


Cahiliye dönemindeki aynı hata, ne yazık ki günümüzde de devam ediyor. Kur’an ın hükümleri yeterli görülmüyor. Allah size Kur’an yetmiyor mu diyerek uyardığı halde, sanki Rahmanla inatlaşırcasına, Kur’an bizlere yetmez denebiliyor.

Ayrıca Kur’an dışından neredeyse, Kur’an kadar hatta daha fazla hükümleri de, dine peygamberimizin koyduğuna inanılıyor. Düşünebiliyor musunuz, verdiğim örnekte, Kur’an bize yeter diyenler adeta küçümsenerek, günahkâr ilan ediliyor. Hâlbuki peygamberimizin de yalnız Kur’an a iman ettiğini anlatan, o kadar çok ayet var ki. Allah Kehf 26. ayetinde açıkça hükmünü bakın nasıl veriyor.

(Allah Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz.)

Tüm bu ayetleri görmezden gelerek, nasıl bir yolun yolcusu olduğumuzu, eğer anlayamıyorsak hala, söyleyecek sözün bittiği noktaya gelmişiz demektir.


Gelelim yazımızın başındaki sözlerin devamına. Bakın devamında ne diyordu hatırlayalım.

(Bize Kur’an yeter! Onda helâl olarak ne görmüşseniz onu helâl, neyi de haram görmüşseniz onu da haram kabul ediniz.’ diyeceği zamanlar yakındır. Bilin ki, Allah Resûlü’nün haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığı gibidir.”)


Sizce yukarıdaki sözleri peygamberimiz söylemiş olabilir mi? Yukarıda Ankebut 51 ve Araf 185. ayet aslında peygamberimizin söylemeyeceğinin kanıtıdır. Allah elçisine bakın görevi ile ilgili nasıl bir ayet indiriyor.

Maide 67: Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez.


Anlayana anlamak isteyene, o kadar çok ibretlik ayet var ki. Siz bu ayetten, Allah ın indirdiğinden başka hükümlerin de, elçisinin vereceğini mi anladınız. Yine bir ayetinde Allah elçisine deki onlara diyerek, bakın ne söylemesini istiyor.


Ahkaf 9: De ki: "Ben, resuller içinden bir türedi değilim! Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Bana vahye dilenden başkasına da uymam! Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim.

Ne güzel, apaçık bir ayet. Ama tüm bunları görmeyenler, görmek istemeyenlere elbette sözümüz olamaz. Peygamberimiz ben, bana vahyedilenden başkasına uymam diyor açıkça, hala birileri inatla bunun tersini söyleyerek, peygamberimize iftira attığının farkında bile değil. Bakın haram ve helal koyma yetkisinde, Rabbin hükmü nasılda çok açık hatırlayalım ayetleri. Acaba Allah tan başka, elçisine de helal haram koyma yetkisi veriyor mu?

Enam 150: Şunu da söyle: "Allah şunu haram etmiştir diye tanıklık edip duran şahitlerinizi getirin." Eğer tanıklık ederlerse sakın onlarla birlikte tanıklık etme! Ayetlerimizi yalanlayanlarla âhirete inanmayanların keyifleri ardınca gitme! Onlar, kendi Rablerine başkalarını denk tutuyorlar

Enam 140: Şu bir gerçek ki, ilimsizlik yüzünden öz evlatlarını beyinsizce katledenlerle, Allah'ın kendilerine verdiği rızkları, Allah'a iftira ederek haramlaştıranlar gerçekten hüsrana uğramışlardır. İnan olsun, sapıtmışlardır onlar; hiçbir zaman doğruyu ve güzeli bulamazlar.

Sur. 116.; Yalan düzerek Allah'a iftira etmek için, dillerinizin uydurma nitelendirmeleriyle "Şu helaldir, şu da haramdır!" demeyin. Yalan düzerek Allah'a iftira edenler kurtulamazlar.

Yunus 59. De ki: "Ne oldu size de Allah'ın size rızık olarak indirdiği şeylerden bir haram yaptınız bir de helal?" De ki: "Allah mı size izin verdi, yoksa Allah'a iftira mı ediyorsunuz?



Yukarıdaki ayetler, sizce ne anlatıyor helal ve haram koyma konusunda? Haram ve helal koyma yetkisinin, yalnız Allah ın olduğu çok açık belirtiliyor. Allah ın haram demediği bir şeye haram diyenlerin, Allah a iftira attığı bilgisi veriliyor. Allah a iftira atanların, mahşer günü yüzlerinin simsiyah olacağını ve doğru cehenneme gideceklerini de, bir başka ayetinde Allah bildiriyor bizlere.


Kur’an öyle devre dışı bırakılmış ki, Allah ne söylüyorsa, tersine iman ettiğimizin farkında bile değiliz.


Hakka 44–45–46: Eğer (Peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı, mutlaka onu kudretimizle yakalardık.  Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik.
 
Bu kadar açık bir ayet varken, hala peygamberimizin, Kur’an dışından, haram hükmü koyma yetkisi vardır diyerek, ne denli yanlış yolda olduğumuzu göremiyoruz. Allah bizim gönderdiğimiz Kur’an ın dışında, bunlarda Allah katındandır demiş olsaydı elçimiz, onun açıkça canını alırdık dediği halde, nasıl olurda bizler bunun tersine hala inanırız?  Bunun izahını ben yapamıyorum.

Allah elçisine kullarını uyarmak ve yol göstermek için yalnız ve yalnız Kur’an ı gönderdiğini, bakın bir başka ayetinde nasıl tekrar anlatıyor.

Enam 19: De ki: “Şahitlik bakımından hangi şey daha büyüktür?” De ki: “Allah benimle sizin aranızda şahittir. İşte bu Kur’an bana, onunla sizi ve eriştiği herkesi uyarayım diye vahyolundu. ……..


 Allahın elçisinin, bakın bizlere ne söylemesini istiyor.

(İşte bu Kur’an bana, onunla sizi ve eriştiği herkesi uyarayım diye vahyolundu.)

Bu ayetten de ders almayana, ne anlatsak boşuna demektir. Gözler perdeli, gönüller mühürlüyse, ne söylesek fayda etmeyecektir.

Şimdi de peygamberimizin Kur’an süzgecinden geçen, gerçekten onun söylemiş olabileceği o güzel hadislerinden, bu konuyla ilgili örnekler vermek istiyorum. Bu örnekleri birçok kez verdim. Ama işine gelmeyenler bunları da görmezden geliyor.


Allah Kur’a na göre amel eden kavimleri yükseltir, onun gösterdiği yoldan gitmeyenleri de alçaltır.
Rivayet Ömer b. Hattab Müslim

Allah bazı farizalar vazetmiştir, onları aşmayın. Bazı hadler koymuştur, onlara yaklaşmayın. Bazı şeyleri haram kılmıştır, onları yapmayın. Bazı şeyleri de unutmaksızın size rahmet olması için hatırlatmamıştır, onları da araştırmayın.
Mahmud Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması, sayfa 403

Ey insanlar ateş tutuşturuldu ve karanlık gecenin parçaları gibi fitneler yakınlaştı. Allah’a yemin ederim ki aleyhimde tutunacak bir şeyiniz yoktur; Kuran’ın helal kıldıkları dışında bir şeyi helal kılmadım. Kuran’ın haram kıldıkları dışındakileri de haram kılmadım.
İbni Hişam Siret 4 sayfa 332

Allah’ın kitabında helal kıldığı helal, haram kıldığı haramdır. Hakkında sustuğu ise serbesttir. Allah’ın serbest bıraktıklarını kabul edin ve bilin ki Allah hiçbir şeyi unutucu değildir.
Ebu Davud K. Etime 39/Tırmizi K. Libas 6 İbni Mace K. Etime 60/ El-Müracaat sayfa 20

Yazdığım hadislerin, eğer peygamberimizin sözleri olduğuna inanıyorsak, yazıma konu olan hadis diye nakledilen sözlerin, peygamberimize ait olduğunu söyleyenler, Allah ın elçisine iftira attığının, bilincinde olmalıdırlar.

Hepimiz imtihandayız. İmtihanımızın asıl kaynağının, Kur’an olduğunu Allah söylüyorsa, sizce kime güvenmeliyiz, onun seçimi herkesin kendisine kalmıştır. Dilerim cümlemiz doğru seçimi yapan, Rabbin halis kullarından oluruz.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

269
Kur'an-ı Kerim / Allah Nezdinde Tek Din İslamdır.
« : 13 Ocak 2013, 12:45:10 »

Bugün sizlerle anlamaya çalışacağımız ayetler, Aliimran suresinde geçen 19. ayet ve devamındaki ayetlerin, anlatmak istedikleri üzerine olacaktır.

Aşağıda ki ayette geçen (Allah nezdinde hak din İslam dır) sözleri üzerinde biraz düşünelim. Önce ayetin tamamını yazalım.


Aliimran 19: Allah nezdinde hak din İslâm'dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah'ın ayetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki, Allah'ın hesabı çok çabuktur.


Ayette geçen, İslam sözünü önce açalım. Burada bahsedilen hak din, yalnız peygamberimize gönderilen dinin ismimidir, yoksa Rabbin gönderdiği tüm dinlerin ismimidir, önce onu anlamaya çalışalım.

İslam itaat etmek, teslim olmak demektir. Bizler ne yazık ki İslam ismini, yalnız peygamberimizin tebliğ ettiği din olarak algılarız. Hâlbuki Rabbim gönderdiği tüm dinler için bu ismi kullanır. Allah nezdinde hak dinin İslam olduğunu söylemesi, tüm gönderdiği dinlerin İslam dini olduğunun kanıtıdır.

İslam tüm dinlerin ortak adıdır, ama tüm peygamberlere gönderilen şeriat, dönemin şartlarına, koşullarına göre farklıdır. Onun içinde şeriatının ismi farklı anılır.

Ayete baktığımızda kitap verilenlerin, Rabbin gönderdiği tüm kitaplar için, ilim geldikten sonra, aralarında çıkan anlaşmazlık, kıskançlık, menfaat yüzünden ayrılığa düştüler diyor. Bunun da sonunda yani aralarında menfaat çekişmeleri neticesinde, bazı ayetler üzerinde tartışıp, asıl anlamından saptırarak, kendilerine göre uydurdukları anlaşılıyor ki, Rabbim bunu yapanlara, inkâr edenler sözünü kullanıyor.


 İşte üzerinde durmamız gereken en önemli konu burası. Rabbim gönderdiği kitaplar için İLİM sözcüğünü kullanıyor. İlmi bir kitap, her şeyin açıklayıcısı ve hükmünün verildiği aydınlık bir kitap demektir.


Buradan çıkan en önemli sonuç, Rabbim her topluma elçileri vasıtasıyla İslam dinini göndermiş, ama insanlar bu dini aralarında çıkan menfaat çekişmeleri ile Rabbin gösterdiği yoldan hurafelerle saptırarak, kendi dinlerini yine kendi menfaatleri doğrultusunda yaratmışlar. Bu durumda elbette Rabbin indirdiği İslam dini yaşanmaz olmuş ve hurafelere, batıla yerini terk etmiştir. Yüce Rabbim de son olarak insanlığa, bir şans daha verip, Peygamberimizi görevlendirerek, bizlere bir daha göndermeyeceğini söylediği ve koruması altında olan KUR’ANI ve inkişaf etmiş, kolaylaştırılmış, İslam dinini tekrar bizlere göndermiştir.


Şimdi gelelim günümüze, acaba bizden önce yine Rabbin tebliğ ettiği İslam, hurafeler ile bozulduktan sonra, en son indirilen İslam dini ne durumda dersiniz?

Aslında ne duruma geleceğini yine Kur’an söylüyor, hatta verilen bir söz olmasa gereken yapılacak diyor. Peygamberimiz ne yazık ki mahşer günü; Benim ümmetim Kur’an ı devre dışı bıraktılar diyecekse, sanırım Rabbin en son indirdiği İslam dinide geçmişte olanların akıbetine uğrayacak ki, böyle bir söz söyleneceği şimdiden bizlere bildirilip uyarılıyor. Allah dikkatimizi çekerek, kendimizi kurtarmamızı isteniyor. Bakın yazdığımız ayetin devamında ne söylüyor Rabbim?


Aliimran 20: Eğer seninle tartışmaya girerlerse de ki: "Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah'a teslim ettim." Ehl-i kitaba ve ümmîlere de: "Siz de Allah'a teslim oldunuz mu?" de. Eğer teslim oldularsa doğru yolu buldular demektir. Yok, eğer yüz çevirdilerse sana düşen, yalnızca duyurmaktır. Allah kullarını çok iyi görmektedir.


Bu ayeti lütfen, tarafsız bir şekilde düşünelim. Rabbim elçisine indirdiği Kur’an hakkında demek ki tartışmaya giren ve bazı konularda, ayetler üzerinde, itiraz eden bir topluluk var. Bakın Allah onlara ne söylemesini istiyor elçisinin? Bana uyanlarla birlikte bizler kendimizi Allah a teslim ettik diyor. Devamında ise bakın ne söylenmesini istiyor? Kitap ehline yani kitabı tebliğ alan, daha önceki kitaplara iman eden, aklı başında insanlara ve hiçbir dine tabi olmayanlara, yani ümmilere;

 ("Siz de Allah'a teslim oldunuz mu?" de. Eğer teslim oldularsa doğru yolu buldular demektir.)

Şimdi bu sözleri düşünelim. Allah a teslim olmak ne demek burası önemli. Allah a teslim olmak ayetinde belirttiği, KİTABA HARFİYEN UYAN DEMEKTİR. Yani bir kısmına uyup, bir kısmını atalarının inançlarına feda etmeden iman etmektir.

Allah a teslim olan Kur’an a uyar, bu şekilde doğru yolun bulunacağı anlatılıyor. Ayetin son kısmındaki cümleye gelince.

 (Yok, eğer yüz çevirdilerse sana düşen, yalnızca duyurmaktır.)

Buradaki cümleden iki şey anlayabiliriz. Birincisi tamamen uzaklaşmak ve kitabı kabul etmemek, ikincisi peygamberimizle Kur’an da ki bazı ayetler üzerinde tartışmaya girip, Kur’a na inandıkları halde, atalarının dinini de yaşamak isteyip, onlardan vazgeçmeyenlerden de bahsedildiği anlaşılacaktır. Bakın yine aynı ayetin devamındaki 23. ayet, bunu ne kadar güzel açıklıyor.


Aliimran 23: Baksana o kendilerine kitaptan bir nasip verilmiş olanlara, aralarında hakem olması için Allah'ın kitabına davet olunuyorlar da içlerinden bir kısmı, yüz çevirerek dönüp gidiyor.


Yüce Rabbin indirdiği kitaba inananlardan bir kısmı, Aralarında bir olay için, hakem olarak KUR’ANA davet edildiklerinde, işlerine gelmediğinden ya da daha önceki inançlarının etkisiyle, bazı konularda ondan yüz çevirip, onun hükmüne tabi olmuyorlar diyor. Günümüzde de bu yapılmıyor mu sizce? Kur’an da her şey yazmaz, her konuda hüküm yoktur diyenler, hangi kitapları hakem olarak görüyorlar bugün lütfen hatırlayınız. 24. ayet ise çok ibret vericidir, şimdide ona bakalım.


Aliimran 24: Onların bu tutumları: Bize ateş, sadece sayılı günlerde dokunacaktır, demelerinin bir sonucudur. Onların vaktiyle uydurdukları şeyler de, dinleri hakkında kendilerini yanıltmıştır.


Bu ayeti okurken, lütfen günümüz inancını ve yapılan hataları da düşünelim. Bu gün inandığımız yanlışlar, geçmişte ki hurafe inançlara ne de güzel işaret ediyor. Kur’ana inandım diyen, ama bazen Rabbin ayetlerine değil, atalarından gelen rivayet inançlara göre amal edenler, Allahın ateşi bize fazla dokunmayacak, cehennemde biz fazla kalmayacağız, çünkü biz ona inanıyoruz nasıl olsa diyenlere bir cevap olarak, Rabbimin söyledikleri çok dikkat çekicidir.


(Onların vaktiyle uydurdukları şeyler de, dinleri hakkında kendilerini yanıltmıştır.)


İşte Kur’an, işte apaçık uyarıları, aklı olan her şeyi anlayacaktır. Onların Kur’an ın hiç bahsetmedikleri ve kendilerince uydurdukları rivayetlere inanmaları, kendilerini yanıltmıştır diyor Yaradan.

Bugünde günümüzde, ben Müslüman ım diyen hiç kimsenin, cehenneme gitmeyeceğini, peygamberimizin onların büyük günahlarına şefaat edeceğini söylemiyorlar mı? Demek ki aynı hatalar, katlanarak devam ediyor.



Devamındaki ayet, bu şekilde Kur’an dan uzaklaşan, Kur’an ın hükümlerine göre değil, beşerin itikatlarına uyanların sonu hakkında, bakın ne diyor?


Aliimran 25: Fakat onları, gelmesinde şüphe edilmeyen bir gün için topladığımız ve hiçbir haksızlığa uğramaksızın, herkese kazandığı şeyler tastamam ödendiği zaman, halleri nice olur.


Mahşer günü toplandığımızda, hesabın hiçbir haksızlığa uğramadan görüleceği gün, yalnız Kur’a nı hakem olarak görmeyenlerin başka hakemler ve delillerle dinlerini şekillendirenlerin halleri nice olur diyor, Yüce Rabbim. Sizce bu sözler bizleri nereye yönlendiriyor? Hangi kitabı hakem tutmamızı istiyor? Yorum ve karar sizlerin.


Şimdide gelelim geçmişteki dinlerin bozulmasının ve Rabbin en son din olarak gönderdiği KURAN ve peygamberimizin tebliğ ettiği İslam dininin durumuna. Acaba bizlerde daha önceki ümmetlerin durumuna mı düştük dersiniz? Peygamberimiz mahşer günü ümmetinin Kur’an ı devre dışı bıraktığını söyleyeceğine göre, sanırım içinde yaşadığımız İslam da, Rabbin emrettiği İslam olmasa gerek.


Bakın günümüzde bizlere Kur’an da her şey yoktur, O özet bilgidir, İslam ı doğru yaşamak istiyorsan, fıkıh kitaplarına bakacaksın demiyorlar m? Hani Allah, Aliimran 23. ayetinde bir sorun karşısında, hakem olarak KUR’ANA müracaat etmeyip, kendi atalarının inançlarına inanıyorlardı ya, lütfen hatırlayın, bizler de aynı hataları günümüzde çok sık yapıyoruz.


Evet bizlerde aynı hataları tekrarlıyoruz. Kur’an da her şey yoktur diyerek, Kur’an ın hüküm vermediği onlarca, hatta yüzlerce konularda rivayetleri hakem tutmuyor muyuz? Doğrusu bunu yapanlara, Kur’an dan referans almayanlara, Rabbim apaçık ne diyordu?

(herkese kazandığı şeyler tastamam ödendiği zaman, halleri nice olur.)

Allah bizleri bu durumdan korusun inşallah.


Ben Rabbin ayetlerinden anladıklarımı sizlere hatırlatıp, üzerinde sizlerin de düşünmenizi sağlamaya çalıştım. Allah yanlışlarımı affetsin. Günümüzdeki yaptığımız yanlışlarımıza işaret ederek, uyanık olmamız gerektiğini hatırlattım. Bende bir beşerim, elbette hata yaparım. Onun içindir ki ne benim söylediklerimi, nede din ve iman adına söylenenlere hemen inanmadan, Rabbin kitabına bizzat müracaat ediniz, onun süzgecinden, onun onayından geçiyorsa alınız.


Bizlerin yanında, hesap günü hiç kimse olmayacak, çünkü herkes hesabının telâşe sine düşecek. Ana, baba, kardeş bile biri birinden saklanacak ise, gelin bugünden aklın ve Kur’an ın yolundan gidelim. Onun içindir ki, gelin işi garantiye alalım.

Rabbim tek hüküm veren benim diyorsa, Kur’an ın vermediği hükümlere iltifat etmeyelim. Yine Rabbim şefaat tümden bana aittir diyorsa, yaptığımız yanlışlar için şefaatçiler aramaya çalışıp, kendimizi kandırmayalım.


Yukarıdaki ayeti hatırlayın lütfen, bize ateş sayılı günlerde dokunacaktır diyenler Kur’an a inananlar. Ama edindikleri yanlış bilgiler ve itikat, tıpkı günümüzde edindiğimiz bazı yanlış bilgilerin, bir benzeri değil mi?


Rabbim her yapılanın karşılığı verilecek diyorsa, kendimizi temize çıkarmanın yollarını aramak yerine, tertemiz olmanın yolunu arayalım.


Allah cümlemizi Kur’an nuruyla aydınlanan, onun ışığıyla yaşama çabası gösteren kulları arasına, bizleri de alması dileklerimle.

Saygılarımla   Haluk GÜMÜŞTABAK.

270
Kur'an-ı Kerim / Miraç Konusu ve Kur'an.
« : 09 Ocak 2013, 11:02:33 »
Bizler İslam ı yaşarken, Allah ın emin olmadığınız bilgilerin ardına düşmeyin, sizleri sorumlu tutarım uyarısını, ne kadar dikkate alıyoruz, işte bu çok önemli bir soru.

Bugün sizlerle, günümüzde çok önemsediğimiz ve bizlere beş vakit namazın emredildiği anlatılan, MİRAÇ konusunu Kur’an dan birlikte araştıralım. Daha sonra herkesin kendi nefsinde, bu sorunun cevabını vermesini istiyorum. Çünkü herkes kendi imtihanını yaşıyor ve yaptıklarından bizzat kendisi sorumludur.

Önce MİRAÇ olayının nasıl olduğunu, geleneksel İslam’ın bu konuyu nasıl anlattığını ve inandığını kısaca sizlere aktarmak istiyorum.


(Miraç, Recep ayının 27. Gecesi Cenab-ı Hakkın daveti üzerine Cebrail Aleyhisselâmın rehberliğinde Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamın Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksâ'ya, oradan semaya, yüce âlemlere, İlâhî huzura yükselmesidir.


Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam Mescid-i Haramdan (Mekke'den), Mescid-i Aksâ'ya (Kudüs'e) ata benzer beyaz bir Cennet bineği olan Burak ile geldi. Kudüs'e gelmeden yol üzerinde Hz. Musa'nın makamına uğradı, orada iki rekât namaz kıldı, daha sonra Mescid-i Aksâ'ya geldi. Orada bütün peygamberler kendisini karşıladı. Miracını kutladılar. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam burada peygamberlere iki rekât namaz kıldırdı, bir hutbe okudu.


Semanın bütün tabakalarına uğradı. Sırasıyla yedi sema tabakalarında bulunan Hz. Âdem, Hz. Yahya ve Hz. Îsa, Hz. Yusuf, Hz. İdris, Hz. Harun, Hz. Musa ve Hz. İbrahim gibi peygamberlerle görüştü, Onlar kendisine “Hoş geldin” dediler, tebrik ettiler.


Bundan Sonra Hz. Cebrail ile birlikte imkân ile vü-cub ortası (kâinatın bittiği yer) Sidretü'l-müntehâ'ya geldiler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam orada ikisi gizli, ikisi açıktan akan (Nil, Fırat) dört nehir gördü. Sonra her gün yetmiş meleğin ziyaret ettiği Beytü'l-Ma'mur'u ziyaret etti.

Hz. Cebrail'in buradan öteye gitmesi mümkün değildi. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bundan sonra Refref adında bir vasıta ile zaman ve mekândan münezzeh (uzak) olan Cenab-ı Hakkın cemaliyle müşerref oldu.


Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Rabbinin huzurundan döndükten sonra Hz. Musa ile karşılaştı. “Allah ümmetine neyi farz kıldı?” diye sorunca, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam “50 vakit namaz” buyurdu.


Hz. Musa'nın, “Rabbine dön, azaltması için Rabbinden niyazda bulun, ümmetin buna güç yetiremez” demesi üzerine, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam, beş sefer Cenab-ı Hakka niyazda bulundu, her seferinde 10 vakit indi, sonunda beş vakitte karar kıldı.


Daha sonra Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Hz. Cebrail'in rehberliğinde Cenneti, Cehennemi, âhiret menzillerini ve bütün âlemleri gezdi, gördü, Mekke'ye döndü.)


MİRAÇ konusunda anlatılanların bir özetidir yazılanlar. Bir kısım rivayet, peygamberimizin her Allah a geri dönüşünde, beşer vakit indirdiği de anlatılır. Şimdi yukarıdaki yazıyı Kur’an ile karşılaştıralım acaba yazılanlar, söylenenler Kur’a na uyuyor mu? Önce miracın anlatıldığı yazının başından bir alıntı yapalım.


(Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamın Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksâ'ya, oradan semaya, yüce âlemlere, İlâhî huzura yükselmesidir.)


Bu satırlarda geçen, Mescidi Haramdan Mescidi Aksaya peygamberimizin götürülüşü, Kur’an da İsra suresi 1. ayetinde çok açıkça anlatılır. Ama nasıl götürüldüğü konusunda detay vermez.


Peki, daha sonra oradan semaya yükselmesi, acaba Kur’an da neden hiç ama hiç bahsedilmez, bunu düşündünüz mü? Allah bu kadar önemli bir olayı, bizden saklamak isteyeceğini sanmıyorum. Peki, neden Kur’an da bundan sonra olanlar, yani miraca yükseltilmesi geçmediği halde, hiç kuşku duymadan bizler buna inanabiliyoruz?

Şimdi bu sorunun cevabını aramaya devam edelim, eğer Kur’an a uyan bir cevap bulursak, baş tacı elbette yaparız, yok Kur’a na uymuyorsa, ben şahsım adına kabul edemem. Çünkü Kur’a na uymayan, onun onayını almayan bir bilgiyi kabul etmenin, ardı sıra gitmenin hesabının zor verileceğini söylüyor Rabbimiz. Önce İsra suresi 1. ayeti yazalım, okuyalım ki daha iyi anlaşılsın.


İsra sur. 1. ayet: Bütün varlıkların tespihi o kudrettir ki, ayetlerimizden bazılarını kendisine gösterelim/kendisini ayetlerimizden bir parça olarak gösterelim diye kulunu, gecenin birinde Mescit-i Haram'dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya/o en uzak secdegâha yürütmüştür. Hiç kuşkusuz, O'dur Semî' ve Basîr.


Hatırlayınız, yukarıdaki ayeti örnek vererek, miraç bu ayetin devamında gerçekleşmiştir deniyor. Peki, neden Rabbimiz devamını yazmamış da, Kur’an dışından rivayet bilgilerden öğreniyoruz, namazın beş vakit emredildiği, bu kadar önemli bir olayı, bunu lütfen iyice düşünelim.


Önce yukarıda yazdığım ve MİRACIN anlatılma şekli ve bilgileri üzerinde duralım birazda. Acaba gerçekten Allah kullarına 50 vakit namazı önce emredip, daha sonra Allah HÂŞÂ kullarının bu yükü kaldıramayacağını hesap edemeyip, peygamberimizin Hz. Musa ile karşılaştığında bu kadar vakit namazı ümmetinin güç yetiremeyeceğini söyleyip, Yaradan la pazarlık suretiyle, peygamberimizin namazı beş vakte düşürdüğüne inanmamız, sizce çok normal bir düşünce mi? Bu sözler, bu düşünce Kur’an ın süzgecinden geçiyor mu? Elbette hayır. Hâlbuki bakın Allah, Kur’an da ne diyordu hatırlayalım.


Bakara 286: Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar…..
 
Müminun 62:  Biz hiç kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.   
                 

Peki, bu ayetleri gördüğümüz halde, nasıl olur da Allah ın bizlere 50 vakit namaz emredeceğine ve peygamberimizin pazarlık sonucu bunu beş vakte indirdiğine inanabiliriz? Yine yazıda geçen peygamberimizin semadaki yedi katı ziyaret ettiğini ve birçok peygamberle görüştüğünü, cenneti cehennemi gördüğünü, ikisi açıkta ikisi gizli olan nehirleri gördüğünü, Allah ın en yakın görevlisi Cebrailin bile gidemediği yere gittiğini, işin en ilginci ise (Cenab-ı Hakkın cemaliyle müşerref olduğu.) anlatılmaktadır.


Hâlbuki Kur’an da, Allah ı görmek isteyen Musa peygamber ve buna benzer örneklerde, asla Yaradan ı çıplak gözle görülemeyeceğini, örnek ayetlerle açıklamasına rağmen, bakın neler söyleniyor. Yukarıda bahsedildiği gibi, peygamberimiz Kur’an da hiç bahsedilmeyen, açıklanmayan onca gaibi bilgiyi biliyor mu, şimdi de onlara bakalım.


Enam Suresi 50. Onlara şunu söyle: "Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Gaybı da bilmem ben! Size ben bir meleğim de demiyorum. Yalnız bana vah yedilene uyarım ben!" Sor onlara: "Körle gören bir olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz?"


 Maide sur.109. ayet: Allah, resulleri bir araya getireceği gün şöyle der: "Size ne cevap verildi?" Şöyle derler: "Hiçbir bilgimiz yok. Gaybları en iyi biçimde bilen sensin, sen.


Yukarıdaki ayetleri, boşuna söylemesini istemiyor Allah bizlere. Bakın onlara şunu söyle diyor ve(Gaybı da bilmem ben) ama yukarıda o kadar gaybi bilgileri bildiğini saydık ki, düşünün Cebrailin bile gidemediği yere, peygamberimizi hiç bahsedilmeyen bir araçla, yani Rabbin huzuruna bile gittiğine inandık. Karar sizlerin, çünkü herkes yaptıklarından ve inandıklarından sorumlu tutulacaktır.


Şimdide de Miracı, İsra suresi birinci ayetin devamında olmuştur diyerek savunduğu düşünce, kendilerini çok fazla tatmin etmemiş ve kendileri de inandırıcı bulmamış ki, yine Kur’an dan delil arayış içine girmişler ve bakın yukarıda saydığım tüm ayetlere uymaması, onları çok fazla etkilememiş olmalı. Şimdi yazacağım ayette bir kelimenin ardından, Miracı n kanıtını arar olmuşlar. Şimdi ayeti geniş bir şekilde yazalım ki, ayetin ne anlatmak istediğini doğru anlayabilelim.

(Necm suresi 1. Yemin olsun inip çıktığı zaman yıldıza/fışkırıp çıktığı zaman çimene/süzülüp aktığı zaman Ülker Yıldızı'na/aşağı indiği zaman o parçalar halinde ağır ağır gelene.2. Ki arkadaşınız ne saptı ne de azdı. 3. O; kuruntudan, keyfinden konuşmuyor. 4. İndirilmiş bir vahiyden başkası değildir o. 5. Kuvvetleri çok müthiş olan belletip öğretti onu ona. 6. Akıl, güzellik ve güç sahibidir. Doğrulup dikildi. 7. En yüksek ufuktadır o. 8. Sonra iyice yaklaştı ve sarktı, 9. İki yayın beraberliği gibi, belki ondan da yakındı. 10. Böylece vah yetti kuluna vah yettiğini. 11. Kalp yalanlamadı gördüğünü. 12. Onun gördüğü şey hakkında kuşkuya düşüp onunla çekişiyor musunuz? 13. Yemin olsun ki onu bir başka inişte de görmüştü. 14. Son sınır ağacı, Sidretül Münteha yanında. 15. O ağacın yanındadır sığınılacak bahçe. 16. O vakit kuşatıp sarıyordu Sidre'yi kuşatıp saran, 17. Göz ne kayıp şaştı ne azıp haddi aştı. 18. Yemin olsun ki Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü.)

Yukarıdaki yazdığım ayetleri lütfen düşünün. Bu bahsedilen olaylar Miraç tamı geçmiş, yoksa Kur’an ayetlerinin indirilişini mi anlatıyor? Ayeti okuduğunuzda zaten hemen anlaşılıyor. Allah Kur’an ayetlerinin indirilişini bizlere anlatıyor. Parçalar halinde ağır ağır gelen bilgilerin, Kur’an ayetleri için söylendiği zaten belli oluyor.

Peygamberimiz içinde övgü var ve arkadaşınız ne saptı ne azdı diyor Yaradan. Ayrıca kendi kafasından konuşmadığını bu sözlerin yani Kur’an ayetlerinin Yaradan ın sözleri olduğunu belirtiyor. Hatta açıkçada söyleyerek, indirilmiş bir vahiyden başkası değildir diyor. Peygamberimize de iyice bellettirildiğini açıklayarak, Kur’an ın geldiği yerden bahsediyor ve onu getiren Cebrail ile peygamberimiz o kadar yakın oldu ki diyor ve örnek veriyor, iki yayın beraberliği gibi, hatta ondan daha yakın olduğunu söylüyor.

Peygamberimizin Cebrail i görmesi ile kalbinin de tastiklediğini, imanın daha da arttığı açıklamasını yapıyor. Sonunda ise bakın ne demek istiyor. Peygamberimizin gördükleri ayetler ancak Kitabın bir kısmıdır diyor. Demek ki Yaradan ın makamındaki kitabın bir kısmı ancak Kuran.

Bakın bu ayetlerde Miraç dan asla bahsedilme yok, yalnız Kur’an ın indirilişinden bahsediyor. Fakat ayette geçen ama günümüzde dahi tam olarak anlaşılmayan müteşabih bir ayet olarak genelde kabul edilen (Son sınır ağacı, Sidretül Münteha yanında) cümlesini, işte bu Miraçta geçen yer denecek kadar zorlama ve delilsiz bir kanıt olarak gösterilmektedir.

Hâlbuki bu sözün hemen öncesinde göğe çıkışı bırakın, tam tersine, bir başka inişte görmüştü sözüyle bu yerin yeryüzünde olduğu anlaşılıyor.( onu bir başka inişte de görmüştü.) Kur’an a uymak yerine, Kur’anı kendimize uydurmak bu olsa gerek. Zorlamayla Kur’an dan delil aramak, gerçeklerin üstünü örtmektir. Buda bizi Allah a değil, şeytana yaklaştırır.

Şimdide miracı, yine Kur’an ın diğer ayetleri ile karşılaştırarak, olup olamayacağını düşünelim. Bakın Allah Kur’an ayetleri için ne diyor?

( İsra  89; Yemin olsun, biz bu Kur an'da, insanlar için her benzetmeden nice örnekler sıraladık. Ama insanların çoğu inkâr ve nankörlükten başka bir şeyde diretmediler.)

 ( Kehf 54; Yemin olsun, biz, bu Kuran'da, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk. İnsan ise varlığın, tartışmaya en çok tutkun olanıdır.)


 Bu ayetlere benzer onlarca ayet yazabilirim, sanırım bunlar yetecektir. Allah bizlerin anlayacağı şekilde yemin ederek, bu kitapta bizler için her benzetmeden nice örnekleri verdiğini, her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduğunu söylüyor.


Hatırlayınız bizlere, beş vakit namazın farz olduğunu anlattıkları MİRAÇ ise, Kur’an da hiç geçmiyor. Vermeye çalıştıkları delillerin, konu ile ilgisi yok. Peki, bu durumda Rabbin söylediği gibi, bir kez örneği dahi verilmediyse, açıklanıp izah edilmediyse, ona inanmamız normal midir dersiniz? Yine karar sizlerin, herkes kendisinden sorumludur.

Miraç konusunda, Kur’an dan delil aramaya devam edelim. Gerçekten Miracın oluşu, Kur’an dan onay alıyor mu, onu aramaya devam edelim.

Bakın Yaradan neler söylüyor? Acaba bu sözleri söyleyen Allah, açıkça hiç bahsetmediği, detay vermediği bir konudan, hesap sorar mı sizce? Karar yine sizlerin.


Zühruf 43: Sen, sana vah yedilene sımsıkı sarıl!  Hiç kuşkusuz, sen, dosdoğru bir yol üzerindesin.

Araf  3; Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.


Maide 67. Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez.


Ankebut Suresi 51. Karşılarında okunup duran bir kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır


Zühruf Suresi 44 Gerçek şu: Bu Kuran sana ve toplumuna elbette ki bir hatırlatıcı/bir düşündürücü/bir şeref/bir öğüttür. Bu kitaptan sorumlu tutulacaksınız.


Allah bizlere vahyedilen Kur’an a, sımsıkı sarılmamızı istiyorsa, Rabbimiz özellikle bizlere indirilene, uyun diye tembihte bulunuyorsa, elçisine verdiği görev de, yalnız indirdiğini tebliğ etmesi konusunda hüküm veriyorsa, Kur’an ı yeterli görmeyen o devrin insanlarına bile Rahman kızarak, sizlere KURAN YETMİYORMU diyorsa, en son olarak Yüce Rabbimiz açıkça;


(. Bu kitaptan sizler sorumlu tutulacaksınız.)


Diyorsa, sanırım söylenecek başka söz olmasa gerek. Allah bu kitaptan hesaba çekeceğini söylüyorsa, Kur’an dışından sorumlu olacağımızı lütfen artık söylemeyelim. Çünkü bunu söylemek AÇIKCA RAHMANLA İNATLAŞMAKTIR, bunu da unutmayalım.


 Sizlere son olarak bir ayet daha hatırlatmak istiyorum. Miracın oluşundan, Allah ın Kur’an da asla bahsetmediği, detay vermediğini peygamberimizin gördüğünü söyledikleri çok önemli detayları hatırlayınız. Bunların Kur’an da bahsedilmediğini de düşünün. Daha sonra aşağıdaki ayeti anlamaya çalışalım. Sanırım birazcık düşünen, çok kolay anlayacaktır her şeyi.


Araf 33.; De ki: Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah'a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi HARAM kılmıştır .

Düşünebiliyor musunuz, Allah ın Kur’an da açıklamadığı, hakkında hiçbir delil indirmediği, Allah katında bilmediğimiz şeyleri söylememizi HARAM kıldığını söylediği halde bizler, her gün neredeyse HARAM günahını işliyoruz. Hâlbuki Allah haram kelimesini, yapmamızı istemediği, hatta kesin sınarlar çizdiği adeta büyük günahları işaret edercesine saymıştı Kur’an da bizlere. İşte bizlerin yaptığı büyük yanlışlar bu kadar açık ve net. Yaradan bakın, emin olmadığınız sözlerin ardına düşmeyin diye, bizi nasıl ikaz ediyordu.

İsra Suresi 36. Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.


Tek güvenilir ve Rabbin koruması altında olan kitabın, KUR’AN olduğunu söyler Allah bizlere. Emin olabileceğimiz garantili ve sorumlu olduğumuz tek bilginin Kur’an olduğunu unutmayalım. Kur’a na uyan, onun süzgecinden geçen her sözü ve bilgiyi de, elbette kabul edelim. Emin olmadığımız ve Kur’an ın onaylamadığı hiçbir bilgininde ardından gitmeyelim. Rabbin söylediği gibi, sorumlu olacağımızı unutmayalım.


Ben bana anlatılanları ve bu bilgiler Allah katındandır dediklerinde, Kur ana müracaat ediyor ve onun süzgecinden geçirmek için elimden geleni yapıyorum. Yani kendi imtihanımda, bizzat kendim çaba harcıyorum. Rabbim utandırmasın.


Miraç konusunu da aynen öyle yapmaya çalıştım, ama bir türlü Rabbin süzgecinden, Kur’an dan geçmedi, onay almadı. Yazdıklarım benim Kur’an dan anladıklarımdır, yalnız beni bağlar. Sizlere düşen bu söylediklerimi bizzat kendiniz Kur anı anlayarak okuyup, doğruluğunu araştırmak olmalıdır.


Bizlerin asıl görevi, birilerinin söylediklerinin ardından gitmek değil, Rabbin ne söylediğini bizzat ilk kaynaktan anlamaya çalışmak olmalıdır. Şunu asla unutmayalım ki, Allah anlayamayacağımız bir kitap, rehber gönderip, daha sonrada bizi sorumlu tutmaz. Bunu söylemek Rahmanın adaletini sorgulamaktır. Tabi bu söylediklerim MUHKEM ayetler yani bizleri din ve iman adına bağlayan, Rabbin yapmamızı istediği ayetler içindir. Zaten Allah bu ayetlerin açık ve anlaşılır olduğunu ve bunlardan hesaba çekileceğimizi söyler. Bu ayetlerden bahsederken de, Kitabın anasıdır deyimini kullanır. Müteşabih ayetler ise, ilim adamlarının zamanla anlamlarını açığa çıkaracağı ayetlerdir. Bu ayetler dine hüküm koyan ayetler değildir.


Konuya ışık tutacağını düşündüğüm, Diyanet İşleri başkanlığı yapmış, Sayın Prof Süleyman Ateşin, Miraç konusunda sitesinden sizlere bazı alıntılar yapmak istiyorum. Bakın Sayın Süleyman ateş, neler söylüyor Miraç konusunda.

(Mi‘râcın ayrıntısı hakkında bundan az veya çok farklı rivâyetler vardır. Hepsini burada anmağa gerek görmüyoruz. Hepsinin omurgasını, Buhârî’nin rivâyetinde anlatılanlar oluşturmaktadır.
Ancak bu rivayette gerek metin, gerek anlam bakımından sakatlıklar vardır. Meselâ: “Allah, vah yettikleri arasında senin ümmetine elli vakit namaz vah yetti” cümlesi, üçüncü şahıstan, ikinci tekil şahsa geçmektedir. Sözü anlatan Enes’tir. “Allah, vah yettikleri arasında, onun ümmetine elli vakit namaz vah yetti” denmesi gerekir. Keza Musa’nın: “Senin ümmetin, cesetçe, kalbce ve bedence daha zayıftır” sözünde de aynı anlamda olan ecsâd ve ebdân yinelenmiştir.
Buhârî’nin rivâyetinde olay, Peygamber’in, henüz peygamber olmadan önce gördüğü bir rü’yâdan ibarettir ve âyette anlatılan İsrâ olayı ile bir ilgisi yoktur.

Allah namazı farz ettikten sonra Hz. Muhammed’in, Mûsâ’nın önerisini Cebrâîl’e danışması ve onun önerisi ile beş kez Allah’a dönüp “Ya Rabbi bunu bizden hafiflet, hafiflet” şeklinde itirazda bulunması, akıl ve mantığın alacağı bir şey değildir. Allah, verdiği emri henüz tebliğ edilmeden değiştirir mi? Değiştireceği şeyi neden emretsin? Verdiği emri şartların değişmesiyle değiştirmesi, yani nesh ve tebdîl etmesi, sosyolojik kurallara uygundur. Fakat emrini, daha tebliğ edilmeden, aradan zaman geçmeden geri alması, ma‘kul değildir. Kadîy(Abdu’l-Cebbâr)’a göre bu, henüz yürürlüğe konmayan bir hükmü neshetmektir ki bidâ’ demektir. Bidâ’, iyi olmadığı sonradan anlaşılan şeyi ortadan kaldırmaktır. Yani Allah, önce insanların, buna dayanamayacağını bilmeyip sonra bunu anlamış ve değiştirmiş, hafifletmiş demektir ki muhal(imkânsız)dır. Kabulü caiz olmayan düşünceleri taşıyan bu rivâyetin reddedilmesi gerekir. )


Yorum sizlerin. Sayın Süleyman Ateş e, bu bilgilerinizi neden Diyanet İşleri Başkanlığı yaparken topluma anlatmadınız diye sorduğumda, o zaman bazı gerçeklerin farkında olamadığını söylemişti bana. Cevabında ne kadar samimidir, onu Allah bilir.

Bugün yaşadığımız İslam, ne yazık ki peygamberimizin devrinde yaşanan cahiliye devrini hiç aratmıyor. Çünkü Kur’an devre dışı kalmış, hurafeler din diye yaşanır olmuş. Allah yardımcımız olsun.


Allah gönül gözleri açık, bakan değil gören, yalnız duyan değil hisseden, aklını kullanmasını bilen, tüm bu özellikleri Kur a nı anlamak için kullanan, kulları arasına bizleri de alması dileklerimle.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

Sayfa: 1 ... 25 26 [27] 28 29
web hosting Domain Web
İçerik sağlayacı paylaşım sitelerinden biri olan sevdaligul.com forum sitemizde 5651 Sayılı Kanun’un 8. Maddesine ve T.C.K’nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan sorumludur. sevdaligul.com hakkında yapılacak tüm hukuksal Şikayetler sevdaligul@gmail.com  adresi ile iletişime geçilmesi halinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde sevdaligul.com  yönetimi olarak tarafımızdan gereken işlemler yapılacak ve size dönüş yapacaktır.