Reklamlar

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - halukgta

Sayfa: 1 ... 24 25 [26] 27 28 29
251

Yazılarıma yapılan tenkitleri, hatta ikazları çok dikkate alır ve üzerinde tekrar, tekrar Kur’an ın rehberliğinde düşünürüm. Şunu asla unutmam, ben bir beşerim, hata riskim her zaman vardır. En az hata yapmak istiyorsak, İslam ı doğru öğrenme çabasındaysak, bu gerçeği hiç birimiz göz ardı etmemeliyiz diye düşünüyorum.

Yazımı okuyan bir kardeşimiz, sanırım yazının konusuna ve ana fikrine katılmadığı için olsa gerek, bakın bana cevaben ne demiş. Çok önemsediğim ve içinde yaşadığımız İslam ın, adeta bana göre bir özetini anlattığı için, sizlerle paylaşmak ve üzerinde yine Kur’an ışığında, düşünmek istedim.

(İslam yalnız Kur an dan ibarettir diyenlerden, hiç Müslüman olanını görmedim...)

Aslında üzerinde durmamız ve dikkatle düşünmemiz gereken bir iman şekli. Önce kendimize soralım ve diyelim ki, İslam inancını yaratan, kurallarını koyan makam-güç kim? Eğer bu sorumuzun cevabı, bizleri yaratan Allah tır ise, İslam dininin sahibi, kanun ve kural koyanda Allah tan başkası, yani Kur’an dan başka ne olabilir?

Bizler bile yaptığımız özel bir işimize, koyduğumuz kurallara, kimsenin karışmasını istemiyor ve karıştırmıyorsak, nasıl olur Allah koyduğu kanunlarına, imtihanımızın yol ve yöntemine, yarattığı bir kullunu ortak yapar.

Acaba İslam dininin kanun koyucusu, Allah ve elçisidir diyebilir miyiz? Bunu söylersek, Kur’an ın tamamına ters düşeriz. Eğer bunu kabul edersek, hâşâ Yaradan ile elçisini eş tutmuş ve İslam dininin kurucusu, hüküm koyucusu olarak, elçisini ortak etmiş oluruz ki, buda en büyük günahtır.

Hatırlayınız, Allah hükmüne kimseyi ortak etmez, demiyor muydu? Bu ayetleri görmezden mi geliyoruz, yoksa atalarımızın itikadı, Kur’an dan daha mı ağır basıyor. Kur’an da geçen bazı kelimelerden yola çıkarak, yanlış itikatlarımıza delil gösterirsek, ancak kendimizi avutmuş oluruz.

Allah elçisine, sana indirdiğimle onlara hükmet demiyor muydu? Yüce Rabbimiz birçok kez Kur’an ın ipine sarılın diyorsa, nasıl olurda başka kaynak ararız din ve iman adına kendimize.

Allah elçime uyun diyorsa, nasıl olurda elçisinin, Kur’an dışından farklı şeyler söyleyebileceğini düşünürüz. Hatırlamıyor muyuz, Allah ın elçisine söylediği sözleri, yaptığı uyarıları.

Allah kurtuluşa erenlerin, Rablerinden gelen hidayet yani Kur’an üzerinde olanlar olacağını söylüyorsa açıkça, hala Kur’an ın karşısına, onun değerinde ya da onsuz olmayan, nasıl olurda başka kaynaklar koyma cesaretini buluruz kendimizde.

Allah elçisine, deki onlara diyerek bizlere, bana vahye dilenden başkasına da uymam! Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim, dediği sözlerini nasıl duymazlıktan, anlamazlıktan geliriz.

O örnek peygamberimiz, yalnız Kur’an a uyduğunu söylüyorsa, nasıl olurda bizler Kur’an dan başka dine hüküm koyan kaynaktan bahsederiz. Yoksa Kur’an ın bir kısmına inanıp, bir kısmına inanmıyor muyuz?

Allah Ahzab suresi 2. ayetinde elçisine seslenerek, Rabbinden sana vahyedilene uy hükmünü görmezden gelerek, edindikleri velilerin sözlerini, hâşâ Allah ın kitabına eşdeğer yaparak, nasıl bir şirk batağında olduğumuzu göremiyor muyuz hala? Böylece dini Allah a Has olmaktan çıkardığımızın, farkındamıyız?

Peygamberimiz yalnız, Kur’an a uyma emri aldıysa ve yalnız Kur’an a uyduysa, nasıl olurda bizler dinimizin ana kaynağına, Rahmanın kanunlarına ilaveler yapıldığına inanırız.

İslam dininin yalnız Kur’an dan ibaret olmadığını söylersek eğer, Allah ın kanunlarını yeterli görmediğimizi de söylemiş oluruz, bunu unutmayalım. Allah hadi bir benzerini getirsinler bakalım diyerek, Kur’an ın gücünü anlatmaya çalışırken, nasıl olurda Allah ın kanunlarına peygamberimizin ilaveler yaptığını söyler ve buna inanırız.

İslam ı yalnız Kur’an dan ibaret olmadığını savunanlar ucu açık, dipsiz bir kuyuya atılan taş misali, inancını yaşadığını bilmelidirler. Allah ayetinde, emin olmadığınız bilgilerin ardına düşmeyin, sizleri sorumlu tutarım diyorsa, bu hükmün mahşer günü, karşımıza çıkacağını unutmamalıyız.

Bu soruyla muhatap olacak olan bizler, acaba Kur’an dışından, bunlarda Allah katındandır, bunları da dine peygamberimiz ilave etmiştir diyenlere inandığımızda, hesabın görüleceği gün, Rabbimiz sizleri Kur’an dan sorumlu tutacağım hükmünü gerçekleştirdiğinde, ben sizlere böyle bir emir verdim mi diye sorduğunda, acaba bu bilgilerin doğruluğu konusunda şahitleri kimler olacak?

Lütfen son cümlemi bir daha düşününüz. Kur’an ın emretmediği bir hükme iman edenler, Allah ın bu sorusu karşısında, kimleri şahit gösterecekler? Peygamberimizi şahit asla gösteremezler, bunu unutmayalım. Çünkü peygamberimiz ümmetini, yalnız Kur’an ile uyarma görevi aldığı, açıkça onlarca ayetinde yazıyor Kur’an da.

Kur’an ın yazdığı bir uyarıyı, hatırlatmak isterim. Peygamberimiz şahitlik yapacağı o çetin gün, ümmetim Kur’an ı devre dışı bıraktılar sözlerinden, eğer bugün bizler dersler almıyorsak, o gün bunun acısını çekeceğimizi bilmeliyiz.

Hatırlayınız, Rabbimiz ne diyordu elçisine?

Hakka 44–45–46: Eğer (Peygamber) bize isnat ederek, bazı sözler uydurmuş olsaydı, mutlaka onu kudretimizle yakalardık. Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik.


Peki, bu kadar açık ayetler varken, bizler ne diyoruz? Bunları da Kur’an dışından dine peygamberimiz ilave etmiştir. Nasıl söyleriz bu sözleri. Hani sana indirdiğimle onlara hükmet diyordu, unuttuk mu buna benzer onlarca ayetleri. Hani Yaradan bizleri, Kur’an dan sorumlu tutacağını söylemişti ayetinde. Nasıl olurda bu ayetlerin, tamamen tersi düşüncelere iman ederiz. Düşünen, aklını kullanan, Kur’an ı rehber alan yok mu?

İslam yalnız Kur’an dan ibaret değildir diyerek, atalarının itikatlarından da vazgeçmeyenlere, Allah ın aşağıdaki ikazlarını tekrar hatırlatırım.

—Karşılarında okunup duran bir kitabı, sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? (Ankebut 51)

— Artık bu Kur’ân’dan sonra, başka hangi söze inanacaklar. ( Araf 185)

Kur’an ı yeterli görmeyerek, emin olmadıkları başka itikatları, atalarının rivayetlerini de inançlarının ana temeli yapanlara, geleneklerini dinleştirenlere, Allah ın cevabı yeterli değilse, sonucuna da elbette katlanacaklardır.

Peygamberimiz Kur’an ı tebliğ ederken, müşriklerde aynı itirazı yapmışlardı. Tamam, Kur’an a iman edelim, ama atalarımızın inançlarını da devam ettirelim demişlerdi. Elbette Rabbimiz, buna asla izin vermemişti.

Allah elçisinin görev ve sorumluluğunu, o kadar açık ve net bizlere, bakın nasıl anlatıyor. Anlayana, anlamak isteyene.

Maide 67: Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez.

Apaçık, izaha bile gerek olmayan bu emri anlamayana, ne yani peygamberimiz postacımıydı diyerek, peygamberimizi dinde Allah ın ortağı gibi gösterenlere, başka ne söylersek fayda etmeyecektir.

Allah elçisine deki onlara diyerek, yine konumuzla ilgili o kadar güzel ve açık bir hüküm bakın nasıl veriyor.

Enam 57: De ki: Şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanıyorum. Siz ise onu yalanladınız. Çabucak gelmesini istediğiniz (azap) benim yanımda değildir. Hüküm ancak Allah’ındır. O hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır.

Allah ın elçisi, örnek peygamberimizin, bakın ne söylemesini istiyor Rabbimiz.

—De ki: Şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanıyorum.

— Hüküm ancak Allah’ındır. O hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır.

Dostlar, değerli din kardeşlerim. Bunca açık ayetlerden sonra, sizlere tekrar sormak isterim, İslam yalnız Kur’an dan ibaret değildir diyerek, dine sokulan, Kur’an dan onay almayan, onca beşeri hükümlere inananlar mı gerçek iman eden Müslümanlardır, yoksa İslam yalnız Kur’an dan ibarettir, hükmü veren, kanun koyan yalnız Allah tır, diyenler mi gerçek iman eden Müslümanlardır.

Tekrar hatırlatmak isterim, Allah sizleri Kur’an dan sorumlu tutacağım diye bizlere bir söz verdiyse, sizce Kur’an ın dışından, Kur’an da hiç bahsedilmeyen, açıklanmayan bir hükümden de sorumlu tutar mı? Sorumuzun cevabı o kadar açık ki, gözler perdeli, gönüller mühürlüyse, elbette bu gerçekleri göremeyenler olacaktır.

Peygamberimiz Allah ın hükümlerine uyan, onun hükümleri ile topluma hükmeden bir peygamberdi. Bunu söyleyen, elçisine böyle bir görev ve sorumluluk verdiğini anlatan, Kur’an ın bizzat kendisidir. Yalnız peygamberimiz değil, daha önce gelen tüm peygamberlerin görev ve sorumlulukları aynıydı. Allah ın indirdikleri ile hükmetmek, topluma tebliğ etmek, onları uyarmak.

Peygamberimiz Kur’an ı hayatına eksiksiz geçiren, yaşamıyla bizlere çok önemli bir örnektir. Allah da bizlere, onun yaşamını örnek almamızı emreder. Elbette örnek yaşamı giydiği kıyafette, yediği yemekte, bıraktığı sakalda aramak yerine, Kur’an ın terbiyesini hayatına, yaşamına nasıl geçirdiği yönünde olmalıdır. Bakın Allah bu konuda, ne tavsiye ediyor bizlere.

Ahzab 21: Andolsun ki, Resulullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.

Allah ın elçisinin örnek davranışları, insanlarla karşılıklı diyalogları, Kur’an ın adeta yaşamına yansımalarıdır. Bunları doğru kanallardan öğrenelim ve yaşantımıza geçirelim. Onu iyi tanımak için, önce Kur’an ı çok iyi anlayalım, öğrenelim.

Onun asla yapmayacağı, söylemeyeceği sözleri, onun adını kullanarak, anlatanlara itibar etmeyelim, inanmayalım. Çünkü peygamberimiz söylemediği halde, bu peygamber sözüdür demenin, bizleri cehenneme götüreceğini unutmayalım.

Bu konu çok dikkat etmemiz ve üzerinde titizlikle durmamız gereken bir konudur. Rivayet nakletmek ve o rivayetleri doğru aktarmak ciddiyet ister. Bire bir anlamını değiştirmeden nakletmekse, neredeyse imkânsızdır. Bizlere nakledilen, peygamberimizin rivayet hadislerini, mutlaka Kur’an a arz edelim ve ondan onay alalım. Şunu da unutmayalım, Kur’an ın dışından dine hüküm koyan, hiçbir güç yoktur. Bu hükmü Kur’an ın bizzat kendisi vermiştir.

Kur’an Allah korumasındadır, hiçbir beşeri bilgi Allah korumasında değildir, bu gerçeği asla göz ardı etmeyelim. Birileri çıkıp, peygamberimizin rivayet hadislerinin de, tıpkı Kur’an gibi Allah korumasında olduğunu söylüyorsa, bu sözlerin Kur’an a muhalif sözler olduğunu bilelim, asla inanmayalım.

Şunu da unutmayalım, hadisler peygamberimizin devrinde kayıt altına alınmamış, hatta dört halife döneminde de yazdırılmamıştır. Dört halife devrinin sona ermesi ve siyasi menfaatlerin ayyuka çıktığı bir dönemde, İslam ın mezheplere bölünmesiyle, her mezhep kendi düşüncesi doğrultusunda, hadis toplama yarışına girmişlerdir.

O günlerde toplanan hadis sayısının 500 civarında olduğu rivayet edilir. Peki, dostlar, bugün milyonlarca hadisin kol gezdiği İslam âleminde, bu acı gerçekleri görmezden gelirde, önlemler almazsak, halimiz nice olur sizce.

Kur’an dine hüküm koyan tek kaynaktır. Bu demek değildir ki, İslam ı öğrenmek için, başka kitaplar-kaynaklar okumayalım. Elbette okuyacağız. Çünkü herkes aynı kapasitede değildir, detaylı düşünemeye bilir. Kur’an ı anlatan, onun özünden şaşmayan her kitabı-bilgiyi okumalı ve faydalanmalıyız. Çünkü herkes bir birine muhtaçtır.

Kur’an bir deryadır, onun nurundan istifade etmek isteyen, onu en çok okuyup üzerinde düşünendir. Bu gerçeğinde farkında olalım. Çünkü Allah Kur’an ayetlerinin, bizlerin gönül gözlerini açacağını söyler. Gönül gözü açık olmayan, bakan kör gibidir, okuduğunu anlayamaz, hissedemez.

Günümüzde bizlere, din ve iman adına ibadetlerimizle ilgili, Kur’an da her bilgi, detay yoktur diye öğretilmiştir. Buna inandığımız içinde, her mezhep birbirinden farklı ilaveleri dinleştirmiştir. Hâlbuki Allah biz Kur’an da hiçbir eksik bırakmadık, her konudan nice örnekleri, değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız demiyor mu? Hakka batıl karıştırmayın ayetini, unuttuk mu yoksa.

Geleneklerimizin dine yapılan ilavelerini öyle kanıksamışız ki, Kur’an da göremediğimizde, bakın demek ki Kur’an da her şey yazmıyormuş, diyenlere inanıyoruz.

Hatta bazı kardeşlerimiz, hadi yalnız Kur’an ile namazını kıl bakalım diyerek, adeta Kur’an ı din ve iman adına, yeterli olmayan bir rehber ilan etmiş. Sizce Allah namaz kılın, oruç tutun, zekât verin emrini verdikten sonra, bizlerin bilmesi gereken detayları, yapmamız gerekenleri rehberinde yazmayıp, Kur’an dışından elçisine bildirmiş olabilir mi?

Lütfen bu soruyu kendinize sorunuz. Allah Kur’an ın ipine sarılın, sizlere detaylı bir rehber indirdim ve sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim dedikten sonra, bugün her mezhebin geleneğinin, dine ilavelerinden de hesap sorar mı? Bu gerçeğin bilincine varamadığımız sürece, Kur’an ı da doğru anlamamız asla mümkün olmayacaktır.

Hatırlayınız her mezhebin dine ilaveleri farklıdır. Hepside bizim yaptığımız en doğrudur der. Elbette geleneğin ilaveleri ve farklılıklarında hiçbir sorun yok. Hiç birisine de yapılanlar yanlıştır, günahtır diyemeyiz. Önemli olan Allah ın emrettiği farzların, yaptığımız ibadetin içinde olmasıdır.

Sizce Allah ibadetlerimizin, olmazsa olmaz detaylarını Kur’an da açıklamayıp, bizlere rivayetler yoluyla ulaşmasını ister miydi? Bu sorumun cevabını, Allah ın bizleri uyardığı, emin olmadığınız bilgilerin ardına düşmeyin, sizleri sorumlu tutarım ayetiyle, lütfen birlikte düşününüz.

Allah açıklamadığı, detay vermediği hiçbir konudan, hesap sormayacağını söylüyorsa, bu gerçeği artık görelim. Yoksa mahşer günü çok pişman oluruz ve keşke falancayı dost, veli edinmeseydim, beni o yoldan saptırdı diyerek, pişmanlığımızı dile getiririz. Onunda faydası olmayacağının uyarısını, Rabbimiz açıkça bu gün bizlere yapıyor ki, dersimizi alabilelim.

Peygamberimizin en yakınlarının, Allah ın resulünün sözlerini naklederken, daha o günlerde bile, bu konunun nasıl sulandırıldığını gösteren, bir rivayet hadis nakletmek istiyorum. İşte bu bilgiler elbette, bizlerin dikkatle düşünmesine vesile olacaktır.

(5179 - Mücâhid merhum anlatıyor: "Büşeyr el-Aşevi, Hz. İbnu Abbâs
radıyallahu anhümâ’ya gelip:
"Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki..." diyerek bir şeyler anlatmaya kalktı. Ancak İbnu Abbâs onu konuşmaya bırakmadı ve kendisine iltifat etmedi. Büşeyr:
"Sözlerimi niye dinlemiyorsunuz? Ben size Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’dan anlatıyorum, hiç tınmıyorsunuz, niçin?" diye sordu. İbnu Abbâs ona şu cevabı verdi:

"Biz vaktiyle, bir kimsenin "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki" dediğini işitince, gözlerimizi ona çevirip kulaklarımızı da dinlemek üzere uzatıyorduk. Ne zaman ki, insanlar hadis rivayetinde laubalileştiler, biz de onlardan ancak bildiklerimizi almaya başladık.")
Müslim, Mukaddime 7, (7).

Bu güzel örnek, sanırım çok şeyler anlatıyor. Peygamberimizin vefatından çok geçmeyen bir zaman sonra bu yanlışlıklar, bu hatalar yapılıyorsa, günümüzde bu yanılgının sınırını, düşünmek bile istemiyorum.

Sizlere son olarak Yüce Rabbimizin bir ayetini hatırlatmak istiyorum.

(Enbiya 10: And olsun, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?)

Ne dersiniz dostlar, bütün şan ve şerefimizi, Allah a ulaşacak en doğru yolu, nerede aramalıymışız? Yaradan, İslam yalnız Kur’an dan ibaret değildir diyerek, bizleri başka kaynaklara da mı yönlendiriyor? Yoksa İslam ın hüküm koyucusu, kurtuluşumuzun kaynağı, hüküm veren , bütün şan ve şerefimiz yalnız Kur’an dır mı diyor?

Elbette Allah yalnız Kur’an olduğunu, bu kadar açık söylüyor. Peki, gözler neden görmüyor bu ayetleri, kulaklar neden duymuyor bu uyarıları? Gönüller neden taş kesilmiş hissetmiyor da, nefsimizin esaretiyle dinde başka kaynaklar arıyoruz.

Elbette bunun nedeni, Kur’an ı terk edip, ataların itikatlarına yönelmemizdir. Tıpkı peygamberimizin döneminde, atalarının dininden vazgeçemeyenlerin durumuna düşmüşüz.

Hepimiz bu Dünyada imtihandaysak, yorum ve karar sizlerin. Gerçekleri hep birlikte, O çetin gün göreceğiz.

Sizce şahidi Kur’an olan, emin olduğumuz bilgilerin ardından gitmek, bizleri Allah ın istediği, gerçek Müslüman yapmaz mı?


Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

252


Risale-i Nur ile ilgili bir yazı okurken, dikkatimi çeken bir bölümü sizlerle paylaşmak ve bu konuyu sizlerin düşüncenize sunmak istiyorum.

Bu kitaplardan ve içindeki bilgilerden bahsedip açıklama yapan bir kardeşimizin, çok dikkat çekici ve düşündürücü, şu sözlerini, sizlere nakletmek istiyorum önce.

(Her meseleye hakikat noktasında bakar. Her hadisenin hakikatini bizlere ders verir. Bu açıdan Risâle-i Nur’un bir benzeri yoktur.)

Dikkat çekici olduğu kadar, düşündürücü. Sizler bu sözleri ve bu güçteki bir rehberin olduğunu, bir yerden hatırlıyorsunuz biliyorum. Allah bizlere gönderdiği Kur’an için, bu özelliklerden bahseder ve eşi benzeri yoktur diyerek, hadi bir benzerini getirsinler bakalım, diye de bizleri uyarıyordu ayetinde, hatırladınız değil mi?

Ayrıca yüzlerce yıldır gelip geçen, onca âlimlerin yazdığı eserleri düşünün isterseniz bir de. Bizler hiç birisine, yukarıdaki payeyi, onuru vermedik. Çünkü beşerdir, her zaman şaşabilir diyerek, temkinli yaklaştık. Doğrulukları konusunda, Kur’an dan referans, yardım aldık.

Demek ki bazı din kardeşlerimiz, tıpkı Kur’an gibi eşi benzeri olmayan kitaplar olduğuna da inanıyorlar. Tabi bu herkesin kendi seçimidir, kimse buna müdahale edemez. Çünkü her beşer, kendi imtihanından sorumlu tutulacaktır.

Yazıda Risale-i Nurdan bir bölüm verilmiş. Yukarıdaki sözlerden yola çıkarsak, bu kitapların her hadisenin hakikatin den ders alınır dediğine göre, bakalım örnek verilen konudan bizler nasıl bir ders alacağız, hep birlikte bu örnek üzerinde, Kur’an ı rehber alarak, onun ışığında düşünelim. Bakın verilen bölümde neler yazıyor.

(Said-i Nursî Hazretleri önce lise mektebinde okuyan talebelerin durumunu nazara verir.

Bir zaman, Eskişehir hapishanesinin penceresinde bir cumhuriyet bayramında oturmuştum. Karşısındaki lise mektebinin büyük kızları, onun avlusunda gülerek raks ediyorlardı. Birden manevî bir sinema ile elli sene sonraki vaziyetleri bana göründü. Ve gördüm ki: O elli-altmış kızlardan ve talebelerden kırk-ellisi kabirde toprak oluyorlar, azap çekiyorlar. Ve on tanesi, yetmiş-seksen yaşında çirkinleşmiş, gençliğinde iffetini muhafaza etmediğinden sevmek beklediği nazarlardan nefret görüyorlar. Katî müşahede ettim. Onların o acınacak hallerine ağladım. Hapishanedeki bir kısım arkadaşlar ağladığımı işittiler. Geldiler, sordular. Ben dedim: ‘Şimdi beni kendi halime bırakınız, gidiniz.’
“Evet, gördüğüm hakikattir, hayal değil.)

Ne dersiniz, bu sözlerden nasıl bir ders aldınız? Peygamberimiz bile böyle sözler söylememiş, bu tür örnekler vermemiştir. Çünkü böyle sözlerin söylenmesine, Rabbimiz asla izin vermezdi de ondan.

Geleceği görmek, bilmek yalnız Allah a mahsustur. Hepimiz hayal kurarız, hatta rüyalar görürüz, geçmiş ya da gelecek için. Ama hiç birisi için bunlar hayal ya da rüya değil, HAKİKATTIR DEMEYİZ. Peygamberimiz Gaybı bilmem ben, gelecekten haber veremem, yani bende sizler gibi beşerim, demiyor mu Kur’an da?

Avluda oynayan genç kızların, geleceğini gördüğünü söyleyip, olacakları kesin doğru, hakikattir, hayal değildir diyerek anlatması, bizlerin nefsini, duygularını belki çok etkilemiş olabilir.

Ya aklımızı, mantığımızı ve Kur’an gerçekleri ile yoğurduğumuzda, bu bilgileri Kur’an süzgecinden geçirdiğimizde, bizleri nasıl etkiledi? Tabi Kur’an dan haberdar isek, bu son soruma cevap verebilirsiniz. Ya Kur’an dan çok fazla haberimiz yokta, onu anlamadan okuyan bir toplumsak. Bunu düşünmek bile istemiyorum.

Risaleleri okuyan kardeşlerimiz çok iyi bilir, bu kitaplarda Kur’an ın hiç bahsetmediği, birçok olaylar anlatılır. Bu bilgilerin kendisinin kalbine, Allah tarafından indirildiği yazılıdır. Hatta kıyamet ile ilgili Kur’an ın söz etmediği, birçok bilgilerde yazar.

Allah Araf 33. ayetinde, hakkında hiçbir delil indirmediğim bir şeyi, konuşmanızı HARAM kılıyorum dediği halde, bizler bu kitaplarda yazan, Rabbin bilgi vermediği, onca bilgiye inanmakta bir kusur görmüyoruz.

Lütfen üzerinde dikkatle düşünelim ki, azabın takipçisi olmayalım. Allah bizlerin, Kur’an ın açıklamadığı konularda konuşmamızı HARAM kılıyorsa, bizler bu ayetlerden habersiz, bu derece büyük hataları yapıyorsak, sizce bizler HARAMI her gün, tıka basa yiyenlerden olmuyor muyuz?

Kıyamet konusunda peygamberimize, onca sorular soranlara karşı Araf 187. ayetinde, Rabbimiz ne diyordu hatırlayalım.

(Sen onu, iyice biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: "O'na ilişkin bilgi Allah katındadır, fakat insanların çokları bilmiyorlar.)

Düşünebiliyor musunuz, Allah elçisine bile onca bilgileri söylemediği ve tam tersine, Deki onlara diye başlayan birçok ayetinde, gaybı, geleceği bilmem ben, sizlere ne faydam dokunur ne zararım, ayetleri ne yazık ki hatırlanmıyor.

Bana ve size ne yapılacağını bilmiyorum, bana vahye dilenden başkasına uymam ve ben açıkça uyaran bir elçiden başkası değilim, sözlerini sanırım görmezden gelen, üstünü örten bizler, dersimizi alamadığımız anlaşılıyor.

Sizlere yukarıdaki konu ile ilgili, Kur’an dan tek bir ayeti hatırlatmak istiyorum. Bu ayete iman eden bizler, ACABA GAİP TEN BİLGİLER VERENLERE NASIL YAKLAŞMALIYIZ, sanırım konu daha iyi anlaşılacaktır.

Aliimran 179: Allah, müminleri şu üzerinde bulunduğunuz halde bırakmayacaktır. Sonuçta pisi temizden ayıracaktır. Allah sizi gaybı bilir duruma da getirmeyecektir. Şu var ki Allah, resullerinden dilediğini seçer. O halde Allah'a ve resullerine inanın. Eğer inanır, korunursanız sizin için büyük bir ödül vardır.

Rahman kullarını, gaybı bilir duruma getirmeyeceğini apaçık söylediği, Yunus suresi 20 ayetinde de, Gayb Allah ın tekelindedir dediği halde, bizlere Kur’an ın hiç bahsetmediği, gaybi bilgileri anlatarak dikkatimizi çekenlere karşı, nasıl davranmamız gerektiğini, sanırım daha iyi anladık.

Allah yalnız seçtiği resullerinden, dilediğini seçip bu bilgileri vereceğini söylüyorsa, bizlere düşen Rabbin uyarılarına kulak vermek olmalıdır. Kur’an ın açıkladığı gaybi bilgiler dışında söylenenlere inanırsak, Rahmandan uzaklaşacağımız gibi, mahşer günü Allah a iftira attığımız için, yüzlerimizin de, kapkara olacağını unutmayalım.

Her düşünceye, her fikre, her şahsa sonsuz saygımız var. Herkes kendi imtihanını yaşıyor. Kimin doğru yolda olduğunu, yalnız Rabbimiz bilir. Amacımız kişileri küçük düşürmek, ya da kötülemek asla değildir. Amacımız Allah ın en doğru yolunu bulmak, O yolda yürümek ve din kardeşlerini Kur’an a davet etmektir.

Çok önemsediğim bir konuyu da, sizlerin düşüncelerinize sunmak istiyorum.

Sayın Said-i Nursi ye verilen bir unvan vardır, hatırlarsınız ona BEDİÜZZAMAN derler. Peki, bu unvanın anlamı nedir?

Bedi kelimesi "benzersiz, eşsiz" demektir. Bediüzzaman da zamanın benzersizi anlamına gelir. Bir başka deyişle zamanın harikası, kimseye benzemeyen, asrın mükemmel insanı demektir. Bu payeyi verdiğiniz kişinin de, hatasız bir insan olması gerekir. Acaba hatasız, günahsız insan olur mu?

BU UNVAN, TARİH BOYUNCA HİÇ KİMSEYE, PEYGAMBERLER DÂHİL VERİLMEMİŞ VE BU UNVANLA HİÇ KİMSE, HİÇ BİR ÂLİM ANILMAMIŞTIR, SAİD-İ NURSİ HARİÇ. PEKİ, SİZCE BU NORMAL Mİ?

Peygamberimiz bile, bende sizler gibi bir beşerim, sizlerden bir farkım yok. Gaybı bilmem ben, sizlere ne zararım dokunur, nede fayda sağlarım sözleri ile bu unvan karşılaştırıldığında, acaba sizlerin kafasında, nasıl bir düşünce hâsıl oldu?

Düşünebiliyor musunuz bırakın peygamberleri, peygamberimizin en yakınlarına ashabına ve daha sonra yaşamış onlarca din âlimlerine bile verilmeyen bir unvanın verilmesi, dikkat çekici ve düşündürücü değil mi sizce?

Yorum ve karar sizlerin. Bu fani Dünyada, nefsimizin esiri olmuş, Allah ın önerdiği gibi düşünmeden, bir değer üretmeden, imtihan olduğumuz bilincinden çok uzak, edindiğimiz velilerin ardına takılmış, yaşayıp gidiyoruz.

Şunu sakın unutmayalım, kıyamet günü o kadar yakın ki hepimize. Hem de bir nefes alışı kadar yakın. Ama bunun farkında bile değiliz. Geri dönüşü olmayan yola girdiğimizde, pişman olmak istemiyorsak, emin olmadığımız kitaplara değil, EN EMİN FURKAN’A sarılmalıyız.

Allah verdiği örnek ayetinde, mahşer günü bir kısım Müslüman ın, edindikleri velilerin onları saptırdığını anladıklarında, yapacakları acı feryadı, o çetin gün yaşamak istemeyenler, lütfen çok ama çokkkkk düşünmelidirler. Din kardeşlerime hatırlatırım.

Dilerim Rabbimden kula kulluk etmeyen, Allah dan başka veli edinmeyip, Kur’an dan başka rehberi olmayan, Rabbin halis kullarından oluruz.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

253

Allah bizleri bu dünyada, imtihan ettiğini ve bakın neden yarattığını söylüyor.

Mülk 2: O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstündür, bağışlayandır.

Demek ki asıl amaç, bu dünyada güzellikler, topluma faydalı şeyler yapmakmış yaratılmakta ki asıl amacımız. Peki, nasıl ve ne şekilde güzellikler yapmamızı istiyor Yaradan? Gerçeği öğrenelim ki, işimizi garantiye alalım.

İşte tüm bu bilgilerin detayını da, Kur’an da veriyor. Çünkü Kur’an ın ipine sarılın, sizleri Kur’an dan imtihan edeceğim diyerek, apaçık doğrunun yolunu gösteriyor.

Bu apaçık gerçekleri gören bizler, bu durumda ne yapıyoruz, işte bu kısmı sanırım çok önemli. İmtihan olduğumuz kitaba mı çalışıyoruz, yoksa…..? İşte o yoksa sorusunun cevabı, ne yazık ki bizleri mahvediyor.

Aynı kitaba iman ettiğimizi söylüyoruz, ama her nedense aynı konuda bile, farklı farklı şeylere inanıyoruz. Peki neden, bunun sebebi ne olabilir? Tek bir nedeni var. Bizler Kur’an ı rehber aldığımızı söylediğimiz halde, onu yeterli görmeyip, farklı kaynaklara yönelmemiz bizleri bölüyor, parçalıyor ve birbirimize düşman ediyor. Onun içindir ki, dinimizi de çok farklı yaşıyoruz. Peki, bu yol ve yöntem doğru olabilir mi?

Lütfen şöyle düşünelim. Okulda herhangi bir derste, elimizde bir kaynak var, öğretmen öğrencileri bu kitaptan çalıştırıyor ve imtihan ediyor. Ek bir kaynak kullanıyorsa öğrenci, o kaynak ders gördüğü ana kaynaktan asla farklı olmuyor, daha açıkçası farklı olursa, yardımcı kaynak olarak kabul edilmiyor.

Aynı kitaba çalışan öğrenciler, hiçbir farklılık-çelişki yaşamıyorlar aralarında. İmtihanda öğretmende, eğitim verdiği kitaptan sorularını soruyor. İşte bizler aynı yöntemi kullanmadığımız içindir ki, İslam âlemi olarak aynı noktada birleşemiyor, anlaşamıyoruz.

Halbuki Allah bizleri uyarıp, sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim dememiş miydi? Bizlerin kana kana içeceği ana kaynak, yalnız Kur’an olması gerekirken, tertemiz akan pınara öyle ilaveler yapıyoruz ki, güzel ve doğru bilgilerin bile üstünü örtüyor. Allah boşuna, hakka batıl karıştırmayın demiyor.

Bizler peygamberimizin sünnetine, yani onun yaşam felsefesine çok önem verdiğimizi söyleriz. Fakat bu felsefeyi yaşam şeklini, ne yazık ki bizler gereği gibi anlayamadık. Bu konuda söylenecek, o kadar çok şeyler var ki, saymakla bitmez.

Sizlerin dikkatinizi çekmesi adına, bir konuyu gündeme getirmek istiyorum. Cuma yani toplantı ibadeti, her ehli kitap dinlerde benzeri vardır. Yahudi ve Hıristiyanlar, haftada bir gün kadın erkek, çoluk çocuk toplanır ve çok önemli bir görevi yerine getiririler. Bu görev toplum olarak, sosyalleşme bilincini topluma aşılamaktır. İşte İslam toplumu olarak bizler, Allah ın bu emrini yerine getirmediğimiz için, gerektiği gibi sosyal bir toplum olamadık.

Cuma günleri Allah ın, Ey iman edenler, çağrılınca salata gelin emrini, bizler kendi nefsimizde değişikliklere uğratmış, kendimize beşeri deliller yaratarak, Allah ın emrinden kendimizi çok uzaklaştırmışız. Böylece de kadınlarımızı, bu güzel sosyal olgudan mahrum etmişiz.

Kadını sosyal toplumdan uzaklaştırarak, dine hizmet edeceğini düşünenler, İslam a yaptıkları büyük kötülüğün, hala farkında değiller. Peygamberimiz Cuma günleri, bırakın toplantı namazını, normal vakit namazlarında bile, kadının mescitlere, camilere gelmesini özellikle istemiş, teşvik etmiştir. İşte bizler bunun nedenini ne yazık ki hala kavrayamadık. Peygamberimizin sünnetini takip etmek isteyen, onun hayat felsefesini, önce doğru öğrenmelidir.

Şunu asla unutmamalıyız, peygamberimizin sünneti, Allah ın sünnetinin yaşama geçirilmiş şeklidir. Birileri bizlere peygamberimizden hadis naklettiğinde, bizlere düşen, Kur’an ın verdiği öğretiye, felsefeye uymuyorsa, asla bunları kabul etmeden reddetmek olmalıdır.

Peygamberimiz bizleri uyarmış ve kendi adına birçok sözler uydurulacağını ve bu sözlerle sizleri, aldatmaya çalışacakların çıkacağı konusunda bizleri uyarmıştır. Ayrıca bu sözleri, Kur’an onayından geçirmemizi tavsiye etmiştir.

Peygamberimiz kadınlarında, mescitlere gelmelerini o kadar önemsemiştir ki, hatta onların rahat girip çıkmaları için, ayrı bir kapı bile yapmıştır. Çok daha ilginci, günümüzde yapıldığı gibi, erkek ve kadınlar arasına perde dahi çektirmemiştir. İşte nefsin imtihanı, nefsin eğitimi budur. Allah bizleri birbirimizle her an imtihan etmektedir. Bu imtihandan, kadını toplumdan uzaklaştırarak kaçamazsınız. Kaçarsanız nefsinizi eğitemez, şeytanın oyuncağı olursunuz.

Peygamberimizin yaşadığı yakın dönemlerinde bile, onu gereği gibi anlayamayan dar kafalıların, bugün anlamalarını zaten beklemek hayal olur. Bakın sizlere bu konuda, rivayet bir hadis örneği vermek istiyorum. Bu hadis üzerinde düşünen, içinde bulunduğumuz yobazlığın, gafletin, ihanetin sınırlarının nasıl aşıldığını daha iyi anlayacaktır.


5478 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın: "Birinizin hanımı mescide gitmek için izin talep ederse ona mani olmasın (izin versin)" dediğini haber vermişti. Bilâl İbnu Abdillah:
"Allah’a yemin olsun, biz onlara mani olacağız!" dedi. Bunun üzerine Abdullah radıyallahu anh, ona yaklaşıp öyle hakâretâmiz söz sarfetti ki, böylesini hiç işitmedim. Sonra şunu ekledi:
"Ben sana Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’dan haber veriyorum; sen ise durmuş, "Vallahi mani olacağız" diyorsun!"
Buhari, Cum’a 12, Ezân 162, 166, Nikâh 116; Müslim, Salât 134, (442); Muvatta, Kıble 12, (1, 197); Ebu Dâvud, Salat 53, (566, 567, 568); Tirmizi, Salât 400, (570).

Gördünüz mü acı gerçeği. İslam ı gereği gibi anlamayıp, dini hurafelerle, nefsimizle yaşadığımızda, peygamberimizi de doğru anlamamız asla mümkün olmayacaktır. Peygamberimizin yaşadığı yakın dönemlerden bahsediyoruz, lütfen bu konuyu göz ardı etmeyelim.

Peygamberimizin en yakınında olan bir kişi, peygamberimizin kadınlarınız sizden mescide-camiye gitmek istediklerinde izin versin dediğini nakletmesi üzerine, karşısındaki kişinin söylediği sözler, bugün içinde yaşadığımız yanlışların apaçık bir kanıtıdır.

Peygamberimiz söylediği halde, bu şahsın tam tersini söylediklerine, bakar mısınız?

("Allah’a yemin olsun, biz onlara mani olacağız!" dedi.)

Evet, bu ve bunun gibi İslam ı dar pencereden anlayanlar, yeminlerini tuttular ve kadınlarımızı sosyal toplumdan, camilerden uzaklaştırdılar. İyi yaptıklarını zannettiler, ama bu zihniyetin sayesinde İslam toplumu, (A) sosyal bir toplum oldu.

Kadına karşı nefsini eğitemeyenler, kendilerine hâkim olabilme bilincini geliştiremeyenler, onu toplumdan yakınından uzaklaştırarak, bu imtihandan kurtulacağını zannettiler. Böyle olunca da, Allah ın fıtratımıza yerleştirdiği, kadın erkek birlikte yaşama bilincine, sahip olamadık.

Kendilerine sorsanız bu zihniyet, bizler peygamberimizin sünnetine uyuyoruz derler. Çünkü bu yemini edenler, yine peygamberimizin ismini kullanıp, kadınlar evlerinde namaz kılar, erkeklerde camide namaz kılarsa, daha sevap alacaklarına toplumu inandırdılar.

Kur’an akla özellikle önem verir, vurgu yapar. Düşünerek iman etmemizin örneklerini verir. Çünkü Kur’an ı, akılla anlayabileceğimizi anlatmaya çalışır bizlere. İşte bizler Kur’an ı anlamanın en önemli unsurunu fark edemediğimiz için, Kur’an ı akıl yerine, duygularımızla, hurafelerle anlamaya çalıştık.

Anlamını dahi bilmeden okuduğumuz Kur’an ı, duygularımızla anladığımız için, hep duygulandık, ağladık. Böyle okuduğumuzda ondan faydalanacağımız, istifade edeceğimiz öğretildi bizlere. Hatta ona bir makam da ilave ederek, daha da duygusal bir okuma şekli yarattık. Anlamını bilmesen de olur, Allah sevap yazar, sen oku dediler.

Genel çoğunluğumuz, Yaradan ne söylüyor, ne anlatıyor merak bile etmedik. Nasıl olsa birileri bizlere anlatıyor dedik, üstünde bile durmadık. Öyle şeyler öğrettiler ki yüzlerce yıldır, yanlışlığını Kur’an ile anlatmaya çalışanlara, sen dine nifak sokuyorsun dediler, ayetleri bile görmezden geldiler.

Kur’an ı anlamadan okuyarak, sevap kazanacağımıza inandırıldığımız içinde, Yüce Rabbimizin nasıl bir kul olmamızı istediğini hiç anlayamadık. Ne anlatıldıysa doğru sandık. Hiçbir güzel değer üretmedik, ver dediler verdik, al dediler aldık. Neden veriyoruz, nereye veriyoruz sormadık. Nedir bu verdiğiniz diye açıklama yapılmadığı içinde, yanlış yaparız korkusuyla sormaya bile korktuk, Allah katındandır dediler aldık.

Sorgusuzca, sorgulamadan iman etmemiz gerektiği öğretildiği için sorgulamadık, araştırmadık.

İşin en üzücü yani ise, rivayetler ayetlerin üstünü örter, kimisinin de hükmünü siler oldu. Daha açıkçası İslam dini, peygamberimizin bizlere tebliğ ettiği din olmaktan çoktan çıktı, ataların dini oldu. Tıpkı geçmişte olduğu gibi.

Peygamberimizin mahşer günü, benim ümmetim Kur’an ı devre dışı bıraktılar diyecek olması da, nefsimizin duyguları arasında kaybolup gitti. Akıl devre dışı kalınca, gerçekler görünmez oldu.

Çok çetin bir dönemden geçiyoruz. Ya benim gibi inanacaksın, ya da sana hak tanımıyoruz zihniyeti, günümüzde güç kazandı. İşimiz gerçekten çok zor.

Dilerim Rabbimden, toplum olarak bu yanlışımızın farkına varırız. Kur’an ın ipine sarılıp, onun nuruyla nurlanan, hakka batıl karıştırmayan, Rabbin halis kullarından oluruz.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

254
Kur'an-ı Kerim / Zekat Konusunda Yaptığımız Yanlışlar
« : 18 Nisan 2013, 12:46:57 »

Peygamberimiz yaşadığı dönemde, aynı zamanda devletin başkanıydı. Yani toplumu yöneten bir liderdi. Elbette devleti yönetirken, o devrin şartlarında, çağın gerektirdiği ölçüde, kanunlar Koymuştur. Bunları Kur’an da aramamız ve bu güne bazı konuları, bire bir taşımamız beklenmemelidir.

Örnek vermemiz gerekirse.

6910 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselam göçeğen kuşu (surad), kurbağa, karınca ve hüdhüd kuşunu öldürmeyi yasakladı."

6515 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam’ın: "Üzerinden bir yıl geçmedikçe, bir malda zekat yoktur" dediğini işittim."

Önce şunu söylemeliyim ki, vereceğim örneklerin hepsi rivayettir, doğruluğu konusunda kesin emin olamayız. Yukarıdaki iki rivayet hadis üzerinde düşünelim. İlk hadiste peygamberimizin bazı hayvan türlerinin avlanmasını, öldürülmesini yasakladığı söyleniyor. Dikkat ediniz bu türlü ve buna benzer yasaklar hükümler, din ile bağlantılı değildir. Günümüz de de belirli zamanlarda gerektiğinde, bazı hayvanların avlanması yasaklanır, daha sonra serbest bırakılır. Bunun mutlaka bir nedeni vardır.

Gelelim diğer rivayete. Hz. Aişe validemiz, peygamberimizin üzerinden bir yıl geçmedikçe bir maldan zekât yoktur dediğini işittiğini söylüyor. Peki, bu sözlerden sizler, Kur’an ın emrettiği zekâtımı anladınız, yoksa devlete verilecek vergiden mi bahsediliyor?

Önce bir konuyu tekrar hatırlatmak isterim. Peygamberimiz halkın, devletin başkanıydı. Toplumu yönetebilmek için, halktan vergi toplanması gerekliydi. Hatta hatırlayınız savaşlarda toplanan ganimetten, halkı yönetmesi adına gereken pay ayrılırdı. Sizlere bazı rivayet hadis örneklerinden bahsetmek istiyorum, konunun daha iyi anlaşılması için.

6519 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Müslümanların zekâtları (sürülerini suladıkları) su başlarında alınır. (Zekât memurları oralara gider, halk, zekâtını vermek için, zekât memurlarının ayağına gelmez)."

6516 - Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Beş deveden aşağı mal için zekât yoktur. Beş okiyyeden az (gümüş için de) zekât yoktur. Beş vask miktarından az olan (hurma, üzüm ve hububat) için de zekât yoktur."

6521 - Amr İbnu Şu’ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, (yerden çıkan mahsullerden) şu beş şeyden zekât verilmesini teşri buyurdu: "Buğday, arpa, hurma, üzüm ve darı."

6514 - İbnu Ömer ve Hz. Aişe radıyallahu anhüma’nın anlattığına göre: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, her yirmi dinar ve daha fazlası için yarım dinar (zekât) alırdı, kırk dinar için de bir dinar (zekât) alırdı.

İlk yazdığım rivayet hadiste ne anlatılıyor? Müslüman ın zekâtlarını toplamak için ayaklarına gider ve malının başında alırlarmış. Dikkat ediniz bahsedilen hayvanların zekâtı tabiri kullanılıyor, ama bunu devletin memurları yapıyor ve yılda bir kez. Bahsedilen bu zekât fakire, olmayana verilen zekâtla, infakla hiçbir ilgisi yok. Kur’an ın tarif ettiği zekât, infak çok daha farklı.

Hadis rivayetlerine dikkat ederseniz, zamanın bir gerekliliği olarak örneğin, beş deveden aşağı zekât yani vergi alınmayacağına, beş okiyyden az gümüş içinde zekât olmadığı hükmü verilmiş. Ama lütfen unutmayalım, bu kanunların dini emir olmadığını, bugün bizlerin kanunlarından, hiç farkı olmadığını bilmeliyiz.

Yine peygamberimiz yerden çıkan mahsulden, Buğday, arpa, hurma, üzüm ve darı dan, zekat verilmesi emrini verdiğinden bahsediliyor. Zekât diye bahsedilenlerin hepsi, devlete verilen vergiden başka bir şey değil. Günümüzde bahsedilen bu ürünlerden başka şeyler ekilmiyor mu? Elbette ekiliyor. Hatta topraktan çıkan, daha çok kıymetli neler neler var.

En son örnek verdiğim rivayet hadis ise, aslında zekât diye bahsedilen ve peygamberimizin hükmettiği vergiden başka bir şey olmadığını çok açık gösteriyor.

(Her yirmi dinar ve daha fazlası için yarım dinar (zekât) alırdı, kırk dinar için de bir dinar (zekât) alırdı.)

Bunu alan devlet, yani peygamberimiz devletin idamesi için toplatıyor. Peygamberimiz bu hükmü verirken, toplumun ödeyebilecek şartlarına göre verdiği de açıktır. Bu konularda birçok örnekler var. Ama hiçbirisi dine ilave edilen ve gelecek zamanı kapsayan hükümler değil bunlar. Hepside peygamberimizin döneminde, devletin bekası için verilen kararlardır. Birçoğu peygamberimizin döneminde bile, değişikliğe uğramıştır zamanla.

Şimdi gelelim Allah ın bahsettiği zekâta, bir başka deyişle infak etmeye, yani yoksula yardım etmeye. Allah ın bahsettiği zekâtı hiç kimse toplamaz. Hatta ona bir sınırda koyamaz, çünkü Allah böyle bir sınır asla koymamıştır. Elbette tek elden toplanıp dağıtılabilirde, bunda bir yasakta yoktur. Yalnız zekâtın ne kadar verileceği konusunda bir miktar belirlenmemiştir. Allah özellikle bunu yapmayıp bizlere bırakarak, bu yolla bizleri imtihan etmektedir. Hele hele zekâtın yılda bir kez verilmesi emri, asla Kur’an ın emri değildir. Allah yılda bir kez fakiri, yoksulu düşünmemizi sizce ister mi?

Allah zekâtı bolca fakirlere vermemiz için, teşviklerde bulunur Kur’an da. Hatta zekât vermeyi kendisine borç verme olarak gösterip, yok mu bana bir borç verecek diyerek, zekâtın bolca verilmesini teşvik eder.

Yakınlarımıza, imkânı olmayana yardım edilmesini, başak örneğiyle bizlere anlatarak, kat kat fazlasıyla karşılık bulacağımızı anlatır bizlere. Hiçbir zaman zekâtın, yılda bir kez verileceğinden bahsetmez. Kazancımızın kırkta birini verin diye, bir sınırda koymamıştır. Allah ın böyle bir hükmü de zaten yoktur.

Fakirin yılda bir hatırlanması, Rabbimizin adaletine de sığmaz. Çünkü Allah zekâtı, infak etmeyi, ihtiyacımızdan arta kalandan, her an dağıtmamızı emreder bizlerden. Yılda bir kez verilen, hadislerde geçen ve adına zekât denilen, olsa olsa ancak, devlete verilen vergiden başka bir şey değildir.

Bakın Allah zekât, infak etme konusunda, Bakara 219. ayetinde nasıl bir açıklama yapıyor. Üç farklı mealden veriyorum ki, Allah ın zekât yani infak konusunda bizlere ne emrediyor, daha iyi anlaşılsın.

([Allah yolunda] neyi harcayacaklarını sana sorarlar. De ki: “O’nun için ayırabileceğiniz her şeyi.” Böylece Allah mesajlarını size açıklıyor ki tefekkür edebilesiniz.)

(Yine sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. "İhtiyaçtan fazlasını" de. Allah size ayetleri böyle açıklar ki düşünesiniz.)

( Ve sana neyi infak edeceklerini de soruyorlar. De ki: "Helal kazancınızın size ve bakmakla yükümlü olduklarınıza yeterli olanından artanını verin." Allah, ayetleri size işte böyle açıklar ki, derin derin düşünebilesiniz.)

Ayetten de çok açık anlaşılacağı gibi, Allah infak yani olmayana zekât vermenin, miktarını bizlere bırakmış ve her zaman, imkânımızın nispetince bunu yapmamızı emretmiştir. Dikkat ediniz yılda bir, ya da kırkta bir gibi düşünceler, asla Kur’an ın önerileri değildir. Anladığımız kadarıyla o günkü toplumlar, devlete kazandıklarından verdikleri yılda bir vergiye de, zekât ismini vermişler.

Konuyu özetlemek gerekirse, zekât verilecek malın cinsi önemli değildir. Allah böyle bir liste verip, şu ya da bu malın zekâtını verin şeklinde değil, tüm helal kazancımızın toplamından, ihtiyacımızdan arta kalanını, gerekli ihtiyacı olan yere, gerekli olduğu anda vermemizi önermiştir. Böylece malımızın, paramızın daha çok bereketleneceğini müjdelemiştir.

Tekrar hatırlatmakta yarar görüyorum. Sizce Allah, bugün bizlere öğretildiği gibi, yılda bir kez, kazancımızdan zekât vermemizi bizlerden ister mi? Yılda bir fakiri, yoksulu doyurmayı, onların ihtiyacını karşılamamızı istediğini nasıl düşünür de, bu adaleti Rabbimize layık görürüz? Yorumunu sizlere bırakıyorum.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

255
İnsanoğlu tarih boyunca, Allah ın indirdiği kitaplar ile yetinmeyip, adeta kendilerince bir din yaratıp, Allah ın halis, katıksız, saf inancını, nefislerinin etkisi, şeytanın ve şeytanlaşmış beşerin vesvesesiyle, her zaman saptırmışlardır. İnsanın yapısı gereği tartışmaya meyilli oluşu, imtihanda olduklarının unutulması, daima üzücü sonlar hazırlamıştır kendilerine.

Günümüz İslam anlayışını, şöyle bir hatırlayalım. Bizler Müslüman olmayan diğer kitap ehli tüm insanların, hiç ayrım yapmadan cennete giremeyeceğini, hepsinin cehennem ehli olduğunu söyleriz. Peki, bu hükme, kanıya nereden varırız? Kur’an dan dersek bu mümkün değil. Çünkü Rabbimiz böyle bir hüküm vermediği gibi, çok daha farklı açıklamalar yapar. Daha açıkçası Allah, nasıl bir kul olmamızın çok özel şartlarını koyar Kur’an da.

Bizlerde ne yazık ki Kur’an ile yetinmediğimiz için, Müslüman olmayan herkese, geçmişte yapılan yanlışın aynısını yapıyor ve Rabbin hükmünde ve yetkisinde olan bir değeri, mükâfatı ya da cezayı bizler verip, bizden değilsen cehennemliksin yaftasını yapıştırıyoruz. Sanki Müslüman olup ta, cehenneme gidecek yokmuş gibi, kendi kendimizi temize çıkarıp, asla cehennem azabı görmeyeceğimizi de, söyleme cesaretini gösteriyoruz.

Gelin isterseniz Kur’a na bakalım, acaba günümüzde söylenen, diğer kitap ehli olup ta, Müslüman olmayanlar, gerçekten hiç sorgusuz ve sualsiz ayrım yapılmadan, hepsi cehenneme mi gidecek diyor Allah? Bu konuda yorum yapmak yerine, bizleri yaratan Allah ın sözlerini anlamaya çalışmak, sizce de en akıllıca olanı değil mi?

Bakara 62: Şüphesiz iman edenler; yani Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve Sâbiîlerden Allah’a ve ahi ret gününe hakkıyla inanıp sâlih amel işleyenler için, Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur. Onlar üzüntü çekmeyeceklerdir.

Maide 69: Şu bir gerçek ki, iman edenler, Yahudiler, Sâbiîler ve Hıristiyanlardan Allah’a ve âhi ret gününe inanıp hayra ve barışa yönelik iş yapanlar için korku yoktur. Tasalanmayacaklardır onlar.

Hac 17: İman edenler, Yahudiler, Sâbiîler, Hıristiyanlar, Mecusîler ve şirke sapanlar arasında Allah, kıyamet günü ayrım yapacaktır. Allah, her şey üzerine Şahit’tir, tanıktır.

Yukarıdaki ayetlerde üç önemli nokta dikkat çekiyor. Yüce Rabbimiz iman adına çok önem verdiği, bizlerden istediği, gerçekten dikkatle üzerinde düşünmemiz gereken üç önemli nokta.

1. Allah ın birliğine iman etmek.

2. Ahi ret gününe inanmak ve iman etmek.

3. İyi ameller işleyip, hayra ve barışa yönelik işler yapmak.

Gerçektende günümüzde çok fazla bahsedilmeyen, ama Rabbin olmazsa olmazı, kulunda aradığı üç önemli özelliği bunlar. Yukarıdaki ayetlere dikkatle baktığımızda, Allah ın kulunda istediği birinci öncelikli özellikler, bunlar olduğunu anlıyoruz.

Peki, bizlere günümüzde böylemi anlatılıyor? Hiç sanmıyorum, bizlere iyi bir Müslüman olmak için, öne sürdükleri öncelikleri söylemeye dilim varmıyor. Hatırlayınız Allah Dünyada barışı ve hayrı, yardımlaşmayı ön plana çıkaran bir inancın, istediği dinin ilk şartları olarak sayarken, bizler savaştan, din adına öldürmekten, kendi aramızda bölünmüşlükten bahsederek, nasıl Rabbin sevgili kulu oluruz da, cennetine layık oluruz?

Allah Kur’an da, sizlere gönderdiğim din, İbrahim peygamberden bu yana gönderdiğim dinin aynısıdır der bizlere. Fakat bizler günümüzde tıpkı geçmişte Yahudilerin, Hıristiyanların yaptığı gibi, nefislerimizin esiri olmaktan kurtulamamışız. Alla hın has dininden uzaklaşıp, nefsimizin esiri olmuşuz. Kitap ehli mensubu her toplum, aynı yanlışı yaptıkları içinde, birbirlerini suçlamaktan öte gidememiş ve Allah ın en son gönderdiği rehberi, Kur’an ın çevresinde de buluşamamışlardır.

Bugün bizler, bizden önceki ehli kitap toplumu için söylediklerimizi, bizim söylediklerimizden hiç farksız, onlar karşısındaki, kendisinden olmayan toplumlara söylüyorlardı. Bakın O devirde Yahudiler ve Hıristiyanlar neler söylüyormuş ve Allah da onlara nasıl cevap veriyor?

Maide 18: Yahudiler ve Hıristiyanlar dediler ki, biz Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz. De ki: "O halde niçin size günahlarınız yüzünden azap ediyor?" Hayır, siz de O’nun yarattıklarından birer insansınız. Dilediğini affeder O, dilediğine azap eder. Hem göklerin, hem yerin hem de bunlar arasındakilerin mülk ve yönetimi Allah’ındır. Dönüş de O’nadır.

Bakara 111 Dediler ki: ’Yahudi veya Hıristiyan olmayan hiç kimse kesin olarak cennete giremez.’ Bu, onların kendi kuruntularıdır. De ki: ’Eğer doğru sözlüyseniz, kesin kanıtınızı getirin.

112: İş onların sandığı gibi değil! Kim güzel davranışlar sergileyerek yüzünü Allah’a teslim ederse, Rabbi katında ödülü vardır onun. Korku yoktur böyleleri için; tasalanmayacaklardır onlar.

113: Hepsi de kitabı (Tevrat ve İncil’i) okumakta oldukları halde Yahudiler: Hıristiyanlar doğru yolda değillerdir, dediler. Hıristiyanlar da: Yahudiler doğru yolda değillerdir, dediler. Kitabı bilmeyenler de birbirleri hakkında tıpkı onların söylediklerini söylediler. Allah, ihtilâfa düştükleri hususlarda kıyamet günü onlar hakkında hükmünü verecektir.

Şimdi de yukarıdaki ayetleri düşünelim. Dikkat ederseniz bizim bugün onlar için söylediklerimizi, Yahudi ve Hıristiyanlar hem bize, hem de birbirlerine söylemişler. Yahudi ve Hıristiyan olmayanın cennete giremeyeceğini söylediklerinde, Rabbin onlara cevabı gerçekten dikkat çekici.

( Bu, onların kendi kuruntularıdır. De ki: ’Eğer doğru sözlüyseniz, kesin kanıtınızı getirin.)

(İş onların sandığı gibi değil! Kim güzel davranışlar sergileyerek yüzünü Allah’a teslim ederse, Rabbi katında ödülü vardır onun. Korku yoktur böyleleri için; tasalanmayacaklardır onlar.)

Aynı soruyu gerçekten bizler, kendimize sormalıyız diye düşünüyorum. Müslüman olmayanlar cennete asla giremez diyenlere, sanırım Rabbimiz aynı cevabı verecektir. Rahmanın katındaki büyük ödülün kararını, şartlarını bizler koyarak, Allah ın işine karıştığımızın, farkına varmamız gerekmez mi sizce?

112. ayette bahsettiğimiz, Allah ın önem verdiği güzel davranışlarla, hayırda ve barışta yarışarak, yüzünü Allah a teslim edenlerin, Rabbin katında ödülleneceğini ve bunların tasalanmamasını söylüyor bizlere. Bizler tüm bu apaçık Allah ın ayetlerini görmemize rağmen, ne yazık ki beşerin sözlerine inanarak, bakın daha önce düşülen hatanın tıpa tıp aynısını, nasıl tekrar ediyoruz ve hala bunun farkında bile değiliz.

(Hepsi de kitabı (Tevrat ve İncil’i) okumakta oldukları halde Yahudiler: Hıristiyanlar doğru yolda değillerdir, dediler.

Hıristiyanlar da: Yahudiler doğru yolda değillerdir, dediler. Kitabı bilmeyenler de birbirleri hakkında tıpkı onların söylediklerini söylediler.)

Yukarıdaki sözleri birbirine söyleyen Yahudiler ve Hıristiyanlar, karşısındaki inancı suçlayarak, her ikisi de birbirlerinin doğru yolda olmadıklarını söylüyorlar ve kendilerini temize çıkarıyorlar. Hâlbuki ellerindeki kitapları okusaydılar, Rabbin apaçık söylediklerini göreceklerinden bahsediyor.

Demek ki bugün Kur’an da yazılanlar, o günde benzerleri ellerindeki kitapta yazılı olduğu halde, görmezden geliniyormuş, tıpkı bugün bizlerin yaptığı gibi. İşte aklını kullanmayan, Kur’an ı rehber almak yerine, beşerin kitaplarını, rivayetlerini rehber alıp, nefsinin esiri olmak bu olsa gerek. Allah affetsin.

Kitabı bilmeyen, ondan habersiz olanlarda, onların söyledikleri gibi konuşuyorlar, sözlerine lütfen dikkat edelim. Allah kitabı okuyan ve ondan haberdar olup hurafelere inananlar ile hiç bilgisi olmayan, habersiz ya da dinden uzak insanlar gibi boşa konuştuklarını söylüyor. Bu sözleri günümüzle karşılaştırmak, çok doğru olacaktır. Allah ayetin sonunda tıpkı cahil insanlar gibi konuşan, hurafelere iman edenler hakkında bakın ne diyordu?

(Allah, ihtilâfa düştükleri hususlarda kıyamet günü onlar hakkında hükmünü verecektir.)

İşte bizlerde bugün aynı hatanın içinde, Rabbin kelamından habersiz, okumuş cahillere benzer durumdayız. Birbirimizi itham etmekte, sanki cennetin ve cehennemin biletini kesmekle görevli vezne görevlisiymiş edasında, kendimizi temize çıkararak, konuşmaya devam ediyoruz.

Yüce Rabbimiz, bakın biz tüm Ehl-i Kitap toplumuna, nasıl bir mesaj vererek, nasıl bir yöntem izlememizi öneriyor. Yazacağım ayetleri lütfen çok iyi düşünelim.

Bakara 135: "Yahudi yahut Hıristiyan olun ki doğruya kılavuzlanasınız." dediler. De ki: "Hayır, öyle değil. Şirk ve yozlaşmadan uzak bir biçimde, İbrahim milletinden olalım. O, şirke bulaşanlardan değildi.

Ankebut 46: İçlerinde zulmedenleri hariç olmak üzere, Kitap Ehliyle en güzel olan bir tarzın dışında mücadele etmeyin. Ve deyin ki: ’Bize ve size indirilene iman ettik; bizim ilahımız da, sizin ilahınız da birdir ve biz O’na teslim olmuşuz.

Bakara 135. ayette, Yahudi ve Hıristiyanların çağrısına, Allah bakın nasıl hükmünü veriyor? Benim isteğim, şirk batağına batmadan, hurafelerden uzak, İbrahim in dinine tabi olun, çünkü o şirke bulaşan, hurafelere sapan birisi değildi diyor. Acaba bizler şirk batağına batmadan, imanımızı Allah ın istediği gibi yaşayan kullarından olabildik mi?

Ankebut 46. ayet de ise, Allah ın önerisini çok doğru anlamalı ve kendi kendimizi temize çıkarmadan, doğru bir yolla mücadele etmeliyiz. Bu yolunda tarifini yapıyor Yaradan. Birbirinize dini, İslam ı ve Rabbin yolunu anlatırken en güzel yöntemle mücadele ediniz diyor. Bakın Allah bizlere, karşımızdaki ehlikitaba nasıl yaklaşacağımızın yöntemini çok net ve apaçık nasıl söylüyor?

(Bize ve size indirilene iman ettik; bizim ilahımız da, sizin ilahınız da birdir ve biz O’na teslim olmuşuz.)

Bu ayetleri ve günümüzde yaşanan olumsuzlukları düşünün lütfen. Sanırım Allah ın önerdiği yoldan bizler, çok uzak olduğumuz, ne kadar açık anlaşılıyor.

İslam ı ve Kur’anı tüm âleme tanıtmak ve anlatmak istiyorsak, önce Kur’an ın emrettiklerini bizler doğru öğrenip, uygulamalıyız ki, örnek olalım. İslam ı anlatacağımız, tebliğ edeceğimiz insanlar ile aramıza duvarlar örmeden, onlara yaklaşmalıyız. Böyle yaparsak ancak onları, Kur’an ile buluşturabiliriz.

Allah Kur’an da bizlere çok önemli bir işaret verir. Dininizi ve inancınızı yaşarken, asla kendinizi temize çıkarıp, karşınızdaki insanları suçlamayınız der bizlere. Çünkü kimin gerçek iman ettiğini, yalnız ben bilirim der.

Yukarıda ki ayetler üzerinde lütfen dikkatlice düşünelim ve şunu sakın unutmayalım. Ben Müslüman oldum demekle, Allah ın istediği kul asla olamayacağımızı ve bunu söylemekle cennete gideceğimizi lütfen söylemeyelim. Allah ın sevgili kulu olmak, çabayla, özveriyle, hakka batıl karıştırmamakla olur, bunu da unutmayalım.

Bizlere düşen kendimizi temize çıkarmak yerine, nasıl tertemiz insan olunur, onun yolunu öğrenelim. İyi ameller işleyip, hayırda ve barışta yarışalım. Allah ın halis ve katıksız dinini yaşayarak çevremize örnek olup, gerçek İslam ın yaşam örneğini, diğer ehli kitap mensuplarına gösterelim ki, onlar da Kur’an ı merak etsinler, etkilensinler ve Kur’an a tabi olsunlar.

İslam dini üzerinde oynanan oyunları ancak, gerçek Kur’an ehli olan Müslümanlar bozabilir. Bizlere düşen, kanmadan- kandırmadan, korkmadan -korkutmadan Rabbin rehberini anlatmaya çalışmak olmalıdır. Bunu yapabilmek için, önce bizler İslam ı doğru anlamalıyız ki, doğru anlatabilelim.

Allah Kur’an da bizlere, İbrahim peygamberden bu yana gönderdiğim dinlerin özünde bir olduğunu söyler. En inkişaf etmiş, en gelişmiş ve bundan sonra başka peygamber ve kitap gönderilmeyeceği için korunmuş kitabın da, Kur’an olduğunu bildirir bizlere.

Allah gönderdiği kitapları, kullarının doğruya, güzele ulaşması, mutlu olması adına göndermiştir. Hz. İbrahim den Hz. İsa ya kadar gelen kitaplar, geçmiş toplumlarının, çağın gerektirdiği ölçüde gerçek rehberleri olmuş, yoldan sapmış nesli doğruya iletmek adına gönderilmiştir. Allah ın gönderdiği kitaplar arasında bazı değişiklikler olmuş, toplum yaşadıkları devrin-zamanın koşullarında, doğruya yönlendirilmiştir.

Neden tüm insanlık Kur’an ı rehber almalıdır? Çünkü Kur’an Allah ın gönderdiği, en son ve en gelişmiş ilimle donatılmış bir rehberdir. Geçmişte gelen kitaplarda, kendi çağının elbette en gelişmiş rehberleri idi.

Şöyle düşünelim. Bir konuda yüz, yüz elli yıl önce yazılmış bir beşeri ilmi kitap, nasıl kendi çağın ilmiyle, bilgi ve gerçekleri ile yazılıp, okunup toplumun anlayacağı şekilde yazılıp istifade edildiyse, yüz yıl sonra aynı konuda yazılan bir beşeri kitabında, kendi çağının gerçekleri, ilmi verileri ışığında yazılacağı ve o günün toplumuna gerektiği ölçüde fayda sağlayacağı açıktır.

Hiç kimse geçmişte yazılan ilmi bir kitabı almaz, en yenisini en inkişaf etmiş, günümüz şartlarında hazırlanmış, yazılmış olanı alır. Çünkü en yararlı ve faydalı bilgi, en gelişmiş ilmin yazıldığı bu kitaptadır da ondan.

Kur’an Allah ın bizlere sunduğu, ilmin ışığında günümüz şartlarına göre, en son gönderdiği rehberi olduğuna göre, bizler Müslüman olmayan Ehl-i kitaba, bu gerçeği doğru anlatabilmek için, önce bizler doğru anlamalıyız. Hakka batıl karıştırmadan, bizler eğer doğru anlayamadıysak, aramızda bölünüp parçalandıysak, Allah ın nurundan bizler gereği gibi istifade edemiyorsak, nasıl olurda başkalarına Allah ın gerçeklerini anlatabiliriz.

Yabancı TV kanallarını şöyle bir dolaşın. Birçok Hıristiyan inancını anlatan kanallar görürsünüz. Hem Türkçe, hem de Arapça. Peki, nerede bizim Diyanetimiz? Neden hem Türkçe, hem de diğer dillerden, İslam ı anlatmıyor?

Anlatamaz, böyle bir yayında yapamaz. Çünkü bizler kendi içimizde daha, Kur’an ı doğru anlayıp, doğru yaşayamıyoruz ki. Hıristiyanlık propagandası yapan, kanallarını seyredenler bilir. Bizlerin Kur’an a uymayan rivayet hadislere inancımızı, çok iyi kullanıyorlar. Ne diyorlar biliyor musunuz? Kur’an da çelişki vardır. İşte bu düşünceyi yaratan bizlerin inandığı yanlış hurafe, rivayet inançlarımız. Çünkü Allah Kur’an da açıkça bir hüküm veriyor, ama inandığımız rivayet hadisler, Kur’an ın tam tersini söylüyor. Bizler kendi içimizde, bu gerçeği önce görmeliyiz.

İslam toplumunda, aynı peygambere, aynı kitaba iman eden, farklı mezheplerin bile, birbirine tahammülü yoksa kendi içinde, nasıl olurda diğer Ehl-i kitabı, Kur’an a davet ederiz. Yaşadığımız bölünmüşlüğümüzle, düşmanlıklarımızla mı örnek olacağız diğer toplumlara.

İçinde yaşadığımız zaman, gerçeklerin, hakkın üstünün örtülmüş, gizlenmiş ve batılın güçlü olduğu bir devirdir. Daha açıkçası Peygamberimizin mahşer günü söyleyeceği, benim ümmetim Kur’an ı devre dışı bıraktılar, sözünün gerçekleştiği bir çağda yaşıyoruz.

Tüm insanlık âlemi, Allah ın imtihanından geçiyor, önce bu gerçeği unutmayalım. Daha sonrada unutmamamız gereken, imtihanımızda yaşadığımız gerçeklerin ne kadarının, Allah ın istekleri doğrultusunda olduğu gerçeğidir. Kim Allah ın çizgisine en yakın, imtihanını yaşıyorsa, kurtuluşa erecekte onlar olacaktır.

Allah ın bizlere müjdelediği cennetinde, en üst makamda olmak, burada sonsuzluğunu yaşamak isteyen, zamanın ve çağımızın ilmi, rehberi Kur’an dan nasibini bolca almalıdır.

Bu bir yarıştır, yarışında kuralını Rabbimiz koymuştur. Bizler kendi nefsimizin etkisinde, kendimizce kurallar koymaya çalışmayalım. Son noktayı koyacak, hakkımızdaki kesin kararı verecek, bizleri değerlendirecek, bizleri yaratan Yüce Rabbimizdir, bunu da unutmayalım.

Gelin dostlar, Kur’an ın çevresinde toplanalım. Üzgünüm ama gemi yara almış su alıyor, yarada çokkkk ama çok derin. Tamir edilecek gibi de görülmüyor. Gelin can yeleklerimizi hazırlayalım.

Kurtuluşa erenlerden olmak istiyorsak eğer, Bakara suresi 5. ayetinde Allah ın söylediği gibi, Rabbimizden gelen hidayet, yani Kur’an üzerinde olalım.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

256
Bizler İslam ı yaşamaya çalışırken, birbirine tamamen ters düşen söylemlerle karşılaşıyoruz. Bu durum karşısında tedirgin oluyor ve korkuyoruz. Acaba hangi bilgi doğru düşüncesi, sorusu hâsıl oluyor bizlerde.


Bu durumda ne yapmalıyız? İşte bu soruya doğru cevap bulabildiğimiz ölçüde, Rabbin istediği yol üzerinde oluruz. Rabbim cümlemizi, yanlış yoldan gitmekten korusun.


Allah bizlerin orta yolu izleyen, bir ümmet olmamızı ister Kur’an da. Peki, bu orta yolu izlemek ne anlama gelir? Aşırılardan uzak, Allah ın hükümlerine riayet eden ve sınırları aşmayan, Kur’an ın ipine sarılarak iman etmek olduğunu, yine Kur’an kendi içinde verir bu sorunun cevabını.


Nisa suresi 87. ayetinde Allah, bakın nasıl dikkatimizi çeker.

(Söz bakımından Allah'tan daha doğru kim vardır!)


Yine Kefh 26. ayetinde;


(Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz.)


Enam 57. ayetinde de;


(Hüküm ancak Allah'ındır. O hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır.)


Enam 19. ayetinde;


(Bu Kuran bana vahyolundu ki, onunla sizi ve ulaştığı herkesi uyarayım.)


Diyerek bizlerin izleyeceği yolu aydınlatmış ve bakın aşağıdaki ayetlerle de, nasıl noktayı koymuştur.


Enbiya 10; And olsun, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?


Zühruf 44:  Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız.


Bu ayetleri gördükten ve tebliğ alıp, iman ettikten sonra, sizce Kur’an ın dışından da, Allah ın vermediği hükümleri, peygamberimizin verebileceğine ve bizlerinde bunlardan sorumlu olacağımıza inanmamız, doğru olur mu? Böyle ucu açık, sonu belli olmayan bir imana, Rabbimiz bizleri yönlendirir mi?


Bir başka deyişle, peygamberimiz aşağıdaki sözleri söylemiş olabilir mi?


55 - Mikdâm İbnu Ma'dîkerib (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Haberiniz olsun, rahat koltuğunda otururken kendisine benim bir hadisim ulaştığı zaman kişinin: "Bizimle sizin aranızda Allah'ın kitabı vardır. Onda nelere helâl denmişse onları helâl biliriz. Nelere de haram denmişse onları haram addederiz" diyeceği zaman yakındır. Bilin ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın haram kıldıkları da tıpkı Allah'ın haram ettikleri gibidir"

Ebu Dâvud, Sünne, 6, (4604); Tirmizî, İlm 60, (2666); İbnu Mace, Mukaddime 2, (12).


Bu sözleri Kur’an ile karşılaştırdığınızda, peygamberimizin bu anlama gelebilecek bir söz söylemiş olabileceğini gösteriyor mu? Yani peygamberimiz, dine tıpkı Kur’an hükmünde, helal ve haram koyabilme yetkisi var mı? Lütfen bu sözleri Kur’an ın tüm ayetleri ile birlikte düşününüz. Kelimeleri cımbızlayıp, bunlara istediğimiz manaları yüklemek, bizleri büyük yanlışlara götürecektir.


Kendimize şu soruyu sormamız, sanırım yeterli olacaktır. Allah sizlerin, bütün şan ve şerefiniz Kur’an dadır dedikten sonra, ileride sizleri Kur’an dan sorumlu tutacağım diye hüküm verdiyse, acaba Kur’an ın hiç bahsetmediği bir konudan, bizleri hesap günü sorumlu tutar mı?


Bazı din kardeşlerimiz, rivayet hadisleri örnek verip, peygamberimizin tıpkı Yaradan ın hüküm koyduğu gibi hükümler, yani helal ve haramlar koyduğuna dair birçok rivayet hadis örnekleri gösterirler. Bende yine bu rivayet hadislerin içinden, peygamberimizin bu düşüncenin tamamen tersi sözlerinden örnekler vermek istiyorum. Hangilerin doğru olduğuna, elde Kur’an herkes kendisi karar verecektir.


(Benden Kur'an dışında bir şey yazmayın. Kim, benden Kur'an dışında bir şey yazmışsa, onu imha etsin. Muslim-Zuhd/72(3004) /4137 Ebu Davud-İlm/3(3647) /4136 Musned-c.3/12,21,39 Darimi-Mukaddime/42


Allah’ın kitabında helal kıldığı helal, haram kıldığı haramdır. Hakkında sustuğu ise serbesttir. Allah’ın serbest bıraktıklarını kabul edin ve bilin ki Allah hiçbir şeyi unutucu değildir.

Ebu Davud K. Etime 39/Tırmizi K. Libas 6 İbni Mace K. Etime 60/ El-Müracaat sayfa 20


Ey insanlar ateş tutuşturuldu ve karanlık gecenin parçaları gibi fitneler yakınlaştı. Allah’a yemin ederim ki aleyhimde tutunacak bir şeyiniz yoktur; Kuran’ın helal kıldıkları dışında bir şeyi helal kılmadım. Kuran’ın haram kıldıkları dışındakileri de haram kılmadım.

İbni Hişam Siret 4 sayfa 332


Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Ömer'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah minbere çıkarak: "Yazdığınızı duyduğum kitaplar nedir? Allah'ın Kitabı'ndan başka bir kitap mı istiyorsunuz? Kitab'ının terk edilişi sebebiyle Allah'ın bir gece ansızın ezberinizdeki ve yazılı olan âyetlerini yok etmesi yakındır..." buyurdu. )


Yukarıdaki rivayetlere baktığımızda, peygamberimizin Kur’an dışında sorumlu olduğumuz, dine ilave hiçbir hüküm vermediğini görüyoruz. Eğer hadis külliyatını geniş bir şekilde okuduysanız, peygamberimizin o devrin devlet başkanı olarak, beşeri konularda ve devletin, toplumun yürütülmesi adına verdiği bazı hükümleri vardır. Bunları lütfen inceleyiniz. Birçoğu dönemin toplumunun, kendi şartlarında halkı yönetmekle ilgilidir.


Sizlere desem ki, peygamberimizin vasiyeti-mirası neydi? Bu konuda ne söyleyebilirsiniz? Bakın peygamberimizin vasiyeti-mirası neymiş, o gün peygamberimizin en yakınlarının tespiti ne kadar doğru. Siz bu hadislerin topluma nakledildiğini hiç duydunuz mu? Duymazsınız, çünkü bugün o vasiyet-miras, birilerinin işine gelmediği için unutturuldu, başka şeylerle karıştırıldı.


5370 - İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm muhtazar (ölmeye yakın) iken evde bir kısım erkekler vardı. Bunlardan biri de Ömer İbnu'l-Hattâb radıyallahu anh idi. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm:

"Gelin, size bir şey (vasiyet) yazayım da bundan sonra dalâlete düşmeyin!" buyurdular. Hz. Ömer:


"Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'a ızdırap galebe çalmış olmalı. Yanınızda Kur'ân var, Allah'ın kitabı sizlere yeterlidir" dedi. Oradakiler aralarında ihtilâfa düştü. Kimisi: "Yaklaşın, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm size vasiyet yazsın!" diyor, kimi de, Hz. Ömer radıyallahu anh'ın sözünü tekrar ediyordu.


Gürültü ve ihtilâf artınca, Aleyhissalâtu vesselâm:

"Yanımdan kalkın, yanımda münakaşa câiz değildir!" buyurdu. Bunun üzerine İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ: "En büyük musibet, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'la onun vasiyeti arasına girip engel olmaktır!" diyerek çıktı."

Buhari, Megâzî 83, İlm 39, Cihâd 176, Cizye 6, İ'tisâm 26; Müslim, Vasiyye 22, (1637).


64 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'den rivayet edildiğine göre bir gün kendisi çarşıya uğrar ve: "Mescidde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın mirası taksim edilirken ben sizleri burada görüyorum (Bu ne biçim iş, siz de koşun) buyurur. Herkes mescide koşuşur, bir şey göremeyince: "Taksim edilen bir şey göremedik, sâdece bazıları Kur'ân okuyordu" derler. O cevabı yapıştırır. "İyi ya, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın mirası zaten bu değil mi?"

Heysemî, Mecma'u'z-Zevâid'de, Taberânî'nin el-Mu'ce'mu'l-Evsat'ından nakleder (1, 123, 124).


5763 - Talha İbnu Musarrıf anlatıyor: "İbnu Ebî Evfâ radıyallahu anh: "Resûlullah vasiyette bulundu mu?" diye sordum.

"Hayır dedi. Ben tekrar:

"Öyleyse, kendi vasiyette bulunmaksızın halka nasıl vasiyeti farz kılar veya emreder" dedim.

"Kitabullah'ı vasiyet etti " diye cevap verdi."

Buhârî, Vesâya 1, Megâzî 83, Fezâilu'l-Kur'ân 18; Müslim, Vasiyet 16, (1634); Tirmizî, Vesâya 4, (2120); Nesâî, 2 (6, 240).


Gerçekten peygamberimizin vasiyetini, mirasını daha peygamberimiz sağken anlamak bile istemeyenler çıkmıştır. Allah ın kitabı sizlere yeterlidir, Resûlullah ın mirası Kur’an dır diyen, en yakınlarının bu tespitini, bugün görmezden gelenlere hatırlatılır.


Daha o günlerde bile fitne toplumu sardıysa, bugün o bölünmenin ne durumda olduğunu düşünmek bile istemiyorum. Hz. Ömer in bu gerçeği göremeyenlere, peygamberimizden daha farklı şeyler bekleyenlere verdiği cevap, dikkat çekici ve düşündürücüdür.

Yine rivayet edildiğine göre, peygamberimiz bizlerin neyle iman etmemizi istiyor.


422 - Sehl İbnu Muâz el-Cuhenî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim Kur'ân'ı okur ve onunla amel ederse, kıyamet günü babasına bir taç giydirilir. Bu tacın ışığı, güneş dünyadaki herhangi bir evde bulunduğu takdirde onun vereceği ışıktan daha güzeldir. Öyleyse, Kur'ân'la bizzat amel edenin ışığı nasıl olacak, düşünebiliyor musunuz?"

Ebu Dâvud, Salât, 349, 1453.H.


Dikkat ederseniz peygamberimiz, amel edeceğimiz kaynak olarak yalnız Kur’an dan bahsediyor. Zaten Kur’an da bunu emrediyor. Bunu söyleyen Allah elçisi, Kur’an dışından da ben, bir o kadar hükümler, helal, haramlar koydum diyor mu?


Peygamberimizin döneminde, onun en yakınlarının, hadis naklinden çok çekindiklerini anlıyoruz. Gerçekten sözler, dilden dile dolaşırken, inanılmaz değişime uğruyor. Bu örneğe kendi hayatımızda da şahit oluruz. Bakın bu konuda, yine bizlere ulaşan rivayetlerden örnekler vermek istiyorum. Kur’an a uyan, onun süzgecinden geçen her bilgiden yararlanmak, akıllı bir Müslüman’ın görevidir.


(5956 - Amr İbnu Meymûn anlatıyor: "Ben, İbnu Mes'ud radıyallahu anh ile perşembe akşamları karşılaşmayı hiç aksatmazdım. Bu gelişlerimde, onun herhangi bir şey hususunda: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki" dediğini hiç işitmedim. İşte bu akşamlardan birinde, "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki" diyerek (söze başladı, fakat arkasını getirmeyip) başını öne eğdi. (Biraz bekledikten sonra) kendisine baktım. Gömleğinin ilikleri çözülmüş, gözlerinden yaşlar boşanmış, avurtları şişmiş vaziyette ayakta duruyordu.


(Bir müddet bu vaziyette, kaldıktan sonra) sözünü şöyle tamamladı:

"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm öyle veya onun berisinde veya yukarısında veya ona yakın veya ona benzer bir şey söylemişti.")


5177 - İbnu'z-Zübeyr radıyallahu anhüma anlatıyor: "Babama dedim ki: "Ben niye senin Resülullah'tan hadis rivayetini işitmiyorum. Halbuki falan ve falandan çokça işitiyorum?" Bana şu cevabı verdi:


"Evet ben, Müslüman olduğum günden beri Aleyhissalâtu vesselâm'ı hiç terk etmedim. Hep beraber olduk. Ancak O'nun şöyle söylediğini de işittim:

"Kim bile bile bana yalan nisbet ederse, ateşteki yerini hazırlasın."

Buhâri, İlm 38; Ebü Dâvud, İlm 4, (3651).


Bu rivayetler gerçekten, çok düşündürücü ve bir o kadar da anlamlı. Peygamberimizin söylediği bir şeyi, topluma nakletmek istiyor, ama ya yanlış bir şekilde aktarırsam diye korkuyor ve bu korku onun gözlerinden yaş gelmesine bile neden oluyor. Gerçekten bir başkasının sözlerini, bire bir nakletmek çok zordur, hatta imkânsızdır. Bu örneklerden kıssadan hisse alamıyorsak eğer bugün bizler, sanırım bir yerlerde büyük hata yapıyoruz demektir.


Değerli din kardeşlerim, ya bugün bizler neler yapıyoruz? Emin olmadığımız ve Kur’an dan asla onay almayan, Kur’an da bahsedilmeyen onca sözleri, peygamberimiz söylemiştir diye, hiç çekinmeden söylemiyor muyuz? Nereden nereye.

Peygamberimizin ve sahabelerinin hadislerinden yararlanmak istiyorsak, bu gerçekleri asla göz ardı etmemeliyiz. İşimize gelen hadisleri değil, Kur’an ın onay verdiği hadisleri alıp, yararlanmalıyız.

Sizlere hatırlatacağım hadis, üzerinde düşünene çok şeyler anlatıyor.


(5179 - Mücâhid merhum anlatıyor: "Büşeyr el-Aşevi, Hz. İbnu Abbâs

radıyallahu anhümâ'ya gelip:

"Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki..." diyerek bir şeyler anlatmaya kalktı. Ancak İbnu Abbâs onu konuşmaya bırakmadı ve kendisine iltifat etmedi. Büşeyr:

"Sözlerimi niye dinlemiyorsunuz? Ben size Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'dan anlatıyorum, hiç tınmıyorsunuz, niçin?" diye sordu. İbnu Abbâs ona şu cevabı verdi:


"Biz vaktiyle, bir kimsenin "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki" dediğini işitince, gözlerimizi ona çevirip kulaklarımızı da dinlemek üzere uzatıyorduk. Ne zaman ki, insanlar hadis rivayetinde laubalileştiler, biz de onlardan ancak bildiklerimizi almaya başladık.")

Müslim, Mukaddime 7, (7).


Bu sözlerde, çok büyük dersler var. Ne dersiniz, bugün bu gerçek inanılmaz boyutlarda değil mi? Ama farkında olanımız, o kadar az ki. Şimdi sizlere hatırlatacağım rivayet hadiste, bakın peygamberimiz bugün, içinde bulunduğumuz gerçeği ne güzel anlatıyor.


(7184 - Ziyâd İbnu Lebîd radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm bir şey anlatarak: "İşte bu şey, ilmin gitme anlarında olur" buyurdu. Ben: "Ey Allah'ın Resûlü! Bizler Kur'ân'ı okur olduğumuz, evladlarımıza da okuttuğumuz, evlatlarımız da kendi evlatlarına okutur olacakları halde ilim nasıl gider (kaybolur)?" dedim. Aleyhissalatu vesselâm:


"Anasız kalasıca Ziyâd! Ben seni, Medine'nin en fakihlerinden biri bilirdim. Şu, (gözümüzün önündeki) Yahudi ve Hıristiyanlar kitapları olan Tevrat ve İncil'i okudukları halde onların içinde bulunanlarla amel ediyorlar mı? (Demek ki keramet okumada değil, okunanı hayata geçirmekte, yaşamakta ve tatbik etmektedir)" buyurdular.")



Şu güzel sözlere, bakar mısınız lütfen. Bu gün bizler Kur’an ı elimizden düşürmeden, anlamını dahi bilmeden okuyor, hatta güzel okuma yarışmaları yapıyoruz. Peki, Kur’an ile mi amel ediyoruz? Kur’an ı herkes anlayamaz, Kur’an özet bilgidir, her şey Kur’an da yazmaz. İslam ı doğru yaşamak için fıkıh kitaplarından faydalanmalıyız diyerek, toplumu beşerin kitaplarına yönlendirmiyor muyuz? Kur’an ın verdiği hükümler kadar, peygamberimizde dine hükümler koymuş tur diyerek ucu açık, sınırsız bir yola iletilen toplumda İLİM KALIR MI?

Sizlere güzel bir örnek daha vermek istiyorum. Bakın peygamberimizin ölümünden sonra, Hz Ali nasıl bir tespitte bulunuyor.


(68 - Hz. Ali (radıyallahu anh) şöyle buyurmuştur: "Sizler geniş bir caddeye bırakıldınız. Bu, üzerinde Ümmü'l-Kitap olan (yâni Allah'ın kesin hükümlü âyetleriyle istikameti tesbit edilmiş) bir yoldur.")


Gerçekten çok güzel bir örnek ve tespit. Bu yol, Allah ın bizlerden istediği orta yoldur. Bu yolu izlemek isteyen, Allah ın emrettiği gibi, Kur’an ın ipine sarılır. Çünkü peygamberimizde o yolu izlemiş ve asla sapmamıştır.


Peygamberimizin veda hutbesini, yaklaşık yüz bin kişi izlediği rivayet edilir. Bu kadar kalabalık bir toplumun izlemesine rağmen, veda hutbesi günümüze birçok farklı şekillerde ulaşmıştır. Sizlere bu hutbeden küçük bir bölümün, günümüze nasıl çok farklı ulaştığının örneğini vermek istiyorum. Bu kadar kalabalık bir toplumun izlediği bir konu, günümüze bu derece farklı ulaştıysa, varın gerisini siz düşünün.


1-Ey mü'minler! Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah'ın kitabı Kur-ân-i Kerim ve Peygamberin sünnetidir.


2-Mü'minler!
Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah'ın kitabı Kur'an'dır.


3-Ben sizin aranızda iki ağır-paha biçilmez emanet bırakıyorum. Bunlara sımsıkı sarıldığınız sürece asla sapıtmazsınız: Allah’ın Kitabı ve benim Ehl-i Beytim.


Peygamberimizin veda hutbesinden, aynı konuda üç farklı rivayeti okudunuz. Peygamberimiz üçünü de söylemeyeceğine göre, hangisinin doğru olduğuna bizler Kur’an a danışarak karar vermeliyiz. Sizce hangisi doğru olabilir? Yorum ve karar sizlerin.


Peygamberimizin en yakınında yaşayanlardan, Allah elçisinin vefatından sonra, acı bir gerçeği bakın nasıl dile getiriyorlar.

6468 - Ubey İbnu Ka'b radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam ile beraberken, biz Ashabın hedef ve gayesi tek idi. O vefat edince, kimimiz şöyle, kimimiz böyle baktı (hedefler ayrıldı)."


Peygamberimizin vefatıyla başlayan dinde bölünme, ayrılık günümüz de inanılmaz boyutlara ulaştı. İşimiz çok daha zorlaştı. Sizlere verdiğim örnekler, hepsi bir rivayettir. Doğruluğunu Rabbimiz bilir. Bizler imanımıza doğru bir yön vermek istiyorsak, Kur’an ın ipine sarılıp, asla Kur’an ın sınırlarını zorlamamalıyız.


Ben bu güzel örneklerin birçoğunu, Kur’an a arz ettiğimde olumlu cevaplar aldığım için, sizlerle paylaştım. Kur’an dan onay alan her güzel bilgi, bizlerin başının tacıdır. Alır faydalanırız. Kur’an ın onay vermediği hiç bilgiyi, ne peygamberimizin sözüdür deriz, nede Allah katından der alırız.


Bizlerin yapması gereken, Kur’an elimizde onu anlamaya çalışarak, akıl ve fikrimizin çabaları ile kıssadan hisselerden derslerimizi alıp, yaşamımıza yön vermeliyiz.


Dilerim Rabbimden, gönül gözleri Kur’an ile parlayarak, Rabbin huzuruna çıkan, yüzleri gülen, Allah ın halis kulları arasında oluruz.


Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

257
Kur'an-ı Kerim / Dinde Bölünmenin Acısını Çekiyoruz
« : 28 Mart 2013, 12:11:40 »


İslam toplumları olarak, dinde bölünmüşlüğün acısını çekiyoruz. Allah dinde bölünmeyin diye hüküm verdiği halde, bizlerin günümüzde bölünmüşlüğümüzü açıklarken, bunu bir bereket, güzellik, zenginlik olarak göstermemiz, bizlerin ne derece, Kur’an merkezli yaşadığımızı göstermektedir.

Allah dinde bölünmenin tehlikesini, Kur’an da bakın bizlere nasıl anlatıyor.

Enam 159: Gerçek şu ki, dinlerini parça parça edip kendileri de gruplaşanlar, sen hiç bir şeyde onlardan değilsin. Onların işi ancak Allah'adır. Sonra O, işlemekte olduklarını kendilerine haber verecektir.

Rum 32: (O müşrikler ki,) Kendi dinlerini fırkalara ayırmış ve kendileri de parça parça olmuşlardır ki her grup kendi elindekiyle övünüp sevinç duymaktadır.

Müminun 53: Ama insanlar, aralarındaki inanç bağını keserek kendi aralarında parça parça oldular. Her grup kendilerinde bulunan ile sevinip böbürlenmektedirler.

Ali imran 105: Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır.

Ne yazık ki bizler güzelim dinimizi, bu hale getirdik. Parçalanıp bölününce de, İslam düşmanlarına kolay lokma olduk. Allah geçmiş toplumların, yaptığı yanlışları bizlere örnek gösteriyor ve sakın onlar gibi dinde bölünmeyin diye bizleri uyarıyor ayetlerinde. Peki, bizler bu uyarılara kulak verip uyuyor muyuz? Elbette uymadık, hatta inatla ayetleri duymazlıktan geliyoruz, böylece Allah ın azabından da kurtulamıyoruz.

Allah Yahudi ve Hıristiyanlar dan bahsederek, bakın bizleri nasıl uyarıyor.

Bakara 120: Dinlerine uymadıkça, Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.

Çok doğru, bugün bizler ne yaparsak yapalım, onların dinlerine uymadıkça, bizlerin güvenilecek dostları olması mümkün değildir. Fakat bizler bu gerçeği, ne yazık ki hala görmezden geliyoruz.

İslam toplumu olarak öyle bir bölündük ki, Yahudi ve Hıristiyanlar artık Müslüman ülkelere karşı, kendileri bir güç kıllanma gereği bile duymuyorlar. Çünkü bizleri birbirimize düşürdüler. Müslüman, Müslüman ı öldürür oldu. Hem de camilerde, Allah ın huzurundayken bile öldürmekte, bir sakınca görmeyenler var aramızda. Ne hallere düştüğümüzün farkında mıyız?

Yahudiler ve Hıristiyanlar karşımıza geçmiş, kıs kıs gülüyorlar halimize, başarılarından dolayı. Hala toplum olarak, kendimize gelmeye niyetimiz yok mu?

Geçen gün bir haber okudum gazetede. İsrail Başbakanı bakın ne diyor, içinde bulunduğumuz acı gerçeği haykırıcasına.

İsrail in İran a saldırmaları durumunda, bunun Ortadoğu da ki tansiyonu düşüreceğini savunarak, İran ın Arap dünyasında sevilmediğini, İsrail in İran ı vurması durumunda, Arapların bir tehditten kurtulmuş olacağını söyleyebiliyor. Bizler İslam âlemi olarak ne derece parçalanmış, bölünmüş ve birbirine düşman edilmiş olduğunun, açık bir örneğini görüyoruz.

İsrail in, Yahudi zihniyetinin düşüncelerine bakar mısınız? Bütünüyle yalan söylüyor diyebilir misiniz? Diyemezsiniz, çünkü İslam toplumu birbirine düştü, Yahudi ve Hıristiyanlar ın planları ile birbirimize düşürüldük. Düşman olduk adeta.

İran neden bizlerin düşmanı olsun. Onlar bizlerin din kardeşimiz değil mi? Aynı peygambere, aynı kitaba iman edenler, nasıl olurda birbirine düşman olur. Rehberimiz Kur’an olmaktan çıkınca, elbette bu acı sonuçta kaçınılmaz olacaktır. Hakka batıl karıştırılıp, neyin Allah emri, nelerin olmadığının ayrımını yapamaz olduk. Yahudi fitnesi bizleri yönetebilmek için, yüzlerce yıldır dinimize ektikleri, hurafe fitnelerin meyvesini topluyor artık.

İşin ilginci, İsrail Başbakanı bu sözleri söyledikten sonra, İslam camiasından hiç ses çıkmadı. Yalan söylüyorsun, biz İslam toplumları olarak, İran a düşman değiliz demediler.

Yıllarca İran ile Irak ı savaştıranlar, Irakta milyonlarca Müslüman kanını dökenler, şimdide bir başka Müslüman ülkede, Suriye de aynı planı uygulamaktadırlar. Hem de Müslüman ı Müslüman a kırdırarak. Acaba sıra ülkemize ne zaman gelecek, bunu hesap eden, düşünen var mı?

İsrail İran ı bertaraf ettiğinde, Arapların bir tehditten kurtulmuş olacağını söylüyor. Müslüman bir toplumun tehdidi, asla bir başka Müslüman toplum olamaz, olmamalıdır. Bizlerin en büyük tehdidimiz, İsrail, yani Yahudi zihniyetidir, geçmişte de aynen böyle olmuştur ve böylece Allah ın gazabına uğramışlardır. Siyonist’in sözüne asla güvenilmez, bunu unutmayalım. Lütfen artık bu gerçeği görelim ve kendimize gelelim.

Allah Kur’an da akla, düşünmeye çok önem verdiği içindir ki, ayetlerin sonunda düşünerek iman etmemizi, düşünerek yaşamamızı ister. Zaten imtihanında özü, aklımızı kullanmaktan geçmiyor mu?
Allah aklını kullanmayanları, bakın nasıl bir cezaya çarptıracağını söylüyor.

Yunus 100: Allah’ın izni olmadıkça, hiçbir kimse iman edemez. Allah, azabı akıllarını (güzelce) kullanmayanlara verir.

Ne dersiniz, İslam âlemi içindeki bu azap, acı, keder, birbirine düşman oluşumuzun nedeni, aklımızı kullanmadan iman ederek, dinde bölünmeyin diyen Rabbin sesini duymadığımız için, Allah ın bizlere bir cezası olmasın sakın.

Değerli din kardeşlerim. Gelin Yahudi fitnesinin oyunlarına gelmeyelim. İslam âlemi olarak, tek bir yumruk olalım. Mezhep ayrılıklarımız, bizleri düşman yapmasın. Her toplum istediği şekilde imanını yaşasın.

Bizleri tek yumruk yapan, peygamberimizin bizleri davet ettiği, Kur’an ın orta yolunda birleşelim. Yahudi ve Hıristiyanların oyununa gelmeyelim. Onların insafsız adaletine güvenerek, kendimizi teslim etmeyelim.

Her acının sonunda bir mutluluk vardır. Gelin İslam âlemi olarak, bu yanlışımızdan dersler alalım ve güç birliği yapalım. Yahudi fitnesi, İsrail Başbakanının söylediği, İran İslam toplumu içinde sevilmez, Arapların düşmanıdır fitnesini boşa çıkarıp, yalanlarcasına, el ele verelim. İslam toplumu içindeki, bu bölünmüşlüğümüze son verelim. Varsa yanlışlarımız kendi aramızda düzeltelim. Çünkü Müslüman Müslüman ın kardeşidir, bunu unutmayalım.

Tüm bu gerçeklerin, hala farkına varamazsak eğer, ülkemizi çok acı ve kederli günler beklediğinin bilincinde olalım. Zalimlere boyun eğmeyelim, aldatmacalarına kanmayalım. Bir söz vardır;

(Mazlumlar ayağa kalkmayınca, zalimler diz çökmez.)

Rabbim, ülkemiz olarak bizler, çok hassas bir imtihandan, dönemden geçiyoruz. Ne olursun zalime muhtaç etme, yardım et bizlere. İslam âlemi olarak, güç birliği yapmamız için, zalimin fitnesinin farkında olmamızı sağla. ÂMİN.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK


258
Kur'an-ı Kerim / Kur'an ı Rehber Almayınca
« : 21 Mart 2013, 10:35:26 »

Bir yazıma verilen cevapta, genelde yapılan bir yanlışa, güzel bir örnek ile karşılaştım ve bu konuyu, tekrar gündeme getirmenin, yararlı olacağını düşünüyorum.

Bizler Kur’an ı rehber aldığımızı söyleriz. Ama ne yazık ki söylediğimiz ile İslam ı yaşadığımız, her nedense birbirini tutmaz. Bunun nedeni üzülerek söylemek zorundayım, Kur’an sözde rehber, beşerin kitapları özde- pratikte rehber olduğu içindir. Peygamberimiz mahşer günü boşuna, benim ümmetim Kur’an ı devre dışı bıraktılar demeyecek.

Bana verilen cevaptan, bir soruyu önce sizlere nakletmek istiyorum.

( Sual: Domuzun herkese, ipek ve altının erkeklere haram edilişinin hikmeti nedir?)

Bizler Kur’an ı rehber almadığımız sürece, bu tür ikilemlerde kalmamızda kaçınılmaz olacaktır. Haram ve yasaklar Kur’an da apaçık belirtilmiştir. Peygamberimizde Kur’an ile hükmetme görevi almıştır topluma. Bunun dışına çıkması da asla düşünülemez.

Domuzun haram oluşu Kur’an da apaçık yazıyor da, altın ve ipeğin erkeğe haram olduğu neden Kur’an da yazmıyor diye, hiç kendimize soruyor muyuz?

Yaradan, biz hiçbir eksik bırakmadık Kur’an da, Allah unutucu değildir, her şeyden nice örnekleri, değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız dediği Kur’an da, altın ve ipeğin erkeğe haram olduğunu eksik mi bıraktı da, (HÂŞÂ) peygamberimiz haram kıldı diyebiliyoruz?

Bakın Allah helal ve haram konusunda neler söylüyor. Bu ayetler apaçık dururken, hala Allah ın haram demediğini haramlaştıranlara, söyleyecek sözüm yok. Çünkü bilmeden, düşünmeden, emin olmadan söylediğimiz sözler, Allah a ve elçinse iftira atmaktır, bunu da unutmayalım.


Sur. 116. ayet; Yalan düzerek Allah'a iftira etmek için, dillerinizin uydurma nitelendirmeleriyle "Şu helaldir, şu da haramdır!" demeyin. Yalan düzerek Allah'a iftira edenler kurtulamazlar.

Enam 140: Şu bir gerçek ki, ilimsizlik yüzünden öz evlatlarını beyinsizce katledenlerle, Allah'ın kendilerine verdiği rızıkları, Allah'a iftira ederek haramlaştıranlar gerçekten hüsrana uğramışlardır. İnan olsun, sapıtmışlardır onlar; hiçbir zaman doğruyu ve güzeli bulamazlar.

Enam 150: Şunu da söyle: "Allah şunu haram etmiştir diye tanıklık edip duran şahitlerinizi getirin." Eğer tanıklık ederlerse sakın onlarla birlikte tanıklık etme! Ayetlerimizi yalanlayanlarla ahrete inanmayanların keyifleri ardınca gitme! Onlar, kendi Rablerine başkalarını denk tutuyorlar.

Yunus Suresi 59. De ki: "Ne oldu size de Allah'ın size rızık olarak indirdiği şeylerden bir haram yaptınız bir de helal?" De ki: "Allah mı size izin verdi, yoksa Allah'a iftira mı ediyorsunuz?

Maide 87: Ey iman edenler! Allah'ın size helal kıldığı iyi ve temiz şeyleri (siz kendinize) haram kılmayın ve sınırı aşmayın. Allah sınırı aşanları sevmez.

Siz yukarıdaki ayetlerden, Allah ın haram dediklerinden başka konularda, elçisinin de haram yapabileceğini mi anladınız, yoksa Allah dan başka helal ve haram hükmü verecek kimse olmadığını mı?

Allah ın haram demediği, temiz ve güzel şeyleri kendinize haram kılmayın, böyle yaparak sınırı aşmayın uyarısını, hala anlayamadık mı? Ayetlere dikkat ederseniz, Kur’an ın haram demediği konularda haramlar uyduranlara, ne oldu bunları haram diye, Allah mı size izin verdi diyor. Sizce haram koyan makam, çok açık değil mi?

İşte bizler böylece, Allah ın sınırlarını aşıyoruz, ama anlayan-farkında olan mı var. Çünkü nefsimizi Kur’an nuru ile nurlandırmamış isek, gönüllerimiz, kalplerimiz kilitli olduğundan, asla gerçekleri göremeyeceğimizi unutmamalıyız.

Bakın Allah haram konusunda, nasıl kesin bir hüküm veriyor ve ne diyor.

Enam 119: Üzerine Allah'ın adı anılıp kesilenden yememenize sebep ne? Oysa Allah, çaresiz yemek zorunda kaldığınız dışında, haram kıldığı şeyleri size açıklamıştır. Doğrusu birçokları bilgisizce kendi kötü arzularına uyarak saptırıyorlar. Muhakkak ki Rabbin haddi aşanları çok iyi bilir.


Bakın ne diyor ayet, haram kıldığı şeyleri size açıklamıştır. Peki, ne açıklamıştı Allah? Sanırım hatırladınız ama gelenek ve rivayetlerin baskısı o kadar güçlü ki, ayetleri bile unutturuyor. Rabbim affetsin. Allah ın ayetin sonunda söyledikleri düşündürücüdür.

(Doğrusu birçokları bilgisizce, kendi kötü arzularına uyarak saptırıyorlar.)

Allah birkaç kez haram kıldıklarını sayıyor Kur’an da. Bakın bir ayetinde ne diyor.

Enam 145: De ki: Bana vahyolunanda, leş, akıtılmış kan yahut domuz eti -ki pisliğin kendisidir- ya da günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka, yiyecek kimseye haram kılınmış bir şey bulamıyorum. Başkasına zarar vermemek ve sınırı aşmamak üzere kim (bunlardan) yemek zorunda kalırsa, bilsin ki Rabbin bağışlayan ve esirgeyendir.

Allah bu kadar açık ve net söylemesine rağmen, hala bu inat niye, işte bunu anlamak mümkün değil.

Değerli din kardeşlerim. Allah sizlere eşi benzeri olmayan bir nur indirdim ve bütün şan ve şerefiniz, tüm ilminiz ondadır diyor da, Kur’an da sizleri sorumlu tuttuğum her konu var diyorsa, gelin sanıyı, Kur’an ın onayından geçmeyen beşerin rivayetlerini değil, Allah ın sözlerini dinleyelim. Yoksa çokkkkk, ama çok pişman oluruz.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK


259
Kur'an-ı Kerim / Güçlü Bir İman İçin Ne Yapmalıyız
« : 12 Mart 2013, 19:20:35 »

Bir kardeşimiz, Kur an ın haram dediği bir şeye, Allah ın sırf yasakladığı için uymak, hikmeti nedeniyle uymaktan çok daha iyidir demiş. Bir başka arkadaşımız da, sorgulamadan itaat etsek, kıyamet kopar herhalde diyerek düşüncesini yansıtmış.

Acaba böyle mi düşünmeliyiz? Allah Kur an da bizlerin, böyle mi iman etmesini istiyor? Hiç düşünmeden, araştırmadan mı iman etmemiz daha güçlü, sağlam bir iman olur, yoksa ikisini birleştirdiğimizde, yani düşünerek, araştırarak iman etmemiz mi daha doğru olur. Bu konuda doğru bir yol üzerinde olmak istiyorsak, Kur an ın bu konuda ki düşüncesini önce öğrenmeliyiz.

Elbette ilk yapmamız gereken, kesin itaat etmemiz çok önemlidir, bunda şüphe yok. Çünkü herkes aynı kapasitede değildir, her şeyi hemen anlayamaz düşünemez, ama emredilen hükmün nedenlerini, hikmetini araştırmak da, bizlerin asli görevi olduğunu bilmeliyiz.

Bir başka şekliyle söylemek gerekirse, Allah ın emrini, hükmü ayrı, hikmeti ayrı gözüyle bakmamalıyız. Allah ın ayetlerinde dikkat çeken en önemli unsur, sorgulayan ve düşünen bir toplum yaratılması adınadır. Yaradan düşünmemizi, aklımızı kullanmamızı istiyorsa, bu sorgulayan bir toplum olmamızı istediği içindir.

Yaşantımızdan bir örnek verelim. Hastasınız ve doktor size ilaç verdi. Siz sırf doktor ilaç verdi diye mi o ilacı aldığınızda memnun olur, en kısa zamanda sağlığınıza kavuşursunuz, yoksa o ilacın etkisi, sizin üzerinizde yapacağı olumlu sonuçlarını bilmeniz, bu konuda yapılan açıklamalar mı, sizin için daha iyi sonuç verir?

Kur an bizlerin, öyle iman eden bir kul olmamızı ister ki, Allah ın emrine önce kuşku duymadan boyun eğen, ama böyle kalmayıp, emredilen hükümlerin üzerinde düşünen, aklını kullanan bir kul olmamızı ister. Allah ayetlerinde hükmünü verir ve en sonunda bakın nasıl bizleri düşünmeye, araştırmaya yönlendirir.

( Hâlâ düşünmüyor musunuz? Fakat düşünen mi var. Ayetleri size açık-seçik bildiriyoruz ki, aklınızı işletebilesiniz. Allah, ayetleri size işte böyle açıklar ki, derin derin düşünebilesiniz. Hâlâ aklınızı çalıştırmayacak mısınız? Dileyen onu düşünüp öğüt alır.)

Daha açıkçası, yaptığını bilen, bilinçli, kendisinden emin olan, aklı başında kullar olmamızı ister Kur an bizlerden. İmtihanımızın da özünde, düşünmek aklımızı kullanmak yatmıyor mu? Bilinçsiz ve düşünmek den uzak bir imanın, nefsimizde etkisinin gerektiği kadar etkin olmayacağını, Rabbimiz Kur an da bizlere anlatmaya çalışır. Tabi Kur an ı bilerek, anlayarak okuyup düşünenler, bu gerçeği görecektir.

Bizlerin dine ve Kur an a yaklaşımı, eğer yalnız nefsi ve duygusal olurda aklı, mantığı bir kenara bırakmışsak, şeytanın ve şeytanlaşmış insanların aldatmacalarından asla kurtulamayız. Onların bizlere karşı tuzaklarının, farkına varamayız.

Kalıcı, sağlam bir iman üzerinde olmak istiyorsak, nefsimizi, duygularımızı mutlaka akıl ile kontrol altına almalıyız. Aklın var olduğu yerde, şeytan asla hüküm süremez. Çünkü şeytan bizleri nefsimizle, duygularımızla aldatmaya çalışır.

Düşünen ve aklını kullanan bir Müslüman, Allah ın emrettiklerinin hikmetini aklıyla, mantığıyla, ilimle anladıkça, imanı daha da güçleneceğinden şüphe yoktur.

Kur an da ki müteşabih ayetler, sizce ne için var hiç düşündünüz mü? Allah bu ayetlerin anlamını, bir ben bilirim, birde ilim tahsili yapmış olanlar diye açıklama yapar bizlere. Hatta kalbinde eğrilik olanlar, anlamlarını bilmedikleri için, bu ayetlerin peşine düşüp, anlamsız şeyler söylerler diye dikkatimizi çeker. İman edenler ise, bunun Allah dan geldiğini bildiği için, kuşku duymadan iman ettiklerini söyler. Dikkat ediniz lütfen, herkesin anlayamayacağı, zamanla ilimle anlaşılacak ayetlerin nedeni ne olabilir?

Peki, bu ayetlerin anlamlarının ortaya zamanla çıkması sonucu, biz insanlarda ne gibi bir duygu hâsıl olur diyor Kur an? İnananların imanları artar diyor. Buradan da anlaşılıyor ki, imanımızın daha güçlü olması için bazı etkenler var. Bu etkenlerin ana kaynağı ilim ve akıl olduğu anlaşılıyor.

Demek ki bizler elbette kuşku duymadan önce iman edeceğiz. Ama öylece oturmak yok. İmanımızın daha güçlü ve sağlam olabilmesi için de, araştıracağız düşüneceğiz. İlmin ışığında yaşayacağız. Ne yazık ki bizler bunu yapmayı başaramadık, her zaman göz ardı ettik.

Ne yazık ki bugün İslam toplumu, bu gerçeği göz ardı ettiği için, Kur an ın emrettiği İslam ı yaşayamıyoruz. Düşünmeyi bıraktığımız içindir ki, nelerin Allah emri olduğu, nelerin olmadığı kargaşası içinde boğuşup duruyoruz. Çünkü akıl devre dışı kalmış, rehber Kur an olması gerekirken, beşerin kitapları rehber olmuş. Böyle olunca da, sonuç ortada.

Allah birçok ayetinde, düşünmeye, akla vurgu yapıyor ve aklını kullanmayanları pislik içinde bırakırım diyor. Dikkat ediniz lütfen, Allah sırf ben söylediğim için iman edin demiş olsaydı, aklınızı kullanın, ayetler üzerinde düşünün der miydi?

Ne dersiniz? İnancımızı, imanımızı daha güçlü ve sağlam bir temel üzerine inşa etmemiz, daha doğru olmaz mı? Kendi kendimize sorular sorup acaba neden, niçin demektense, onun hikmetini araştırıp bilmemiz, imanımıza güç katmaz mı sizce? Yorum ve karar sizlerin.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

260
Aşağıdaki yazacağım ayetleri önce okuyalım, daha sonrada günümüz yaşamımızdaki gerçeklerle karşılaştıralım.

Lokman 20: Görmediniz mi, Allah, göklerde ve yerde bulunan şeyleri sizin emrinize verdi ve görünür-görünmez nimetlerini üstünüze saçtı. İnsanlardan öylesi var ki, Allah uğrunda ilimsiz, kılavuzsuz ve aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın mücadele eder.
 
21 Böylelerine, Allah'ın indirdiğine uyun dendiğinde şu cevabı verirler: "Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız." Peki, şeytan onları, alevli ateşin azabına çağırmış olsa da mı?
 
22 Güzel düşünüp güzel davranarak yüzünü Allah'a teslim eden, en sağlam kulpa yapışmıştır. İş ve oluşların sonu Allah'a varır.

 33 Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Herhangi bir şeyde babanın, evladı; evladın da babası yerine karşılık ödemeyeceği günden ürperin! Allah'ın vaadi haktır; dünya hayatı sizi sakın aldatmasın. O yaman aldatıcı, sakın sizi Allah ile aldatmasın.
 
Yukarıdaki ayetlerden alacağımız dersler neler olabilir, isterseniz onu düşünelim. Ayetlerde bahsedilen cümleler üzerine odaklanıp, Rabbin dikkatimizi çektiği konuları ve bu sözleri günümüz ile karşılaştırıp dersler almaya çalışalım.

Rabbim Lokman suresi 20. ayetinde Allah hakkında ilimsiz, kesin ve doğru garantisi olmayan, hiçbir aydınlatıcılığı bulunmayan kitaplara dayanarak, konuşup durduklarını söylüyor Rabbim.

Peki, bu sözlerden ne kast ediyor olabilir? Demek ki peygamberimizin devrinde, Allah ın gönderdiği kitaplara müracaat eden olmadığı gibi, emin olmadıkları bilgilerin ardına düşerek, birçok konularda atalarından gelen rivayetlere inanıyorlar ve doğru diye kabul ediyorlar ki, Rabbin böyle bir ikazı var.

Kur’an ellerinde olmasına rağmen, hala atalarından gelen rivayet ve gelenekleri din diye inanmaya devam ediyorlar. 21. ayette ise bu insanlara bakın nasıl seslenmişler, daha o devirlerde nasıl cevap almışlar?

(Allah'ın indirdiğine uyun dendiğinde şu cevabı verirler: "Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız.)

Şimdide bu sözler üzerine düşünelim. Bakın Yüce Rabbim geleneklerinden gelen kanıtsız, ispatsız, delilsiz bilgilere inananlara Allahın indirdiğine uyun, yani KUR’ANA uyun diyor. 22. ayette ise yüzünü Allah a teslim eden, en sağlam kulpa yapışmıştır, diyerek acaba nereden bahsediyor olabilir? Elbette Kur’an dan, çünkü ne diyordu, Allahın indirdiğine uyun.
 
33. ayette ise Rabbim bizleri çok net uyarıyor ve bakın ne diyor?
 
( Dünya hayatı sizi sakın aldatmasın. O yaman aldatıcı, sakın sizi Allah ile aldatmasın.)

Demek ki dünya hayatında, birileri karşımıza dikilip kendi menfaatleri için, bizi din, iman ve Allah ile kandırıp, aldatabileceği uyarısını yapıyor Yaratan.
 
Şimdi gelelim bu ayetlerden, nasıl bir ders almalıyız. Kur’an ın tüm ayetlerinin ilk muhatapları, elbette peygamberimizin devrindeki insanlardır. Şimdi diyebilir miyiz, bu ayetlerin muhatabı bizler değil, o devrin insanlarıdır? Eğer bunu söylersek Kur’an ın birçok ayetine iman etmemiş oluruz. Peki, bu ayetler bizlere günümüzde, yaptığımız yanlışlar la karşılaştırdığımızda, neler anlatıyor olabilir? Gelin şimdide onları düşünmeye çalışalım.

Lokman 20. ayette Rabbim, kesin ve emin olmadıkları hiç bir kanıtları, delilleri olmadan, Allah adına konuşanlara kızıyor ve boşuna konuştuklarını söylüyor. Burada geçen ilimsiz, garantisi olmayan bir kitaba sahip olmadan inanılan sözler neler olabilir? Elbette Kur’an ın süzgecinden geçmeyen, onun onayını almayan, beşeri sözler ve onun kitapları.
 
Peki, güvenilir kitap neydi? Devamındaki ayette Allah ın indirdiği KUR’AN olduğunu söylüyordu. Şimdi de düşünelim, günümüzde bizlere neler söyleniyor? Kur’anda her şey yazmaz, O özet bilgidir, Kur’an ı her kez anlayamaz, İslam ı öğrenmek isteyenler fıkıh kitaplarına bakmalı ve onlardan öğrenmelidir İslam ı demiyorlar mı?
 
Doğrusu ben Kur’dan dan anlayamayacaksam, bu kitap özet bilgi olup, her şey yazmıyorsa neden okuyayım, neden müracaat edeyim Kur’a na. Sizce Allah katından gelen bir rehber, bu özellikleri taşır mı? İşte toplum böylece Kur’an uzaklaştırılıp, beşerin ardı sıra yönlendirilmektedir.
 
Bakın toplum buna inandığı için, Kur’an ı yüksek bir yere asmış ve söyledikleri doğruluğundan emin olmadığımız, beşerin fıkıh kitaplarıyla iman eder olmuşuz ne yazık ki. Bu nasıl doğru bir yol olur, hiç mi Rabbin ayetlerini okumuyoruz?

Hani Allah ın indirdiğine uyun diyordu Yaradan? Peki, O devirde bunu söylediklerinde, Kur’an ile yetinmeyerek itiraz edenler, atalarının üzerinde buldukları şeye inanırız diyenlerle bugün, geçmişten örnek verip atalarımız yüzlerce yıl buna inanmış, nasıl olurda bundan vazgeçeriz dediğimizde, aynı duruma düşmüş olmuyor muyuz? Kur’an dışından sorgusuzca iman ettiğimiz kitapların, Rabbin katında doğru bilgiler olduğuna, kimler garanti verebilir bizlere?

 Bizi Kur’an dışından, ciltlerce dolusu kitaplara yönlendirenlerin kanıtı, delili Rabbin katında var mı, bu bilgilerin doğruluğuna dair? Bu garantiyi veren kimler? Aynı konularda birçok ihtilaflı konular olduğu halde, nasıl olurda dayanağı kesin olmayan, Kur’an ın onaylamadığı bilgilerin ardına düşer ve iman ederiz?
 
En sağlam kulpun, Rabbin indirdiği Kur’an olduğu ayan beyan açık olduğu halde, nasıl bu gerçekleri görmezden geliriz? Bizi, Rabbin huzurunda yaptığımız onca yanlışlardan kim kurtaracak, bunu düşünen var mı? Hatırlayınız Allah Zümer suresi 69. ayetinde hesap günü hangi kitap ortaya konarak yargılanacağımızı söylüyordu, lütfen hatırlayalım sözleri;
 
( Kitap ortaya konmuş peygamberler, tanıklar getirilip aralarında hakla hüküm verilmiştir.)
 
İşte bu gerçeklerin farkına varan herkes, din kardeşini Kur’an a davet etmelidir. Bende bunu yapmaya çalışıyorum, elimden geldiğince. Bizlere Kur’an dışından anlatılan her sözün ve bilginin Kur’an süzgecinden geçmesi ve Rabbin kelamına uyması kaydıyla da, almamızın faydalı ve en doğru yol olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Peygamberlerin tanıklığı, hangi kitaba göre olacaktır diye, hiç mi düşünmüyoruz.
 
Tüm bunları söylemem elbette bazı kardeşlerimin hiç hoşuna gitmemiş ve bir yazımı beğenen bir kardeşim, yazımı kendi sitesinde yayınlamış, fakat ne yazık ki bir diğer arkadaşı onu ikaz ediyor, sırf yazıyı yazan kişi bakın kendi düşüncesine uymayan yazılarımı okuduğu için, diğerini uyarıyor ve bakın ne söylüyor. Bence çok ibret almamız gereken bir zihniyet olduğu için, yazıma almayı doğru buldum.
 
(Evet, öykü güzel ve getirilen yorumda tam bir ince zekânın ürünü,
 lakin hedef tehlikeli.
 Zira yazar din olarak sadece akıl ile Kur'an-ı muhatap alarak, yalnız Kur`an-ı Kerim`in getirdiği İlâhî hükümleri kabul edip, dinin diğer temel kaynakları olan Sünnet, İcma ve Kıyas`ı reddeden bir görüş içerisinde.
 Mesnetsiz ve delalette kalan bu düşünce ve taraftarlarıyla münazara halindeyiz.
 Rabbim hidayet versin inşallah!
 Tavsiyem bu yazarın diğer yazı ve görüşlerinden uzak durmanız ..
 Selam ve dua ile kardeşim .)

 Rabbin kelamı anlayarak okunmadığında, işte böyle bir inancın doğması da kaçınılmaz olur. Rahman size indirdiğim kitaba uyun, ondan sorumlu olacaksınız, Kur’an a sarılın sözlerini bizzat tebliğ almayan bir zihniyetin, Kur’an ın yüzlerce ayetine belki de bilmeden iman etmediğinin farkında bile olmayan kardeşlerimiz var ne yazık ki. Bakın bu kardeşimiz ne diyor benim için?

 ( sadece akıl ile Kur'an-ı muhatap alarak, yalnız Kur`an-ı Kerim`in getirdiği İlâhî hükümleri kabul edip dinin diğer temel kaynakları olan Sünnet, İcma ve Kıyas`ı reddeden..)

 Düşünebiliyor musunuz, bu düşünceye göre Kur’an hükümlerinden başka dine hüküm veren, başka kaynaklar olduğuna inanan bu kardeşimiz, bu sözleriyle Hüküm yalnız Allah ındır ayetlerini inkâr ettiğinin farkında bile değil. Kur’anın aklı ön plana çıkardığını bilmediği, çok net anlaşılıyor. Rahman muhatap alınacak ve Rabbin koruması altında olan Kur’an ile aynı kefeye koyduğu beşerin kitaplarıyla, Kur’an a şirk koştuğunu anlamış olsaydı, bu kardeşimiz asla böyle sözler söylemezdi, bundan eminim.

Esas önemli olan söz ettiği sünnet, icma ve kıyasın aklın en önemli öğeleri olduğunun farkında olsaydı, peygamberimizin hiçbir sözünün Kur’an a aykırı ve zıt olmayacağını da bilirdi. Eğer Allah aklı ön plana çıkarıp, bizleri bu yönde yön veriyorsa, icma ve kıyasında akla, mantığa, Kur’an a uymayan bir sonuç çıkarmasının da, mümkün olmayacağını öğrenmesi gerekirdi. Hiçbir akıl ve mantık, Kur’anın onay verdiği, emrettiği bilgiyi dışlamaz reddetmez. Ama aynı akıl, Kur’an ın yasaklamadığı, bahsetmediği, hüküm vermediği bir konuyu yasaklayanları da kabul etmez, onay vermez.

İşte akıl devre dışı kalırsa, bu gerçeklerde ortadan kalkar. Süzgeci olmayan her bilgi tortuludur, karışıktır, yabancı bilgilerle yanıltılmış demektir. İşte dinin de süzgeci KUR’AN DIR. Eğer bu süzgeci kullanmıyorsak, sonuçtan asla emin olamayız.
 
Şu sözleri benim için söyleyen kardeşime, yürekten katılıyorum. (Rabbim hidayet versin inşallah!)Kardeşimizin bu sözüne yürekten ÂMİN diyorum, çünkü Rabbin hidayet vermediği bir insan, şeytanın esiri olacaktır, Allah bu durumdan bizleri korusun. Bu kardeşimiz benim yazdığım yazılar için ise şunları söylemiş.

 (Tavsiyem bu yazarın diğer yazı ve görüşlerinden uzak durmanız ..)

 Eğer ben yazılarımda, karşımdaki insanları Rabbin kitabına değil de, emin ve garantisi olmayan bilgilere, kitaplara yöneltiyor davet ediyorsam, gerçekten yazılarımın okunması tehlikeli demektir.

 Eğer ben yazılarımda, Rabbin ayetlerini okuyup anladıktan sonra, aklınızla düşünmenizi tavsiye etmiyor da sizlere, Kur’an dan sizler anlayamazsınız diyerek, beşerin kitaplarına yöneltiyorsam, gerçekten benim yazdıklarım tehlike saçıyor demektir.

 Eğer sizlere bu yolu tavsiye ediyorsam yazılarımı okumayın. Çünkü bu tavsiyeler sizi Allah a değil, şeytana yaklaştıracaktır. Benim yaptığım âcizane sizleri Kur’an a davet etmek, onunla sizleri kucaklaştırmaktır o kadar.

Yüce Rabbim şahittir ki, ben her yazımda sizleri KUR’ANA davet ettim. Kur’anı anlamaya ve düşünmeye yönlendirdim. Bende bir beşerim hata yaparım diyerek, söylediklerimi Kur’an ile karşılaştırmanızın en doğru yol olacağını söyledim sizlere.

 Hiç bir zaman hiç bir yazımda, Kur’an dışından gelen bilgilere kulaklarınızı kapatın demedim, dememde. Bizler için faydalı olan, Kur’an onayından geçen her bilgi faydalı ve yararlı olacaktır dedim ve özellikle Kur an süzgecinden geçmeyen sözlerin, dine nifak soktuğunu, bunların ayrılması için KURAN VE AKIL el birliğiyle rehberimiz olmalıdır dedim. Tüm bu sözlerime YÜCE RABBİM ŞAHİTTİR.

 Rabbim bizleri şeytanın şerrinden, şeytanlaşmış kalplerin iftiralarından korusun. Bunlarla mücadelede Yaradan, cümlemize yardım etsin inşallah.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

Sayfa: 1 ... 24 25 [26] 27 28 29
web hosting Domain Web
İçerik sağlayacı paylaşım sitelerinden biri olan sevdaligul.com forum sitemizde 5651 Sayılı Kanun’un 8. Maddesine ve T.C.K’nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan sorumludur. sevdaligul.com hakkında yapılacak tüm hukuksal Şikayetler sevdaligul@gmail.com  adresi ile iletişime geçilmesi halinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde sevdaligul.com  yönetimi olarak tarafımızdan gereken işlemler yapılacak ve size dönüş yapacaktır.