Reklamlar

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - halukgta

Sayfa: 1 ... 26 27 [28] 29
271
Kur'an-ı Kerim / Tasavvuf un İslam Toplumunda ki Yeri.
« : 05 Ocak 2013, 12:08:19 »
Günümüzde tasavvuf denildiğinde, akla ne geliyor diye önce lütfen düşünelim. Eğer edebiyata, şiire meraklıysak, Tasavvuf edebiyatı gelir aklımıza. Dini konulara daha yakın olanların bir kısmı, tarikatları, cemaatleri düşünür. Bir kısmımızın, tasavvuf sözünden, Mevlana, Yunus gelir aklına. Dikkat ederseniz hepsinde ortak bir konu vardır tasavvuf denildiğinde. Yaradan a ulaşmak arzusu, Allah a duyduğumuz büyük sevgi, dostluğa, kardeşliğe davet, kendimizi keşfetme çabası, Allah a ulaşmanın yollarının arayışı, farklı biçimde şekillenir söz ve davranışlarla.


Peki, tasavvuf u nasıl tarif edebiliriz? Tasavvufu birçok şekilde tarif etmek mümkün elbette. Yaradan a karşı, saf-arı-duru duygularla ulaşmanın, ona sevgimizi anlatmanın yolunu aramak, insan ilişkilerinde mükemmeliyeti yakalamak, Dünya nimetlerinden uzaklaşarak, Allah için yaşamak şeklinde çok farklı boyutlarda özetleyebiliriz. Her dalda boy gösteren bu akımın, bu isimle geçmiş yüzyıllarda anıldığı konusunda, kesin bir bilgi yoktur. Bu akımın Arap toplumunda, Hicri 5. yüzyılda ortaya çıktığı söylenir. Doğrusunu Allah bilir.


Aslında tasavvuf un tarifine bakarsak, bu düşüncenin evrensel olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu düşünce ve fikir, toplumsal anlamda sanata, mezheplere ve tarikatlara girmesi, toplum olarak benimsenmesi, belli bir dönemi işaret edebilir. Bu fikrin Âdemden bu yana her insanın gönlünde yaşattığı, zaman zaman açığa çıkarıp su yüzüne çıktığı, duygularımızın, hislerimizin uç noktalarda yaşandığını söylemek, yanlış olmasa gerek. Bu yöntem, toplumların kendisini boşlukta hissettiği dönemlerde, çok daha belirgin yaşandığını düşünüyorum.

 
Biz gelelim, peygamberimizin ölümünden sonraki döneme. Biraz öncede söylediğim gibi, tasavvuf akımı toplumsal olarak,  peygamberimizden çok sonra, toplumun gündemini özellikle meşgul etmiştir. Peki, neden böyle bir düşünce, İslam toplumunda adeta bir gereksinim olarak ortaya çıkmış olabilir. Neden peygamberimiz döneminde değil de, ondan yaklaşık 500 yıl sonra toplumda böyle bir düşünce akımı belirgin bir şekilde oluşmuştur. İşte kendimize sormamız gereken, çok önemli bir soru.


Toplum bir şeyin eksikliğini çekiyor olmalı ki, o eksikliğin yerini dolduracak bir şeylerin arayışında olsun. Peki, bu eksiklik ne olabilir? Peygamberimizin dönemi ve dört halife dönemleri, bildiğiniz gibi dinin mezheplere bölünmemiş dönemleridir.  Kur’an ın emirlerine harfiyen uyularak, hakka batıl karıştırmadan, İslam ın arı- duru yaşandığı, yaşanmaya çaba harcandığı örnek alınması gereken çok güzel ve özel bir dönem diyebiliriz. Gerçi peygamberimizden sonra, bazı toplum ve gurupların siyasi ve menfaat başkaldırışları olmuştur, bunu da unutmamak gerekir.


Mezhepler dönemi, dört halifenin sona ermesi ile başlayan, İslam ın ne yazık ki bölünme ve cepheleşme dönemidir. Bu bölünmenin ana nedeni şahsi menfaatler, siyasi kısır çekişmeler ve liderlik arzularından başka bir şey değildir.


Allah ın dinde sakın bölünmeyin emrini, nefislerinin arzularına kabul ettiremeyen toplumlar, ne yazık ki bölünmekte bir kusur görmemişlerdir. Bugünde Allah ın apaçık emrini görmezden gelenler, bölünmekte bereket vardır diyecek kadar, gönüllerin mühürlendiği bir toplum olmuşuz.


Allah veliler edinmeyin dedikçe de, sanki Rahmana inatla, velisi olmayan cennete gidemez demekte, bir kusur görmemişiz. Allah şefaat tümden bana aittir dediği halde, tarikat ve cemaatlerde edindikleri velilerden şefaat bekler olmuşlar.


Daha açıkçası İslam toplumu, ne yazı ki Kur’an ı terk ettiği için, başlarına gelen acı ve kederlerin sonucu, büyük bir arayışın içine girmiştir. Adeta günah çıkartırcasına. Sanırım İslam âlemi, Rahmanın dinde bölünmeyin emrini duymazdan geldikleri için, büyük bir inanç boşluğuna düşmüş olmalılar ki, TASAVVUFA SARILMIŞLAR.


Hanefi mezhebinin kurucusu olduğunu söylediğimiz, İmamı Azam Ebu Hanife, yaşadığı dönemde hiçbir itikadi fırkaya tabi olmamış, hatta kendiside bir mezhep asla kurmamıştır. Ölümünden sonra, öğrencileri tarafından İmamı Azamın sözlerini toplayarak, bu düşünceyi mezhep haline dönüştürmüşlerdir. İmamı Azamın düşünce yapısını anlatan, öğrencilerinin naklettiği şu sözleri, sizlerin yorumunuza sunuyorum.


(Talebesi Züfer'den nakledilen şu rivayet de onun sabit fikirli olmadığını ortaya koyması ve istişareye verdiği önem bakımından dikkat çekicidir. Züfer şöyle der: "Ebu Hanife'nin derslerine devam ederdik, Ebu Yusuf ve Muhammed ibnu Hasan da bizimle birlikte okurlardı. Biz Ebu Hanife'nin görüşlerini yazardık. Bir gün Ebu Hanife, Ebu Yusuf'a hitaben: "Ey Yakup vay haline! Benden her işittiğini yazma. Ben bugün böyle düşünüyorum. Yarın onu bırakabilirim. Yarınki görüşümü ertesi gün terk edebilirim" dedi." (İbnu Muin, Tarih, II. Cilt, sh. 607; Bağdadi, Tarih, XIII. Cilt, sh. 402)


İmamı Azamın öğrencilerine verdiği cevap, aslında bugün İslam toplumlarının içinde yaşadığı karmaşanın, cevabını çok güzel veriyor. Tabi anlayana, anlamak isteyene.


Okul dönemlerinden de hepimiz biliriz. Tasavvuf edebiyatı, şiirleri duygu doludur. Kalbimizin derinliklerine kadar işler adeta. Gerçektende Tasavvuf, eğer Kur’an merkezli işlenirse, toplumu doğruya, güzele yönlendireceği gibi, saf, arı, duru bir inancı sağlamlaştırır.


Peki, tasavvuf geçmiş yüzyıllarda nasıl kullanılmış? Dinde birbirine düşman bölünmüş toplumların, tasavvuf akımını da doğru kullanmalarını beklemek, hayalcilik olur. Elbette mezhepler ve onun sonunda oluşan tarikatlar, tasavvuf silahını, kendi yanlışlarını maskelemek için kullanmışlardır. Toplumu İslam ın özünden ayırıp, uzaklaştırıp sözcükleri süsleyip, duyguya, göze ve nefise hitap etmişlerdir bu yolla. İslam ı akıl merkezinden uzaklaştırıp, duygusal bir çizgiye getirerek, toplumu daha kolay kontrol altında tutmayı, tasavvufla keşfetmişlerdir adeta.


Tasavvuf akımını, dini konularda kullananların yaptıklarına bakarsanız, şekilsel ve sözcüklerin itinayla seçilerek dizilişine şahit olursunuz. Burada amaç, vermek istenileni görsel ve duygusal yollarla karşısındaki topluma anlatmaya çalışmaktır. Elbette bunun hiçbir zararı yoktur. Hatta bazen çok da faydası olacağını söyleyebiliriz. Fakat İslam ın anlatılmasında, izah edilmesinde, tanıtılmasında, yaşanmasında başvurulacak ilk yöntem bu değildir. Onun içinde peygamberimizin döneminde, bu tür bir yönteme başvurulduğu konusunda, öne çıkan bir örnek yoktur.


İslam akıl dinidir. Kur’an ı anlayarak okuyan, inceleyen bir Müslüman, Allah ın aklımıza müracaatı, birinci öncelik olarak ele alır. İmtihanda olduğumuzu hatırlatarak, ayetler üzerinde düşünmemizi, aklımızı kullanmamızı, birçok kez bizlere hatırlatır ve hala düşünmeyecek misiniz, düşünen yok mu türünden uyarılar yapar. Kur’an ın bizlere rehber olduğu konusunu işler.


İslam dininde, Allah ile kulu arasına hiç kimse giremez. Yani İslam dininde ruhban sınıfı yoktur. Her Müslüman kendi imtihanını, bizzat kendisi vermek zorundadır. Ben bilmem, ben anlamam diyemeyiz. Herkes kendi kapasitesi kadar, mutlaka dini yaşamak, öğrenmek için, çaba harcamalıdır. Kendi imtihanımızı hiç kimseye devredemeyiz, düşünmeden, rehbere danışmadan bir başkasının telkini ile imanımızı yaşayamayız.


Buradan da anlaşılıyor ki, tarikat ve cemaatler yoluyla, belli bir şahsı yücelterek, ardından gitmenin, ondan yardım beklemenin, İslam dininde yeri olmadığı açıktır.


Elbette toplu yaşamak, guruplar halinde olmanın hiçbir sakıncası yoktur. Din adına âlim kişilere danışmak, onlardan bilgi almak, eğitimimizin, imtihanımızın bir parçasıdır. Fakat bu yardımı isterken, elden Kur’an ı düşürmeden, onun ışığında yapmalıyız ki, bizleri Allah ile aldatanların oyunlarına gelmeyelim. Çünkü Allah bizleri uyarıyor ve sakın sizleri Allah ile aldatmasınlar diyerek, dikkatimizi birçok kez çekiyor.


Toplumlar, mezhepler yoluyla bölündükten sonra, gerçekten büyük bir boşluğun içine düşmüşlerdir. Bunun nedeni Kur’an dan uzak İslam ı yaşamaktır. Toplum, sen Kur’an dan anlayamazsın, Kur’an da her şey yoktur, Kur’an ı veli insanlar anlar diyerek korkutulmuş, Allahın güneşinden uzaklaştırılmış, Kur’an ile toplumun arasına girilmiştir.


Bu arayış, tasavvufla doldurulmaya çalışıldıysa da, bir kısım cemaat ve tarikatların bu akımı kendilerinin şekillendirmeleri ile yanlış itikatlarını, süslü göstermenin bir yolu olmuştur.


Tarikat ın anlamı manevi yoldur. Cemaatte aynı inanca sahip topluluk olduğuna göre, elbette anlam itibariyle hiç kimsenin itirazı olamaz. Tasavvufta inancımızın duygusal boyutuyla, arındırılarak, her türlü yanlıştan uzak, hayata geçirilmiş şekli olduğuna göre, elbette hiç kimsenin buna da itirazı olamaz. Peki, itirazımız neye dersek, itirazımız bunların yaşama, hayata geçirilme şeklinedir. 


Bugün tarikat ve cemaatlerin toplumları nasıl yönettiklerini, din ve iman adına nasıl yön verdiklerini görüyoruz. Adeta kurulmuş bir makine den farksız bir toplum yaratan tarikatların, cemaatlerin, düşünme hakları ellerinden alınmış bir toplum yaratmasınadır itirazımız. Bu itirazımız kendi adımıza değildir elbette, Allah ın kanunlarının göz ardı edilerek, özgürce imtihanından alıkonan din kardeşlerimizin, öz iradelerine yapılan baskıyadır itirazımız.


Mevlana nın Tasavvufundan güzele, hoşgörüye davet dizelerinden bir bölüm sunmak istiyorum.


Sevgide güneş gibi ol,
Dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol,
Hataları örtmede gece gibi ol,
Tevazuda toprak gibi ol,
Öfkede ölü gibi ol,
Her ne olursan ol,
Ya olduğun gibi görün,
Ya da göründüğün gibi ol.


Ne dersiniz, bizler Müslüman toplumu olarak, birbirimize bu güzellikte mi davranıyoruz? Kur’an ın bizlere öğretisi olan, hoşgörüyü hayatımıza geçirebildik mi?  Aynı kitaba, aynı peygambere iman etiğimiz halde, farklı mezheplerdeki din kardeşlerimizi, öldürmekten bile çekinmeyen inancımızı, hala sorgulamayacak mıyız?


Sizce bir yerlerde, bir hata yapmıyor muyuz? Ne dersiniz? Elde apaçık sorumlu olduğumuz Kur’an dururken, yöneldiğimiz beşeri çırpınışlarımız, huzur arayışımız, acaba nefsimizi, ruhumuzu ne kadar tatmin ediyor?


Bakın Yüce Rabbimiz, peygamberimizin döneminde bile, Allah ın tebliğ ettiği Kur’an ı yeterli görmeyip, atalarının rivayetlerine de iman etmek için ısrar edenlere ne diyor.


Ankebut 51: Karşılarında okunup duran bir kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır.



Bizlerde bugün aynı yanlışı yapıyor ve İslam ı yaşamak için Kur’an yeterli değildir, çünkü o özet bilgidir, her şey yazmaz diyerek, bölünmüşlüğümüzün acı ve ızdırabıyla, nefsimizin acısını dindirmek adına, Kur’an dışından reçeteler arıyoruz.


Mutluluğun reçetesini, beşerin ellerinde ararsak, hastalığımıza çare bulamayacağımızı artık fark etmeliyiz. Eğer fark edemiyor da, gönül gözlerimizi Kur’an ile aydınlatamıyorsak, bunun suçunu kendimizde aramalıyız.


Dilerim Allah dan gönlümüzü, ruhumuzu, nefsimizi FURKAN ile arındırmasını, eğitmesini bilen, Rabbin halis kullarından oluruz.


Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

272
Değerli dostlar, bugün sizlere hatırlatmak ve üzerinde düşünmenizi istediğim ayet, Furkan suresi 30. ayet olacaktır. Bu ayetin öncesindeki ayetlerini incelediğimizde, hesap günü geldiğinde peygamberimizin şahitliğinde, kendisinin o gün üzüntüsünü nasıl dile getireceğini, Rabbim şimdiden bizlere açıklıyor, peki neden şimdiden söylüyor? Kulları ders ve ibretler alsın diye. Önce ayeti yazalım, daha sonrada bu ayetten nasıl dersler almalıyız, onu birlikte düşünelim.
 
Furkan 30; Ey Rabbim! Benim toplumum bu Kuran' ı devre dışı tuttular.
 
Peygamberimizin hesap günü söyleyeceği, benim toplumun Kur’anı devre dışı bıraktılar sözünden, doğrusu eğer çok iyi dersler çıkarırsak, işte o zaman hem peygamberimizin gerçek ümmeti oluruz, hem de Rabbimin gerçek, halis kulları oluruz. Bu sözden anlaşılıyor ki, peygamberimiz tebliğ ettiği, hayatına geçirdiği, onunla yaşadığı Kur’an, onun ölümünden yıllar sonra, terk edilmiş olmalı ki, bu sözü hesap günü peygamberimiz söylesin.

Kendi yaşadığı dönemlerde Kur’anı tanıtmak, tebliğ etmek, insanlara ulaştırmak, hak ettiği makama çıkarmak için, o kadar ciddi çalışmalar yapıyordu ki peygamberimiz, bu sözlerinden kendi döneminden bahsetmesi mümkün olamaz. Çünkü yaptığı özverili çalışmalarından ötürü, peygamberimiz Rabbimden birçok takdirler, övgüler almıştı.
 Günümüze kadar ulaşan bilgilerden, peygamberimizin aldığı önlemleri biliyoruz. O dönemde de Kur’an dan sapma, Kur’an dışına meyletme eğilimlerini tespit eden peygamberimiz, kendi sözlerinin değiştirilerek nakledildiğini, yanlışlara sapıldığını fark etmiştir. Elbette bunlarla da mücadele ettiğini, hepimiz biliyoruz.
 
Peygamberimiz hayattayken, Kur’an ı yaşamına tam olarak geçirmiş, Kur’an ın el üstünde tutulduğu en güzel dönemindeydi. Demek ki peygamberimiz vefat ettikten sonra, ileriki yıllarda ne olduysa oldu, Kur’an dan uzaklaşma batıla sapma, hurafeleri dine sokma bundan sonra olmuştur. Peygamberimiz Allah ın verdiği ilimle, tüm bu hataları sağlığında görmüş ve hissetmiştir.

Sanırım bu sözleri, hesabın görüleceği o gün, her şeyin önümüze döküldüğü o an, ümmetinin büyük çoğunluğunun nelerin peşinden gittiğini, hurafe ve batıla nasıl saptığını gördükten ve şahit olduktan sonra, üzüntüsünden söyleyeceği çok açık anlaşılıyor.
 
Şimdide bu ayetten önceki iki ayete bakalım. Yine hesap günü geldiğinde Kur’anı devre dışı bırakanlar bakın neler söyleyecek, onları da şimdiden bizlere hatırlatıyor ki Rabbim, belki birazcık aklını kullanan kulum, ibret alır diye.
 
Furkan 28: Eyvah! Keşke falancayı dost edinmeseydin.
 
Furkan 29: Bana geldikten sonra Kur'an, vallahi o beni saptırdı." Öyle ya şeytan insanı yapayalnız, yardımsız bırakır.
 
Lütfen örneklere bakar mısınız? Hesap günü Kur’an a iman ettiğini söyleyen bir Müslüman ın, feryadını duyuyor musunuz? Kur’an ehli olan inanmış bir kısım Müslümanların, inandığı güvendiği bir başka Müslüman ı dost, veli edindikten sonra, bu dostluğunun sonunda din ve iman adına, onun sözlerini Kur’an a danışmadan, onun onayını almadan kabul etmeleri sonucunda, nasıl yoldan çıktığını, ne kadar güzel anlatıyor ve yanlışını, Rabbimin huzurunda fark ediyor. Daha sonrada nasıl pişman oluyorlar.

Furkan 29. ayetinde söylenenler, konuya daha da açıklık getiriyor ve bakın ne söylüyorlar?

Vallahi Kur’an ı ben tebliğ alıp, onun yolundan gittiğim halde, kendime dost edindiğim, veli edindiğim çok güvendiğim kişi beni saptırdı diyor.
 Yüce Rabbim e binlerce şükürler olsun, bu kadar güzel bir örnek olur mu sizce dostlar. Tabi güzel örnekleri görebilmek, hissedebilmek önemli. Burada güvendiği kişinin saptırdığı konu önemli. Kur’an dışına yönlendirerek yoldan çıkardığı anlatılıyor. Kur’an ı yeterli görmüyor ve atalarından gelen emin olmadığı, rivayet bilgilere iman etmesi için onu yanıltıyor.

Hâlbuki Rabbim Kur’an da bizleri uyarıyor, kimin takvaca üstün olduğunu yalnız ben bilirim demiyor muydu? Güvenilecek dayanılacak, yardım istenecek tek veliniz benim demiyor muydu Kur’an da bizlere? Fakat bizler bazı insanları veliler edinip, O Allah dostu, cennetlik bizlere mahşerde şefaat edecek, dahi demiyor muyuz günümüzde? Allah bizleri affetsin. İşte Kur’an dan uzak yaşamanın sonucu.
 
Şimdide şunu düşünelim. Acaba din ve iman adına kuşku duymadan, elimizdeki rehbere bakmadan veli dedikleri kişilerin ardından gitmek ve onlara iman adına güvenip dayanmak, doğru diyebilir miyiz? Bu soruya sanırım yorum yapmak Rabbim e saygısızlık olur.
 
Hesap günü feryat edecek kardeşlerimizin feryadını, bugün duymak istemeyen, duymazdan gelen, Rabbimin huzuruna gittiğinde aynı feryatları yapacağını, ama hiçbir işe yaramayacağını bilmelidir.
 
Şimdide hemen devamındaki ayet olan, Furkan suresi 31. ayete bakalım. Buradan alacağımız ders nedir?
 
Furkan 31: İşte böyle; biz, her peygambere suçlu-günahkârlardan bir düşman kıldık. Yol gösterici ve yardımcı olarak Rabbin yeter.
 
Yüce Rabbim yanlışa düşen, din ve iman adına başkalarını dost edinip, Kur’anı devre dışı bırakan kulunun feryadından sonra, bizler için en güvenilir yol gösterici ve yardımcı Yüce Rabbin rehberi olduğunu söylüyor. Buda Allah ın ayetleri olan KUR’AN dır.
 
Herkesi kendi nefsi ile baş başa bırakmak istiyorum, fakat şu sözleri çok iyi düşünerek. Bizlere Kur’an da her şey yoktur diyenlere, Kur’an ın muhkem ayetlerini herkes anlayamaz, onu veli insanlar anlar diyenlere, çok dikkatle yaklaşmalıyız. Allah sizlere rehber ve güneş olsun diye gönderdim dediği Kur’an ın MUHKEM ayetlerine, anlaşılması zor demek, ona yapılacak en büyük saygısızlıktır.

Allah kullarına, sizi bu kitaptan hesaba çekeceğim diyorsa, bu kitap anlaşılması zor bir kitap asla olamaz. Yaradan yemin olsun ki bu kitabı sizler için kolaylaştırdım diyorsa, bunun tersini söyleyenlere inanmak sizce ne kadar doğru olur? Elbette her insan kapasitesi ölçüsünce, ona yaklaştığı nispetle anlayacaktır. Her insan bir başka insana muhtaçtır, her şeyi biliyorum demek, Allah a mahsustur. Bizler Kur’anın özünü anlayıp kavradıktan, onun temel esaslarını öğrendikten sonra, birbirimizden faydalanmalıyız.
 
Okullarımızda okutulan, beşerin yazdığı onca karmaşık kitaplar anlaşılıyor da, mühendisler, doktorlar, bilim adamları oluyorsak, Rabbin gönderdiği kitap için anlaşılması zor, herkes anlayamaz diyenlerin, sakladıkları bir şeyler var demektir bizlerden.

Beşerin kitaplarını bizler anlıyorsak, Rahman bizlere rehber olsun diye gönderdiği kitabın anlaşılması için, mutlaka yine bir beşere ihtiyacımızın olduğunu söylemek, Allah a yapılacak en büyük saygısızlıktır, bunu da unutmayalım.
 
Bunları söyleyenlerin, tıpkı Rabbin verdiği örnekte olduğu gibi, bizleri Kur’an dan uzaklaştırmaya çalıştığını, Kur’an ile ilişiğimizi kesmek istediklerini bilmeliyiz. Rehber Allah katından geliyorsa, ona anlaşılması zor, orada her şey yoktur diyenler, lütfen dikkatle düşünsünler. Bakın Allah Kur’an konusunda ne diyor?
 
Nisa 82. ; Kuran'ı, iyice okuyup düşünmüyorlar mı?
 
Nahl 89:… Ayrıca bu Kitabı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.
 
Furkan 1: Furkan’ı âlemlere bir uyarıcı olsun diye, kuluna indiren (Allah) ne yücedir.
 
İsra 89: Andolsun, bu Kur'an'da her örnekten insanlar için çeşitli açıklamalarda bulunduk. İnsanların çoğu ise ancak inkârda ayak direttiler.
 
Casiye 20: Bu Kur'an, insanların kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur. Gereğince inanan bir toplum için de bir kılavuz ve bir rahmettir o.
 
Araf suresi 3; Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.
 
Nisa Suresi 105. Kuşku yok ki, biz bu Kitap'ı sana, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği ile hükmedesin diye hak olarak indirdik. Sakın hainlere yardakçı olma.
 
Enbiya 10; And olsun, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?
 
Yukarıdaki ayetler, Yüce Rabbin katındandır. Acaba bu ayetler, bizlere söylenen; Kur’an da her şey yoktur o özet bilgidir, Onu herkes anlayamaz sözlerini destekliyor mu? Allah Kur’anı iyice okuyup düşünmüyorlar mı diyor, demek ki okuyup düşündüğümüzde anlaşılacak ki böyle söylüyor, dikkat edin hiç ayrım yapmadan. Bu kitapta her şeyden nice örnekler verdim, sizlere bir müjde ve uyarıcı olsun diye gönderdim diyor.

Kur’an ı okuyanın kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur, gereken bilgiyi alana bir kılavuz rehberdir diyor. Rabbinizden size gönderilene uyun, sakın velilerin ardına düşmeyin diyor. Daha sonrada peygamberimize bakın ne diyor?

Kuşku yok ki, biz bu Kitap'ı sana, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği ile hükmedesin diye hak olarak indirdik.
 
Demek ki hüküm yalnız Allahın dır, ayırt edip çözüm getirenlerin en hayırlısı odur. Yani Kur’anın dışında hiçbir hüküm verecek yoktur. Çünkü Rabbim sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim demiyor muydu? Çok açık bir şekilde bütün şan ve şerefiniz Kur’an da diyorsa Allah, başka kanıt mı arıyoruz.
 
Peki, bizler tüm bu sözleri ayetleri tebliğ aldığımızı ve iman ettiğimizi söylediğimiz halde, ne diyoruz? Hala bunca delili görmezden gelip, Kur’anı herkes anlayamaz, Kur’an da her şey yoktur, onu veli insanlar anlar demiyor muyuz? Sizlere tekrar mahşer günü, Kur’an ehli yani Kur’an a iman ettiğini zanneden, insanların feryadını hatırlatmak istiyorum.
 
(Furkan 28: Eyvah! Keşke falancayı dost edinmeseydin.)

Bu duruma düşmek, hesap günü şaşkın ve üzgün kalmak istemeyen, yaptıkları onca çalışmanın, çabanın, hazırlığının boşa gitmesini istemeyen, Rabbin uyarılarını şimdiden dikkate alır ve gereken dersleri çıkartır.
 
Dilerim Rabbimden tüm bu örneklerden ders alan, din ve iman adına yalnız dayanılacak, güvenilecek, yardım istenecek veli olarak Allah ı kabul eden kulları arasına, bizleri de alması dileklerimle.
 
Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

273
Kur'an-ı Kerim / Nur Cemaati Kardeşlerime Bir Hatırlatmadır.
« : 25 Aralık 2012, 18:16:12 »
Allah Kur’an da, yarattığı kullarının özelliklerinden bahsederken, çok dikkat çekici üç özelliğinden bahseder.

—Tartışmaya meyillidir.

 —Aceleci tabiatta yaratılmıştır.

 —Zayıf yaratılmıştır.


Tüm bu özelliklerin üzerinde bir güç olarak da bizlere, akıl ve muhakeme gücü verdiğini ve bunu kullanarak tüm güçlüklerin, zayıflıkların, boş tartışmalardan kurtulmanın, hata ve yanlışların üstesinden geleceğimizi söyler. Aklını Kullanmayanlarında, yanlış yollara sapacaklarının örneğini verir. Allah bizlere çok önemli bir uyarıda da bulunup, bizlere rehber olsun diye Kur’an ı gönderdiğini, sakın velilerin ardına düşmeyin diye tembihlerde bulunarak, Kur’an a sarılmamızı bütün şan ve şerefimizin Kur’an da olduğunu söyler. Kur’an dan imtihan edileceğimizi de bizlere hatırlatır.


Allah gönderdiği ayetler üzerinde dahi düşünmemizi, aklımızı kullanmamızın öneminden bahsederek, bizlere aslında çok önemli bir işaret verir. Benim gönderdiğim ayetler üzerinde dahi düşünmenizi, aklınızı kullanmanızı istiyorsam, beşerin sözleri, kitapları ve sizlere anlatılan rivayetler üzerinde, çok daha dikkatli olmamız ve düşünmemiz gerektiğini anlatmaya çalışır bizlere. Aklını kullanmadan iman edenlerinde akıbetini, çok açık örneklerle verir.


Yunus 100: Allah'ın izni olmadıkça hiç bir kimsenin iman etmesi mümkün değildir. Akıllarını güzelce kullanmayanları Allah, pislik içinde bırakır.



Bizler günümüzde inancımızı yaşarken, çok büyük bir hata yaptığımızın, farkında bile olamıyoruz. Ne yazık ki aklımızı devreye sokmadan inancımızı, imtihanımızı yaşıyoruz da ondan. Hatırlayınız bizlere, sizler Kur’an ı anlayamazsınız, Kur’an da her şey yoktur, onu veli insanlar anlar diye öğretmişlerdir. Bu Kur’an öğretisine tamamen aykırıdır.


Bizlerin Kur’an dan habersiz oluşumuz, Kur’an ile aramıza soktuğumuz veliler, bu yanlışın ardı sıra gitmemizi sağlamıştır. Tabi Kur’an ve akıl devre dışı kaldığından, Rahmanın sakın velilerin ardı sıra gitmeyin ayetlerinden de habersiz aklın, mantığın, düşüncenin gücünden uzak kalmamız nedeniyle, yaratılışımızın özelliklerinden olan, tartışmaya meyilli oluşumuz, nefsimizdeki zayıflıklar, aceleci olmamız, bizlerin din ve iman adına büyük hatalar yapmamıza neden olmaktadır.



Eğer Rabbim bizlerin bu Dünya da imtihanda olduğumuzu söylüyorsa, her beşer kendi imtihanı için çaba göstermeli, kendi imtihanını asla başkalarına havale etmeden, kendisi bizzat Kur’an ve akıl ekseninde imtihanını vermelidir.


Kur’an ile doğru bir bağ kuramayan bizler, aramıza Onunla inanılmaz yüksek bir duvar ördüğümüzden, din adına öğretilenleri, bunlar Allah katındandır denilen bilgileri, Kur’an ile karşılaştırma imkânını da bulamıyoruz. Böylece çok büyük hatalar yapmaktan da kurtulamıyoruz. Hâlbuki Allah çok açık bir şekilde bizlerin sarılacağı kitabın, bütün şanımızın şerefimizin Kur’an olduğunu, bakın nasıl hatırlatıyor bizlere ve aklını kullanmayanlara bakın ne diyor Rabbim?


Enbiya 10: Andolsun ki, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şanınız ondadır; Hala akıllanmayacak mısınız?


Bu ayetleri indiren ve tüm şan ve şerefimizin Kur’an olduğunu söyleyen Allah ın sözlerini, hala duymazdan mı geleceğiz?


Tüm bu yazdıklarımı, neden sizlere hatırlatma gereğini duyduğuma gelince. Bazı din kardeşlerimizin farkında olmadan, günümüzde yaptıkları büyük bir hatayı, Allah ın izniyle sizlere, dilim döndüğünce anlatmak, hatırlatmak istiyorum.


Ne yazık ki İslam ı yaşarken bizler bazı cemaat, tarikat eksenli oluşumlara kendimizi öyle kaptırıyoruz ki, eğriyi doğrudan ayıran FURKAN dan habersiz oluşumuz, bizim yaptığımız affedilmeyecek, ÇOK AMA ÇOK BÜYÜK yanlışı fark etmemizi önlüyor.



Sizlere şöyle bir teklifte bulunsam ve desem ki, sizlere Kur’an ı aratmayacak, Kur’an ın geldiği yerden gelen bilgileri içeren bir kitap var elimde desem. Hatta elimdeki kitap, Kur’an ayetlerinin ayetidir ve gelin onu okuyalım, bunları okuduğunuzda imanla kabre girip, cennete gireceksiniz, bu kitaptan başka kitap aramanıza gerek yoktur, desem ne dersiniz? Aslında birçoğunuzun bu sözlerim karşısında, neler düşündüğünüzü duyar gibiyim.



Acaba bazı din kardeşlerimiz, farkında olmadan bu söylediğim kitapların olduğuna inanıp, böyle bir toplumun içinde imanını, inancını yaşayıp bu kitapların peşi sıra gidiyor olabilir mi?


Evet, bu söylediklerimi iddia eden ve günümüzde de, belki de farkında olmadan, bu düşüncenin ardı sıra giden din kardeşlerimiz ne yazık ki var. Bana düşen değerli din kardeşlerimi FURKAN ile uyarmak ve Kur’an gerçekleri ile yüzleşmelerini sağlamaktır.  Gerisi kendilerine kalmıştır. Kimin doğru yolda gittiğini yalnız Rabbim bilir.


Benimde geçmiş yıllarımda kısmen girip çıktığım, değerli Nur cemaati mensubu kardeşlerim, acaba bahsettiğim kitaplarla ilgili, aşağıda yazılan bilgileri, düşünceyi biliyorlar mı? Ya da bu düşünceleri Kur’an süzgecinden geçirdiler mi? Yazacaklarım üzerinde lütfen dikkatle düşünmelerini, ondan sonra kararlarını vermelerini rica ediyorum. Çünkü herkes hesabını Rahmana, bizzat kendisi verecektir. Geri dönüşü olmayan yola girdiğimizde, eğer pişman olmak istemiyorsak, bugün çok ama çok dikkatle düşünmenin zamanıdır. Bir Müslüman a düşen, din kardeşini yalnız ve yalnız KUR’AN ile uyarmaktır.


Bakın Risale-i Nur kitaplarının, nereden geldiği söyleniyor.


( Resail-in Nur da aynı şekilde, ne doğunun kültüründen ve ilimlerinden nede batının felsefe ve fen bilimlerinden gelmiş bir mal ve onlardan iktibas edilmiş (alıntılanmış) bir nurdur. Ama semavi olan Kur’an ın, doğu ve batı nın üzerinde olan Arş’ da ki yüksek yerden alınmıştır.)


Yukarıdaki sözlere dikkatle baktığımızda, bahsedilen kitapların Kur’an ın geldiği yerden geldiği söylenebilmektedir. Bu apaçık Kur’an a şirk değil midir sizce?


Ne yazık ki Risale-i Nur kitaplarının kendisine, gaibi bir şekilde vah yedildiğini, bildirildiğini, kalbine geldiğini söyleyen Said-i Nursi, bakın bu konuda neler söylüyor.


( Ben gönderilen risaleleri mütalaa ettim. Bir kısım hakikatleri mükerrer gördüm. Makam münasebetiyle tekrar edilmiş. Benim arzu ve belki ihtiyarım olmadan niçin böyle olmuş, kuvve-i hafızama (hafıza gücüme) gelen nisyondan (unutmadan) sıkıldım. Birden şiddetle bir ihtar ile ( On dokuzuncu sözün ahirine bak) denildi.


Birden bir ihtar-ı gaybi (gaybi bir uyarı) ile kati kanaat verecek bir surette kalbime geldi.


Denildi ki: Ciddi alaka ile senin eskiden beri tekrar ettiğin bir ışık var, bir nur göreceğiz diye müjdelerin tevili ve tefsiri ve tabiri, sizin hakkınızda belki iman cihetiyle, alem-i İslam hakkında dahi en ehemmiyetlisi Risale-i Nur dur.)



Değerli din kardeşlerim, bu işler asla şaka götürmez. Allahın kitabına şirk koşmak, adeta Kur’an ın karşısına, Allahtan geldiğini söyleyerek kitaplar koymak, insanı dinden çıkartır.


Son cümlenin üzerinde biraz düşünen, yapılan yanlışı sanırım anlayacaktır. İslam âlemi için en ehemmiyetli kitabın, bakın hangisi olduğunu söylüyor? Peki, Allah Kur’an da onlarca, yüzlerce kez ne diyordu bizlere? Kur’an ın ipine sarılın, bu kitapta sizlere, her şeyden nice örnekler verdik ki anlayasınız. Hadi bir benzerini getirsinler bakalım. Bütün şanınız ondadır. Bu kitap sizler için bir rehber, bir güneş, bir nurdur. Sizleri bu kitaptan sorumlu tutuyorum diyordu. Bu kitapta sorumlu olduğunuz her şey, nice örneklerle kolaylaştırılarak açıklanmıştır.


Allahın ayetleri, yukarı da ki söylenenleri onaylıyor mu? Elbette kime inanıp inanmayacağımız, herkesin kedisine kalmıştır. Buna kimse karışamaz. Lütfen hatırlayalım, Kur’an da Rabbim bir örnek veriyor ve bakın mahşer günü peygamberimizin, ümmetinin nasılda Kur’an ı terk ettiğini söyleyeceği, şimdiden bizlere iletiliyor.

Bu ayeti Allah boşuna bizlere iletmiyor, yaptığımız onca yanlışın farkına varmamız için bizleri şimdiden uyarıyor. Bu ayet üzerinde düşünüp ders almayanların halini, huzuru mahşerde düşünmek bile istemiyorum.



Furkan 30; Ey Rabbim! Benim toplumum bu Kuran' ı devre dışı tuttular.


Peygamberimiz mahşer günü, benim ümmetim Kur’an ı devre dışı bıraktılar sözünü söyleyeceğini, Rabbim bizlere şimdiden hatırlatıyorsa, gelin bu ayetten büyük dersler çıkartalım. Yoksa son pişmanlık fayda etmeyecektir.


Said-i Nursi bu kitapların kendi düşünceleri, kendi yazıları olmadığını, kendisine gaybi bir şekilde Allah tarafından bildirildiğini, bakın bir başka hangi sözlerle anlatıyor.


(Bu gelen Mukaddime, lüzumundan fazla izah edilmekle beraber, bir derece uzun olması, ihtiyarsız (iradem dışında) olmuştur. Demek ki ihtiyaç var ki, öyle yazdırıldı.


Olan Risale-i Nur un harika yüksekliklerini ve ilmi tahkikatını benim fikrim den zannedip dehşet almuşlar.


Yazdığım vakit irade ve ihtiyarım ile olmadığını hissettiğimden, kendi fikrimle tanzim veya ıslah etmeyi muvafık görmedim.)



Çok açık bir şekilde bu kitapların iradesi dışında, Allah tarafından yazdırıldığını söylüyor. En son cümlede söylenen, bu kitapları kendi fikirleri ile yazmadığı için, onları tanzim ve ıslah etme yetkisini kendisinde görmediğini belirtiyor. Bugün bu kitapların anlaşılır Türkçeye çevrilmemesinin asıl nedeni, bakın nasıl açığa çıkıyor.


Allahın gönderdiği Kur’an ı, anladığımız dile ya da dillere çevrilmesine ses çıkarmayanlar, itiraz etmeyenler, Risale-i Nur kitaplarının günümüz diline çevrilmesine asla izin vermiyorlar. Doğrusu bunun karşılaştırmasını yapmak bile, bana azap ve üzüntü veriyor. Rabbim affetsin.


Yine bu kitapların özellikle anlaşılması için Türkçe indirildiğini, fakat bazen Arapça ve kısmen de Farsça kendisine indirilmesini bakın nasıl açıklıyor.


(Şu fıkra (bölüm) Arabî geldiği için, Arabî yazıldı.)

(Yani bu münacat, kalbe Farisi olarak tahattur ettiğinden Farisi yazılmıştır.)


Bu düşünce ve fikirler için, benim söyleyecek çok fazla sözüm yok. Allah tarafından Arapça ya da farsça indirildiğini söyleme cesaretini, doğrusu ben izah edemiyorum, bu sözler karşısında adeta ürperiyorum. Hepimiz Allah ın imtihanından geçiyoruz. İsteyen istediğini seçmekte özgürdür. Yine aynı düşünce ve inanç, bakın bu kitaplar için neler söylüyor.



(Kimin haddidir ki, bu nurlarda yanlışlık bulsun…. Onun için bir harfe dokunmayı azim bir günah işliyorum telakki ediyorum.)


Hatırlarsanız bu sözleri Allah Kur’an için söylüyordu. Hadi bir benzerini getirsinler diye de meydan okuyordu. Gerçekten Kur’an eşi benzeri olmayan, tek harfine dahi dokunamayacağımız bir güneş, bir rehberdi. Ya bahsedilen kitaplar? Doğrusu ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Yapılan karşılaştırmalardan, Yüce Rabbim e sığınırım. Bakın Allah kendisine vahiy geldiğini söyleyenlere karşı, nasıl bir ayetle bizleri uyarıyor? Anlayana anlamak isteyene.



Enam 93: Yalan düzüp Allah'a iftira eden veya kendine bir şey vah yedilmediği halde "Bana vah yedildi" diyen kişi ile "Allah'ın ayet indirdiği gibi ben de indireceğim" diyen kimseden daha zalim kim vardır! Bir görsen o zalimleri ölüm dalgaları içindeyken. Melekler ellerini uzatmış, "Çıkarın canlarınızı!" diye! Bugün zillet azabıyla cezalandırılacaksınız; çünkü Allah'a karşı gerçek dışı şeyler söylüyorsunuz ve çünkü O'nun ayetlerine karşı büyüklük taslıyordunuz.


Yukarıdaki ayette, Allah ın uyarısı ile bizlere iletilen beşerin sözleri arasındaki farkı, sanırım izah etmeye bile gerek yok. Göz ve gönüllerinde perde olmayan anlayacaktır.


Risale-i Nur kitaplarına girmiş, ona inanan kişilerin bazı düşüncelerinden de örnek vermek istiyorum. Bu sözlerin bahsettiğimiz kitaplara girmesine de, Said-i Nursi bizzat hayattayken onay vermiş ve kitaplarda yerlerini dahi kendisi tespit etmiş. Bakın neler söylüyorlar.


( Risale-i Nur yirminci asrın Müslümanlarını ve bütün insanları, koyu fikir karanlığından kurtarmak için müellifinin kendi ihtiyarıyla (iradesiyle) değil, büyük yaratıcımızın ihtiyarıyla yazılmış bir şaheseridir.)


Çok zorlu bir imtihandan geçtiğimizin, lütfen artık bilincinde olalım. Eğer Kur’an ın ışığı kalbimize bir nebze yansımadıysa, Kur’an ile aramıza beşeri soktuysak, elbette gerçekleri görmemizde mümkün olmayacaktır. Ama şunu söylemeden geçemeyeceğim, BU APAÇIK KUR’ANA ŞİRKTİR. Bunu sakın unutmayalım. Bu suç Allahın asla affetmeyeceği suçlar arasındadır. Lütfen dikkatle düşünelim ki, yaptığımız onca ibadetler, boşa gitmesin Allah korusun.



Şimdide bu kitaplarda geçen, bu kadar da olmaz dedirtecek sözleri, sizlerin yorumunuza bırakıyorum. Bakın bu kitaplar için, Kur’an ayetlerine atfedilerek neler söyleniyor.


( Resail’in-Nur denilen otuz üç adet söz ve otuz üç adet mektup ve otuz bir adet lem’alar, bu zamanda Kitab-ı Mübindeki ayetlerin ayetleridir.)


Yukarıdaki sözleri doğrusu tekrar etmekten bile Rabbim e sığınırım. Bu kitapların, Kur’an ayetlerinin ayetidir diyerek, adeta Kur’an ile eş tutmanın sonucunu, din kardeşlerime hatırlatmak isterim. Anlayan anlayacaktır, anlamayana ne yaparsanız yapın fayda etmeyecektir.


Bu kitapları okuyanların cennete nasıl gideceklerini ve başka kitaplar aramalarının hata olacağını bakın nasıl söylüyor.


( Risale-i Nur dairesi içine girenler, tehlikede olan imanlarını kurtarıyorlar ve imanla kabre giriyorlar ve cennete gidecekler….


Zannederim ki hakaik-ı aliye-i imaniyeyi tamamıyla Risale-i  etmiş, başka yerlerde aramaya lüzum yok.

Risale-i Nur talebeleri, Risale-i Nur un dairesi haricinde nur aramamalı ve aramaz. Eğer ararsa Risale-i Nur’un penceresinden ışık veren manevi güneşe bedel, bir lambayı bulur; belki güneşi kaybeder.)



Tüm bu bilgileri, düşünceleri lütfen herkes bizzat kendisi, Kur’an ile karşılaştırmalıdır. Kur’an ı devre dışı bırakıp, aramıza beşeri ve kitaplarını sokarsak, huzuru mahşerde inanın çok kötü bir sürprizle karşılaşacağımızı da unutmayınız. Allah yukarıda ki sözleri, gönderdiği Kur’an için kullanıyordu hatırlayınız. Kur’an ın ipine sarılın sizi doğruya iletecektir. Sakın veliler edinerek ardına düşmeyin, yardım istenecek güvenecek veliniz yalnız benim demiyor muydu? Sizce aynı övgüye layık Kur’an dan başka kitap, rehber olabilir mi? Karar sizlerin.



Allah bizleri apaçık rehberiyle öyle uyarıyor ki, onu anlayarak birkaç kez okuyan, yanlış inançların ardı sıra asla gitmeyecektir. Hâlbuki Allah gönderdiği rehberinde, apaçık hak olarak peygamberimize indirilene inananların günahlarını, Rabbimin affedeceğini bakın nasılda söylüyor?


Muhammet 2: İman edip yararlı işler yapanların, Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir.


İsra 88: De ki: "Yemin ederim eğer insanlar ve cinler bu Kur'an'ın benzerini getirmek üzere toplansalar, birbirlerine yardımcı bile olsalar onun bir benzerini getiremezler.

Bakara 2: Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici bir kitaptır.


Enbiya 10; And olsun, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?




Bu ayetler üzerinde çok fazla değil, biraz düşündüğümüzde bizlere nasıl bir ders verdiğini ve hangi kitabın bizlere yol gösterici olduğunu, dikkatlice düşünen anlayacaktır?



Yaradan madem eşi benzeri olmayan Kur’an ı bizlere gönderdi, Kur’an ın ipine sarılın diye öğüt verdi, o zaman yine Allah katından geldiği söylenen Risale-i Nur kitaplarını, bu kitaplar daha açıklayıcı, anlaşılır bu kitaplara bakın, sizce der mi? Bu durumda Kur’an ın konumu ne olur, bunu düşünebiliyor muyuz? Kur’an ın ipine sarılın, sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim ayetleri ile bu sözler bağdaşıyor mu sizce?



Sizlere Rabbin rehberinden, bazı ayetler hatırlatmak istiyorum son olarak. Acaba Allah bizleri, Kur’an dışından gelen tehlikeler için nasıl uyarıyor? Tüm bunları aramak bulmak ve üzerinde düşünmek bizlere düşer. Eğer bu Dünyada imtihan olduğumuza inanıyorsak, imtihan olacağımız kitabında Allah KUR’AN olduğunu söylüyorsa, sizce bu kitap anlaşılması zor ve her şeyin açıklanmadığı bir kitap olabilir mi?


Gerisi sizlere kalmış. Allah elçisine bile, tebliğ etmek sana, hesap sormak bana düşer diyorsa, gelin imtihan olacağımız kitabı, anlayarak okuyalım ve ona sarılalım.


Çok önemli bir konu hakkında da, kardeşlerimin dikkatini çekmek isterim. Said-i Nursi yazdığı kitaplarda, ayetlerin bir kısmını, öyle bir açıklamıştır ki, ayetleri okuduğunuz zaman, yazılanlarla hiç bir bağlantısını göremezsiniz. Çünkü ayetleri Yahudilerin ve büyücülerin kullandığı bir yöntemle anlamaya çalışmış ve açıklamıştır, buda EBCED VE CİFİR yöntemidir. Yahudilerde bu yöntemle Allah ın halis dinini bozmuşlardır.


Sizce aşağıdaki ayetlerde Rahman bizleri, hangi kitaba yönlendirip, nasıl dikkatimizi çekiyor? Düşünen, aklını kullanan, daha da önemlisi velilere ve kitaplarına değil, Rabbine ve onun kitabı Kur’an a güvenen, onun ipine sarılan, her şeyi çok açık ve net anlayacaktır.



Kamer 17: Andolsun biz, Kuran'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?


İsra 36: Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.


Bakara 79: Artık vay hallerine; kitabı kendi elleriyle yazıp, sonra az bir değer karşılığında satmak için 'Bu Allah katındandır' diyenlere. Artık vay, elleriyle yazdıklarından dolayı onlara; vay kazanmakta olduklarına.


Furkan 1: Furkan’ı âlemlere bir uyarıcı olsun diye, kuluna indiren (Allah) ne yücedir.


Araf 185: Göklerin ve yerin hükümranlığına, Allah'ın yarattığı her şeye ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakmadılar mı? O halde Kur'an'dan sonra hangi söze inanacaklar.



Araf 3: Rabbinizden size indirilene uyun, O'ndan başka velilere uymayın. Ne az öğüt alıyorsunuz.



Araf 52: Yemin olsun ki, biz onlara, ilme uygun biçimde, ayrıntılı kıldığımız bir Kitap getirdik. İnanan bir topluluk için bir kılavuz, bir rahmettir o.



Zümer 3: Dikkat et, halis din yalnız Allah'ındır. O'nu bırakıp kendilerine bir takım dostlar edinenler: Onlara, bizi sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve inkârcı kimseyi doğru yola iletmez.

Ankebut 51: Kendilerine okunmakta olan Kitabı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? Şüphesiz bunda iman eden bir kavim için gerçekten bir rahmet ve bir öğüt (zikir) vardır.


Zümer 60: Allah'a yalan isnat edenleri, kıyamet günü yüzleri simsiyah halde görürsün. Kibirliler için cehennemde bir barınak mı yok.

Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız.


Allah ın ayetlerini tebliğ alan ve yazdığım Rabbin bu ayetlerine iman ettiğimizi söyleyen bizler, acaba yukarıda belirtilen kitapların, Allah katından gönderildiğine inanırsak, halimiz hesap günü nice olur dostlar? Karar ve seçim sizlerin. Hiç kimsenin buna müdahale etme hakkı yoktur. Çünkü her beşer, kendi yaptıklarından sorumludur.


Allah kulları için, yemin olsun ki bu kitabı sizler için kolaylaştırdım diyorsa, bizleri aldatmak isteyenlerin kapanına lütfen düşmeyelim. Çünkü Allah anlaşılması zor bir rehber gönderip, daha sonra kullarını zorda bırakıp, O kitaptan asla hesap sormaz. Bunu söylemek Rabbin adaletine büyük saygısızlıktır, bunu da unutmayalım.


Rabbim cümlemizin yardımcısı olsun. Gerçek doğruları bir gün Rabbin huzurunda göreceğiz. Kimin takvaca üstün ve doğru yolda olduğunu, yalnız ben bilirim diyen Rabbim e lütfen kulak verelim. Allah ortaya kitabın konup, hesabın görüleceğini söylüyorsa, gelin ortaya konacak ve hesabını vereceğimiz kitabın çevresinde toplanalım ve onu anlamaya çalışalım.


Amacımız hiç kimseye ne saygısızlık yapmak, nede hakaret etmektir. Gerçek amaç Kur’an ın hakkını vermek, onu layık olduğu yere taşımak, ona iman edenleri onun çevresine davet etmektir. Gerçek amaç, Allah a ulaşan en doğru yolu bulmak ve din kardeşlerimizle birlikte, bu doğru yolda güç birliği yapmaktır. O da bölünmeden Kur’an ın çevresinde, tek yumruk olmaktan geçer.


Rabbim cümlemizi, kendi imtihanını bizzat kendisi vermek adına, çaba gösterip mücadele eden, aklını kullanıp imtihanını başkasına havale etmeyen, Kur’an ın ipine sarılan, onun nuruyla nurlanan, yaşayan Rabbin halis kulları arasına girmeyi nasip etsin.   

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

274
Kur'an-ı Kerim / Hakkın Yerini Batıl Alırsa.
« : 21 Aralık 2012, 10:25:18 »

Allah dinde zorlama yoktur der. Hiç kimse karşısındaki bir insanı, kendisi gibi iman etmeye zorlayamaz. Çünkü hepimiz imtihandayız, her Müslüman kendi imtihanını yaşamakla bizzat mükelleftir. Daha açıkçası kendi imtihanını, başka kişilere havale edemez, onların sözleriyle yaşayamaz. Allah sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum diyorsa, imtihanımızın da kaynağı yalnız Kur’an dır.

Kur’an terbiyesi alan bir Müslüman, hiçbir zaman kendisini temize çıkartarak, karşısındaki kişinin inancını küçümsemez, onun inancıyla alay etmez. Çünkü Allah kendinizi temize çıkartarak, başkalarına öğüt mü veriyorsunuz diyerek uyarır ve kimin Allah katında doğru yolda olduğunu, yalnız ben bilirim der.

Kur’an terbiyesi alan bir kişi ya da kişiler, aynı kitaba, aynı peygambere iman eden farklı düşünen din kardeşine, düşünce ve inancında asla baskı yapmaz. Onu inancından dolayı küçümsemez, saygısız tek bir söz dahi söyleyemez. Aynı düşüncede olmasa bile, özgürce konuşmasına müsaade eder. Farklı dinlerden bile olsa, kimse kimseye baskı yapamaz ve inancından dolayı hakaret edemez. Çünkü herkes kendi yaptıklarından hesaba çekilecekte ondan.

Toplumlar din ve iman adına, eğer birbirlerine tahammül edemiyorsa, özgürce konuşamıyor ve özgürce inancını yaşayamıyorsa, o toplumda doğrular, gerçekler uzun süre açığa çıkamaz. Gerçeklerin bastırıldığı bir toplumda, hayatın huzurlu olması da beklenmemelidir.

Hak batıldan değil, batıl haktan korkar. Onun içindir ki yasakları koyanlar, haktan yana olanlar değil, batıldan yana olanlardır. Eğer bir toplumda fikir, düşünce ve inanç ekseninde yasaklar ve baskı varsa, orada hakkın yerini batıl almış demektir.

Tüm bu sözleri neden söylediğime gelince. Ben birçok sitede, Kur’an a davet adına yazılar yazıyorum. Din kardeşlerimi, Kur’an ın çevresinde birleşmeye ve onun ipine sarılmaya, onu anlayarak okuyup, Rabbin emrettiği gibi, ayetler üzerinde düşünmeye davet ediyorum. Günümüzde bizlere, Kur’an dışından öğretilen birçok bilgileri ve Kur’an ın bahsetmediği birçok hükümleri, Kur’an a danışarak, hakkı batıldan ayırmamız gerektiğine dikkat çekiyorum.

Allah şahittir ki, benim yaptığım bunun ötesinde bir şey değildir. İşte bazı siteler ne yazık ki benim Kur’an a davet ve düşünerek, aklımızı kullanarak iman etme davetime karşı, öyle bir tavır alıyorlar ki, doğrusu bana alınan tavrı anlatmam, izah etmem mümkün değil.

Bir Müslüman a yakışmayan küfür ve hakaretler den tutun, siz sünnet inkârcısısınız, sizin gibi kişileri sitemizde barındırmayız diyerek, ilginç nedenlerden beni sitelerinden atıyor ve girişimi yasaklıyorlar.

Sitelerinden atma nedenleri olarak, o kadar ilginç düşüncelerle karşılaşıyorum ki, bir site siz kadınların ve çocukların kafalarını karıştırıyorsunuz, onun için siteden süresiz uzaklaştırıldınız diye yazmıştı. Düşünebiliyor musunuz zihniyeti. Çocuklar ve kadınlar aynı safta. Kadınlarımız üzerinde kurulan baskının, onlara ne gözle baktıklarının güzel bir örneği.

Benim yazdıklarım eğer, kafalarda bir soru işareti yaratıyorsa, o soru işaretini gidermek için, Kur’an a danışmak yerine, onu kendimizden uzaklaştırıyorsak, korktuğumuz bir şeyler var demektir. Gerçeklerden kaçarak, üstünü örterek imtihanımızı yaşayamayız, lütfen bu gerçeği göz ardı etmeyelim. Kaybeden bizler oluruz.
Kimisi de sizin gibi sünnet inkârcılarına, sitemizde yer yok diye yazıyordu. Bir sitenin yasaklama nedeni de çok ilginçti. İslam dini hakkında saçma mesajlar verdiğimi söylüyordu. Bir siteden de atılma nedeni olarak, Prensiplerimize aykırı düştüğü için, kaydınız silinmiştir diyordu.

Çok daha ilginç bir olayla karşılaştım. Bir site yazılarıma yasak getirmek yerine, tüm yazılarımı farklı bir başlık altında toplamış. Ben yazılarımı dini konular bölümünde yayınlıyordum, yazılarımı bu bölümden almışlar ve çok düşündürücü bir başlık altında toplamışlar.

AYKIRI YAZILAR: (Üyelerin hazırladığı, aykırı İslami düşünceler içeren yazılar.)

Düşünebiliyor musunuz, ben İslam a aykırı yazı yazıyormuşum. İslam demek, Kur’an demektir. Eğer Kur’an a aykırı yazı yazıyorsam, toplumu Kur’an ın hiç bahsetmediği hükümleri de, bunlarda Allah katındandır diyorsam, gerçekten ben o zaman İslam a aykırı yazı yazıyorum demektir. Rabbim bunun zerresini yapmaktan beni korusun.

Günümüzde İslam, Kur’an dan öyle uzak yaşanır olmuş ki, İslam da neyin dine aykırı, neyin hak olduğu bilinemez olmuş. Bunu yapanları yadırgamıyorum, çünkü Hak ın yerini batıl alınca, İslam ı yaşayanların büyük çoğunluğu, BATILI HAK GÖRÜR OLMUŞ. Yaptığımız yanlışların ikazını yapanlarda, elbette İslam a AYKIRI düşünce ilan edilecektir. Allah yardımcımız olsun.

Din ve iman kişisel, şahsi prensiplerle yaşanmaz. Din ve iman, Kur’an ın koyduğu kanunlarla yaşanır. Eğer sizin inancınızda, Kur’an ın onay vermediği bir konu varsa, onu Kur’an merkezinde düzeltmek yerine, bu ikazı yapanları yakınınızdan uzaklaştırıyorsanız, gerçeklerle yüzleşmekten korkuyorsunuz demektir. Kur’an ile yüzleşmekten korkanlar, bir gün mutlaka O acı gerçekle yüzleşeceklerdir.

Benim yaptığım, Kur’an a davettir. Benim yaptığım emin olmak adına, imanımızı en doğru Kur’an çizgisinde yaşamak adına, aklı devreye sokmaktır. Çünkü Allah onlarca ayetinde akla, düşünmeye bizleri yönlendirmiştir. Hatta aklını kullanmayanları pislik içinde bırakırım demiyor mu bizlere? Kur’an ın indirilmesindeki amaç, anlaşılması ve üzerinde düşünülerek bizlere yol göstermesidir. Onu anlamadan okursak, bizlere nasıl yol gösterebilir?

Kur’an gerçekleri ile hurafe itikatlarının yanlışlığı ortaya çıkmasından korkanların, toplumu korkuttukları silahta, dikkat çekicidir.
Senin bu konudaki ilmin, tahsilin nedir? Sen Arapça tahsili gördün mü? Senin ilmi kariyerin var mı? Hadisler konusunda, ne gibi bir ilmi çalışma yaptın? İşte bu tür sorular sorularak, toplumu korkutmuş, ürkütmüş ve Kur’an ile toplumun arasına edindikleri velileri sokmuşlardır.

Hâlbuki sorsanız, İslam dininde ruhban sınıfı yoktur der. Ama işine gelmediğinde, sen Kur’an dan anlayamazsın, senin ilmi kariyerin nedir ki, bu konuda konuşuyorsun diyerek, kendi yanlışına delil arama çabası içinde olurlar. Daha açıkçası İslam dininde yarattığı ruhban sınıfının, kurbanı olduklarının bile farkında değiller.

Allah ın yemin ederek, sizler için Kur’an ı kolaylaştırdım ki öğüt alasınız sözlerine, kulak asmayanlar, düşünmeden, aklını kullanmadan iman edenler, elbette Rabbin gerçeklerini göremeyeceklerdir. Yaradan ın sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum uyarısını, beşerin sözlerine feda ederek, edindikleri velilerin ardı sıra gidenler, bunun gerçek acısını, mahşerde göreceklerdir.

Düşünebiliyor musunuz bizler eğer düşünmeden, bizlere iletilen her sözü, bilgiyi kontrol etmeden, bu peygamberimizin sözleridir diye doğru kabul edersek, peygamberimize iftira atma riskimizin büyüklüğü, sizce çok yüksek olmaz mı? İşte ben bu hataya düşmemek için, çaba harcıyorum ve bizlere iletilen her rivayeti, Kur’an ile doğrulama yolunu seçiyorum. Sizce peygamberimiz, Kur’an ın onay vermediği, hiç bahsetmediği bir sözü söyler mi?

Kur’an gerçeklerinden ürkenlerin korkusu, Allah ın, size indirdiğimiz Kur’an yetmiyor mu sözlerinedir. Şefaat tümden bana aittir diyen Rabbimizin gerçekleri, elbette şefaatçi edinenleri korkutacaktır. Velilerin ardına düşmeyin, sizin dostunuz, veliniz yalnız benim ayetlerinden tedirgin olanlar, velisi olmayan cennete giremez diyenlerdir. İnançları ile ters düşen ayetleri gördüklerinde, elbette Kur’an da her şey yoktur, herkes Kur’an ı anlayamaz, veli insanlar anlar diyeceklerdir. Kur’an ın ipine sarılın sizi doğruya iletecektir, diyen Allah ın gerçekleri ile rivayet ve sanının ardı sıra gidenler, elbette bu gerçekler karşısında huzursuz olacak ve bu düşünceye, fikre yaşama hakkı vermeyeceklerdir.

Peygamberimizin hadislerinin, tümünü inkâr ettiğim iftirasını atanları, Rabbim e havale ediyorum. Ben söylediklerimden sorumluyum, onların anladıklarından değil. Çok şükür ben, Rabbin apaçık ayetlerini gördüğüm halde, beşerin rivayetlerini doğrulamak adına, Rabbin ayetlerini görmezden gelmiyorum. Bunu yapmak, Allah ın ayetlerini inkâr etmektir. Hiçbir doğru bilgi reddedilemez. Yeter ki o bilginin doğru olduğunu ve Kur’an ın onayından geçtiğini görelim.

Bir sarrafa altın bozdurmak için gittiğimizde, önce aldanmamak, zarara uğramamak için onu kontrol eder. Eğer kontrol etmeden alırsa, zarara uğrayacağını, sahte çıkacağını bilir. Peki, bizler neden Kur’an dışından bizlere iletilen bilgileri Kur’an a danışarak, kontrol etmiyoruz? Sarraf kadar olamıyor muyuz? Ya yanlışsa bizlere iletilen sözler, bilgiler ne olur bizlerin hali mahşer günü?

Yoksa bu Dünyanın nimeti, nefsimiz için çok daha fazla mı değerli, ahiret hayatımızdan?

Hani emin olmadığınız bilgilerin, ardına düşmeyin diyordu Rabbimiz? Yaradan ı duyan, dinleyen yok mu? Ama edindikleri velilerin sözleri, ne yazık ki baş tacı olmuş. Allah ın ayetlerini, herhangi bir konuda örnek gösterdiğimde, neden hadis örnekleri çok fazla vermiyorsun diyecek kadar, bazı kişilerin gözleri perdelenmiş, kör olmuş. Bu nasıl kıyas, bu nasıl akıl ve mantık. İnsan bunu söylerken, yaptığı saygısızlığın farkında olur. Peygamberimiz, farklı bir kaynaktan mı yaşadı İslam ı? Topluma, farklı bir kaynaktan mı tebliğ etti bu dini?

Peygamberimiz bizler için örnek bir insandır. Bunu Allah söylüyor. Nasıl olurda onun hayatı, yaşam örnekleri göz ardı edilir. Elbette bu bilgileri Kur’an süzgecinden geçirerek almalı ve yararlanmalıyız. Bende öyle yapıyorum, Rabbim şahittir. Allah da, peygamberimizde böyle yapmamızı öneriyor din ve imanın şaka götürmeyeceği uyarısını yapıyor. Peki, bizler gereken itinayı, titizliği gösteriyor muyuz?

Benim yazılarımda üzerinde durduğum en önemli konu, bizlere peygamberimizin hadisleridir dedikleri her sözü, kesin doğru kabul ederek almamızın, bizleri yanlışa götüreceği gibi, din düşmanlarının, dine nifak sokanların oyununa geleceğimizi anlatmaya çalışıyorum. Peygamberimizde bu konuda bizleri, dikkatli olmamız için uyarmıştır.

Peki, bu uyarıdan, imanımızı Kur’an ile kontrol ederek, daha garantili ve itinayla yaşamamızdan, neden korkuluyor ve telaş ediliyor? Peygamberimizde yalnız Kur’an a iman edip, yalnız Kur’an ı tebliğ etmedi mi bizlere?

Tarikat ve cemaat eksenli siteler, ne yazık ki yalnız kendilerine layık gördükleri, biz ehlisünnet inancındayız, bunun dışında düşünceyi kabul etmeyiz diyerek, kendi yanlışlarının bile açığa çıkmasından korkuyorlar. Ben Müslüman ım diyen hiç kimse zaten ehlisünnet dışında olamaz ki.

Ehlisünnet inancı, peygamberimiz ve ashabı nasıl iman ettiyse, İslam ı nasıl Kur’an merkezli yaşadıysa, öyle iman ediyoruz anlamındadır. Peygamberimiz Allah ın sünnetine iman edip, onun dışına nasıl çıkması mümkün değilse, bizlerde ehlisünnet inancına iman ettiğimizi söylüyorsak, Kur’an ın asla dışına çıkmamalıyız.
Peygamberimiz hayatında, yalnız Kur’an a uyduğunu bizlere anlatırken, yemin ederek, Kur’an ın helal kıldığından başkasını helal kılmadığını, Kur’an ın haram dediğinden başkasına da haram demediğini söylüyorsa bizlere, lütfen imanımızı yaşarken, gerçek ehlisünnet i yaşamak için, Kur’an ı elimizden düşürmeden, onu anlayarak ve üzerinde düşünerek çaba göstermeliyiz.

Gerçek ehlisünnet yolcusu, takipçisi asla kendisi gibi düşünmeyenden korkmaz. Ona da saygı gösterir, içinde barındırarak onu asla uzaklaştırmadan, gerçekleri görmesini sağlar din kardeşinin. Tabi bunu yapacak kişiler, inancından emin olan insanlardır. Bunu yapamıyorsa, bu hoş görüyü gösteremiyorsa, bu kişilerin inançlarından emin olmadıklarındandır. İnancından emin olan, karşısındaki kişinin sözlerinden etkilenmez, korkmaz. Tekrar söylemek gerekirse, HAK BATILDAN DEĞİL, BATIL HAKTAN KORKAR.

Peygamberimizin takipçisi olduğunu söyleyip de, kendisi gibi düşünmeyene yaşama hakkı vermeyenlere sormak isterim. Peygamberimiz kendisine iman etmeyenlere dahi, nasıl davranmıştır? Elbette ne kızmıştır, ne hakaret etmiştir, nede yakınından uzaklaştırmıştır. Her zaman güzellikle, hoş görüyle onlarla geçinerek, onlara İslam ı anlatmanın, tebliğ etmenin yol ve yöntemini aramıştır. Onun içindir ki Müslüman olmayanların bile, takdirini kazanmıştır. Yaradan da elçisine bu güzel davranışından dolayı, nasıl bir ayet indirip bu güzel huyunu takdir etmiştir, gelin hatırlayalım.

Ali imran 159: Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi…….

İşte peygamberimizin, İslam ı anlatmaya çalışırken çevresine olan tavrı. Acaba bu tavrı bizler kendi aramızda yaşayabiliyor muyuz? Hiç sanmıyorum. Eğer yaşayamıyorsak, din kardeşlerimize bile tavrımızda hoş görülü değil de, kaba, saba ve kötü sözlerle hitap ediyorsak, kusura bakmayın böyle bir toplumun, ehlisünnet bir inanç takipçisi olduğunu söylememiz, ancak sözde olur. Sözde değil, özde ehlisünnet inancında olduğunu söyleyen, hiç kimseye saygıda kusur etmez, çevresine güler yüzle bakarak, örnek bir insan olur.

Ben hiçbir yazımda, düşünce ve fikirlerimden dolayı, kendimi temize çıkartırcasına, ben haklıyım siz haksızsınız demedim, karşımdaki din kardeşime. Yazdıklarım Kur’an dan benim anladıklarımdır dedim ve karşımdaki düşünceye saygı duydum her zaman. Çünkü Yaradan ayetler üzerinde düşünmemizi, aklımızı kullanmamızı ve imtihanımızı bizzat kendimizin yaşamasını istediği için, ben bu yolu izledim.

Elbette bende bir beşerim, hata yapabilirim diyerek, her düşünceye saygı duydum, her uyarı üzerinde günlerce düşündüm. Hatta bana yapılan uyarılar üzerinde yazılar yazdım. Elbette bende karşımdaki kişiden, düşünce ve inancıma karşı saygı bekledim. Saygı gösteren den Allah razı olsun. Saygı göstermeyip, hakaretler yağdıranların hükmünü de, Rabbim e havale ediyorum.

Her yazımda yaptığımı, yazımın sonunda tekrarlamak istiyorum ve din kardeşlerimi Kur’an ı anlamaya, üzerinde düşünmeye davet ediyorum. Çünkü Allah Kur’an ın temeli olan Muhkem ayetlerinin, anlaşılır, açıklanmış ve nice örneklerle ifade edilmiş olduğunu, bizzat Yaradan söylüyor.

Kur’an ı anlayarak, düşünerek okuyanların, gönül gözlerini açacağını söylüyorsa, birilerinin söylediği gibi, Kur’an anlaşılması zor değildir. Bunu söyleyenlerin, bizlerden gizlemeye çalıştıkları, Kur’an gerçeklerinden korktukları bir şeyler var demektir. Lütfen onların oyunlarına gelmeyiniz. Bakın Yüce Rabbimiz ne diyor ve uyarıyor bizleri.

Enbiya 10; And olsun, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?

Rabbim sana şükürler olsun. Sen bize öyle bir rehber gönderdin ki, bizler onun kıymetini hiç bilemedik. Çünkü Kur’an ile aramıza, edindiğimiz velileri soktuk. Onun içindir ki onun ışığından, nurundan da istifade edemiyoruz.

Şanımızın ve şerefimizin Kur’an da olduğunun farkında olamadığımız içinde, tüm bu güzelliklerin farkında olmadan yaşıyoruz. Senin GÜNEŞİNİ yüksek bir yere astık, ona saygımızı böyle gösteriyoruz. Elimizden düşmeyen, beşerin rivayetlerini, mum ışığını ise ne yazık ki rehber edindik. Senin kitabını, rehberini anlaşılması zor ve her şeyin açıklanmadığı, herkesin anlayamayacağı kitap ilan ettiğimiz içinde, hayatımızı rivayetlerle ve sanıyla yaşıyoruz. Bizleri affet ve aklımızı başımıza getirmek için, bizlere yardım et Rabbim.

Yaratıcımız bütün şanınız, şerefiniz Kur’an da dediği halde, bizler Allah’ ı dinlemedik, Kur’an ı siz anlayamazsınız diyenlerin sözüne kandık, beşerin sözlerinin ardına düştük. Kur’an ın nurundan uzak yaşayan toplumlar, nasıl hayatını sürdürürse, bizlerde öyle yaşıyoruz. Lütfen affet bizleri Rabbimiz. Çünkü sana layık bir kul olamadık.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK


275
Kur'an-ı Kerim / Kur'an ın Kadına Verdiği Gerçek Değer.
« : 12 Aralık 2012, 14:45:59 »
Bugün sizlerle, Yaradan acaba Kur’an da kadını ve erkeği nasıl anlatmış, ikisi arasında bir ayrım yaparak, erkeği daha mı üstün göstermiş, onu anlamaya çalışacağız. Yazı biraz uzun ama lütfen konuyu anlamak istiyorsak, sabırla okuyalım. Gerçekten söylendiği gibi Kur’an erkeğe önem vermişte, kadını ikinci plana mı itmiş, şahitlik olarak bir erkeğin iki kadına eşit olduğunu mu anlatmaya çalışmış, ya da kadın mirastan her zaman erkekten daha az mı almalı demiş? Erkeğin haklarını, her zaman kadının haklarından daha mı üstün olarak anlatmış, daha doğrusu Kur’an erkeği yüceltip, kadını yermiş mi, onu araştırmaya çalışacağız Kur’an dan.


Tam bunları söylerken, bazı uydurma hadisler geldi aklıma. Doğrusu bunları hiç yazmak istemiyorum, ama hatırlatmakta bence biraz yarar var sanırım. Bizleri dünyaya getiren analarımıza, kadınlarımıza, Kur’an dan nasibini almayanlar, bakın neler söylemişler, hem de peygamberimize iftira atarak onun üstünden bu sözleri naklederek. Önce kısaca onlara bakalım, daha sonra bizlerin rehberi KUR’A NA danışalım, bakalım aşağıdaki sözleri onaylıyor mu?

1.Eğer bir kimsenin bir kimseye secde etmesini emretseydim, erkeklerin kadınlar üzerinde olan haklarından dolayı kadınların erkeklere secde etmelerini emrederdim. Tirmizi, Rada, 10/1159; Ebu Davud, Nikah 40/2140 Ahmed b. Hanbel, Müsned VI, 76; İbn Mace, Nikah 4/1852
2.Kocanın vücudu irin ile kaplı dahi olsa ve karısı onu yalayarak temizlese yine de kocasının hakkını ödemiş olmaz. İbni Hacer El Heytemi 2/121 Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 239
3.Ey kadınlar! Eğer kocalarınızın size olan haklarını bilseydiniz, ayaklarının tozunu yüzlerinizle silerdiniz. Hafız Zehebi Büyük Günahlar Sayfa 187
4.Kadınların dinleri ve akılları eksiktir. Sahihi Buhari
5.Kadınlar arasında iyi kadın, yüz tane karga arasında alaca bir karga gibidir. Sahihi Buhari.
6.Ey kadınlar topluluğu! Sadaka veriniz ve çok istiğfar ediniz. Çünkü ben Cehennem halkının çoğunun sizler olduğunu gördüm. Müslim, İman, 34/132 İbn Mace, Fiten 19/4003

7.Bir kadın kocası kendisinden razı olduğu halde ölürse Cennete girer. Riyazus salihin.

8. Kadınların hayırlısı, erkeklerin yaramazlıklarına, kötü huylarına sabredendir, bu sabır onların cennete girmesine sebeptir. Kadınlara Dini Bilgiler sayfa:88


Yukarıda verdiğim birkaç örnek bile geleneğin, yani mezheplerin, hadislerin kadın üzerindeki bakış açısını göstermektedir. Böyle bir düşünce ve baskının ürünü sonucunda, acaba kadın gerçek yerini almış mıdır dersiniz İslam toplumunda? Yorum sizlerin.

Şimdide Rabbin gönderdiği ve de sorumlu tuttuğunu söylediği Kur’ana bakalım, acaba Kur’an kadın ve erkek arasında gerçekten ayrım yapıp, erkekten yana mı tavır almıştır, yoksa tam tersine kadının yanında mı yer almıştır, hep birlikte inceleyelim ve ayetleri etki altında kalmadan düşünelim.

Yüce Rabbimiz Kur’an da kadınlardan bahsederken, çok ilginç örnekler verir. Örneğin peygamber olmasına rağmen Nuh peygamber ile lut peygamberin eşlerinin kendilerine tam iman etmeyip, onun istemediği şeyleri yaparak, yoldan çıkmalarını örnek verir ve derki, onları benim azabımdan kimse kurtaramaz. Sonunda da peygamber olmasına rağmen, eşleri dahi kendilerini kurtaramayıp, Allah ın nasıl cezalandırdığı anlatılır.


Bunun tam tersi örneğini de verir Kur’an. Firavunun iman etmediği ve kendisini tanrı ilan etmesine rağmen, eşinin Allah a iman eden ve her şeyi Allah için terk eden bir hanif kul olduğu anlatılır. Burada anlatılmak istenen, herkesin yaptıklarından hesaba çekileceği ve kimsenin kimseye fayda sağlayamayacağı anlatılmak istenir.


Yine çok özel bir kadın olarak Kur’an Hz. İsa nın annesi Meryem anamızdan bahseder, hatta onun annesini de anlatır. Çok özel bir değerle anlatılan bu kadınların nasıl mükâfatlandırıldığı da çok dikkat çekicidir. Bakın Rabbim Meryem anamızı, yani bir kadını nasıl bir mertebeye oturtuyor.


 (Ali İmran 42: Bir de melekler şöyle demişlerdi: “Ey Meryem, Allah seni seçti. Seni tertemiz kıldı ve seni âlemlerin kadınları üstüne yüceltti.)


Meryem anamızın, bir erkek olmadan da Rabbin emriyle evlat sahibi olunacağı, aslında erkeklerin üstünlük taslamalarına da ibretlik bir ders taşır. Onun sabrı anlatılır ve övgüyle bahsedilir. Yine Musa peygamberimizin çocukluğunu anlatır Kur an. Lütfen dikkat edin, babasına değil annesine vahye dilerek, çocuğu bir ırmağa bırakılması emredilir. İşte burada çocuğunun kurtarılması için bir annenin nelere katlanacağı anlatılır. Çocuk nehre bırakılacak ve kurtarılacağı söylendiğinde de, bu emir yerine tereddütsüz getirilecektir, ana tarafından. Acaba neden babasına değil de, annesine vahye diliyor dersiniz? Burada annenin evlat sevgisi babadan daha üstün olduğunu anlatıyor aslında Rabbim bana göre. Bu kadar güzel örnekleri veren Allah, acaba kadın ve erkeği ayırt edip, erkeği daha üstün tutar mı sizce. Şimdide onu araştıralım ayetlerde.


(Hucurat 13: Ey insanlar! Biz sizi, bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve örfler yoluyla tanışıp kaynaşasınız diye sizi milletlere, boylara ayırdık. Hiç kuşkusuz, Allah katında en seçkininiz, sakınılması gereken şeylerden en çok sakınanınızdır. Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır.)


Önce yukarıdaki ayete bir bakalım. Yaratan bizleri erkek ve dişi olarak yarattığını söylüyor ve hiçbir ayrım yapmadan sonunda ne diyor lütfen dikkat.


(Hiç kuşkusuz, Allah katında en seçkininiz, sakınılması gereken şeylerden en çok sakınanınızdır.)


Demek ki Allah katında seçkin, yani özel bir konumda olmak, erkek olmakla değil, sakınılması yani Allahın yasakladığı şeylerden uzak durmakla oluyormuş. Şimdide şu ayete bakalım.


(Mümin 40: Kötü bir iş yapan, sadece yaptığı kadarıyla cezalandırılır. Erkek ve kadından mümin olarak iyi bir iş yapana gelince, işte böyleleri cennete girerler ve orada hesapsız bir biçimde rızıklandırılırlar.)


Allah dikkat ederseniz, mükâfatlandıracağını cennete, yine hiç ayrım yapmadan, mümin olarak iyi işler yapan kadın ya da erkek hepsini sokacağını açıkça söylüyor. Şimdi yazacağım bu ayet ise herkesin kendisine, kazandığından ayrı bir pay olduğunu, bakın ne güzel açıklıyor.


(Nisa sur.32: Allah'ın, bir kısmınıza bir kısmınızdan farklı olarak lütfettiği şeyleri isteyip durmayın. Erkeklere kendi kazandıklarından bir pay var; kadınlara da kendi kazandıklarından bir pay var. Allah'tan, O'nun lütfunu isteyin! Allah, her şeyi iyice bilmektedir.)


 Şu ayete de lütfen dikkatle bakalım.

(Nisa 124: Erkek veya kadın, inanmış olarak hayra ve barışa yönelik işler yapanlar cennete gireceklerdir. Ve zerre kadar zulme uğratılmayacaklardır.)


Demek ki önemli olan, hayra ve barışa yönelik işler yapmak, ister erkek ol, isterse kadın. 
 

(Tevbe sur. 71: Mümin erkeklerle mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır…..)

(Aliimran 195: Rableri onlara cevap verdi: “Ben sizden, erkek-kadın hiçbir çalışanın ürettiğini boşa çıkarmayacağım. Hep birbirinizdensiniz…….)

Bu ayette ise mümin erkek ve kadın birbirinin dostlarıdır diyor, acaba hangi dost kendi arasında sen üstünsün ben üstünüm çekişmesine girer dersiniz? Erkek ya da kadın, hiçbir çalışanın boşa çıkarılmayacağının müjdesini Yaradan veriyor, acaba ayrım olsaydı böylemi olurdu.



Şimdide günümüzde çok tartışılan bir konuyu, Kur’an dan açıklığa kavuşturmaya çalışalım. Önce şunu düşünmenizi istiyorum, çünkü Yaradan Kur’an da her şeyden o kadar güzel bahsetmiş ki, hiçbir açık kapı bırakmamış. Düşünmenizi istediğim şey acaba hangimiz, ölümün bizlere geleceğini düşünüp de, biran evvel vasiyet edelimde, öldükten sonra kimlere nasıl ve ne kadar miras bırakılacak belli olsun, diye düşünürüz?

Ya da bunu ne zaman yapmamız gerekir dersiniz? Kırk yaşında mı, elli yaşında mı, altmış yaşında mı, yoksa daha sonraki yıllarda mı yapmalıyız? Acaba ne zaman öleceğimizi düşünebiliyor muyuz ki bir vasiyette bulunmayı aklımıza getirelim. İşte Yüce Rabbimiz tüm bunları hesap ederek, her iki durum hakkında da açıklama yapmıştır. Kur’an bakın önce nasıl bu konuda bizleri uyarıp bir vasiyette bulunmamızı öncelikle istiyor. Çünkü geride yalnız eş ya da çocuklar değil, başka yakınlarımız ve akrabalarımızda olabilir düşüncesiyle. Şimdi bu ayetlere göz atalım.


 (Bakara sur.180: Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur. 181: Kim işittikten sonra vasiyeti değiştirirse hiç kuşkusuz bunun günahı onu değiştirenler üzerinedir. Allah her şeyi işitir, her şeyi bilir. 182. Kim vasiyet edenin haksızlığa sapmış veya günah işlemiş olmasından endişelenip de ilgililerin arasını bulursa, ona günah yoktur. Allah çok affedici, çok merhamet edicidir.)


 (  Maide sur. 106: Ey iman edenler! Herhangi birinize ölüm gelip çattığında, vasiyet zamanı aranızdaki tanıklık şöyle olsun: Kendinizden adalet sahibi iki kişi yahut yolculuk etmekte iken ölüm musibeti başınıza geldiyse sizin dışınızdan iki kişi. Bunları namazdan sonra alıkoyarsınız; kuşkulanırsanız şöyle yemin ederler: "Vallahi, yakınlarımız da olsa yeminimizi hiçbir ücret karşılığı satmayacağız, Allah'ın tanıklığını saklamayacağız. Çünkü böyle yaparsak mutlaka günahkârlardan oluruz.)



Demek ki Allah önce emrettiği ve Allah tan korkan, yani adaleti sağlamak isteyenler için üzerine bir borç olarak, vasiyet etmemizi istiyor. Ayrıca vasiyet ederken nasıl tanık tutmamız gerektiğini de, ne kadar güzel açıklıyor.                   


(Nisa suresi 7: Ana-baba ve akrabanın geriye bıraktığından erkeklere bir pay vardır. Ana-baba ve akrabanın geriye bıraktığından -onun azından da çoğundan da- farz kılınmış bir nasip olarak kadınlara da bir pay vardır.)


Şimdide bu ayete lütfen dikkat edelim ve o devri düşünelim. Kadınların parayla alınıp satıldığı o dönemde dahi Rabbimiz, kadınları nasıl erkek ve kadın eşit tutuyor ve bakın ne söylüyor. Ana baba ve akrabanın geriye bıraktığından erkeklere bir pay vardır derken, devamında ise çok güzel bir açıklama getiriyor ve bakın ne söylüyor, acaba erkeğin yarısını mı diyor, ya da daha azımı diyor?

( onun azından da çoğundan da- farz kılınmış bir nasip olarak kadınlara da bir pay vardır.)

Demek ki bir pay ona da var, hatta çok ilginçtir azıda olabilir çoğu da, ama ona da bir pay var diyerek, onunda adaletli bir hisse almasını nasılda garanti ediyor.


Şimdide bu ayetler ışığında, günümüzde yukarıdaki ayetleri hiç görmeden yorum yaptıkları ayete gelelim. Bu ayet hiç vasiyet edemeden ölen insanlara bir tavsiye niteliğinde bir ayettir, burada bile kadının hakkının en az olabilecek, dikkat ediniz tekrar ediyorum, kadının hakkının en az erkeğin yarısı kadarının altına düşmesini engellemek adına yapılmıştır. Yoksa yarısı kadar verin anlamında değil, çünkü yukarıda asıl mirasın, nasıl dağıtılması gerektiği ayetlerini yazmıştık. Asıl yapılması gereken vasiyetti. Hatta azından da çoğundan da verilebileceğini söylüyordu.



(Nisa suresi 11: Allah size çocuklarınızla ilgili olarak şunu öneriyor: Erkek için, iki dişinin payı kadar. İkiden fazla kadın iseler ölenin bıraktığının üçte ikisi onlarındır. ……)


Bu ayetin esas amacı, daha önce söylediğim gibi, vasiyet yapmayan insanlara, kadının mirasını korumak ve erkeklerin kadınların hakkını alma ihtimalini en aza indirmek, kadınların hakkını garantiye almak amacını taşımaktadır. Burada Rabbimiz, aslında yine erkekler farkında olmadan, kadınlara iltimas geçmiştir. Miras dan en az erkeğin yarısını garanti ettikten sonra, kadın evlendiğinde kendisine bir mehiri, yani maddi bir menfaat sağlandıktan, bazı şeyler  bağışlandıktan sonra evlenme emrini getirmiştir.


Düşünün kadının, erkekten daha az miras alma durumunda bile, ki bu her zaman olmayabilir en kötü durumda böyledir, buradan eksiği tamamlanmış, hatta erkekten daha fazla olabilecek duruma gelmiştir. Bakın Allah yine miras konusunda başka bir örnek verirken, nasıl vasiyetten bahsediyor, eğer vasiyet yoksa açıkça nasıl dağıtılması gerektiğini anlatıyor. 
 

(Nisa 12: Zevcelerinizin geriye bıraktığının yarısı sizindir, eğer onların çocuğu yoksa. Eğer onların çocuğu varsa, vasiyet ettikleri ve borçları ödendikten sonra geriye bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Eğer sizin çocuğunuz yoksa bıraktığınızın dörtte biri zevcelerinizindir. Eğer sizin çocuğunuz varsa bu durumda, yaptığınız vasiyet ve borcunuz ödendikten sonra geriye kalanın sekizde biri zevcelerinizindir. Eğer miras bırakan erkek veya kadının ana-babası ve çocuğu yok da erkek kardeşi veya kız kardeşi varsa, bu kardeşlerden her birine altıda bir düşer. Kardeşler bundan fazla ise bu takdirde onlar, yapılmış bulunan vasiyet ve borç ödendikten sonra üçte bire ortaktırlar. Kimseye zarar verilmemelidir. Allah'tan bir öneridir bu. Allah Âlim’dir, Halim’dir.)


Demek ki Allah önce vasiyeti öneriyor ve bunun üzerimize borç olduğunu söylüyor. Daha sonrada vasiyet etmeyenlere ise, öneride bulunarak kadının da mirastan en az erkeğin payının yarısı kadar almasını garanti ediyor, ama dikkat edin yarısını alır fazla almaz diye kesin hüküm vermiyor, çünkü diğer ayetlerinde kadın için, azını ya da çoğunu da alabilir diye belirtiyordu. Eksik alması durumunda bile, yine kadının bu hakkını evlendiğinde, belki de çok fazlasını alarak, erkekten daha iyi duruma gelebiliyor.

 

Şimdide yine bazı kesimin, Kur’an da kadının şahitliğinin kabul edilmediği, hatta iki kadın bir erkeğe bedel olarak gösterildiğinin Kur’an da yazdığını söylüyorlar, acaba Rabbimiz böyle mi söylüyor, yoksa ona iftiramı atıyorlar, şimdide ona bakalım.



(Bakara 282: Ey iman sahipleri! Belirli bir süre için birbirinize borç verdiğinizde onu yazın. Aranızda bir yazıcı adaletle yazsın. Yazıcı, Allah'ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, yazsın. Borç altına giren kişi de onu kayda geçirtsin ve Rabbinden korksun da borcundan hiçbir şey eksiltmesin. Borç altına giren, aklı ermez yahut zayıf-çaresiz biri ise yahut yazdırmaya gücü yetmiyorsa, velisi adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki kişiyi de tanık tutun. Eğer iki erkek yoksa rızanızla kabul edeceğiniz tanıklardan bir erkek ve iki kadın gerekir. Bu kadınlardan biri şaşırırsa/unutursa ötekisi ona hatırlatsın diyedir…………..)


Yukarıda yazan ayeti okuyup, konumuz olan kısmı alıntı yapalım.

(Erkeklerinizden iki kişiyi de tanık tutun. Eğer iki erkek yoksa rızanızla kabul edeceğiniz tanıklardan bir erkek ve iki kadın gerekir. Bu kadınlardan biri şaşırırsa/unutursa ötekisi ona hatırlatsın diyedir. Tanıklar, çağırıldıklarında çekimser davranmasınlar.) 

 
Ayette yapılan açıklamaya baktığımızda, Allah ticarette hâkim kişi olarak erkeklerin önce tanık olmasını özenle istiyor. Peki, daha sonra söylediği söze bakalım, yani iki erkek bulamadığınızda bir erkek, iki kadın tanık olmalıdır mı diyor? Yoksa bir erkek iki kadın belirlendikten sonra tanıklık yapılması gerektiğinde, kadınlardan birisi unutur ya da şaşırsa diğeri devreye girsin mi diyor? İşte Kur’anı ve ayetleri kendine uyduranlar, Allahın ne söylemek istediğini değil, nasıl anlamak istediğine göre anlayanlar, ne yazık ki bu inceliği görmezden gelip, bir erkek iki kadına bedeldir deme cehaletini göstermişlerdir.


Allah burada kadını koruma altına alarak, onu yalnız bırakmadan, üzülmesini istemediğinden yanına yardımcı bir güç olması kaydıyla, başka bir kadının olmasını da özellikle istemiştir. Dünyanın erkek hükümranlığında olduğunu düşünün lütfen. Tanık olarak bir kadın ve bir erkek olduğunu da hayal edin. Tanıklık gerektiğinde ve de erkeğin, kadının söylediğinin tersine söylemesi durumunda, tek başına kalan kadına mı inanır toplum, yoksa erkek hâkimiyetindeki erkeğe mi? Ama itiraz durumunda, gerektiğinde iki kadın devreye girmesi halinde, hem kadın yalnız kalıp baskı görmeyecek, hem de gerçekler ortaya çıkacaktır.

Burada anlatılmak istenen, bir erkek karşısında iki kadının şahitliği kabul edilir olması mümkün olmadığı gibi, kadın korunup kollanmaktadır. Birde o devrin kadınını düşünün, parayla alınıp satılan bir meta gibi görülmesi ve gerçek değeri verilmemesi konumunu da göz ardı etmeyiniz.


Demek ki bir erkek, iki kadın sözünden anlamamız gereken, erkeğin karşısında ters bir durumda, kadının tanıklığının tersine hareket edilmesi halinde, kadının yalnız kalmayıp, korunması yalnız bırakılmaması ve tanıklık gerektiğinde çekimser davranmaması için olduğu anlaşılıyor. Yoksa bir kadın ve bir erkek yeterli oluyor.


Şimdide sizlere Kur’an ın kadına ve erkeğe nasıl eşit baktığına, hatta kadının tarafında olduğunu, onun sözüne daha çok önem verildiğini örnek ayetle göstermek istiyorum, önce ayetleri yazalım.


(Nur suresi 6: Kendi eşlerine bir zina isnat edip de kendilerinden başka tanıkları olmayanların her birinin tanıklığı, kendisinin kesinlikle doğru sözlülerden olduğu hususunda Allah'a yeminden ibaret dört kez tanıklık ikrarıdır. 7. Beşincide, eğer yalancılardansa, Allah'ın laneti üzerine olsun diye söz söyler.)


 
Ayeti okuduğumuzda aslında her şey anlaşılıyor, bir erkek kendinden başka şahidi olmayıp, karısına zina suçlaması yaparak, diyelim ayrılmak istedi. Bakın bakalım Yüce Rabbimiz kimin sözünü dinliyor ve ondan yana çıkıyor. Bu ayette erkeğin dört kez yemininden sonra beşincide söylediği, eğer yalan söylüyorsam, Allah ın laneti üzerime olsun demesine rağmen, şimdide bakalım kadına nasıl bir cevap hakkı vermiş. Yoksa erkek böyle söyledi diye kabul edip, kadın cezalandırılmalı hükmünü verip, boşayabilirsin mi demiş?


(Nur sur.8: İtham edilen eşin, itham eden kocanın kesinlikle yalancılardan olduğuna ilişkin, Allah adına dört kez yemin şeklindeki tanıklığı, ondan cezayı düşürür. 9: Bu durumda kadının beşinci sözü, suçlayan erkek doğru söyleyenlerdense, "Allah'ın gazabının kendisi üzerine Olması”nı söylemekten ibarettir.)


İşte Rabbin adaleti ve bakın nasılda suç isnat edilen kadın olmasına rağmen, bu işi yapmadığına yemin eden kadının yanında yer alıyor Allah. Demek ki bu Kur’an, bu din erkek sultasında değil, tam tersine eşit ve kadının da korunmasına daha sıcak yaklaşıyor. Örnekler vermeye devam edelim, acaba Kur’an kadın ve erkeğe farklımı davranıp, erkeğin yanında mı yer alıyor, yoksa bazen tam tersine yukarıda gördüğümüz gibi birazda kadınımı kolluyor.


(Nisa sur. 15: Kadınlarınızdan eşcinsellik/sevicilik yapanlara karşı içinizden dört tanık getirin; eğer tanıklık ederlerse o kadınları, ölüm canlarını alıncaya ya da Allah kendileri için bir yol açıncaya kadar evlerde tutun.(dışarı çıkarmayın)



Ayete baktığınızda kadınların eş cinsellik yapmaları halinde, önce dört şahit getirilmesi koşulunu koyuyor Allah. Daha sonrada bu kanıtlanmışsa bu işten vazgeçene, Allah doğruya yöneltene kadar evlerin dışına çıkarmayın diyor. Şimdide bu işi yapan yani eş cinselliği erkek yaparsa nasıl davranılmasını istiyor onu görelim.


(Nisa sur. 16: Eşcinselliği içinizden iki erkek yaparsa onlara eziyet edin. Bu ikisi tövbe eder, durumlarını düzeltirlerse onlara eziyetten vazgeçin. Allah Tevvâb'dır, tövbeleri çok kabul eder; Rahîm'dir, merhametine sınır yoktur.)


Bakar mısınız, Yaradan her iki cins aynı suçu işlemesine rağmen, kadına evde doğru yolu bulana kadar alıkoyma cezası veriyor, erkeğe ise ceza olarak vazgeçene kadar eziyet edilesi emrini veriyor. İşte Rabbin kadını bu halde bile nasıl koruyup kolladığının ve açıkça kadının tarafında olduğunun delilidir. Şimdide açık fuhuş yapan erkek ve kadına bakın nasıl aynı cezayı verilmesini emrediyor hiç ayrım yapmadan.


(Nur sur.2: Zina eden kadınla zina eden erkek... Yüz vuruş vurun her birinin ciltlerine... Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız, Allah'ın dini konusunda bunlara acıma duygusu sizi yakalamasın. Müminlerden bir grup da bunların cezalarına tanık olsun.)


Şimdide sizlere, Rahmanın kadınlarımıza nasıl önem ve öncelik verdiğini gösteren, bir başka ayeti örnek vermek istiyorum. Peygamberimiz döneminde ailede geçen bir olayın neticesinde kadının şikâyetine derhal cevap veren Rabbim, bakın nasıl ayetini indirmiş hemen. Ama önce ayetin indirilme sebebini kısaca anlatalım.

Bir kadın peygamberimize şikâyete geliyor ve şunu söylüyor? Ben kocamı çok seviyorum, ama kocam bana artık seni anam gibi görmeye başladım diyor, ama ben bunu kabul edemiyorum ve eşim benden bunu öne sürerek boşanmak istiyor diye şikâyete geliyor. O devirde geleneklerinde olan ve kabul gören bir boşanma sebebi olarak, erkekler genelde bunu gösterirler ve boşanırlarmış. Yani erkeğin artık seni anamın sırtı gibi görüyorum, seninle yatamam anlamında imiş. (Bu kelimenin Arapça anlamı ve Kur an da geçen kelimesi ZIHAR) Peygamberimize bu şikâyetini anlatan kadın, ondan bir karar vermesini istemiş. Ama o güne kadar bu konuda herhangi bir ayet inmediğinden de, peygamberimiz karar verememiş ve geleneklerin uygulanacağını söylemiş. Tabii ki bu durumda üzülen kadının feryadını ve duasını o Yüceler yücesi Rabbimiz duymuş, bakın nasıl bir ayet indirerek, kadının tarafını tutan ve bu bahaneyi artık kaldıran ayetini indirmiş.



(Mücadile sur.1: Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikâyette bulunan kadının sözünü işitmiştir. Allah, ikinizin karşılıklı konuşmasını işitir. Çünkü Allah en iyi işiten, en iyi görendir.


Mücadile sur.2: İçinizden, kadınlarına zıhar edenlerin, o kadınlar anneleri değildir. Onların anneleri ancak kendilerini doğuran kadınlardır. Böyleleri, kabul edilemez bir söz ve boş bir lakırdı sarf ediyorlar. Bununla birlikte Allah, gerçekten çok affedici, çok bağışlayıcıdır)


Bu ayetleri boşuna örneklerle vermiyor Rabbimiz, hepsinden bir ibret ve dersler alınsın istiyor. Şimdide bir başka örneğe bakalım, acaba Yaradan kadının namus konusunda dikkatini çekiyor da, erkeğin dikkatini çekmiyor mu dersiniz? Çünkü her nedense biz erkekler kendimizden bahsetmeyip, suçu kadınlara atarız. Bakalım Allah nasıl ikaz ediyor.


(Nur 30: Mümin erkeklere söyle: Bakışlarını yere indirsinler. Cinsel organlarını/ırzlarını korusunlar….Nur 31: Mümin kadınlara da söyle: Bakışlarını yere indirsinler. Cinsel organlarını/ırzlarını korusunlar……)


Demek ki öyle yağma yok, her iki cinste kendisini haramdan sakınacak. Yaradan asla bahsetmemesine rağmen, biz erkekler kadının saçını namahrem kılarak, onun kıyafetini Allah kesinlikle tarif etmediği halde, ellerine bile yazın eldiven giydirerek, Allah emridir diyenler, bir gün elbette Rabbim e hesap verecektir. Ama her ne hikmetse erkeğin kıyafet serbestliği çok daha rahat ve özgür, buda düşünen bir Müslüman için bir ibrettir.


Yukarıda Allah ın Kur’an da, kadınlarımıza bakış açısını anlatmaya çalıştım. Hata ve eksiklerimden dolayı Rabbim bağışlasın beni. Birilerinin söylediği gibi, kadın ikinci sınıf bir insan değil, tam tersine Rabbin huzurunda anlayana, birinci sınıf insan muamelesi yapıyor ve onun tarafını tutuyor. Bunları anlamak zor değil, yeter ki Kur’anı anlayarak birçok kez okuyalım. O zaman bize anlatılanların nasıl hurafe, dedikodu ve Rabbin sözüyle sanıdan öteye gitmediğini göreceksiniz. Allah yardımcımız olsun. Çünkü günümüzde Kur’an tozlu raflara mahkûm edilerek, siz Kur’anı anlayamazsınız sözleriyle, ona başvurmak yerine, bizi ciltlerce dolusu velilerin rivayet kitaplarına mahkûm ediyorlar. Şu ayeti hiç unutamıyorum, bakın mahşer günü peygamberimiz Rabbim e nasıl seslenecekmiş, bunu bile Allah bizlere hatırlatıyor, ama duyan, ders alan, aklını zerre kadar çalıştıranlar nerede acaba?

(Furkan 30; Ey Rabbim! Benim toplumum bu Kuran' ı devre dışı tuttular. )

Evet, şanı yüce asil peygamberimiz çok doğru, Kur’an üzerinde düşünmedik aklımızı hiç kullanmadık. Allah karşınızda okunan Kur’an sizlere yetmiyor mu diye açıkça söylemesine rağmen, onu dinlemedik, Kur’an da her şey yoktur o özet bilgiyi içerir diyenlere inandık. Ne olur bağışla bizleri Rabbim. Ne olur affet bizleri ve gözlerimizdeki perdeyi, gönüllerimizdeki ve kulaklarımızdaki mühürü kaldır ki, Kur’an gerçeklerini artık görelim. Yoksa öyle bir bataklığın içine sürükleniyoruz ki, bir daha çıkış asla mümkün olmayacak, ne olur affet ve yardım et bizlere. Sen affedicisin bağışlayıcısın ÂMİN.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

276
Kur'an-ı Kerim / İsra suresi 80.ayet.
« : 10 Aralık 2012, 16:42:50 »
Bizler İslam ı birilerinin güdümünde yaşadığımız sürece, Rabbin gerçeklerini fark etmemiz, asla mümkün olmayacaktır. Allah Kur’anın ipine sarılın diyor da, bizler beşerin ipine sarılıyorsak, yolumuzun Allah a ulaşacağını kimse garanti edemez.

Bakın sizlere küçük bir örnek vermek istiyorum. Bizlere namazlarımızda ya da namaz dışında, bir işe başlarken birçok duaların okunmasını önermişlerdir. Bir kısmı Kur’an dan bir kısmı Kur’an dışından. Elbette her dua ve ayet birbirinden güzel ve hayırlıdır, bunda hiç şüphe yok. Bakın sizlere Kur’an dan bir ayet hatırlatmak istiyorum, ama bu ayeti diğer okuduğumuz dua ve ayetler gibi okumamız için, çok fazla önerene rastlamazsınız.

Her gün onlarca kez okuduğumuz ayetler ve duaların içinde sizlere hatırlatacağım ayet, sizce de çok sık okunması için topluma öğretilmesi gerekmez miydi? Onun yorumunu sizlere bırakıyorum. Önce ayeti yazalım ve bu sözleri kime yönelik söylemiş Rabbim, onu daha sonra konuşalım.

İsra 80: Şöyle yakar: "Rabbim! Beni, gireceğim yere doğruluk-dürüstlükle sok, çıkacağım yerden doğruluk-dürüstlükle çıkar. Katından bana yardımcı bir güç ver.

 Değerli dostlar şu ayetin, sözlerin güzelliğine bakar mısınız? Peki, şöyle yakar böyle dua et derken, kime sesleniyor Rahman dersiniz? Bakın bir ayet öncesine gidelim şimdide.

İsra 79: Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl. (Böylece) Rabbinin, seni, övgüye değer bir makama göndereceğini umabilirsin.

İşte bu ayetin sonunda Yüce Rabbim, peygamberimize sesleniyor ve şöyle yakar, diyerek, bu şekilde dua etmesini istiyor ondan. Peki, Rabbin elçisinden istediği duayı, bizler neden okumuyoruz? Peygamberimizin yolundan gittiğimizi söylemek, sözle olmaz. Onun yolunu ancak Kur’an dan öğrenebiliriz, çünkü peygamberimizin her anı Kur’anı yaşamaktı.

Bizler dinimizi birilerine güvenerek, yönelerek yaşarsak sonucu böyle olur. Allah sizler için her örneği verdim Kur’an da diyorsa, duaların en güzelini de vermiştir.

 Lütfen İsra suresi 80. ayeti anlayarak ezberleyelim ve içten gönülden, Allah aşkıyla okuyalım. Namazlarımızda ve her zaman yine anlayarak gönülden okuyup, ondan yardım isteyelim. Benden yardım isteyenin yardımına koşarım diyen Rabbim e sığınıp, onun zikrine anlayarak, bilerek sarılalım, bakın istekler o zaman nasıl karşılık bulacaktır göreceksiniz.

Duaları karşılık bulan, İslam ı Allah ın arı, duru, kolaylaştırılmış, katıksız, kitabıyla yaşayan, aklını kullanarak iman eden, hurafelerin peşinden değil, Furkan ın peşinden giden, kulları arasına, bizleri de alması dileklerimle.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK





277
Bugün sizlere hatırlatmak ve üzerinde düşünmenizi istediğim, Bakara suresi 67. ve devamında yazılı ayetler olacak. Aşağıdaki ayetleri okuduğunuzda eğer hiç düşünmeden hızlıca okur geçerseniz, ayetlerin özünde saklı anlatmak istediği çok önemli konuyu, sanırım fark edemeyiz.

Hz. Musa topluma Rabbin bir emrini iletiyor ve diyor ki; Allah size, bir inek boğazlamanızı, yani inek kurban kesin diyor. Bakalım Yüce Rabbim bu emri verdikten sonra,  atalarının yanlış itikatlarından vazgeçmekte nazlanan ve Rabbin emrini adeta anlamak istemezcesine zora sokmaya çalışanlar, Musa peygamberimiz ile nasıl bir diyaloga girmişler dikkatlice okuyalım, ama karşılıklı konuşmaları da, çok iyi analiz edelim.

Bakara 67: Musa, toplumuna dedi ki: "Allah size, bir inek boğazlamanızı emrediyor." Dediler ki: "Sen bizimle alay mı ediyorsun?" Dedi ki: "Cahillerden biri olmaktan Allah'a sığınırım.

68: Şöyle konuştular: "Çağır Rabbine bizim için, açıklasın bize neymiş o!" Cevap verdi: "O diyor ki, bahsettiğim ne yaşlıdır ne de körpe. İkisi arası bir inektir." Hadi size emredileni yapın.

69: Şöyle dediler: "Çağır Rabbine bizim için, neymiş onun rengi açıklasın bize." Cevap verdi: "O diyor ki, bahsettiğim, sarı, rengi parlak bir inektir; seyredenlere mutluluk verir.

70: Şöyle dediler: "Dua et Rabbine, açıklasın bize neymiş o! Çünkü bu inek, bizim gözümüzde başkalarıyla karıştı. Ve biz, Allah dilerse, doğruya ve güzele elbette kılavuzlanacağız.

71: Cevap verdi Musa: "Allah diyor ki, bahsettiğim, boyunduruk yememiş bir inektir; toprağı sürmez, ekini sulamaz. Salma hayvandır. Alaca yoktur onda." Dediler ki: "İşte şimdi gerçeği getirdin." Ve ardından onu boğazladılar, az kalsın yapmayacaklardı.

Yukarıdaki ayetleri okuduğunuzda, iman etmede gönülsüz davranan, atalarından gelen inançlarından vazgeçmek istemeyenler, adeta aldıkları emri yokuşa sürercesine yaptıkları diyalogu okudunuz. Allah kullarına çok basit ve insanları zora sokmadan ve bulmalarında zorlanmayacakları bir istekte bulundu ve bir inek boğazlanmasını emretti.

Dikkat ederseniz hiçbir ayrıntıya girmeden, insanları zorlamadan. Fakat insanlar ne yaptı? Rabbine sordukları mantıksız, gereksiz ve gönülsüz soruları ile yapılması basit olan bir emri, kendi nefislerine yenik düştüklerinden zorlaştırdılar. Herhangi bir inek kesecekleri yerde, gereksiz sorulan sorular yüzünden, ne yaşlı nede körpe olmayan, sarı ve rengi parlak olan, boyunduruk yememiş, toprak sürülmede kullanılmamış, ekini sulamamış salma gezen, Alaca olmayan bir inek bulmak zorunda kaldılar.

Demek ki Rahman bizlere Kur’an da da söylediği gibi, Bu kitabı yemin olsun ki sizler için kolaylaştırdım sözünü asla unutmadan ve sanki eksikler varmışçasına, beşeri mantıkla ilaveler yapmadan, ayetleri düşünmeli ve kendi kendimize sorular sormadan, Allah ın emirlerini yerine getirmeliyiz. Çünkü Rabbim Kur’an ı sizler için kolaylaştırdım diyorsa, bizler beşeri aklımızla bunu zorlaştırmaya çalışmayalım. Allah ne diyorsa onu anlayalım ve yalnız onu yapalım. Bugün bizlerin yaptığı gibi eksik ararcasına, bakın bizlere öğretilen şunlar ya da bunlar Kur’an da yok, demeden inancımızı yaşamalıyız. 

Biz insanlar tıpkı bu konuda olduğu gibi günümüzde de, aynı hatayı yapmıyor muyuz farkında olmadan? Eğer Rabbin emrini hemen yerine getirseydiler, her yerde bulabilecekleri bir inek keseceklerdi Allah için. Kendi nefislerinin zorlamaları ile bakın neler oldu. Bizlerde bu ayetlerden ve bu kıssadan çok şeyler çıkarmalı ve iyice düşünmeliyiz.

Yukarıdaki ayetleri okuduğumda peygamberimizin bir hadisi geldi aklıma, bakın bizlere ne söylüyor başöğretmenimiz.

(Allah bazı farizalar vazetmiştir, onları aşmayın. Bazı hadler koymuştur, onlara yaklaşmayın. Bazı şeyleri haram kılmıştır, onları yapmayın. Bazı şeyleri de unutmaksızın size rahmet olması için hatırlatmamıştır, onları da araştırmayın.

Mahmud Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması, sayfa 403 )


Yukarıdaki hadisi, yazdığımız ayetlerle karşılaştırdığımızda, gerçekten çok güzel bir sonuç çıkıyor ortaya. Rabbim bizlere kolaylaştırmış bir kitap indirmiştir. Her emrini de tıpkı yukarıda olduğu gibi, basit bir şekilde emretmiştir.

Peki, bu durumda bizler neler yapmışız? Bunları basit ve detaysız görmüşüz. Genelde her konuda ilaveler yapanlara, yazdığım ayetleri hatırlatmak yeterli olacaktır sanırım. Allah biz Kur’an da hiçbir şeyi unutmadık diyorsa ayetinde, bizlere öğretilenleri Kur’an da bulamadığımızda, bunların olmazsa olmaz olmadığını bilelim. İsrar etmemiz Kur’an ın özüne ve anlatımına aykırıdır unutmayalım.

Örneğin Allah abdest alırken yıkanmasını ve mesh edilmesini gerektiren yerleri saymış ise, daha sonra ilave edilenler olmazsa, geçerli olmaz abdest demeyelim.

Birkaç sene evvel yazın yaşadığımız susuzluğu hatırlayın ve Diyanetin yaptığı açıklama sanırım bizlere Rabbin küçük bir dersi, imtihanı olsa gerek. Diyanet abdest alırken Kur an da geçen farz olan yerlerimizi yıkayalım ve su tasarruf edelim diyerek, tüm ülkeyi uyardı. Bu değildir ki pis olan diğer yerlerinizi yıkamayın. Elbette Allah ın huzuruna durmadan pis olan her yer yıkanacaktır, ama azami tasarruf yapıp israf etmeden.

Bunu zora düştüğümüzde değil, her zaman yapalım, israfın dinimizde yeri olmadığını unutmayalım. Allah gusül abdestini anlatırken tıpkı yukarıdaki ayetlerde geçen çok basit bir şekilde, cünüp olduğunuzda iyice yıkanın diye emretmiştir Kur anda. Ama bizler bunu çok basit görmüş ve bu emri yeterli bulmamışız, hatırlayın gusül abdesti konusunda neler anlatılır.  Bu emri basit bulanlar, bakın işte nereden başlayacağız yıkamaya, sırası bile açıklanmamış, detaylandırılmamış demiyor muyuz? Tıpkı Musa peygamberimize kurban edilmesini emrettiği hayvanın detaylarını sordukları gibi.

İslam ı yaşarken Bakara suresi 67. ayetlerde geçen ve bizlerin Rabbin çok basit ve kısa emirlerini yeterli görmediğimiz ve beşeri tamamlamalara ihtiyacın olduğunu söylediğimiz, o kadar çok şeyler var ki. Bizlere düşen Kur anı çok sade ve açık bir şekilde hiçbir etki altında kalmadan okumak ve anlamaya çalışıp uygulamaktır. Rahman sizleri BU KİTAPTAN SORUMLU TUTUYORUM diyorsa, asla başka kitaplardan, bilgilerden, ekleme ve ilavelerden sorumlu tutmayacağını, hesap sormayacağını bilmeliyiz.

Allah gönül gözleri açık, aklıyla iman eden kulları arasına, bizleri de alması dileklerimle.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK


278
Bizler günümüzde iman adına öyle yanlışlar yapıyoruz ki, yaptığımız hataların farkında bile değiliz. Yaptığımız yanlışın başında dinimizi yaşarken Kur’an ve akıl ölçüsünü zerre kadar kullanmadan, başkalarının verdiği bilgiler ve düşünceler doğrultusunda iman ediyoruz. İşte bu yanlışımız bizleri yavaş yavaş, şeytanın kucağına yaklaştırmaktadır.


Sizlere günümüz de yaptığımız yanlışlara, dinimizi yaşamak adına yaptığımız hatalarımıza bir örnek vermek istiyorum. Bir kardeşimiz okuduğu bir yazıma yazdığı bir cevabından alıntı yaparak, onun İslam a bakış açısını, yol ve yöntemlerini, İslam ı nasıl anladığını ve hayatına geçirmeye çalıştığını, kendisine verdiğim cevabı naklederek, sizlere sunmak istiyorum. Yorum sizlerin.


Önce arkadaşımızın cevabından, çok önemsediğim sözlerini yazalım. Bundan sonraki söylediklerim, cevap verdiğim arkadaşımıza hitaben olacaktır.


(Hadis ulemasının ittifak ettiği hadisleri kabul etmek, aklın gereğidir. Mezheplerin de ittifak ettiği konular bence bağlayıcıdır. Mesela recim konusu, dört mezhebin ittifakıyla vardır. Dört dev âlim görüş birliği etmiş.)


Sözlerinizin son kısmından başlayalım. Recm, yani fuhuş yapanı taşlayarak öldürme konusu, kesinlikle Hanefi mezhebinin onay verdiği bir inanç değildir, araya sokulan yanlış düşüncelerdir. Bazı tarikat ve cemaat mensuplarının inançlarıdır, söylemleridir.


Tam tersine Kur’an, fuhuş yapan erkek ya da kadın ayrım yapmadan, ibret olması adına, ikisinin de herkesin gözleri önünde kırbaçlanması cezasını getirmiştir. Eğer recm cezasına inanırsak, Kur’an da ki bu konuda verilen, Rabbin emirlerine, ayetlerinin tersine hareket etmiş olduğumuz gibi, bahse konu ayetleri de inkâr etmiş oluruz. Bunu da sakın unutmayalım.


Kur’an insanın öldürülme konusuna, çok özel konumlarda izin verir. Örneğin size öldürmek, yok etmek için saldıran din düşmanlarının karşısında, onlara sakın acımayın öldürün der. Fakat dikkat edin siz saldırın demiyor, onlar size saldırdığında, kendinizi savunmak adına onlara gereken cezayı verin der bizlere.


Yoksa size savaş açmamışlarsa, barış istiyorlarsa barışlarına cevap verin der. Yine çok önemli bir yerde ölüme izin verir, ama bunu söyledikten sonra yaptığı açıklamada çok önemlidir. Örneğin öldürülenin ailesi razı edildiği takdirde, ölümden vazgeçilmesi önerisini yapar. Buradan da anlaşılıyor ki, ölüm o kadar kolay bir karar değildir. Hele canice taşlayarak öldürmek, asla Allahın emri hiç olamaz. Bunu Allah a isnat etmek, Rahmana yapılan büyük saygısızlıktır.


Örneğin kölelerden bahsederken Kur’an ın tüm hükümlerini içine alan birçok özel ve düşündürücü bir hüküm verir. Kölelerin işleyeceği suçun cezası, hür insana verilen cezanın yarısı kadar verilir der. Dikkat edin bu genel bir hükümdür. Diyelim köle bir fuhuş yaptı, hür insanın fuhuşta cezası recm olsa idi, köle için bunun yarısı nasıl verilecekti? Bakın iyice düşündüğümüzde nasıl her şey ortaya çıkıyor şükürler olsun.


Fuhuş konusuna gelince. Recm yani taşlanarak öldürme, Kur’an ın insani ölçülerine, bizlere verdiği adalet anlayışına, şefkatle Rabbin yaklaşımına asla uymaz. Peki, recm olayı geçmiş tarihten nereden geliyor olabilir? İşte burası çok önemli.


Yahudiler ne yazık ki içimize inançlarını öyle bir sokmuşlar ki, tıpkı bugün Dünyanın başına bela oldukları gibi, dinimizin de başına yüzlerce yıldır, baş belası olmuşlardır. Ama bunun farkında bile değiliz. Bakın günümüzdeki tahrif olmuş Tevrat ne diyor.

Yasanın tekrarı 22:

21 -Kızı baba evinin kapısına çıkaracaklar. Kent halkı taşlayarak kızı öldürecek. Babasının evindeyken fuhuş yapmakla İsrail'de iğrençlik yapmıştır. Aranızdaki kötülüğü ortadan kaldıracaksınız.


Dinlerine çok bağlı Yahudilerin, siz bu Tevrat’taki hükmünü uyguladıklarını, duydunuz yahut gördünüz mü? Uygulamazlar çünkü doğruluğuna inanmıyorlar ki. Peki, İslam âlemi içinde bir kısım toplum, nasıl inanıyor Kur’an da asla böyle bir hüküm olmadığı halde? Bunun açıklamasını ne yazık ki akılla ve mantıkla yapmak pek mümkün değil. Eğer rehber Kur’an olurda, onun çizdiği yoldan asla sapmaz isek, bu tür yollara meyletmemizde mümkün olmayacaktır.


Şimdide bir an düşünelim. İslam âleminin bir bölümünde recm cezasına inanan ve uygulayanları hatırlayalım. Acaba kadından başka fuhuş suçundan bir erkeğin recm edildiğini, taşlanarak öldürüldüğünü gördünüz ya da duydunuz mu? Doğrusu ben görmedim, duymadım. Yakın zamanlarda bazı ülkelerde bir kadının recm cezasına çarptırıldığı söyleniyor. Fakat onunla fuhuş yapan erkekten hiç haber yok. Bu kadın kendi başına yapmadı ya bu fuhuşu? Peki, erkek nerede? İşte Kur’an ile iman etmeyenlerin, varacağı adaletsiz sonuç.


Şimdide bana verdiğiniz cevabın diğer kısmına bakalım ne yazmışsınız?


Hadis ulemasının ittifak ettiği hadisleri kabul etmek, aklın gereğidir. Mezheplerin de ittifak ettiği konular bence bağlayıcıdır.


Hadis ulemasının kabul ettiği hadislerin kabul edilmesi, aklın ve mantığın gereği dersek, ucu açık dibi görünmeyen bir kuyuya atlamış oluruz. Hiçbir insan, hiçbir beşer hatasız olamaz. Nakil yoluyla, rivayetler kanalıyla yüzlerce yıl öncesinden gelen bilgilerin hepsinin doğru olacağını kabul etmek, önce akla ve mantığa, daha sonrada Kur’an ın tüm ayetlerine aykırıdır.


Hatırlayınız, peygamberimizin veda hutbesi yaklaşık yüz bin kişinin huzurunda yapıldığı söylenir. Bu kadar kalabalıkta yapılan konuşmanın sözleri dahi günümüze, yedi değişik şekilde gelmiştir. Ya iki kişinin duyduğu sözler nasıl intikal etmiş olabilir günümüze, onu düşünmek bile istemiyorum. Bu konuda karar ve yorum kişinin kendisine kalmıştır. Her insan kendisinden sorumludur.


Elbette geçmişten gelen çok doğru bilgiler vardır, bunlardan günümüzde yararlanıyoruz çok da doğru yapıyoruz. Ama tüm bilgilerin gerçekten bahsedilen âlim kişilere ait olduğunu, onların sözleri olduğunu bilemeyiz. Bunlara fitne ve fesat sokanların ilavelerinin olması da çok doğaldır. Bunu da Yahudiler çok güzel başarmışlardır. Ayrıca bizler İslam ı geçmişte yaşamış zaman dilimi içinde, onların gelenekleri ve yaşam şekilleri ile hayatlarına geçirdiği şekliyle anlamaya çalışırsak, yanılgıya düşeriz. O devirde birisi uçaktan, uzaya gitmekten, televizyondan bahsetseydi, sanırım onu asarlardı. Kur’anı yaşadığın çağın gereklerine göre anlamak, bizleri doğruya götürecektir, elbette geçmişten faydalanıp dersler alarak.

 
 
 İmamı Azam büyük bir âlimdir, onun felsefi düşüncelerini eğer anlayabilirsek, sanırım her şeyi çözeriz. Bakın birkaç sözünü hatırlatmak istiyorum. Çünkü onun bu sözleri her nedense hiç konuşulmaz.


(Talebesi Züfer'den nakledilen şu rivayet de onun sabit fikirli olmadığını ortaya koyması ve istişareye verdiği önem bakımından dikkat çekicidir. Züfer şöyle der: "Ebu Hanife'nin derslerine devam ederdik, Ebu Yusuf ve Muhammed ibnu Hasan da bizimle birlikte okurlardı. Biz Ebu Hanife'nin görüşlerini yazardık. Bir gün Ebu Hanife, Ebu Yusuf'a hitaben: "Ey Yakup vay haline! Benden her işittiğini yazma. Ben bugün böyle düşünüyorum. Yarın onu bırakabilirim. Yarınki görüşümü ertesi gün terk edebilirim" dedi." (İbnu Muin, Tarih, II. Cilt, sh. 607; Bağdadi, Tarih, XIII. Cilt, sh. 402)


(Yine onun: "Bu bizim söyleyebildiğimiz en güzel sözdür. Kim bizim sözümüzden daha doğru bir söz getirirse, o hakikate bizimkinden daha yakındır" dediği; "Senin bu verdiğin fetvalar doğruluğunda hiç şüphe olmayan hakikatler midir?" diye sorulunca da: "Bilmiyorum belki de yanlışlığında hiç şüphe olmayan yanlıştır" şeklinde karşılık verdiği nakledilmektedir. (Bağdadi, Tarih, XIII: Cilt, sh. 352)


(Onun talebelerine verdiği öğütlerde, ilimde hür düşünce ve araştırmanın yollarının tutulması, cahil ve mutaassıplardan uzak durulması gibi önemli kayıtlar vardır: "Halka yaklaş, fâsıklardan uzaklaş. İnsanlığında kusur etme, kimseyi küçük görme. Bir meselede görüşünü sorana bilinen görüşü tekrarla ve sonra o meselede şu veya bu şekilde başka görüşler de bulunduğunu zikret.)


Bizler İmamı Azam ı hiç tanımıyoruz. Onun adına başkaları tarafından dine sokulan, Yahudi fitneleri ile belki de daha çok onu yanlış tanıyoruz. Onun içindir ki çok dikkatli olmalıyız. Yine şu cümlenize de cevap vermek isterim.


(Mezheplerin de ittifak ettiği konular bence bağlayıcıdır.)


Bizleri bağlayan, yalnız ve yalnız Rabbin KİTABI KUR’AN DIR. Bunu asla unutmayalım. Çünkü peygamberimizi de bağlayan yalnız KUR'AN DI. Neden biliyor musunuz? Bakın Rabbim eğer aşağıdaki ayetleri bizlere indirmiş ise, acaba HÂŞÂ sözünden cayıp, Kur’an da olmayan bir hükümden hesap sorar mı?


Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız.


Ahkaf 9: De ki: "Ben, resuller içinden bir türedi değilim! Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Bana vahye dilenden başkasına da uymam! Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim.


Ahzap 2: Rabbinden sana vahyedilene uy! Allah, yapmakta olduklarınızdan en iyi biçimde haberdardır.


Araf suresi 3; Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.


Yüce Rabbim elçisine, bunları kullarıma söyle dedikten sonra, Kur’an dışından acaba sizin söylediğiniz gibi başka bilgilerden, hükümlerden de sorumlu tutar mı? Kur’an da olmayan bilgiler, hükümler bizler için Kur’an gibi BAĞLAYICI OLUR MU? Eğer bunu yaparsak, Kur'an ile beşer sözünü aynı kefeye koymuş oluruz ki, BU ŞİRKTİR.


 Tüm bu söylediklerimi lütfen nefsinizde değerlendiriniz, ama Rabbin sözlerini de hiç unutmadan. Akıllı Müslüman her doğru bilginin peşinden koşandır. Akıllı Müslüman doğruyu eğriden ayırandır. Akıllı Müslüman aldanmaz, çünkü elinde aldanmamak için kontrol edecek, mihenk taşı FURKAN vardır.


Gerçek Müslüman doğru ve güzel bilginin içine hurafe ve yanlış bilgiyi almamak için çaba gösteren insandır. Daha açıkçası GERÇEK MÜSLÜMAN, AKLINI KUR’AN İLE BİRLEŞTİREN İNSANDIR.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

279
Kur'an-ı Kerim / Şefaat Tümden Allah a Aittir.
« : 06 Aralık 2012, 11:30:45 »

İslam âleminde, birçok konuda yapılan yanlışların başında, peygamberlerin, velilerin şefaat edeceğine inanılır. Kur’a na göre Şefaat, bağışlanma affedilme isteğidir. Bakın Allah kesin bir dille bu konuda ne söylüyor?

Zümer 44: De ki: "Şefaat tamamen Allah'ındır (yardım ve destek yalnız O'ndandır). Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz.

Eğer Allah affedilme, bağışlanma, yardım, destek yetkisinin yalnız kendisinde olduğunu söylüyorsa, bundan sonra aynı konuda Kur’an da, tersini Rabbim asla söylemez. Yukarıdaki ayeti unutmadan, bu konuyla ilgili diğer ayetleri anlamaya çalışalım. Bakalım Allah bu konuda bizleri nasıl yönlendiriyor, bilgilendiriyor.

Fatiha 5: Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.

Düşünebiliyor musunuz biz bunu her namazımızda okuduğumuz ayette, Rabbim e söylüyor ve ona söz veriyoruz, yalnız senden yardım dileriz diyoruz.(Elham) Sözümüzde duruyor muyuz peki? Söylediğimiz şu sözü hatırlayınız. ( Şefaat Ya resulallah) Peki bunun anlamı nedir farkında mıyız acaba, hiç sanmıyorum.

Bu sözümüzle Ey Allahın resulü bizlere şefaat et diyoruz. Hani her gün namazlarımızda Rahmana karşı, yalnız senden yardım dileriz diyorduk ne oldu. İşte yaptığımız yanlışın büyüklüğünü bir fark etsek, o zaman yaptığımız yanlışlar çorap söküğü gibi gelecek. Bakın arşı yüklenip taşıyanlar ve onun çevresindeki şuurlular Rablerinin hamdi ile tespih ederek iman sahipleri için nasıl af diliyorlar, aşağıdaki ayeti çok iyi düşünmeliyiz.

Mümin 7: Arşı yüklenip taşıyanlar ve onun çevresindeki şuurlular Rablerinin hamdi ile tespih ederler ve ona inanırlar. İman sahipleri için de şöyle af dilerler: "Rabbimiz! Sen her şeyi rahmet ve ilim halinde kuşattın. Tövbe edip senin yoluna uymuş olanları bağışla. Ve onları cehennem azabından koru.


Ayette dikkat ederseniz, İman sahipleri içinde şöyle af dilerler diyerek, kimden şefaat, bağışlanma, af dileniyormuş, sanırım çok açık anlaşılıyor. Şimdide aşağıdaki ayet üzerinde düşünelim.

Enam 51: Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları, Kur'an'la uyar. Öyleki, kendileri için O'nun huzurunda ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır. Gerekir ki Allah'tan korkarlar.


Ayet o kadar açık ve net olduğu halde, günümüzde Kur’an ayetlerine uymadığı halde, o kadar çok yanlış bilgilere, sözlere inanıp, ayetlerin çoğunu görmezden geliyoruz.

Açıkça Rahman kendileri için, O'nun huzurunda ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır, dedikten sonra, bu sözlerin tam tersini, başka bir ayetinde söyleyip peygamberlere ve velilere şefaat etme yetkisi veriyorum der mi? Bunu düşünmek bile, bizlerin aklını başına getirmesine yetmeli bence.

Bakın peygamberimiz bizlere Kur’an ı tebliğ ettiğini ve bu kitabın bizler için gönül gözü olduğunu, bunu hala görmeyenler için ise, hiçbir şey yapamayacağını, körlük edenlere de bakın ne söylüyor ayette. Ben sizin üzerinize bekçi değilim, yani bundan sonra sizler için hiç bir şey yapamam diyor.

Enam sur. 104. ayet:  Gerçek şu ki, size Rabbinizden gönül gözleri gelmiştir. Kim görürse kendisi yararına, kim körlük ederse kendisi zararına... Ben sizin üzerinize bekçi değilim.


Şimdi hatırlatacağım ayet, günümüzde yapılan yanlışlara güzel cevap veriyor, tabi anlayana anlamak isteyene.

Zümer 19: Üzerine azap sözü hak olanı, ateşe dalmış olanı sen mi kurtaracaksın.

Buradan anlaşılıyor ki, Allah ın karar verdiği bir hükmü kimse değiştiremez. Bunu da bizlerin anlaması için Allah, en sevdiği elçisi üzerinden bizlere örnek veriyor. Ama bizler ne yazık ki bunlardan, ders almadığımız çok açık. Şimdide buna benzer, elçisi kanalıyla verdiği bir başka örnekleri hatırlayalım.


Tevbe  80. : (Ey Muhammed!) Onlar için ister af dile, ister dileme; onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onları asla affetmeyecek. Bu, onların Allah ve Resulünü inkâr etmelerinden ötürüdür. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez.

Muhammet 19.; Allah'tan başka tanrı olmadığını kuşkusuzca bil! Hem kendi günahın için, hem de mümin erkeklerle mümin kadınlar için af dile. Allah sizin, dönüp dolaşacağınız yeri de, varıp ulaşacağınız yeri de bilir.


Yukarıdaki iki ayet üzerinde düşünelim şimdide. Peygamberimize hitap ederek bakın ne diyor Allah. Onlar için istediğin kadar bağışlanmalarını dile, onları asla affetmem. Çünkü benim gönderdiklerimi, beni ve elçimi kabul etmediler diyor.


Muhammet 19. ayet ise, bana göre çok önemli bir ayet, lütfen bunun üzerinde dikkatle düşünelim. Allah elçisine bakın ne diyor. Hem kendi günahların için, hem de iman edenlerin günahları için af dile diyor.


Düşünebiliyor musunuz, demek ki peygamberlerin bile günahı var ki, kendi günahın için bana dua et, bende af dile diyor.


Peki, bizler bu konuda neler söylüyoruz? Bir kısım din kardeşimiz, peygamberimiz bizler için Allah tan af dileyecek, şefaat etmeyecek diyor. Bu sözlerin üzerinde de düşünelim. Peygamberimiz kendi günahı için dahi, Alla ha dua ediyor yalvarıyorsa, bugün hiç tanımadığı, iman edip etmediğini dahi bilmediği bizlerin günahını zaten bağışlamasını bir tarafa bırakın, bizler için nasıl Allah a dua etsin günahlarımız için.

Dikkat edin ayette, mümin yani inanmış erkek ve kadınların günahları için dua et diyor elçisine. Bu demektir ki iman ettiğinden emin oldukların için dua et anlamındadır. Hatırlayınız iman etmeyenler için dua ettiğinde Allah peygamberimize ne diyordu? Yetmiş kere dua etsen, ben onları affetmem demiyor muydu? Çünkü imanlarında samimi, içten, gönülden değillerdi de ondan.

Dua kapısını Yüce Rabbim, tüm iman edenler için açık bırakmıştır şükürler olsun. Size İbrahim peygamberimizden de bir örnek vermek istiyorum. İman etmeyen babası için, bakın Allah ın övgüyle bahsettiği, bizlerin atası diye zikredilen bir elçinin sözlerinden, sanırım çok ders almalıyız.


Mümtehine 4. : Senin için hep af dileyeceğim ama Allah'tan sana gelecek şeyi geri çevirme gücüm yoktur. Ey Rabbimiz! Yalnız sana güveniyoruz, yalnız sana yöneliyoruz! Dönüş yalnız sanadır.


Bakar mısınız lütfen, Kur’an da övgüyle bahsedilen Allah elçisi, İbrahim peygamberimiz, babası için hesap günü hiç bir şey yapamayacağını, ona yalnız dua edip af dileyebileceğini söylüyor. Birçok ayetinde de iman etmeyenleri asla affetmeyeceğini de belirtmişti Allah. Hatta peygamberimize yetmiş kez af dilesen yine faydası yok demişti hatırlarsanız. Aşağıdaki ayeti lütfen çok ama çok iyi değerlendirelim. Çünkü Allah elçisine DEKİ ONLARA diye başlayarak, bakın bizlere ne söylemesini istiyor.


Araf 188: De ki: "Ben kendi nefsime, Allah'ın dilediğinden başka ne bir yarar sağlayabilirim ne de bir zarar verebilirim. Eğer gaybı biliyor olsaydım iyilik ve güzelliği elbette çoğaltırdım. Bana kötülük dokunmamıştır bile. Ben, inanan bir topluluk için bir uyarıcı ve müjdeciden başkası değilim.

 
Yukarıdaki ayette, her şey çok açık değil mi dostlar. Özellikle Allah, üzerine basa basa söylemesini istiyor bizlere, görev verdiğim elçinin benim dilediğim dışında sizlere ne faydası dokunur, nede zarar verebilir. Hala Rabbin bu sözlerini görmezden gelmeye devam edip, beşerin yanlış rivayetlerine mi iman etmeye devam edeceğiz?

Şefaat konusu ile ilgili bazı ayetleri de sizlere hatırlatmak istiyorum. Aklını kullanan anlatılmak isteneni anlayacaktır.

Bakara 123: Ve öyle bir günden korkun ki, kimse başka birinin yerine bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez, ona şefaat fayda vermez ve hiç bir taraftan yardım da görmezler.

Bakara 48: Ve hiç kimsenin, hiç kimse adına bir şey ödemeyeceği, hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği, hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği bir günden sakının.

Bakara 254: Ey iman edenler, alış verişin, dostluğun ve şefaatin olmayacağı gün gelmeden önce, size verdiğimiz mallardan nafaka verin. Kâfirler ise hep o zalimlerdir.

Yunus 18: Allah'ı bırakıp kendilerine zarar vermeyecek ve yararları dokunmayacak şeylere kulluk ederler ve: 'Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir' derler. De ki: 'Siz, Allah'a, göklerde ve yerde bilmediği bir şey mi haber veriyorsunuz? O, sizin şirk koştuklarınızdan uzak ve yücedir.

Zümer 43: Yoksa Allah'tan başka şefaat ediciler mi edindiler? De ki: 'Ya onlar, hiç bir şeye malik değillerse ve akıl da erdiremiyorlarsa?


Yukarıdaki ayetlere, daha birçok örnekler verebiliriz, sanırım bu kadar açık ayetlerden sonra, bağışlayacak affedecek tek bir makamın, yani yüce Rabbimizin olduğu çok açık anlaşılmaktadır. Tüm bu ayetlerden sonra Yaradan, şefaat yetkisini başka kişilere de verdim der mi? Elçisine dahi bu yetkiyi vermeyen ve kendi günahların için dua et bana diyen Rabbimizin sözlerini, çekip çekiştirip kendi amaçlarına alet eden, daha doğrusu aklını kullanmayanlara bakın Allah ne diyor?


Yunus 100: Allah'ın izni olmadıkça hiç bir kimsenin iman etmesi mümkün değildir. Akıllarını güzelce kullanmayanları Allah, pislik içinde bırakır.


Aklını kullanmayanların sonunu, yaşadığımız toplumda çok açık görüyoruz. Peki, bizler aklımızı kullanıp, Kur’an ı rehber alıp damı iman ediyoruz dersiniz? Yorum sizlerin, eğer aklımızı bir kenara bırakıp, biz Kur’an ı anlayamayız diyorsak, onu anlamaya çalışmıyor da velilerin ardı sıra gidiyorsak, sanırım Rabbin pisliği üzerimizden asla kalkmayacaktır. Allah bizleri affetsin ve korusun.


Yüce Yaradan, bakın elçilerin görev tanımını nasıl yapıyor, yani verdiği görevi nasıl özetliyor.

Kehf 56. ; Biz, elçileri sadece müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Küfre sapanlar ise batıla yapışarak, onunla hakkı kaydırmak için uğraşıyorlar. Onlar, ayetlerimi ve uyarıldıkları şeyleri eğlence edindiler.

Enam 48: Biz o gönderilen elçileri, müjdeciler ve uyarıcılar olmaktan öte bir şey için göndermiyoruz. İman edip hayrı ve barışı yerleştirenlere korku yoktur. Tasalanmayacaklardır onlar.


Yukarıdaki ayetleri örnek gösterdiğimde çok ilginç cevaplar alıyorum, sanki bu sözleri ben söylemişim gibi. (Ne yani peygamberimiz postacımıydı.) Bu sözleri söyleyenler bilmelidir ki, Rabbin hükmüne karşı söylenmiş sözlerdir bunlar. Onun için ben cevap vermem yorum yapmam, üzerime de alınmam.


Bizler tüm bu yetkileri ve sorumlulukları açıkça gördüğümüz halde, peygamberimize Rabbin vermediği birçok yetkileri yükleyerek, ona saygımızı göstermeye çalışıyoruz, fakat şunu unutmuşuz, zaten Hz. Muhammet Allahın elçisi olmakla şereflerin en yücesine erişmiştir. Onun başka payelere, yetkilere ihtiyacı yoktur.


Taha 109; O gün şefaat yarar sağlamaz. Ancak Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimse müstesna.


Değerli dostlar, sizlere yukarıda birçok ayet örnekleri verdim. Bu ayetlerde Rabbin ŞEFAAT, bağışlama yetkisini, yalnız kendi yetkisinde olduğunu anlamıştık. Allah elçisine bile kendi günahların ve iman edenlerin günahlarının affı için dua et diyordu. İşte Taha 109. ayete baktığımızda hiçbir ayrım yapmadan, kendisinden hoşnut olduğu tüm kullarına bu kapıyı yani DUA KAPISINI AÇIK BIRAKIYOR.


Bakın ne diyor ayette? (sözünden hoşnut olduğu kimse müstesna.) Müstesna olan nedir? Şefaat etme yetkisi mi veriyor, yoksa elçisine iman edenler için DUA ET dediği, dua ettiklerinde onların dualarını kabul edebileceği, onlara şefaat edileceği açıklamasını mı yapıyor?


Şefaatin yarar sağlayacağı kişilerin, Allah ın kendisinden hoşnut olan kişiler için olacağı anlatılıyor ayette. Bir başka deyişle, duaları kabul edilen, bağışlanan, şefaat edilen kulların, Rabbin halis kulları olacağı müjdesi veriliyor.


İşte bu kısmı çok önemli. Eğer hayır şefaat yetkisi veriyor dersek, Kur’an da geçen onlarca, hatta yüzlerce ayete ters düşer ve Kur’an da çelişki yaratmış oluruz. Kur’an ı kendimize uydurmak yerine, Kur’an a uymayı öğrenmeliyiz.


Buna bir örnek daha vermek istiyorum. Aşağıdaki ayeti dikkatle düşünelim. Rahman kendi emrinde olan meleklere dahi, böyle bir yetkiyi vermediğini söylüyor ve bakın ne diyor?


Necm 26: Göklerde nice melekler var ki, şefaatler hiçbir işe yaramaz. Allah'ın, dilediği ve hoşnut olduğu kimseler için izin vermesinden sonraki durum müstesna.


Demek ki bizleri izleyen melekler, bu konuda Allah tan insanlar için şefaat etmesini, bağışlamasını istiyorlar ki, bakın bu konuda bile kesin bir tavırla Rabbim ne diyor?

( Allah'ın, dilediği ve hoşnut olduğu kimseler için izin vermesinden sonraki durum müstesna.)

Demek ki affedilmeye hakkı olmayan hiç kimseyi, bir başkasının isteğiyle asla affetmem diyor Rabbimiz. Bunlar benim sadık, günahsız meleklerim bile olsa. Peki, bu konuda ne söylüyor? Daha önce açıkladığı, kendisinden hoşnut olduğu, iman eden kullarının günahlarının affı için, dua etmeleri halinde bağışlayabileceğini söylüyordu hatırlarsanız.


Dua kapısını şükürler olsun Yaradan, iman eden ve Allah ın hoşnut olduğu tüm kullarına açık bırakmıştır. Onların dualarını kabul eder, şefaatimi gösteririm diyor. Peki, bu kadar açık ayetlerden sonra bizler, neler yapıyoruz dersiniz günümüzde? Günahlarımız la boğazımıza kadar batağın içinde olduğumuzdan olsa gerek, kendimizi aldatmak, temize çıkarmak adına, o kadar çok şefaatçiler edindik ki, bunu hatırlamak bile istemiyorum.


Bunların tek BİR sebebi var, ALLAHIN SİZLERE REHBER OLSUN DİYE İNDİRDİM DEDİĞİ KUR’AN İLE ALAKAMIZ KALMAMIŞTA ONDAN.


 Rabbim bizleri affet. Ne olursun gönül gözümüzü aç bizlerin. Rehberinin, güneşinin gönlümüze dolmasını, aydınlatmasını nasip eyle. Senin kelamın yüksek bir yere asılı duruyor, bizler ona saygımızı ne yazık ki böyle gösteriyoruz, bizleri affet.


Beşerin ciltlerce dolusu kitapları, baş tacı yapıldı. Senin nurun, güneşin, rehberin, anlaşılması zor ilan edildi. Bu kitapta her şey yoktur, sizler Kur’an ı anlayamazsınız, âlim insanlar, veli insanlar anlar diyenlere de kandılar ne yazık ki.

 
Rabbimiz biz aciz kulların, büyük bir hatanın içinde kıvranıp duruyoruz. Büyük çoğunluğumuz Kur’an ı devre dışı bıraktı. Onu yüksek bir yere asarak, saygısını gösteriyor. Elde senin nurun yerine, beşerin kitapları dolaşıyor. Birde yapılan saygısızlığın farkında olmadıklarından, bu kitaplar Kur’an ayetlerinin ayetidir deme gafletine düşüyorlar. Sen bu din kardeşlerimi de affet, bağışla Rabbim. Sen bağışlayıcısın, affedicisin.


Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK



280
Bugün Kur’an dan birlikte araştıracağımız konu, günümüzde çok konuşulan kıyamet alametleri konusu olacaktır. Kur’an bu konuda bizlere hangi bilgileri verir? Ayrıca bu konuda bizlere rivayetler yoluyla ulaşan diğer bilgiler nelerdir, onları da Kur’an ile karşılaştırıp, doğruluğunu araştıralım.

Bu yazıyı yazmama sebep olan Zühruf suresi 61. ayeti önce hatırlatmak istiyorum. Bizler Allahın açıkça söylemediği sözlere ilaveler yaptığımızda, kendi düşünce ve fikirlerimizi ilave ettiğimizde, bakın güzelim İslam dini ne hale geliyor, önce Diyanet İşleri Başkanlığının mealini alalım, daha sonrada diğer meallerden örnekler verelim ki, konu daha iyi anlaşılsın.

Diyanet İşleri başkanlığı: Zühruf 61: Biliniz ki o kıyamete ait bir bilgidir. Sakın ondan şüphe etmeyiniz ve bana tabi olunuz. Bu dosdoğru yoldur.

Ali Bulaç: Zühruf 61: Şüphesiz o, kıyamet-saati için bir ilimdir. Öyleyse ondan (kıyametten) yana hiç bir kuşkuya kapılmayın ve bana uyun. Dosdoğru yol budur.

Yaşar Nuri Öztürk: Zühruf 61: Hiç kuşkusuz o, kıyamet saati için bir bilgidir. O halde sakın o saat hakkında şüpheye düşmeyin; bana uyun. Dosdoğru yol budur.

Elmalı Hamdi: Zühruf 61: Gerçekten o (İsa) saat için bir ilimdir (kıyametin yaklaştığım gösteren bir bilgidir). Onun için sakın kıyametin geleceğinden şüpheye düşmeyin de bana uyun, işte tek doğru yol ancak budur.

Yukarıdaki aynı ayetin, değişik meallerdeki verilişini sizlerle paylaştım. Elmalı Hamdi Yazır ın verdiği mealde, dikkat ederseniz o zamirinden Hz. İsa dan bahsediyor diyerek, parantez içine düşüncesini de belirtmiş. (Elmalının orijinal mealinde parantez içinde ki İsa kısmı kesinlikle yoktur daha sonraki Türkçeleştirme yapanların maharetidir bilginize) Bu şekilde birkaç meal var onu da belirtmeliyim.

İşte Kur’an ın Türkçe mealini yazarken, parantez içine kendi düşüncelerimizi de yazmamız, bizleri nasıl yanlışlara götürebiliyor, onu da burada bir kez daha görme şansımız olacak. Allah yanıltmasın inşallah. Bu ayette anlatılmak istenen, kıyametin hak olduğu, Kur’an da bilgilerin verildiğini anlatarak, müşriklere ve inananlara bir kez daha şüpheye düşmeden, buna inanmaları hatırlatılmaktadır.

Hıristiyanlar kendi inançlarına göre, kıyamet kopmadan Hz. İsa nın geleceğini ve tüm insanlığı kurtaracağına inanırlar. İşte bu inanç ne yazık ki yukarıdaki ayeti açıklarken, Allah ın Kur’an da asla söz etmediği, hiç bahsetmediği, açıklamadığı halde bu şekilde yazılıp anlatılarak, bizlerin yani İslam’ın da içine girmiştir.

Günümüzdeki birçok tarikatlar ve cemaatler Hz. İsanın geleceğine inanırlar. Ayette geçen (O) zamirinden Hz. İsa yı kastediyor, düşüncesine kapılmalarının nedeni, bu ayetten birkaç ayet öncesinde Hz. İsa dan bahsederek ondan örnekler vermesi olarak açıklanıyor, gerçekten yanılgıya sebep bu olsa gerek. Bahsettiğimiz ayetten iki ayet sonra gelen 63. ayete bakalım şimdide.

Zühruf 63: İsa, açık delillerle geldiği zaman demişti ki: Ben size hikmet getirdim ve ayrılığa düştüğünüz şeylerden bir kısmını size açıklamak için geldim. Öyleyse Allah'tan korkun ve bana itaat edin.

Hz. İsa topluma hitap ederken, sizlere açık delillerle, yani ayetlerle geldim diyor. Sizlere hikmet i ilmi, getirdim diyor. Bu bilgiler sizin ayrılığa düştüğünüz konularda açıklama yapacak ve sizleri bilgilendirecektir, açıklamasını yapıyor. Bundan dolayı da kendisine itaat edilmesini istiyor. Lütfen çok iyi düşünelim, bu ayet ve öncesindeki ayetleri okuduğunuzda sizler, kıyamet kopmadan Hz. İsa nın geleceğini Allah söylüyor diyebilir misiniz? Bunumu anladınız Rabbin sözlerinden? Elbette hayır, bunu anlamak için kâhin olmak gerekir. Buda zaten İslam ın kabul etmediği bir konudur, ayrıca Kur’an ın ayetleri indirme şekline de, tamamen ters düşer. Allah ne diyordu hatırlayalım ayetler için? Biz her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız. Biz ayetlerimiz açık, anlaşılır bir şekilde indirdik.

Daha önceki Diyanet İşleri Başkanlığı dönemlerinde, Hz. İsa nın geleceği konusunun Kur’an da geçmediğini ve Kur’an dan onay almadığını söylemişlerdi. Fakat yeni atanan başkanımız, sanırım bu düşünceye katılmıyor ki, Diyanet sitesinde Hz. İsa nın geleceği konusu, kıyamet alametleri arasında geçiyor. İşte bizlere dini anlatmakla görevli makamların üzücü ve bir o kadarda düşündürücü hali. İşte bizler İslam ı böyle öğreniyor ve yaşıyoruz, Rabbim yardımcımız olsun. Gerçektende buna inanmakla, bakın nelere inanmamış ya da gözden kaçırmış oluyoruz, şimdide Kur’an dan birlikte araştıralım.

Ahzap 40: Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; O, Allah'ın resulü ve nebilerin sonuncusudur. Allah her şeyi gereğince biliyor.

Eğer kıyamet kopmadan Hz. İsa gelecektir sözlerine inanırsak, bunu kabul edersek, bu ayete iman etmiyoruz demektir. Önce bunu aklımızdan hiç çıkarmayalım. Çünkü Açıkça peygamberimizden sonra hiçbir peygamber, hangi konuda olursa olsun gelmeyecek diyerek, bizlere Allah ın ayetini tebliğ almadık mı?
Şimdide kıyamet bizlere nasıl gelecek, bu konuda Kur’an dan bilgilere bakalım, acaba bizlere nasıl bir açıklama yapıyor? Şimdi yazacağım ayet üzerinde, biraz düşündüğümüzde aslında her şey anlaşılıyor sanırım.

(Araf 187: Ne zaman gelip çatacak diye kıyamet saatini soruyorlar sana. De ki: "Ona ilişkin bilgi Rabbim katındadır. Onu, vakti geldiğinde belirginleştirecek olan yalnız O'dur. Göklere de yere de ağır gelmiştir o. O size ansızın gelecektir, başka değil." Sen onu iyice biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: "O'na ilişkin bilgi Allah katındadır, fakat insanların çokları bilmiyorlar.)

Şimdi bu ayet üzerinde biraz düşünelim. Peygamberimize kıyamet hakkında sorular sorulunca, Rabbim açıklama yapıyor ve onun vaktini yalnız ben bilirim, vakti geldiğinde onu belirginleştirecek benim diyor. Vakti geldiğinde onu gerçekleştirecek Allah tır dedikten sonra, aslında çok önemli bir açıklama yapıyor, bu açıklamaları daha sonra yazacağım ayetlerde de, üstüne basa basa söylüyor Rabbimiz.

( O size ansızın gelecektir.)

Evet, en önemli ve üzerinde durmamız gereken konu sanırım bu olsa gerek. Kıyametin ansızın, habersiz geleceği. Ayetin devamında da çok ilginç ve düşünmemiz gereken sözler var. Allah, sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar diyor ve peygamberimizin de bu konuda asla bir bilgisi olmadığını belirtiyor Rahman bizlere.

Tam burada şunları düşünmemiz gerektiği kanısındayım, Kur’an da hiç bahsedilmeyen, açıklanmayan birçok kıyamet alametlerinin doğruluğu, sizce ne kadar geçerlidir? Bu sözler Kur’an da hiç bahsedilmeyen, peygamberimizin kıyamet alametleri ile ilgili sözleridir diyenler, ne kadar haklı olabilir dersiniz? Yorum sizlerin. Eğer Hz. İsa kıyametten önce gelecek olsaydı, kıyametin ansızın kopacağı, ayetleriyle uyuşuyor olur muydu? Böyle bir bilgi olsaydı, Rabbim her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdim dediği halde, bizlere bunu da açıkça söylemez miydi?

Kur’an kıyamet konusunda, bakalım daha neler söylüyor bizlere.

(Lokman 34: O kıyamet saatine ilişkin bilgi Allah katındadır. Yağmuru O yağdırır. O, rahimlerde olanı da bilir. Hiçbir benlik yarın ne kazanacağını bilmez. Ve hiçbir kimse hangi yerde öleceğini bilmez. Allah Alîm'dir, Habîr'dir.)


Dikkat ederseniz ayette (O) zamirini kullanıyor ve burada da anlatılmak istenen kıyamet zamanının vaktini hatırlatılmasıdır. Yukarıda yazdığımız Zühruf 61. ayette de Şüphesiz o, kıyamet-saati için bir ilimdir. Sözlerinden Kur’an ın bizlere açıkladığı, o anın geleceğini hem iman edenlere, hem de müşriklere açıklamaktadır. Allah Zühruf 61. ayette eğer söylenildiği gibi Hz. İsa’dan bahsetmiş olsaydı ve bunun kıyamet alametleri olduğunu bizlere anlatıyor olsaydı, açıkça söylerdi. Bakın Allah ben ayetlerimi nasıl açıklarım diyor, lütfen dikkat edelim ve hatırlayalım. Allah ın Kur’an da açıklamadığı, kıyametten önce Hz. İsa nın geleceğine inandığımızda, şimdi yazacağım ayetlere iman etmemiş oluruz, bunu da unutmayalım.


Kehf Sur54. ayet; Yemin olsun, biz, bu Kuran'da, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk. İnsan ise varlığın, tartışmaya en çok tutkun olanıdır.


İsra suresi 89. ayet; Yemin olsun, biz bu Kuran'da, insanlar için her benzetmeden nice örnekler sıraladık. Ama insanların çoğu inkâr ve nankörlükten başka bir şeyde diretmediler.


Nisa Suresi 174. ayet; Ey insanlar! Size Rabbinizden apaçık, çok parlak ve güçlü bir kanıt gelmiştir. Biz size, her şeyi açık seçik gösteren bir ışık gönderdik. 175. ayet; Allah'a inanıp O'na sarılanları O, kendisinden bir rahmetin ve lütfun içine sokacak ve onları kendisine ulaşan dosdoğru bir yola kılavuzlayacaktır.


Şimdi lütfen düşünelim, Allah her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduğunu söylüyor. Her benzetmeden nice örnekleri sıraladık açıklamasını yapıyor, ama bizler Rabbin hiç bahsetmediği, sözünü bile kullanmadığı halde (O) işaret zamirinden, ayetten Allah Hz. İsa dan bahsediyor aslında diyerek, işin içinden çıkabiliyoruz. Birde kendimizce hüküm verip, Hz. İsa kıyametten önce gelip, bizleri uyaracak, diyebiliyoruz.
 
Hani her benzetmeden değişik örnekler vardı, neden Allah kıyamet alametlerin den bahsederken Hz. İsa gelecek demediği halde, bizler aslında Allah bundan bahsediyor diyerek, kendi düşüncelerimizi, inançlarımızı Kur’ana ilave yapıyoruz? Hiç korku duymadan, söylenmeyen, açıklanmayan bir sözün ardına nasıl düşüp, ona iman edebiliyoruz, doğrusu anlamakta güçlük çekiyorum.

Bunu söyleyen ve savunan Hıristiyanlardır, hala uyumaya devam mı edeceğiz? En son peygamberimiz dururken, neden ondan önceki peygamber gelsin diye demi düşünemiyoruz? Aklımız, beynimiz bu kadar mı uyuştu bizlerin?

Hani Allah ne diyordu bizlere;

( Size Rabbinizden apaçık, çok parlak ve güçlü bir kanıt gelmiştir. Biz size, her şeyi açık seçik gösteren bir ışık gönderdik.)
Bakın bu ayete eğer iman ediyorsak, Zühruf 61. ayette geçen (O) işaret zamirine asla, Allah ın söz etmediği bir anlam yükleyerek, burada aslında Hz. İsa dan bahsediyor diyemeyiz. Kur’ana danışmaya devam edelim, acaba kıyametin kopuşu hakkında daha neler söylüyor Rahman.

Hac 55: İnkâr edenler ise kıyamet ansızın başlarına patlayıncaya kadar yahut kısır bir günün azabı kendilerine gelip çatıncaya kadar, o Kuran'dan yana kuşku içinde olmaya devam edecekler.

Zühruf 66: Hiç farkında olmadıkları bir sırada o saatin birdenbire kendilerine gelmesinden başka neyi bekliyorlar.

Bu ayetler ve onlarca ayet, kıyametin ansızın geleceğini açıklıyor bizlere. Şimdide bu ayetlerle Hz. İsa nın geleceğini söyleyen ve inananlara şu soruyu soralım. Allah hiç farkında olmadığımız bir anda geleceğini söylediği kıyametin, nasıl olurda Hz. İsa’yı tekrar gönderip, insanlara büyük bir zaman verip hepsinin iman etmesini sağlar?

Hani ansızın başımıza patlayacaktı, hani hiç farkında bile olmayacaktık? Tekrar şu soruyu soralım buna inananlara; Acaba Hz. İsa geldiğinde onu nasıl tanıyacağız? Madem gelecek Allah onu nasıl tanıyacağımızın işaretini de vermeli değil mi bizlere Kur’an da?

Nasıl emin olacağız onun olduğuna? Hatırlayın Papaya kurşun sıkan Ağca ne dedi? Ben İsa Mesih im demedi mi? Hatta birçok Hıristiyan bile inandı buna. Sormak isterim Hz. İsa nın geleceğine inananlar, acaba buna inandı mı? Yaksa akıllarından acaba diye bir sorumu geçti?

Öyle hesaplar yapılıyor ki, peygamberimizin sözleri diye aktarılanların içinde, Onun gelişinin 1500. yıllarında, Hz. İsa ve deccalın geleceğini söyleyenler, bu tarihin bu yüzyılda gerçekleşeceğine inananlar var aramızda. Peygamberimizden bu yana yaklaşık 1400 yıl geçti, o zaman bu önümüzdeki yüzyılda hem deccal gelecek, hem de Hz. İsa gelecek ve kıyamet kopacak diyorlar ve inanıyorlar.

Araf 187. ayette ne diyordu hatırlayalım Rabbim.

(." Sen onu iyice biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: "O'na ilişkin bilgi Allah katındadır, fakat insanların çokları bilmiyorlar.)

Şimdide bu sözler üzerinde tekrar düşünelim. Allah bu bilginin kimsede olmadığını söylemesine rağmen, günümüzde uydurulan ve Kur’an ın hiç bahsetmediği, kıyamet alametlerini hatırlayalım. Öyle şeyler uyduruluyor ki, peygamberimizin Hz. İsa nın geleceğini söylediğini söylemekte, hiçbir kusur görmüyorlar. Hâlbuki Peygamberimiz kendisinin en son peygamber olduğunu bizlere bildirmemiş miydi Kur’an da? Kur’anın hiç bahsetmediği deccal konusuna gelelim şimdide. Bundan Kur’an asla bahsetmez, ama peygamberimizin hadisidir diye, bizlere çok detaylı anlatırlar bu konuyu. Bakın deccal konusunu, Diyanet İşleri başkanlığına sordum ve nasıl bir cevap aldım aynen aktarıyorum.

(DECCÂL: Kıyamete yakın bir dönemde çıkıp İslâm dinini ve ümmetini ifsad edip kötülüklere sürükleyecek olan ve aynı zamanda kıyametin alametlerinden sayılan biri.

Deccâl'in çıkması haktır. Deccâl, belli bir şahıs olup, Cenâb-ı Allah onunla, kullarını imtihan edecektir. Deccâl olsun, diğer kıyamet alâmetleri olsun bizim için gaybdır. Bunlar hakkında bilgi edinmemiz ancak nakil (Kur'ân ve hadis)le mümkün olur. Akılla verilebilecek bilgilerin isabet etmeme ihtimali büyüktür. Öteden beri kıyâmet alâmetleriyle ilgili olarak çok te'vîller yapıla gelmiştir. Herhangi bir dayanağı olmayan bu te'villerin geçerliliği de yoktur. Ayrıca bunlar, akılla ulaşılamayacak bilgiler olduğundan, yapılacak te'viller, halkı yanlış bilgilendirme vebâline sevk edecektir. Aynı yanılgı ve vebâl bunun için de söz konusudur.

Hz. Peygamber de ümmetini Deccâl'e karşı uyarmıştır. Zira Deccâl, bazı harikalar gösterecek ve tanrı olduğunu iddia edecektir. İmansızlarla, bazı zayıf imanlılar, ona kanacaktır. İmanı kuvvetli olanlar ise kanmayacaklardır.
Dünya, imtihan yeridir. İnsanlar bu dünyada imtihana tabi tutulmaktadırlar. Deccâl da bir imtihan vesilesidir. Allah'ın kendisine verdiği güçle birtakım hârikalar gösterecektir. Deccâl'in göstereceği harikalara "istidrâc" denir. İstidrâc, "inançsız ve şerîr kimselerin arzularına uygun olarak gösterdikleri hârikalara" denir.)

Yukarıdaki yazı Diyanetin bana verdiği cevap, dikkat ederseniz bu konuyla ilgili Kur’an dan tek bir bilgi yok. Bu konuda fazla bir şey yazmak istemiyorum, ama doğrusu Dini bizlere anlatmakta görevli bir makamın şu sözleri beni çok üzdü.

( Deccâl'in çıkması haktır.)

Bir insanın dinde HAK olduğunu söylemesi için, Kur’an ın yani Rahman ın emretmiş olması gerekir. Ama düşünebiliyor musunuz, Allah bahsetmediği halde, buna HAK tır iman etmemiz gerekir denebiliyor. Diyanet bu, sağı solu belli olmuyor demekten başka, elimden bir şey gelmiyor.

Peygamberimizin deccala karşı bizi uyardığını söyleyen Diyanete, şunu sormak isterim. Acaba Yüce Rabbimiz, bizi deccala karşı uyarmadı da, bu görevi peygamberimize mi bıraktı dersiniz? Hani Kur an bizim için rehberdi, hani her şeyden nice örnekler vardı orada. Bakın sözler Kur’an ın süzgecinden nasılda geçmiyor. İşte İslam ın günümüzdeki durumuna acı bir örnek. Buna benzer o kadar dine ilaveler var ki. Deccalın belirli bir şahıs olduğunu söylüyorlar ve bizleri Rabbin imtihan edeceğini belirtiyor. Allah bunu her zaman yaptığını ve yapacağını zaten Kur’an da söylemiyor mu? Bu Dünyada hepimiz, her gün imtihanda değil miyiz?

Yine yazıda bu bilgilerin gaibi bilgiler olduğunu söylüyor ve bu bilgileri ancak Kur’an ve hadislerden öğrenileceği açıklamasını yapıyor. Şimdi sormak isterim bunu yazanlara, Kur’an bilgisi tamam, bu konuda hiçbir sorun yok, ama Kur’an ın onay vermediği, hiç bahsetmediği hadis bilgileri kesin doğru diyebilir miyiz? Eğer cevap, evet hadis bilgilerinin hiç şüphe etmeden hepsine kesinlikle güvenebiliriz ise, neden birkaç yılda bir yüzlerce hadisin hurafe olduğunu ilan edip, İslam dininden çıkarıyor Diyanet İşleri Başkanlığı? Şuanda iman ettiğimiz hadisleri daha sonra hurafe diye çıkarmayacaklarına kimler garanti verebilir, var mı garanti verecek beşer aramızda? İşte Allah ın kitabını rehber almadığımızda, sonuç nerelere gidiyor. Diyanet İşleri geçmiş yıllarda böyle çalışmaları vardı. Bu dönemde böyle çalışmalar duymuyoruz. Kim bilir belki de hurafe diye iptal edilenlerin bir kısmı, geri gelmiş bile olabilir.

Şimdide sizlere, bazı ayet örnekleri vermek istiyorum. Bakın peygamberimize kıyametin ne zaman kopacağını soranlara, Allah ın cevabı nasıl olmuş.

(Ahzap 63: İnsanlar sana kıyametin saatinden soruyorlar. De ki: "Ona ilişkin bilgi Allah katındadır." Ne bilirsin, belki de o saat yakındır.)

(Şura 17: Gerçeğe ilişkin Kitap'ı ve adalet ölçüsünü indiren o Allah'tır. Nereden bileceksin, belki de kıyamet saati çok yakındır.)

Bu iki ayeti düşünelim şimdi de. Yazımızın başında verdiğimiz ve Hz. İsa nın kıyamet kopmadan geleceğini işaret ettiğini söylediklerinin, doğru olmadığı bu iki ayetten bile anlaşılmıyor mu sizce?

Dikkat ediniz lütfen Allah, peygamberimiz yaşıyorken dahi, kıyametin belki de kopabileceğini söylüyor. Eğer Kıyamet kopmadan Hz. İsa gelecek ise peygamberimizin durumu ne olacaktır. Buradan da anlıyoruz ki, Hz. İsa nın kıyametten önce geleceğini düşünmek, büyük hata olur. Bunu kabul etmek Kur an ın ayetlerine tamamen ters düşer. Bakın kıyamet konusunda peygamberimizin ne demesini istiyor Rabbim.

 (Tur 31: De ki: "Bekleyin! Doğrusu sizinle beraber ben de bekleyenlerdenim.)

Demek ki bu konuda peygamberimizin de hiçbir bilgisi yok, hatta belki de kıyamet kopabilir, diye o dahi bekliyor. Şimdide Diyanetin deccal konusunda bizlere, hadisler yoluyla gelen bilgilere bakalım. Allah belki de kıyametin yakında kopacağını söyleyen ayetlerini okudunuz, bu durumda peygamberimiz yaşarken de kıyamet kopabileceği anlatılıyor. Bu durumda peygamberimiz acaba deccalın geleceğini söyler miydi? Elçisi yaşarken böyle birinin çıkıp insanları kandırmaya çalışmasını söyler mi sizce? Zaten o devirde iman etmeyen, binlerce insan ile mücadele ediyor, hatta savaşıyordu Peygamberimiz. Bunlardan iyi deccal mı olur. Bakın tüm bu sözlerde, Kur’an süzgecinden geçmiyor.

Şimdide Kur’an ın kıyamet alametleri olarak bahsettiği bazı konulara bakalım.

(  Duhan 10: Artık sen göğün açıkça izlenen bir duman getireceği günü gözle.)

(Hac 1: Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Çünkü kıyamet saatinin zelzelesi gerçekten çok büyük bir şeydir.)

(Abese 33: . Kulakları sağır eden o ses geldiğinde,)

(Tur 9: O gün gök bir çalkanışla çalkanır. 10: Ve dağlar bir yürüyüşle yürür.11: Vay hallerine o gün, yalanlayanların.)

(Kamer 1: Saat yaklaştı, Ay yarıldı.)

(Enbiya 96: Ye'cûc ve Me'cûc'ün önü açıldığı zaman onlar, her tepeden akın ederler. 97: Hak olan vaat yaklaşmıştır. İnkâr edenlerin gözleri birden donup kalmıştır. "Vay başımıza! Biz bundan gafil bulunuyorduk. Hayır, biz zalimlerdik!" derler.)

Yukarıdaki ayetlere dikkat ederseniz, kıyametin kopmasına çok yakın anların belirtileri anlatılıyor. Gökyüzünde dumanın belirmesi, tozu dumana atacak bir olayın belirtisidir. O an büyük depremlerin olacağı, kulakları sağır eden sesin oluşacağı, göğün ve yerin çalkalanması, dağların bile hareketlendiği, ayın yarıldığı bir an tasvir edilmektedir.

Enbiya suresinde geçen yecüc, mecüc konusu ise Kur’an da bir başka ayetinde, düzen bozucu bir kavimden bahsedilerek örnek verilir. Bu toplum kıyametin kopacağı güne kadar, diğer insanlardan ayrıldığını, aralarına engel konduğu açıklanıyor Kur’an da. Yani bu toplum, kıyametin kopması ile serbest kalacağı belirtiliyor. Dikkat ediniz bu toplum, kıyamet kopmadan çok önce serbest kalmayacak.

Bizler ne yazık ki inancımızı, Kur’an merkezli yaşamak yerine, rivayet ve sanıya endekslemiş yaşıyoruz. Daha doğrusu Allah ın dinini, kendi hurafelerimize uydurmuş yaşayıp gidiyoruz.

Dilerim hesabını verebilenler arasında oluruz. Yine dilerim, Kur’an ın ipine sarılan, onu anlamak için yine Kur’an dan yardım alan, Rabbin halis kullarından oluruz.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK


Sayfa: 1 ... 26 27 [28] 29
web hosting Domain Web
İçerik sağlayacı paylaşım sitelerinden biri olan sevdaligul.com forum sitemizde 5651 Sayılı Kanun’un 8. Maddesine ve T.C.K’nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan sorumludur. sevdaligul.com hakkında yapılacak tüm hukuksal Şikayetler sevdaligul@gmail.com  adresi ile iletişime geçilmesi halinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde sevdaligul.com  yönetimi olarak tarafımızdan gereken işlemler yapılacak ve size dönüş yapacaktır.