Reklamlar

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - halukgta

Sayfa: 1 ... 23 24 [25] 26 27 ... 29
241

Kur’an öyle eşsiz bir nurdur ki, ondan aydınlanmak isteyen, ancak ona müracaat ederse nurundan nasiplenir. Allah bizlere anlatmak istediği çok önemli konuları, kıssadan hisse almamız için, bazı olayları bizlerin ders alabilmemiz adına Kur’an da anlatır, örnekler verir.

Kur’an ın yarısından fazlası, geçmişte yaşanan olaylardan örnekler ve ibretler, ya da daha yaşanmamış, ama yaptığımız yanlışlara dikkat çeken, uyarılarla doludur. Bu şekilde dersler almamızı, yanlışları görmemizi ister Rabbimiz.

Bizler bu kıssadan hisselerden, gereken dersleri alır mıyız? Hiç sanmıyorum, çünkü birileri bizlerin Kur’an ile bağlarını kesmiş, adeta Kur’an ı kendi tekellerine almışlardır. Sen anlayamazsın, Kur’an ı herkes anlayamaz diyerek, ne yazık ki Allah ın nurundan uzaklaştırılmışız.

İslam dininde ruhban sınıfı yoktur diyenler, öyle bir ruhban sınıfı yaratmışlardır ki, bugün Hıristiyan ve Yahudilerin bile önüne geçmişlerdir. Sizlere çok dikkat çekici ama üstünde hiç durmadığımız örnek bir ayetten bahsetmek ve sizleri üzerinde düşünmeye davet etmek istiyorum.


Allah Maide suresi 116 ve 117. ayetlerde, daha yaşanmamış ama hesabın görüleceği o çetin günde, peygamberlerin şahit olarak çağrıldığı gün, Hz. İsa ile Allah ın karşılıklı bir konuşmasını, bizlerin dersler alması için, bugünden bakın nasıl anlatıyor Kur’an da? Tabi bunu niçin anlatıyor ve şimdiden neden Kur’an da bizlere bildiriyor, lütfen bunu dikkatle düşünelim.


Maide 116: İşte o zaman Allah; “Ey Meryem oğlu İsa! Beni ve anamı, Allah'tan başka iki ilah edinin dedin mi?” diye sorduğu zaman İsa şöyle cevap verecek: “Hâşâ! Seni tenzih ederim, hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Bunu söylemiş olsaydım sen muhakkak bilirdin! Sen benim içimdeki her şeyi bilirsin, hâlbuki ben senin zâtında olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin!”


Dikkat ettiyseniz, konuşma mahşer günü olacak. Hz. İsa nın, kendi ümmetine şahit olarak çağrıldığı zaman. Peki ne diyor Rabbimiz Hz. İsa ya? Bugün Hıristiyanların yaptığı en büyük yanlışa dikkat çekiyor ve sen mi söyledin annenin ve kendinin Allah ın yanında Tanrı/İlah olduğunu? Bugün Hz. İsa nın Allah ın oğlu olduğu söylenerek, böylece Hz. İsa nın da Tanrı vasıflarında olduğuna inanılmaktadır.

Lütfen dikkatle düşünelim, bu konuşma mahşer günü, Hz. İsa nın kendi ümmetinin huzurunda geçecek. Allah ın bu sorusu karşısında Hz. İsa nın vereceği cevap üzerinde düşünelim. Bakın ne diyordu.

(Hâşâ! Seni tenzih ederim, hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Bunu söylemiş olsaydım sen muhakkak bilirdin! )

Mahşer günü bu cevabı verecek olan, Hz. İsa nın ümmetinin durumunu düşünelim şimdide. Acaba bu cevabı duyan Hıristiyanların hali ne olur? Bunu hayal bile edemiyorum doğrusu.

Şöyle düşünebilirsiniz, Allah Hz. İsa nın vereceği cevabı bildiği halde, neden bu soruyu soruyor ve bugün Kur’an da yer alıp bizlere anlatılıyor? Tabi bu soruya verilecek birçok cevap vardır. Hıristiyanların, Yahudilerin bu yanlış inançlarını kendilerine hatırlatmak için diyebiliriz. Çünkü Yahudilerde, aynı hatayı yapıyorlardı.

Peki, biz Müslümanların bu ayetten, çıkartacağımız ders yok mu? İşimize gelmediğinde nefis ne yazık ki yüzlerce ayetin üstünü örtüveriyor. Gelin bu ayetin devamındaki ayete birlikte bakalım. Acaba bu iki ayetten, kıssadan hisse kendimize neler çıkartabiliriz.


Maide 117: “Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim. ‘Benim de rabbim, sizin de rabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz' dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerinde kontrolcü idim. Beni vefat ettirince, artık onlar üzerinde gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkı ile görensin.”


Bakın Hz. İsa mahşer günü, daha neler söylüyor Rabbimize.

(Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim. ‘Benim de rabbim, sizin de rabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz' dedim.)

Bu sözleri duyduğunuzda, sizlere Kur’an ın başka ayetlerinden hatırlatma yaptı mı? Ne diyordu Allah peygamberimize, SANA İNDİRDİĞİMLE ONLARA HÜKMET. Demek ki bütün peygamberlere, aynı görevi vermiş Allah. Hz. İsa da ben onlara, ancak bana emrettiğini, yani bana indirdiğini söyledim diyor.

Sanırım bu sözleri okuduktan sonra da, aklınıza bizlere öğretilen bazı bilgiler geldi. Ne öğretmişiler di bazı rivayetler yoluyla? Allah elçisine Kur’an ayetlerinden başka dine ilave yapma, hüküm koyma, helal-haram yapma yetkisi de vermiştir. Çünkü Kur’an da her şey yazmaz demediler mi?

Hz. İsa ile Allah ın konuşmasından yola çıkarak, bizlerde şöyle düşünelim. Bugün Kur’an ın hükmü olmadığı halde, bunlarda peygamberimizin dine ilaveleridir, hükümleridir diye önümüze sürdükleri, ciltlerce dolusu bilgilere, dine yapılan ilaveleri, Kur’an süzgecinden geçirmeden inanırsak, Acaba mahşer günü peygamberimizin şahitliğinde, Rabbimiz elçisine buna benzer bir soru sorsa ve şöyle derse, acaba halimiz ne olur?

Ey Resulüm, ben sana kullarıma yalnız Kur’an ile hükmet, onları yalnız Kur’an ile uyar, ben hükmüme hiç kimseyi ortak etmem, kullarımı Kur’an dan sorumlu tutuyorum dediğim halde, sen mi söyledin bunlarda Allah katındandır, bunlardan da sorumlusunuz diye derse, acaba peygamberimizin Rabbimizin bu sorusuna cevabı ne olabilir sizce?

Lütfen bu konuyu çok dikkatli bir şekilde düşünelim. Düşünmeden iman edersek, inanın çok üzülürüz.

Aynı ayette Hz. İsa bir başka şeyi de özellikle emrettiğini söylüyor ümmetine. Lütfen bu konu üzerinde de dikkatle düşünelim.

(Benim de rabbim, sizin de rabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz' dedim.)

Sanırım bu sözleri de duyduğunuzda, yine bugün bizlerin yaptığı yanlışlar geldi aklınıza eminim. Yaşadığımız İslam ın içinde, din ve iman adına güvenilecek ardı sıra gidilecek, edindiğimiz velilere/dostlara öyle kul oluyoruz ki, Allah ın ikazlarını duyan işiten yok. Eğer Allah ın yanında veliler/dostlar edinirde, Allah tan başka iman adına velilerin/dostların ardı sıra giderseniz, Allah ın yanında da edindiğiniz velilere, önderlere kulluk yapmış olursunuz.

Bakın Rahman bu konuda bizleri nasıl uyarıyor.


Secde 4: Allah'tır ki gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratmış, sonra arş üzerinde egemenlik kurmuştur. O'nun dışındakilerden size ne bir dost vardır ne de bir şefaatçi. Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız?

Araf 3: “Rabbinizin katından size indirilene uyun; O'ndan başka önderlerin/velilerin ardından gitmeyin. Ne kadar az tutuyorsunuz aklınızda, bu (öğüdü).

Bakara 107: Bilmez misin ki, göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Sizin için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.

Kehf 102: Küfre sapanlar, beni bırakıp da kullarımı veliler/dostlar edineceklerini mi sandılar. Biz cehennemi bir konuk evi olarak inkârcılar için hazırladık.


Hz. İsa ile Allah ın, mahşer günü karşılıklı konuşacak olmasından, alacağımız çok büyük dersler vardır. Yahudi ve Hıristiyanlar ister ders alır, ister almaz. Ama bizlerin ders alacağı çok şeyler anlatıyor, bu kısadan hissede.

Bizler Kur’an dan habersiz, Allah ın berisinden edindiğimiz veliler, şeyhler, kendimizce belirlediğimiz Allah ın hiçbir kanıt indirmediği Allah dostları adını verdiklerimize de Kulluk etmeye kalkarsak, mahşer günü hesabın görüleceği o günün sonunda, gireceğimiz yerin neresi olduğunu Allah çok güzel anlatıyor.

Din ve iman adına Allah dan başka güveneceğimiz kimsenin olmadığını, secde 4. ayet çok güzel izah ediyor. Allah ın indirdiği bilgilere uyun, onun dışında dostlar edinerek, onlara inanmayın diye sıkı sıkı tembih eden Rabbimizin sözlerini duyalım. Duymayan sonucuna katlanacaktır, bunu da hatırlatırım.

Allah ın bunca ayetlerini duymazlıktan gelerek, velisi- şeyhi olmayan cennete gidemez, İslam ı doğru yaşayamaz diyenler, Allah ın tabiriyle inkârcılar topluluğuna katılmış olacağını unutmamalıdırlar.

Kur’an ın dinin anası olan, muhkem ayetlerini, herkes çaba gösterdiği ölçüde, kapasitesi nispetinde anlar. Önce bu gerçeğin altını çizelim. Daha sonrada bizlere düşen, Kur’an ı daha iyi anlayabilmek için her kitaptan, ilim adamlarından araştırmalı ve imtihanımızda en iyi safta yerimizi almaya, çaba göstermeliyiz.

Bizlerin bizzat ilk müracaatı Kur’an olduğu için, aldatılma riskimizi çok aza indirmiş olacağız.

Değerli din kardeşlerim. Amacım sizleri Kur’an a davet etmek ve ayetler üzerinde düşünmenize vesile olmaktır. Buna Rabbimiz şahittir. Lütfen hurafeden ve sanıdan uzak, Allah ın kitabını anlayarak, bilerek ve düşünerek okuyalım. Üzerinde bir öğrenci misali dersimize çalışalım, araştıralım. Çünkü Rabbimiz bizleri Kur’an dan imtihan edeceğini apaçık bildirmiştir.

Allah sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum diye hüküm verdiyse, O kitap ta bizlerin sorumlu olduğu kısımlar, anlaşılması zor asla olmaz. Allah adaletlidir, bağışlayıcıdır, affedicidir. Kur’an sizler için rehberdir diyor da, Kur’an ın ipine sarılın diyorsa, lütfen emin olmadığımız bilgilere değil, Kur’an ın ipine sarılalım.

Şunu asla unutmayalım. Din ve iman adına güveneceğimiz dayanacağımız, Allah ın dışındakilerden bize, ne bir dost vardır ne de bir şefaatçi. Bu uyarıyı Secde suresi 4. ayette yapan Rahmanı, lütfen dikkate alalım. Yoksa çok ama çok üzülürüz.

İslam ı anlamak ve yaşamak adına, bu güne kadar Allah ın kitabının önüne, KUL kitaplarını alarak anlamaya çalıştık. Ama sonuç ortada, dinde bölünmüş ve bir birine düşman olan bir İslam toplumu.

Gelin şimdi de, Allah ın kitabını ön plana alarak, ondan yararlanmanın yollarını arayalım. Bakın o zaman her şeyin, nasıl çok daha farklı olduğunu göreceksiniz.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK



242
Kur'an-ı Kerim / Kur'an ın Namaz Konusunda Verdiği Detaylar
« : 23 Ağustos 2013, 12:03:00 »
Bugün sizlerle Kur’an dan araştırmaya çalışacağımız konu, acaba Rabbimiz Kur’an da en çok bahsettiği, namaz kılın emrini verip, nasıl namaz kılacağımızdan ve ne dualar okuyacağımızdan bazılarının söylediği gibi, Kur’an da yeteri kadar bahsetmemiş olabilir mi, onu birlikte araştırmaya çalışalım.

Ama önce aşağıdaki ayeti dikkatle okuyalım ki, bahsettiğimiz konuda yanılma ihtimalimizi, en aza indirmiş olalım.

Hud 1: Elif, lâm, râ. Bu, hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından ayetleri önce sağlam kılınmış, sonra da detaylandırılıp açıklanmış bir kitaptır.


Önce hatırlatmak isterim, Allah namaz kılmasını, oruç tutmasını, zekât vermesini, Hacca gitmesini, İbrahim peygamberden bu yana, tüm dinlere emrettiğini bizlere açıklıyor. Hatta Kabenin kurulmasını İbrahim peygambere emrettiğini ve tüm inananların ziyaret edip, çevresinde hep birlikte namaz kılmalarını emrediyor. Hud suresi 1. ayette de Allah Kur’an için, açık bir hüküm veriyor ve ayetler önce sağlamlaştırıldı, daha sonrada detaylandırılıp açıklandı diyor.

Bu durumda acaba, Allah namaz kılın diye emir verdiyse, nasıl kılınacağını açıklamamış olduğunu söylememiz, doğru olur mu? İsterseniz şimdide aşağıdaki ayete bakalım.

Bakara 239: Eğer korkarsanız, yaya veya binekte iken (namazı) kılın. Güvenliğe girdiğinizde ise, yine Allah'ı, bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği gibi zikredin.

Bakın Allah ne söylüyor namaz konusunu anlatırken.

(bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği gibi zikredin.)

Buradan da çok açık anlıyoruz ki, Allah Kur’an da namaz konusunu ya da emrettiği herhangi bir farz hükmü, gerektiği kadarını açıklamış ve bizlere öğretmiştir Kur’an da.

Allah Bakara suresi 128. ayetinde, İbrahim peygamberimizin Kâbe de, Allah a yaptığı dua üzerinde düşünelim şimdide.


Bakara 128: “Rabbimiz! Bizi sana teslim olmuş kimseler kıl. Soyumuzdan da sana teslim olmuş bir ümmet kıl. Bize ibadet yerlerini ve ilkelerini göster. Tövbemizi kabul et. Çünkü sen, tövbeleri çok kabul edensin, çok merhametli olansın.”

İbrahim peygamberimiz Yaradan a yakarıyor ve bizlere ibadet yerlerini ve buralarda yapmamız gereken ilkelerin kurallarını göster, anlat diye dua ediyor. Örneğin Allah namaz kılın diye emir verdiyse, İbrahim peygamberimizde nasıl kılacağı konusunda ilkelerini açıklamasını istiyor Rabbinden. Demek ki şöyle demiyor, ey resulüm ben detayları sana bırakıyorum, ana hükmü ben veriyorum demiyor.

Kur’an Hac konusunu da, bizlerin uyması gereken konuları da, en ince detayına kadar anlatıyor bizlere. Oruç da aynı şekilde, bizden öncekilere de farz olduğunu söyledikten sonra, onun da tüm açıklamalarını Kur’an da buluyoruz. Ne zaman başlayacağından tutun, ne zaman sona ereceğine, tutulmayan orucun ne olacağı, oruç gecelerinde cinsel ilişkinin serbest olmasına kadar açıklamalar yapılmıştır.

Namaz kılmak bizden öncekilere de farz olduğu halde, bazılarının söylediği gibi, kılınışı ve nasıl dualar okuyacağımız ve rekât sayıları konusunda, Kur’an ın hiçbir şey bahsetmediğini söyleyip, bu konudaki detayları Allah ın peygamberimize bıraktığına inanmamız, Kur’an a göre normal midir? Hacca gitme ve oruç konusunda en ince detaya giren Kur’an, neden namaz konusunda bizlere, gereken detayları vermesin? Bu konuyu Kur’anı bir bütün olarak düşünüp, öğrendiğimiz rivayetlerin etkisinde kalmadan, daha sonrada bu konuya Kur’an dan cevap arayalım, Allahın izniyle.

Namaz konusunda Kur’an da detay yoktur diyenler, acaba peygamberimizin dine ilaveler yaptığını mı düşünüyorlar dersiniz? Hani Rabbimiz ne diyordu bazı ayetlerinde? Bizim indirdiklerimize, tek kelime kendi sözünü bizim sözümüzdür diye ekleseydi, onun şah damarını keserdik demiyor muydu?

 Hani Rabbimiz Kur’an ın ipine sarılın diyordu? Hani sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim diyordu? Hani her şeyden nice örnekleri, değişik ifadelerle verdik diyordu. Sakın emin olmadığınız bilgilerin ardına düşmeyin, sorumlu olursunuz diye ikaz etmiyor muydu bizleri, ne oldu bu ayetlerin hükümleri? Dikkatli olalım, farkında olmadan inkârcı konumuna düşeriz Allah korusun.

Bizlere Kur’an dışından gelen ve bir rivayete göre diye başlayan bilgilerin tümünü, hiçbir kontrolden geçirmeden kabul etmemiz, doğrumudur? Kur’anı Rabbimiz ben koruyorum diyor, sormak isterim hiç sorgu sual etmeden, bizlere gelen bilgileri, rivayetleri kimler koruyor olabilir? Bizlere Kur’an benzeri, Rahmanın garantisini veren var mı? Allah sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum dedikten sonra, Kur’anda olmayan, Kur’an dışından hükümlerin, detayların ve sorumlulukların olacağına nasıl inanabiliriz?

Allah Kur’an ın ipine sarılın derken, neden yalnız Kur’an ipi demişte, başka kaynaktan söz etmemiş, bunu da sanırım çok iyi düşünmeliyiz. Tüm bu ayetleri indiren Rabbimiz, daha sonraki ayetlerinde bir kelimeden yola çıkarak, daha önce indirdiği ayetlerin tam tersi, başka kitapların bilgilerin de gerekli olduğunu söyler mi, bunu da çok iyi düşünmeliyiz. Buna inanmakla Kur’an da çelişki yaratmış oluruz.

Bizlerin yaptığı en büyük yanlış,  mezheplerin ve zamanla geleneklerin, namazın şekline yaptığı ilaveleri, Allah emri sanmamız ve onları da Kur’an da aramamızdan kaynaklanıyor. Kur’an da bulamadığımızda ise, bakın demek ki her şey Kur’an da yokmuş, yazmıyormuş deme gafletine düşmemiz bizleri yanıltmaktadır.

Allah bizlere, her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdim ki anlayasınız diyorsa, namaz konusunda bizlerden istediklerini de sade, kolay bir şekilde mutlaka Kur’an da anlatmıştır, önce bunu bilmeliyiz. Çünkü bu kitabı yemin olsun ki, sizler için kolaylaştırdım demiyor mu birçok kez?

 Gelin Kur’an a birlikte bakalım, acaba bizden öncekilere de farz olan, namaz kılın sözcüğüyle Allah bizlerden ne istiyor. Daha önce Rabbimiz bizleri nereye yönlendiriyordu, Kur’an dan başka dine hüküm koyan kaynaklar var mı, onları Kur’an dan anlamaya çalışalım.

Enam 104:  Gerçek şu ki, size Rabbinizden gönül gözleri gelmiştir. Kim görürse kendisi yararına, kim körlük ederse kendisi zararına... Ben sizin üzerinize bekçi değilim.



Nisa 136: Ey iman edenler! Allah'a, onun resulüne, resulüne indirmiş olduğu Kitap'a, daha önce indirmiş olduğu Kitap'a inanın…….


Yasin11: Sen ancak o Kuran'a uyan ve görmediği halde Rahman'dan korkan kimseyi uyarırsın. Böylesini, bir bağışlanma ve seçkin bir ödülle müjdele.

Araf suresi 3; Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.


Nisa Suresi 105. Kuşku yok ki, biz bu Kitap'ı sana, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği ile hükmedesin diye hak olarak indirdik. Sakın hainlere yardakçı olma.


Maide suresi 49 Sen de aralarında, Allah'ın indirdiğiyle hükmet. Onların keyiflerine uyma.


Maide Suresi 67:  Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun.


Enam 50: ….. Yalnız bana vah yedilene uyarım ben!"…..


Zühruf Suresi 43 Sen, sana vah yedilene sımsıkı sarıl!  Hiç kuşkusuz, sen, dosdoğru bir yol üzerindesin.


Yukarıdaki ayetleri elbette çoğaltabiliriz. Dikkat ediniz, Allah tamamında bizleri Kur’ana sarılmamızı emrediyor. Kur’an için bizlere gelen, gönül gözü olduğunu söylüyor. Allah a ve Resulüne inanın, çünkü elçim o Allah ın kitabını sizlere tebliğ edecek, onun sözlerine inanın diyor. Sen ancak Kur’an a inanan insanları uyarabilirsin, Rabbinizden size indirilen Kur’an a uyun, onun berisinden başka velilerin ardına düşmeyin, sana Kur’an ı insanlara onun la hükmedesin diye indirdik, sende insanlara onunla hükmet, sana indirilen Kur’anı tebliğ et diyor ve daha sonraki ayette de peygamberimiz bakın ne diyor?


 Yalnız bana vah yedilene uyarım ben. Zühruf 43. ayetinde ise SEN SANA VAHYEDİLENE SIMSIKI SARIL.


Şimdi birlikte düşünelim, namaz gibi Kur’anın çok önemsediği ve çok bahsettiği konularda Kur’an açıklama yapmayıp, detay vermemiş olabilir mi? Sımsıkı sarılmamızı istediği bir rehberde namaz, gerektiği kadar detaylı açıklanmamış olabilir mi? Yoksa bize Kur’an dışından öğretilenleri, Kur’an da bulamadığımız damı bizler bu yanlışı yapıyoruz?


Yukarıdaki ayetlerden anlaşılıyor ki, bizlerin Kur’an a sarılmamızı istiyor Rabbimiz. Tüm bu ayetleri gördükten sonra, Allah bir ayetinde Peygamberiniz size neyi verdiyse onu alın ayetinden, nasıl olurda Kur’an da hiç bahsedilmeyenleri peygamberiniz verdiğinde alın anlamı çıkartırız, bunu hiç düşündük mü? Bu ayete baktığımızda savaşlarda ele geçirilen, ganimetlerin bölüşülmesinden bahseder, bu konuya açıklık getirir. Şimdi Kur’an dan namaz konusunu araştırmaya devam edelim.


Önce yazımızın başında, İbrahim peygambere hac yerini, Kabeyi ne maksatla yaptırdığını ve çevresinde bakın nasıl namaz kılmamızı istediğini, bizlere anlatıyor onu anlamaya çalışalım.

Hac 26: Bir zamanlar İbrahim için, o evin yerini, şöyle diyerek hazırlamıştık: Bana hiçbir şeyi ortak koşma, evimi; tavaf edenler, kıyamda duranlar, rükû-secde edenler için temizle.

Bakara 125: Hatırla o zamanı ki, biz Beytullah'ı insanlar için sevap kazanmaya yönelik bir toplantı yeri ve güvenli bir sığınak yaptık. Siz de İbrahim'in makamından bir dua yeri edinin. İbrahim ve İsmail'e şu sözü ulaştırmıştık: "Tavaf edenler, kendini ibadete verenler, rüku-secde edenler için evimi temizleyin.

Ayeti okuduğunuzda Allah İbrahim peygambere şu anda kıldığımız namazın, olmazsa olmazını ne kadar güzel anlatıyor. O evi benim için kıyamda duranlar, rükû-secde edenler için temizle. Demek ki Allah huzurunda saygıyla durulmasını, onun önünde saygıyla eğilmesini ve yine ona saygıyla secde edilmesini istiyor. İşte namazın nasıl kılınacağının şekli izahı, o günde aynı, günümüzde de aynı, peygamberler arasında namazın farklı kılındığını düşünmek, büyük yanlış olur. Devam edelim Kur’an a namaz konusunda bakmaya.

Aliimran 43: Ey Meryem, Rabbine divan dur, secdeye kapan ve rükû edenlerle birlikte rükû et.

Bu ayette de Meryem anamıza sesleniyor ve bakın yine günümüzde Allahın huzuruna namaz kılarken durduğumuz ve saygıyla el bağladığımız (divan durduğumuz), rükû ve secde ettiğimiz namazın kılınmasını anlatıyor bizlere, dikkat edin bu emir peygamberimizden çok önceki bir zamana, daha Hz. İsa bile doğmamış döneme ait. Düşünün İbrahim peygamberimiz zamanında dahi, namaz konusunda yapılması gerekenler aynı, kıyamda dur, rükû et, secde et, Allaha dua et. Devam edelim Kur’an a bakmaya.

Hac77: Ey iman edenler! Rükû edin, secde edin; Rabbinize ibadet edin, hayır işleyin ki kurtulabilesiniz.

Furkan 64: Onlar, Rablerine secde ederek ve kıyama durarak gecelerler.

Fetih 29: Muhammed, Allah'ın resulüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çok çetin, kendi aralarında çok merhametlidirler. Sen onları rükû eder, secdeye kapanır halde görürsün. Allah'tan bir lütuf ve hoşnutluk ister dururlar……….

Şuara 218–219: O ki görüyor seni kıyam ettiğin zaman, Secde edenler arasında dönüp dolaşmanı da.

Tevbe 112: O tövbe edenler, o ibadet edenler, o ham dedenler, o oruç tutanlar, o rükûa varanlar, o secdeye kapananlar, o iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah'ın koyduğu sınırı koruyanlar... Müjdele o müminleri.

Yukarıdaki ayetleri okuduğunuzda, sanırım sizde namazın olmazsa olmazı olan ve Allah ın tarif ettiği namazın, KIYAM ETMEK yani onun huzurunda saygıyla durmak, RUKÜ ETMEK yani onun önünde saygıyla eğilmek, SECDE ETMEK yani onun yüceliği önünde secdeyle yerlere kapanmak, ona teslim olmak namazın şekli boyutuymuş, çok açıkça anlatıyor Kur’an. Bu namaz şekli, İbrahim peygamberden bu yana aynı hiç değişmemiş. Elbette daha sonra, beşeri ilaveleri saymazsak.

Demek ki namazı Allah, Kur’an da anlatmıyor demek, çok büyük bir yanlış olduğu anlaşılıyor. Şimdide namazlarımızda ne okuyacağımız da Kur’an da yazmaz, hadisler olmasa namazımızı kılamayız sözlerine bakalım. Gerçekten Kur’an namazlarımızda neler söyleyeceğimizi ne okuyacağımızı, nasıl Rahmanla iletişim kuracağımızdan, bahsetmiyor olabilir mi? Yoksa günümüzde bu duaları okumadığımızda namaz kabul olmaz diyenlerin, büyük bir yanılgı içinde olduğunu mu söylüyor Kur’an.

Müzzemil 20:…… O halde Kur’an'dan, kolay geleni okuyun. Sizden hastalar olacağını bildi. Bir kısmının yeryüzünde dolaşıp Allah'ın lütfundan bir şeyler isteyeceklerini, diğer bir kısmının da Allah yolunda çarpışacaklarını bildi. O halde Kur’an'dan, kolay geleni okuyun! Namazı kılın!......

Bakara 45: Sabra ve namaza sarılarak yardım dileyin. Hiç kuşkusuz bu, kalbi ürperti duyanlardan başkasına çok ağır gelir.

Bakara 153: Ey iman sahipleri! Sabra ve namaza sarılarak yardım dileyin. Hiç kuşkunuz olmasın ki, Allah sabredenlerle beraberdir.

Aliimran 113: Ama hepsi bir değildir. Ehlikitap içinden Allah için baş kaldıran/Allah huzurunda el bağlayan/hak ve adaleti ayakta tutan/kalkınıp yükselen bir zümre de vardır; gece saatlerinde secdelere kapanmış olarak Allah’ın ayetlerini okurlar.

Yukarıdaki ayetler, namazlarımızda neler okumamız gerektiği konusunda bizlere çok net ve geniş bilgiler veriyor ve diyor ki; Kur’an dan kolayınıza geleni okuyun ve benden namaza sarılarak, namazlarınızda yardım dileyin, yani benden istekte bulunup dua edin diyor.

Ayrıca Kur’an da nasıl yardım dileyeceğimiz konusunda da birçok ayet örnekleri veriyor. Hani namazlarımızda ne okuyacağımız yazmıyordu Kur’anda? Demek ki Kur’anı anlayarak okumadığımızda, ya da taraflı ve yanlı okuduğumuzda, bizleri Allah ın doğru yolundan ayırmaları, çok daha kolay olacağı anlaşılıyor.

Namaz konusunda, Allah ın farz hükümleri dışında, bugün bazı ilaveler vardır, bunlar her mezhepte farklıdır. Bunların olmasının bir zararı da yoktur. Yanlış olan bunlar olmasaydı, bizler namazımızı kılamazdık demektir. Lütfen bunu unutmayalım.

Sanırım şimdide bu satırları okuyan bazı kardeşlerim, eeeee bak kaç rekât kılacağımızda yazmıyor, bu durumda ne yapacağız dediklerini duyar gibiyim. Bu konuya açıklık getirmeden önce, Kur’an da kısaltılmış namazın bizzat peygamberimiz tarafından kıldırıldığı örneğine bakalım. Savaş halinde ya da çok zor durumlarımızda, Allah namazlarımızı kısalta bileceğimiz kolaylığını da getiriyor ve bizzat örneğini Kur’an da veriyor. Bakın kısaltılmış namaz, bizim anladığımız şekliyle kaç rekâtmış.

Nisa 102: Sen içlerinde olup da onlara NAMAZ kıldırdığın vakit, içlerinden bir grup seninle NAMAZA dursun; silahlarını da alsınlar. Bunlar secdeye varınca, diğerleri arkalarında beklesinler. Sonra NAMAZ kılmamış olan diğer grup gelip seninle birlikte kılsınlar. ………
Nisa 101: Yeryüzünde dolaştığınız zaman, küfre sapanların size tedirginlik vermesinden korkarsanız, namazı kısaltmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Şu bir gerçek ki, küfre batanlar sizin için açık bir düşmandır.

Nisa 103: Korku halindeki namazı tamamlayınca, artık Allah'ı ayakta, oturarak, yan yatmışken anın. Sükûnet bulduğunuzda, namazı tam bir biçimde yerine getirin. Namaz, müminler üzerine vakti belirlenmiş bir farz olmuştur.

Yukarıdaki ayet örneği, bizzat peygamberimizin imamlığında yapılıyor ve dikkat ediniz, zor bir anımızda kılınan namazın ilk secde de bittiğini görüyoruz. Buda demektir ki bizim anlayacağımız şekliyle, kısaltılmış namaz bir rekâttır. Allah hiçbir detay vermeden, istenileni anlatıyor. Yalnız savaş değil, herhangi bir zor anımızda, tedirgin durumumuzda namazı kısaltabileceğimiz kolaylığını, çok şükür Rabbimiz bizlere veriyor.

Bakın namazın bitişinde, günümüzde verdiğimiz selamdan bahsedilmiyor, çünkü onlar farz olanlar değil, daha sonra geleneklerin ve mezheplerin ilaveleridir. Zaten sorduğunuzda bunların sünnet olduğu, farz olmadığı söylenir. Bunları yapmanın hiçbir sakıncası da elbette yoktur. Fakat bunlar olmazsa namaz olmaz demeden yapmalıyız ve bu bilinçte olmalıyız.

Namazın bitimindeki selam konusunu, mezheplerde ve rivayet hadislerde araştırdığımızda, çok farklı bilgilere ulaşırız. Bir kısım hadislerde peygamberimizin her iki tarafa selam verdiğinden bahsedilir. Bir kısmında yalnız sağ tarafa verdiğini söyledikleri gibi, yalnız öne selam vererek, namazını bitirdiği rivayet edilir.

Hepside bugün elimizde olan, Kütüb-i sitede geçer. Acaba hangisi doğru ve peygamberimizin namaz kılarken, ümmetine öğrettiğidir diye kendimize isterseniz soralım. Uydudan diğer Müslüman ülkelerin, namaz kılışlarındaki farklılıkları izlerseniz ne anlatmak istediğimi anlayacaksınız. Çok ilginçtir, bir kısım Müslümanların, namaz kılarken, kıyam halinde eller açılıp, namazda dua eder şeklinde, kıyam da durduklarını da görebilirsiniz. Hatta kıyamdayken elde Kur’an okuduklarına da şahit olursunuz.

Gördüğünüz gibi mezheplerde namaz kılma, şekil bakımından hepsinde farklılıklar arz eder, ama farzlarda hiçbir değişiklik, farklılık yoktur. Sorduğunuzda peygamberimiz böyle kılarmış derler. İşte rivayetleri Farzlaştırmanın tehlikesi, burada daha iyi anlaşılıyor. Kendilerine sorduğumuzda hepsi peygamberimiz böyle kılarmış, diye kendilerini savunurlar. Rivayet hadisleri örnek gösterirler. Acaba kimin söylediği doğrudur? Allah bizlere namazın detaylarını Kur’an da bildirmeyip, rivayetler yoluyla bilgilendirmiş olabilir mi?

 Hatırlayınız lütfen, Allah emin olmadığınız bilgilerin ardına düşmeyin, sizleri sorumlu tutarım demiyor muydu? Bu durumda emin olan, en garanti verilen yol hangisidir, nereden öğrenmeliyiz diye kendimize sormalıyız. Bu sorunun doğru cevabını, Kur’an dışından arayanların yanılgıda olacağını, Yaradan birçok kez, ayetlerinde bizlere anlatıyor.

Peki, şimdi kendimize soralım, kısaltılmış namazın bizim anlayışımızla, bir rekât olduğunu Kur’an dan görüyoruz örneği de verilmiş, normal durumlarda kılacağımız rekât sayısı neden zikredilmemiş, bunu hiç düşünüyor muyuz?

Yüce Rabbimiz yemin ederek, sizler için bu kitabı kolaylaştırdım hükmünün, bir tezahürünü görüyoruz. Çünkü namazımızı kaç rekât ya da uzunlukta kılacağımızı, Allah bizlere bırakmıştır ve bizleri bağlayıcı bir hüküm bu konuda asla vermemiştir. Sizce vermediği bir hükümden sorumlu tutar mı? Hatırlatırım, sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum, demiyor muydu?

Kısaltılmış namazın örneğini veren Rabbimiz, eğer normalde kılacağımız namaz konusunda bizleri bağlamış olsaydı, onun da örneğini elbette verirdi. Biz her şeyden nice örnekleri anlayasınız, yoldan sapmayasınız diye verdik, Kur’an da hiçbir eksik bırakmadık diyorsa, bunun tersini düşünmek ve Kur’an namaz konusunda detay vermemiş demek, Yaradan a saygısızlıktır, bunu da unutmayalım.

Bakın ne diyor Rabbimiz, Sükûnet bulduğunuzda, namazı tam bir biçimde yerine getirin. Eğer bu sözlerden, yani tam bir biçimde yerine getirin sözünden, belirli bir kalıp ve şekil ya da belli bir rekât anlaşılsaydı, Rabbimiz her şeyden nice örnekleri verdim diyorsa, onu da açıkça bizlere söylerdi. Demek ki kılacağımız namazlarda, rekât sayısını da Allah bizlere bırakmıştır. Tam bir biçimde yerine getirmek, huşuyla Rabbin huzuruna durup, onu tespih etmek ve ondan yardım istemektir.

Allah sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim, Kur’an ın ipine sarılın, sizi bana ulaştıracak dedikten sonra, sizce Kur’an da rekât sayıları belli olmayan bir imtihandan geçirip, günümüzde bize öğretilen ama her nedense mezhepler arasında değişiklik arz eden, rekât sayılarından, bahsedilmeyen namaz şekillerinden, hesap sorar mı? Yorum ve karar sizlerin.

Namazın rekât sayısını, uzunluğunu onun huzurunda huşuyla durup, ondan yardım dilemenin ölçüsünü bizlere bırakmış ve namazla bizlerin şeytandan uzak kalacağımızı ve Allah a yaklaşacağımızı açıklamıştır. Bakın namazı Rabbimiz ne için bizlere emretmiş?

Ankebut 45: (Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah’ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir. Allah, yaptıklarınızı biliyor.

Ta-ha 14: Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah'ım. Benden başka ilah yoktur. Bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl.

Bizlere namazın, ne maksatla emredildiğini, bakın ne kadar güzel açıklıyor ayetler. Namaz bizleri hayâsızlıktan ve kötülüklerden alıkoyacağını belirtiyor. Demek ki ne kadar çok namaz kılarsak, o kadar Allah a yakın olur, kötülükten uzak kalırız. Hatırlayınız peygamberimizin, bazen saatlerce namaz kıldığını, secdede dahi uzun kaldığı anlatılır.

Ankebut 45. ayetinde Allah elçisine, kitaptan sana vahyedileni oku ve namazı da dosdoğru kıl diyor. Demek ki peygamberimiz namazın nasıl kılınacağını Kur’an dan öğrenmiş.

Diğer ayette ise Allah, bana kulluk görevini yerine getirmek için ibadet et, beni hatırla ve beni an diyor namazla. Ne kadar çok hatırlar ve anarsan Allah ı, o kadar şeytanın tuzaklarından uzak kalır ve dualarımız karşılık bulur.

Daha önce söylediğim gibi, mezheplerde namaz, hepsinde farklılıklar arz eder. Fakat hiç birisinde Allah ın emrettiği kıyam, rükû ve secdenin olmadığı bir namaza rastlamazsınız. Kimisi başlangıcında ilave yapmıştır, kimisi kıyam duruşu, yani saygıyla Allah huzurunda duruş sözünden elleri yana salmıştır, diğeri ise elleri bağlamıştır. Ellerin bağlanış şekli bile mezheplerde değişiktir. Namaz esnasında bazı hareketleri ilave etmişlerdir kendi düşünceleri ve itikatları, gelenekleri doğrultusunda.

Kadınlarda, erkeklerde bile farklı uygulamalar olmuştur. Namazda okudukları dualarda, mezheplerde hepsinde aynı değildir. Mezheplerde rekât sayıları bile farklıdır. Kur’an ışığında baktığımızda hiç kimsenin kıldığı namaza, bu namaz yanlıştır diyemeyiz. Çünkü her mezhebin kıldığı namaz da Allahın emrettiği kıyam, rükû ve secde yapılmaktadır. Yani farzlar yerine getirilmektedir. Belki okunacak dua konularında söylenecek söz olabilir, oda benim huzuruma durduğunuzda, benden başka kimseyi muhatap almayın ve aracı koymayın sözleri unutulmamalıdır diyebiliriz.

Tüm bunları düşündüğümüzde, eğer peygamberimiz nasıl kıldıysa öyle kılmalıyız, çünkü namazın kılınış şekli ve okunacak dualar, hatta rekât sayıları peygamberimizin koyduğu kurallardır dersek, günümüzde kılınan namaz şeklinin hangisinin peygamberimizin kıldığı namaz, ya da hangilerinin peygamberimizin gösterdikleri olduğu konusun da, sanırım mezheplerin anlaşması çok zor olacaktır. Her mezhep benim yaptığım en doğru diyerek, işin içinden sıyrılıyor.

Eğer peygamberimiz, namaz yada başka konularda, dine ilaveler yapma yetkisi olsaydı ve bizlerde bunlardan sorumlu olsaydık, sizce Yarardan sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum, Kur’an dan hesaba çekeceğim, Kur’an ın ipine sarılın diye, hükümler verir miydi? Allah ben hükmüme kimseyi ortak etmem diyorsa, sizce Kur’an da Rabbin verdiği hükümlere, elçisini de dinin ortağı yapar mı? Tüm bu ayetlerin tersini düşünür ve iman edersek, dinde çelişki yaratmış oluruz, lütfen bunu unutmayalım.

Buradan yola çıkarak düşündüğümüzde, namazın olmazsa olmaz şeklini ve namazlarımızda neler okunabileceği konusunda, bizlerin sorumlu olduğu konularda, Kur’an gerektiği kadar detaylı açıklama yapmıştır. Namazlara yapılan tüm ilaveler de bir sakınca olmadığı gibi, bir zenginliktir diyebiliriz, yeter ki bunlar Allah emridir denmemesi kaydıyla.

Bize öğretilenleri Kur’an da bulamadığımızda, demek ki her şey Kur’an da yokmuş dersek, büyük hata yapmış olacağımız gibi, Kur’an a da saygısızlık yapmış oluruz.

Buradan da şunu çıkarabiliriz. Allah Kur’an da namazın nasıl kılınması gerektiğini, İbrahim peygamberden bu yana anlatmış, izah etmiş ve aynısı devam ettirilmektedir. Namazlarımızda nasıl dualar okunacağı da açıklanmıştır. Rekât sayıları ise kısaltılmış rekâtın bir rekât olduğu, normal zamanda huşu içinde kılınacak namazın rekât sayısı, uzunluğu, kısalığı ise bizlere bırakıldığı anlaşılmaktadır.

Cami kültürü zamanla yaygınlaştıkça, rekât sayılarının toplumlarca belirlenmesi, camilerde bir kargaşayı önlemiş olabilir, elbette hiçbir sakıncası yoktur, ama Kur’an gerçeklerini anlamak ve bilmek şartıyla. Allah Kur’an da toplu kılınan namaz olarak yalnız CUMA namazından bahseder. Normal vakit namazlarımızda, çağrılmaktan bahsetmez, özel durumlar hariç, toplu kılınma örneklerini vermez, nerede olursak olalım, vakti girdiğinde namazınızı kılın der.


Kur’an ı daha iyi anlamamızda peygamberimizin yaşamındaki örnekleri bilmemiz, ayetleri çok daha iyi anlamamıza neden olabilir, ama hangi sözlerinin onun sözleri olduğunu Kur’an ile karşılaştırmak şartıyla. Her insan kendi hesabını bizzat kendisi verecektir, onun için sanırım çok dikkatli olmanın vaktidir, bizlere düşen yalnız bir hatırlatmadır.


Sizlere son olarak bir ayeti örnek vermek istiyorum, özellikle Allah Kur’an da her şeyi yazmamıştır, bir kısmını da hüküm vermek için peygamberimize bırakmıştır diyenlere, özellikle hatırlatmak istiyorum. Bakın peygamberimizden bazı konularda hüküm isteyenlere, bizzat kendisi nasıl cevap vermesini istiyor ALLAH?


Enam 57: De ki: "Ben Rabbimden gelen bir beyyine üzerindeyim. Ama siz onu yalanladınız. Acele istediğiniz şey benim yanımda değil. Hüküm yalnız ve yalnız Allah'ındır. Hakkı o anlatır. Ayırt edip çözüm getirenlerin en hayırlısı O'dur.


Değerli dostlar, bakın Allah peygamberimize, deki onlara diyerek bizlere ne söylemesini istiyor, hala aklımızı çalıştırmayacak mıyız? Peygamberimiz sizin istediğiniz hüküm benim yanımda değil, yani ben hüküm veremem diyor. Ben Rabbimden gelen bilgileri, hükmü sizlere aktarırım. HÜKÜM YALNIZ VE YALNIZ ALLAH INDIR diyor, hakkı o anlatır ve ayırt edip çözüm getiren yalnız Allah tır diye apaçık belirtiyor.


Sanırım peygamberimiz için, ne yani peygamberimiz postacımıydı diyerek, belki de bilmeden, Allah ın elçisine saygısızlık edenler, dilerim birazcık bu ayetten yanlış yaptıklarını anlayabilirler. Çünkü Allah ayetinde, ben hükmüme kimseyi ortak etmem diyorsa, lütfen bu uyarıları dikkate alalım.

Lütfen şu konuyu hepimiz, dikkatle düşünelim. Diyelim ki namaz konusunda gereken bilgiler Kur’an da yok, peki niçin peygamberimiz sağlığında, bizlere gereken bu bilgileri yazdırmamıştır? Hadislere dikkat ediniz, hepsi bir rivayete göre diye başlar ve bir kişinin duyduğunu, bir başka kişiye ya da kişilere nakledilmesi şeklindedir.

Daha da ilginci aynı konuda çok farklı kişiler, peygamberimizin bahsedilen konuda çok farklı namaz kıldığını rivayet etmişlerdir. Acaba hangisi doğru, bilen var mı? Peygamberimiz namaz kılarken, Kur’an ın bahsetmediği ve bizlerin sorumlu olduğu bir konu olsaydı, sizce tüm bu bilgileri yazılı olarak, sağlığında bizlere iletmez miydi? Elbette iletirdi.

Hadis yazımı peygamberimizin sağlığında önce serbest bırakılmış olup, daha sonra yanlış sözlerle iletildiğini gördüğünden peygamberimiz yasaklamıştır. Daha sonra serbest bırakmıştır diyenlere, dört halife devrinin tamamında, hadis yazımı ile ilgili yasağın nasıl devam ettirildiğini araştırmalarını rica ederim. Birkaç örnek vermek istiyorum.

Hz. Ebu Bekir, peygamberin vefatından sonra Müslümanları toplayarak şöyle demişti: “Sizler, Peygamberden hadis rivayet ediyorsunuz ve bu hadislerde ihtilafa düşüyorsunuz. Sizden sonrakiler ise daha fazla ihtilaf edecektir. Peygamberden hiçbir şey tahdis etmeyin. Size bir soru soran olursa, “Bilgimizle sizin aranızda Allah’ın kitabı var” deyin ve onun helal kıldığını helal, haram kıldığını haram kılın”

[Zehebi, “Teskiretu’l Huffaz, I, 2-3]

Hadisler Ömer döneminde çoğalmıştı. Ömer halktan beraberlerinde bulunan hadis sayfalarını getirmelerini istedi. Sonra bunların yakılmasını emrederek şunu söyledi: Kitap Ehli’nin Mişna’sı gibi Müslümanların Mişnası’dır bunlar.

[İbn Sad/Tabakat 5/140]

Hz. Osman çok hadis nakletmelerinden ötürü Ebu Hureyre’yi Devş dağlarına göndermekle, Kab’ı Kırede dağlarına göndermekle tehdit etmiştir.

[Tahzırul Havas 10b. ]


Hz. Ali’den rivayet edildiğine göre o yanında yazılı sahifeler bulunan kimseleri, bunlara müracaat etmekten sakındırmış ve “Sizden önceki insanlar, Rabb’lerinin Kitabını terk ederek âlimlerinin sözlerine uydukları için helak olmuşlardır” demiştir.

[İbn Abdilberr, 108]


Ne dersiniz peygamberimiz sağlığında hadisler yazdırılmadıysa, dört halife devrinde de bu yazım yasağı devam ettiyse, sizce bu konuda çok dikkatli davranmamız gerekmez mi?


Peki, hadisler ne zaman yazılmaya başlandı. Dört halife devrinin sona ermesi ve toplumların siyasi çekişmeleri ile dini mezheplere bölmeleri sonucu, her mezhep kendince hadis toplamaya başladı. İşin ilginci o dönemde toplanan hadis sayısı 500 civarında olduğu söylenir. Ya bugün günümüzde hadis sayısının nerelere geldiğini biliyor musunuz? Doğrusu sayısını tam bilen yok ama milyonları geçtiğini söyleyebilirim. Sizce bu yolla mı imanımızı yaşamalıyız, yoksa…..? Yoksa nın cevabını, herkes kendisi vermelidir.



Ben sizlere Kur’an dan, Rabbin sözlerinden açıkça anladıklarımı aktardım, sizleri düşünmeye davet ettim. Sizlere düşen benim söylediklerimi Kur’an süzgecinden geçirmeden, yani Kur’an ile karşılaştırmadan kabul etmek olmamalıdır. Bizzat Kur’an ı anlayarak defalarca okuyup, Rahmanın ne söylediğini doğru anlamaya çalışmak olmalıdır.


Kur’an ı rivayetler den istifade ederek anlamak yerine, yine Kur’an ın diğer ayetlerinden faydalanarak, anlama yolunu seçmeliyiz. Çünkü bu yanlışı çok yapıyoruz.


Bende bir beşerim elbette hata yapabilirim, ama ben Allah ın sözlerini anlamaya ve onun söylediği gibi ayetleri düşünmeye, aklım ile iman etmeye çalışıyorum, bu yolu öneren Yüce Rabbimiz dir. Ya Allahın ayetlerini biz anlayamayız diyerek, beşerin sözlerine hiç düşünmeden inansaydım, benim hata yapma riskim ve doğruya ulaşma şansım sizce ne olurdu?


Bizlerin hesaba çekileceği, Rabbin yemin ederek kolaylaştırdım dediği kitabı anlamaya çalışmak mı daha akılcı ve mantıklı, yoksa beşerin ciltlerce dolusu rivayet kitaplarını anlamaya çalışmak mı daha mantıklı? Yorum sizlerin. Eğer gerçekten Rabbimiz yemin billâh ederek, Kur’anın birçok yerinde sizler için bu kitabı kolaylaştırdım diyor da, birileri hayırrrr kolay değil, Kur’an ı herkes anlayamaz, veli insanlar anlar diyenlere inanıyorsak, bu işin sonunu tahmin etmek zor olmasa gerek, ne dersiniz?



Allah yardımcımız olsun, gerçekten gözlerimizi kapatmış yürüyoruz bir meçhule. Allah ın verdiği aklı ve beyni ise hiç kullanmıyoruz. Çünkü içi o kadar yanlış ve boş bilgilerle doldurulmuş ki, doğru bilgiyi içine koyacak yer kalmamış. Zorla sokulan doğru bilgi ise, daha önce metabolizmanın alışık olduğu yanlış bilgilere göre yapılandırıldığından, doğru bilgiler kabul edilmeyip, ne yazık ki dışarıya atılmaktadır.



Daha açıkçası günümüzde doğrular yanlış, yanlışlar doğru görünür olmuş topluma. Doğruları anlatmak, Kur’an dan örnekler vermek bile artık yeterli gelmiyor. Çünkü Rehber Kur’an yüksek bir yere asılmış, beşerin rivayet kitapları rehber olmuş.


Elbette Kur’an konusunda yazılmış, birçok âlimin kitaplarını okumalıyız, araştırmalıyız. Hepimiz Kur’an ı aynı kapasitede anlayamayız. Ama bizlerin dikkat etmesi gereken, önce bizzat Kur’an ı anlayarak okumak onun özüne inmek ve üzerinde düşünmek olmalıdır. Çünkü Allah ayetlerinin, bizlerin gönül gözlerini açacağını söylüyor.

 Peygamberimizin mahşer günü söyleyeceği o acı gerçek, sanırım günümüzde gerçek olmuş.


 Furkan 30; Ey Rabbim! Benim toplumum bu Kuran' ı devre dışı tuttular.

Bizleri Allah ile aldatanlar, çoğunluk olmuşlar toplumda. Rabbin, çoğunluğa uyarsan seni dinden saptırırlar, ikazını dikkatle düşünmeliyiz. Kur’an anlaşılması zor, velilerin anladığı, her konuda açıklık getirmeyen bir kitap ilan edilmiş. Onun içindir ki ona danışan, onun ipine sarılan, Peygamberimizin çok az sayıda ümmeti kalmış. Onlarda itilip kakılıyor ve peygamber düşmanı ilan edilmiş. Daha açıkçası Kur’an ne yazık ki artık, devre dışı kalmış.

Rabbimiz cümlemizin yardımcısı olsun. Çünkü çok ama çok zorlu bir dönemden geçiyoruz.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK



243
Kur'an-ı Kerim / Nüzul Sebebini Biyor Musun Yanılgısı
« : 18 Ağustos 2013, 12:01:58 »

Allah bizlere gönderdiği, rehber Kur’an dan bahsederken, eşi benzeri olmayan eksiksiz, eğriyi doğrudan ayıran bir nur olduğunu söyler. Onun ipine sarıldığımızda, bizleri en doğruya ulaştıracağı bilgisini de verir.


Peki ayetleri nasıl anlamamız gerektiği konusunda, Allah ın önerisi nedir diye bir soru sorsak, nasıl bir cevap alırız Kur’an dan? Yaradan her konudan nice örnekleri değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız dediğine göre, Kur’an ayetlerini de, bizzat verdiği örneklerle açıklıyor demektir. Bir başka deyişle Kur’an ı, bizzat kendisinden dinlemeliyiz, öğrenmeliyiz. Sizce bir kitabı kendi yazarından daha iyi kim anlatır?


Allah çok açık ve net bir hüküm veriyor ve bakın ne diyor.


Araf 174: Belki inkârdan dönerler diye, AYETLERİ BÖYLE AYRINTILI BİR ŞEKİLDE AÇIKLIYORUZ.


Buradan da anlıyoruz ki, Kur’an bizzat kendisini anlatan, açıklayan eşi benzeri olmayan bir rehberdir.


Günümüzde ayetleri anlama konusunda, yaptığımız çabalara karşı, farklı düşüncede ki din kardeşlerimiz, Kur’an ın ayetlerini sizler okuyarak anlayamazsınız, doğru anlamak istiyorsanız, fıkıh kitaplarına bakmalısınız, yardım almalısınız mantığını savunurlar. Çünkü anlamaya çalıştığınız ayetin, NÜZUL SEBEBİNİ bilmek çok önemlidir, Kur’an da nüzul sebebi yazmaz derler.


Gerçektende bu düşünce, doğru olabilir mi? Yani bir ayeti doğru anlayabilmek, ondan faydalanabilmek için, o ayetin ne maksatla indirildiğini eğer bilmiyorsak, bahse konu olay hakkında detaylı bilgi verilmemişse Kur’an, ayeti doğru anlamamız mümkün olmaz mı?


Kur’an a baktığımızda, genel itibariyle Yaradan, indirdiği ayetlerin birçoğunun nüzul sebebinden bahsetmez. Bir kısım ayetler vardır ki bu konuda bilgi verir. Örneğin Zıhar konusunda, peygamberimize hitaben, bu konuda sana sorununu ileten kadınla, konuştuğunuzu duydum der ve Zıhar konusunda ayetini indirir. Buna benzer bazı ayetleri Allah, sebebini söyler hükmünü de verir.


Bu durumda detay vermediği, hükmün hangi nedenden dolayı indirdiğini, özellikle açıklamadığı konularda ne yapmalıyız? Bunu öğrenmek için rivayetlerden yardım mı almalıyız, yoksa Allah ın, sakın emin olmadığın bilginin ardına düşmeyin, ikazını hatırlayarak, yalnız Kur’an ın açıklandığı şekliyle mi anlamaya çalışmalıyız?


Allah eğer ayetin nüzul nedeninden, özellikle Kur’an da bahsetmediyse, bunun çok önemli bir nedeni vardır, önce bunu unutmayalım. Yaradan bizleri asla emin olmadığımız kaynaklara, muhtaç etmeyeceğine göre, bizlere düşen Allah ın açıkladıkları üzerinden ayetleri anlamaya çalışmak olmalıdır.


Sizlere bir örnek vermek istiyorum ki, anlatmak istediğim konu daha iyi anlaşılabilsin.


Tahrim 1: Ey Peygamber, eşlerinin hoşnutluğunu isteyerek, Allah'ın sana helal kıldıklarını niçin haram kılıyorsun? Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.


Yukarıdaki ayet çok açık ve net bizlere bir şeyler anlatıyor. Dikkat ederseniz konu hakkında, detay bilgi vermiyor. Bizi de ilgilendiren, konunun detayı değil, ayetten çıkarmamız gereken, kıssadan hisse değil midir?


Peki ne anladınız siz bu ayetten? Nasıl bir ders çıkardınız? Ben anladığımı söylemek isterim. Allah elçisine, sanırım eşleri ile ilgili bir konu hakkında, Allah ın helal olarak hükmettiği, haramlar arasında saymadığı bir konuda, kendi aile içinde, eşlerinin belki de geçici hoşnutluğunu sağlamak adına, Allah ın helal ettiği bir şeye, gerek kendine, gerekse genel anlamda anlaşılacak bir konuda, haram demesi, Allah tarafından uyarılıyor.


İşte bizlerin bu ayetten, alacağımız ders bu kısmı. Yani helal ve haram koyan, yalnız yüce Allah tır. Bu Allah ın elçisi dahi olsa, elçisi tarafından değiştirilemez. Peki Allah bu ayeti, elçisinin aile içi bir sorunu olarak görmeyip önemseyerek, bizlerle Kur’an da niye paylaştı? İşte bu kısmı sanırım, ayetin indirilme nedenini çok daha iyi anlatıyor.


Hatırlayınız günümüze ulaşan öyle hadisler vardır ki, peygamberimizin eşlerinden rivayet edilir. Eğer peygamberimiz helal olan bir şeye haramdır demiş olsaydı ve rabbimiz bu konuda uyarmasaydı, bu konu dilden dile dolaşıp, eşleri tarafından topluma ulaştırılırdı. Tabi sözcükler hangi anlamlara bürünürdü, onu düşünmek bile istemiyorum. Günümüzde bu konuda, bolca örneklerini görüyoruz. İşte bu konuda çok dikkatli olmamızı isteyen, Rabbimizi lütfen doğru anlayalım. Bizlere ulaştırılan rivayetleri, Allah ın rehberiyle birlikte anlamaya çalışalım.


Ayetin bu kadar açık ve anlatmak istediği manayı, net bir şekilde verdiğini gören bazı kişiler, ne yazık ki atalarından intikal eden inancına ters düştüğü için, öyle rivayetler anlatılmıştır ki bu ayetle ilgili, adeta ayetin anlamı bir kenara itilmiş ve emin olamayacağımız çok farklı bir anlam yüklenmiştir. Daha açıkçası, ayet amacından saptırılmıştır, ayetin hükmünün üstü örtülmüştür.


Şimdide sizlere, bu ayetin NÜZUL sebebi ile ilgili günümüze kadar gelen, rivayetlerden birkaç tanesini, sizlere nakletmek istiyorum.


(838 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın zaman zaman birleştiği bir cariyesi vardı. Hz. Aişe ve Hz. Hafsa (radıyallahu anhümâ) (cariyeye temasını önlemek için) peşini bırakmadılar. Sonunda Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu cariyeyi nefsine haram etti. Bunun üzerine: "Ey Peygamber, sen zevcelerinin hoşnutluğunu arayarak, Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun?..." diye başlayan Tahrim süresi nazil oldu.")
Nesâî, İşretu'n-Nisâ, 4, (7, 71).


(Ayetin işaret ettiği hadise şudur: Hz. Peygamber, zevcelerinden Zeyneb binti Cahş’ın evinde bal şerbeti içmiş ve bu yüzden onun yanında biraz fazla kalmıştı. Bu durumu kıskanan iki zevcesi, Âişe ve Hafsa, aralarında kararlaştırıp, Peygamber yanlarına vardığında kendisinden megâfir kokusu geldiğini söylediler. Hz. Peygamber meğâfir yemediğini söyledi. «Demek ki balı yapan arı megâfir yalamış» dedi ve bir daha bal şerbeti içmemeye yemin etti. Surenin bu münasebetle indiği rivayet edilmiştir.)



( Hz. Peygamber'in Medine döneminin ikinci yarısındaki bir tarihte, bir ay süreyle eşlerinden hiçbirisi ile birlikte olmayacağına yemin etmesinin kesin sebebi veya sebepleri hakkında birçok çelişik -ve bu nedenle de toplu olarak değerlendirildiklerinde pek güvenilir görünmeyen- rivayet vardır.


Tam sebebi hâlâ kesin olarak tespit edilememiş olsa da, yukarıda sözü edilen hâdislerden açıkça anlaşılmaktadır ki, evlilik hayatındaki bu geçici duygusal kopukluğun sebebi, Hz. Peygamber'in bazı eşleri arasında ortaya çıkan kıskançlık işaretleriydi.


Ama yine de yukarıda Kur’an'ın bu olaya işaretinin hedefi biyografik olmayıp bütün insanî durumlarda uygulanabilecek bir ahlakî ders vermektir: Bu ders, Allah'ın helâl kıldığı herhangi bir şeyi harâm görmenin, bu davranış başka bir kişiyi veya kişileri memnun etmek için de olsa, kabul edilmezliğidir. Ayrıca bu ders, Kur’an'da sıkça vurgulanan bir gerçeği, Hz. Peygamber'in bir insan olduğu ve bu nedenle beşerî duygusallıklara maruz kalabileceği ve hatta zaman zaman hatalar işleyebileceği (ki Hz. Peygamber'in yaptığı hatalar, ilahî vahiy aracılığıyla kendisine gösterilmekte ve böylece düzeltilmektedir) gerçeğini dile getirmektedir.)



Bahsedilen rivayetleri okudunuz. Ayeti ilk okuduğunuzda bizleri ilgilendirmeyen hiçbir düşünceye kapılmadan, gereken dersleri çıkarmıştık. Ayette bahsedilen konunun detayı da, zaten bizleri hiç ilgilendirmez. İlgilendirseydi, Allah ondanda bahsederdi.


Peki, bu bilgiler ışığında neler düşündünüz? Sanırım kafanız karıştı değil mi? Acaba hangisi doğru? Onu Allah bilir. Bu konuda emin olan, bizlere garanti verebilecek birisi var mı?


Sanırım verdiğim rivayet örneklerinden, en son paragrafta bahsedilen düşünce, ayetin anlatmak istediğine en yakını olsa gerek. Ne diyordu hatırlayalım.


(Bu ders, Allah'ın helâl kıldığı herhangi bir şeyi harâm görmenin, bu davranış başka bir kişiyi veya kişileri memnun etmek için de olsa, kabul edilmezliğidir.)


Sizlere bu konuda, çok dikkatinizi çekecek ve nüzul sebebini biliyor musun düşüncesinin, bizleri ne derece yanıltacağına dair, güzel bir örnek daha vermek istiyorum.


Hicr 24: Yemin olsun, sizin önden gidenlerinizi bilmişizdir; yemin olsun, geriye kalanları da bilmişizdir.


Bu ayetin önce ki ayetine de baktığımızda, hayatı veren bizleriz diyor Rabbimiz. Hicr 24. ayetinde de, yarattığımız kullarımızın, kimin doğru yolda giderek, ön saflarda yerlerini aldığını, kimlerin işi gevşek tutup, Allah ın önerdiği yoldan sapanların, kimler olduğunu çok iyi biliyoruz diyor. Devamında ki ayette de Allah, Hiç kuşkusuz, Rabbindir, evet O'dur onları haşredecek olan diyerek, herkesin hesap vereceğini söylüyor.


Peki, nüzul sebebini biliyor musun diyerek, ayetlere istedikleri anlamları verenler, sizce bu ayetin nüzul sebebini nasıl açıklamışlardır dersiniz? Gelin şimdide ona bakalım. Bakalım da, bu işin tehlikesinin farkına varalım. Aklınızın ucuna bile gelmeyecek bir konuyla, ayetin bağdaştırılmasının tehlikesini göreceksiniz.


(669 - İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın arkasında çok güzel bir kadın namaz kılıyordu. Cemaatten bazıları onu görmemek için ön safa kaçıyor, (münafık ve cahil takımından) bazıları da en arka safa geliyor, rükuya vardığı zaman koltuğunun altından ona bakıyordu. Bu durum üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: "Andolsun, sizden öne geçenleri de biz biliriz, geri kalanları da biz biliriz") (Hicr, 24).
Nesai, İmamet (2, 118); Tirmizi Tefsir, Hicr, (3122).

Ne dersiniz, ayetle rivayet edilenin bir ilgisi sizce var mı? Rabbin ayetlerine işte böyle, hiç bahsedilmeyen anlamlar yükleniyor ve ayetlerin böylece üstü örtülüyor, terk ediliyor. Bu ve buna benzer yanlışları yaparak, Kur’an ı rivayetlere göre anlamaya kalkarsak, büyük yanılgılardan kurtulamayız. Ayette bahsedilen konu nerede, verilen rivayet örneğinde ne anlatılıyor? İşte bu konu, bu kadar riskli ve tehlikeli.


Kur’an ı doğru anlamak için, gelin bizzat Kur’an ın kendisine soralım. O bizlere kendisini anlatacaktır, ondan şüphe etmeyelim.


Şöyle düşünelim isterseniz. Allah bizlere indirdiği ayetinin, en güzel bir şekilde anlaşılması için, nüzul sebebini de indirmesi gerekseydi, elbette onu da indirirdi. Eğer yazmamış ise, mutlaka bir nedeni vardır. Lütfen şöyle düşünün. Bir kısım ayetlerin nüzul nedeninden bahsetmiş, peki neden hepsinden bahsetmemiş? Bunu bir eksiklik olarak görmeden, nedenini idrak etmeye çalışalım.


Sanki HÂŞÂ Allah ayetini, en doğru anlaşılması için, eksik indirmiş gibi, sen bu ayetin nüzul nedenini biliyor musun, bilmeden ayeti anlamaya çalışma, günaha girersin diyenler, büyük yanlış yaptıklarını lütfen unutmamalıdırlar.


Allah indirdiği Kur’an ı belirli bir dönem için değil, tüm zamana hükmetmek için göndermiştir. Eğer her konuda, nüzul sebebini Kur’an da söylemiş olsaydı, biliyor ki kulları ayetleri belli bir döneme hapsedip, gelecek nesil terk edeceklerdi. Onun içindir ki Rabbimiz genel olarak, nüzul nedeninden asla bahsetmemiş, konuları genelleme yaparak, tüm zamanın istifadesine sunmuştur.


Böylece her toplum Kur’an ı, kendi dönemine, çağına adapte etsin, halkı o devrin ilmiyle anlasın istemiştir Rabbimiz.


Nüzul sebebini biliyor musun silahını, acımasızca kullananlar, dinide böylece kendi istedikleri şekilde yönlendirmişlerdir. Lütfen bu yanlış yönlendirmelere kanmayalım, Kur’an ı anladığımız dilden, hiçbir etki altında kalmadan, Allah ın Kur’an da verdiği örnek, kıssadan hisseler den yola çıkarak anlamaya çalışalım.


Şunu sakın unutmayalım. Allah sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum, Kur’an ın ipine sarılın diyorsa, sorumlu olduğumuz hükümleri ve örnekleri anlamak ve imanımızı yaşamak için, bizleri asla rivayetlere muhtaç bırakmayacaktır. Bunu unutmayalım.


Allah bakın Kur’an ı neden indirmiş, onu nasıl açıklıyor.


Nahl 89: (Ey Muhammed!) Her ümmetin kendi içinden üzerlerine bir şahit göndereceğimiz, seni de onların üzerine bir şahit olarak getireceğimiz günü düşün.
SANA BU KİTABI; HER ŞEY İÇİN BİR AÇIKLAMA, DOĞRU YOLU GÖSTEREN BİR REHBER, BİR RAHMET VE MÜSLÜMANLAR İÇİN BİR MÜJDE OLARAK İNDİRDİK.


Yüce Rabbimiz Kur’an ı indirme nedenini, ne kadar güzel açık bir şekilde bildiriyor ve ne diyor?


Bu Kur’an sizlere, sizi ilgilendiren her şeyi açıklaması için gönderdik. Bu kitap doğru yolu gösteren bir rehber olup, böylece rahmet edilmenizin yolunu açacaktır. Bu Kur’an Müslümanlara bir MÜJDEDİR.


Ne dersiniz din kardeşlerim. Kur’an ın, Allah ın söylediği bu vasıfları taşıdığına iman eden bir Müslüman, acaba Kur’an ı anlayabilmek için, Kur’an dan yardım almak yerine, Kur’an ı doğru anlamak için, rivayetlerden yardım alarak anlama yolunu seçerse, sizce doğru bir yol seçmiş olur mu? Bu yol, Allah a ulaşır mı?


Doğru yolu gösteren, rahmet yolunu açan rehber, Müslümanlara müjdeler veren bir nur, Allah katından geliyorsa, nasıl olurda bu kitap anlaşılması için, beşeri bir kaynağa muhtaç olur, bunu da mı düşünemiyoruz?


Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

244
Bizler inancımızı yaşarken, acaba akıl ve Kur’an ekseninde mi yaşıyoruz? Yoksa Kur’an ve rivayetler doğrultusunda mı?

Bu soruma vereceğiniz cevap çok önemli. Allah emin olmadığınız bilgilerin ardına gitmeyin hesabını sorarım, aklını da kullanmayanı pislik içinde bırakırım diyorsa, sizce bu sorumun cevabı çok açık değil midir?

Benim yazdığım yazılarıma cevap veren bazı kardeşlerim, sen peygamberimizi devre dışı bırakmak istiyorsun, hadis ve sünnet düşmanısın ithamında bulunuyorlar bana.

Hatta bir din kardeşim şöyle cevap vermiş. Atadan ne görmüş ne öğrenmişsek onu yapıyoruz yeni yeni din icat etmeyin. Doğrusu üzerinde düşünmemiz gereken bir cevap. Peygamberimiz Kur’an ı tebliğ etmek istediğinde, o günkü ehli kitabın itirazı da, aynen bu şekildeydi. Atalarımızdan öğrendiklerimizden, bizlerin vazgeçmemizi mi istiyorsun, diye itiraz ediyorlardı.

Önce şunu belirtmeliyim ki, hiç kimse Allah ın resulünü devre dışı bırakamaz. Daha doğrusu, hiçbir aklı başında Müslüman buna cesaret edemez. Ama akıllı bir Müslüman, peygamberimizin hadisinde bizleri uyardığı gibi, benim adıma yalanlar uydurmayın ve bunlara inanmayın, yoksa sonunuz cehennem olur, uyarısını dikkate alır ve bu konuda titiz davranır. Çünkü peygamberimiz bizleri her zaman Kur’an a yönlendirmiş, zaten Allah elçisine, yalnız ve yalnız Kur’an ile hükmet görevi vermiştir.

Gelelim bizlere ulaşan rivayet hadislere. Ben hiçbir yazımda hadislerin tamamını inkâr edelim, bizlere hiçbir faydası yoktur demedim ve bunu söylemek akla ve Kur’an a da uymaz.

 Benim söylediğim, rivayetler konusunda her zaman dikkatli olalım, her güzel örnekten, bilgiden faydalanalım, ama mutlaka Kur’an ın onayını alalım dedim. Bugün okullar da okuduğumuz, geçmiş tarihi bilgilerin bir kısmı, kesin bilgi değildir. Kalıntılardan ve bazı bulgulardan yola çıkarak, yapılan değerlendirmelerdir. Ama bizleri bilgi sahibi yapar o dönem hakkında. Yeni bir kanıt, yazıt bulunduğunda, eski bilgiyi siler, yenisini kabul ederiz. Bunda hiçbir sakıncada olmaz.

Peki iman ve inanç konusunda da aynı yolu kullanabilir miyiz? İşte bu çok önemli. Kur’an bu konuda ne söylüyor? Allah çok açık ve net hükmünü vermiş ve bakın ne diyor Rabbimiz.

İsra 36: Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın(emin olmadığın) şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.

Sizlere sormak istiyorum. Rabbimiz emin olmadığın bilginin ardına düşmeyin diye hüküm veriyorsa, nasıl olurda hiç düşünmeden, araştırmadan her peygamberimizin sözü diye rivayet ettikleri bilgiyi kabul ederiz. Unutmayalım ki rivayet, kesin emin olunmayan bilgi, yani söylenti demektir.

Değerli din kardeşlerim, işte ben Rabbin bu ayetlerini tebliğ almış ve iman etmiş bir Müslüman olarak, hem Rabbimizin hem de peygamberimizin uyarısını dikkate alıyor ve bu konuda elimden geldiğince titiz davranıyorum. Buna Allah şahittir.

Gelelim peygamberimizin sözleri diye nakledilen, rivayet hadislere. Elbette içinde peygamberimizin söyleme ihtimali yüksek olan, birçok rivayet hadisler var. Tüm bunlardan faydalanmalı ve dersler çıkartmalıyız. Çünkü Allah elçisini bizlere örnek göstermiştir. Ama şunu unutmamalıyız, hiçbir rivayet bilgi dine hüküm koyamaz, Allah ın vermediği bir hükmü veremez. Çünkü Allah elçisine verdiği görev ve sorumluluk, Kur’an da çok açık belirtilmiştir.

Bugün İslam âleminde büyük bir kesim, rivayet hadisler olmasaydı bizler Kur’an ı anlayamazdık, Kur’an kapalı kalırdı deme cesaretini göstermektedirler. Hadislerin günümüze birçoğunun, sağlıklı ulaşmadığını söylediğimizde verdikleri cevap düşündürücüdür.

(Hadislerin bize sağlıklı ulaşmadığını iddia eden kimseler, hâşâ Kur'an ın da bize sağlıklı ulaşmadığını iddia etmektedirler aslında.)

Ne yazık ki bu tür örneklerle toplum, İslam ın özünden saptırılmakta, Kur’an dan uzaklaştırılmaktadır. Allah Kur’an ı ben koruyorum diye hükmünü bizlere vermiştir. Bizler Allah korumasında olan bir kitap ile beşerin birbirinden çok farklı rivayetlerini de, aynı seviyede düşünerek, hâşâ Kur’an değerini vermemiz, ne akla ne mantığa, nede Kur’an a asla uymaz. Bu bir şirktir unutmayalım.

Rivayetlerinde Allah korumasında olduğunu söyleyenlere sormak isterim, acaba hangi mezhebin topladığı hadisler Allah koruma altında. Çünkü aynı konuda, ama birbirine taban tabana zıt, o kadar hadis rivayet ediliyor ki, doğrusu bu konuda çok dikkatli olmamız gerektiği, biraz düşünen tarafından anlaşılacaktır.

Ramazan dolayısıyla dini konularda, birçok sohbetler yapılıyor. Özellikle bir konu işleniyor ve deniyor ki, rivayet hadisler olmasaydı, Kur’an ı bizler anlayamazdık. Televizyonlarda ve internet sitelerinde bu konu ile ilgili çok dikkat çekici sözler söyleniyor. Bir kısmını sizlerle paylaşmak ve sizlerin üzerinde düşünmenizi rica ediyorum. Allah Yunus suresi 100. ayetinde, Allah, azabı akıllarını (güzelce) kullanmayanlara verir diyorsa, Rabbin bu hükmünü lütfen unutmayalım.

Allah Kur’an ayetlerinin açık olduğunu ve her şeyden nice örneklerle izah edildiğini söyler bizlere. Bu konuda düşüncesini söyleyen bir din kardeşimiz ise, bakın bu konuyu nasıl anladığını anlatıyor.

(Kur’an apaçıktır ama hangi meselelerde apaçıktır. Apaçıktır ama her meselede öyle değil. Kitapta açık olan inanç esaslarıdır. Kitapta namaz bile anlatılmıyor nasıl açık olabilir.

Kur’anı kerim namazı, orucu, zekâtı haccı anlatmaz. Bu durumda nasıl açık oluyor. Bazı konularda açıktır. Her konuda açık değildir. Kur’anı, ayetleri anlayabilmek için, sünnete, peygamberimizin hadislerine mutlaka ihtiyaç vardır

Allah namaz kılın der, Kur’an a göre nasıl kılacağız? Kur’an ruku edin diyor bu eğilme nasıl bir eğilme. Kaç rekât kılınacak. Zekât verin nasıl vereceğiz. Hangi maldan ne kadar. Yılda kaç defa. Tüm bu bilgileri sünnetten öğreniyoruz.


Allah her şeyi kitabına koymadı. Peygambere müracaat edelim diye. Eğer her şey kitapta olsaydı, kitap koskoca bir kitap olurdu. Peygamberimizin hadisleri koca koca ciltler halinde.

Peygamberimiz 23 yıl konuşmuş. Sahabenin aklında kalanlar söylenmiş daha sonra bunlar yazılmış. Akılda kalıp yazdırılanlar bile, ciltler dolusu kitaplar yapmış.

Kur’an da her şey olsa, koskoca kitap olur, kimse onu okumazdı. Onun için ana konuları kuranda anlatır, gerisini peygamberden öğrenin der. Çünkü peygambere itaati emrediyor.

Niye emrediyor. Her şey Kur’an daysa, neden peygambere itaati emretsin. Demek ki her şey kuranda yok.)

Sizlere naklettiğim bu fikir üzerinde, şimdi birlikte düşünelim. Düşünmek istemeyene sözüm meclisten dışarı. Allah Kur’an ın açık oluşu ve her konuda bilgi verildiğini söyler bizlere. Sizlere anlayasınız diye örnekler, kıssadan hisselerle izah ettik ki doğruyu bulasınız şeklinde yol gösterir. Fakat kardeşimiz Kur’an ın her konuda açık olmadığını, Kur’an ın tam tersini kanıtlamak için verdiği örnekler, aslında düşündürücüdür.

Bu kardeşimiz eğer Kur’an madem açık ve her konuda detay var, neden bugün bizlerin kıldığımız namaz konusunda detay yok. Kaç rekât kılacağımız bile yazmıyor. Oruç, hac konusunda gerekli detaylar yok. Zekât konusunda da, ne kadar zekât vereceğimiz, hangi maldan ne kadar? Yılda kaç kez vereceğimiz bilgileri yazmıyor Kur’an da diyor.

Tabiî ki yanılıyor, bu kardeşimiz büyük yanılgıda, Çünkü Allah bu konularda da gereken her bilgiyi veriyor. Ama bizlere Kur’an dışından öğretilenleri, Kur’an da göremediğimizde yaptığımız hata, rivayetleri Kur’an ın önüne geçirerek, bakın bu bilgiler Kur’an da yok diyebiliyoruz.

Allah namaz kılın, zekât verin diyorsa, onun gereken kısmı kadarını mutlaka Kur’an da vermiştir. Yoksa nasıl rehber olur bizler için? Hani bizlere rehber olsun diye göndermişti Kur’an ı? Lütfen bunu unutmayalım ve Kur’an a karşı takındığımız tavrın farkında olalım. Ne kadar zekât vereceğimizi bilemezdik, diyen kardeşimize, bakara suresi 219. ayeti hatırlatırım

(Yine sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: “İhtiyaçtan arta kalanı.” Allah, size ayetleri böyle açıklıyor ki düşünesiniz.)

Allah ın bu kadar açık seçik emrettiği, zekâtı anlamak istemeyen, yeterli bulmayanlara, elbette söyleyecek sözümüz olamaz. Allah olmayana yılda bir değil, gönül rızanızla ihtiyaçtan arta kalanı fakirle, olmayanlarla paylaş emrini anlamak istemeyenler, yılda bir fakiri hatırlayanlara ne söylesek anlamayacaktır.

Allah her şeyi kitabına koymadı, çünkü peygamberine müracaat etsin diye, şeklinde savunma yapmış din kardeşimiz. Acaba Allah her şeyi Kur’an da yazmayıp, elçisinin de Kur’an ın vermediği hükümleri versin, demiş olabilir mi?

Yaradan Maide suresi 45. ayetinde, Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir diyorsa, bu fikre doğrudur diyebilir miyiz? Kehf suresi 56. ayetinde Allah, biz elçileri yalnız, müjdeci ve uyarıcı olarak göndeririz diyorsa, sizce elçilerin yetki ve sorumluluklarını Rabbimiz açıkça belirtmemiş mi?

Enbiya suresi 10. ayetinde, And olsun, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır demesi, bizleri hiç düşündürmüyor mu?

Sizce aşağıdaki ayetler, sorumuza cevap vermiyor mu?

Zühruf 43: Öyle ise sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen doğru bir yol üzeresin.

Araf 3: Rabbinizden size indirilene uyunuz! O'nu bırakıp da başka dostların peşlerinden gitmeyiniz! Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!

Muhammet 2: İman edip yararlı işler yapanların, Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir.3. Bunun sebebi, inkâr edenlerin batıla uymaları, inananların da Rablerinden gelen hakka uymuş olmalarıdır. İşte böylece Allah, insanlara kendilerinden misallerini anlatır

Bakara 5. İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.

Yukarıdaki ayetlere baktığımızda, Allah ın bizlerin yalnız Kur’an a sarılmamızı emrediyor. Çok daha dikkat çekici örnek verip bakın ne diyor.

(Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir.)

Hak olan peygamberimize indirilen Kur’an olduğu ve buna iman edenlerin Allah katında makbul olduğu, sizce çok açık anlatılmıyor mu? Bakara suresi 5. ayette, Allah kurtuluşa erenlerin kimler olduğunu söylüyor, lütfen dikkatle düşünelim.

(, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.)

Ama bizlere Kur’an da her şey yoktur. Ana konular vardır, bunların detaylarını elçim sizlere öğretecek diye öğretmediler mi?

Bu konuda şunlar söyleniyordu hatırlayalım.

(Allah her şeyi kitabına koymadı. Peygambere müracaat edelim diye.)

Şimdide bu konu üzerinde düşünelim. Hadislerin toplanması ve yazılması konusunda açıklama yapan kardeşimiz, şunları söylemişti, tekrar hatırlaydım.


(Sahabenin aklında kalanlar söylenmiş daha sonra bunlar yazılmış. Akılda kalıp yazdırılanlar bile, ciltler dolusu kitaplar yapmış.)

Bu satırları okuduğunuzda, aklınıza geleni çok iyi biliyorum. Demek ki peygamberimiz kendisi bizzat hadisleri yazdırmamış. Ölümünden çok sonra toplanmaya, yazılmaya başlanmış.

Şu soruyu hemen kendimize soralım. Peki, neden kendi sağlığında peygamberimiz yazdırmamış. Madem peygamberimizin rivayet hadisleri olmasaydı Kur’an anlaşılmazdı ve kapalı kalırdı, peygamberimiz bunu akıl edemedi de, yıllar sonra mı birilerinin aklına gelerek kaleme alındı.

Değerli dostlar, ne söylediğimizin farkında mıyız? Sahabelerin yıllar sonra aklında kalanlar ile ve yüzlerce yıl sonra rivayetler yoluyla nakledilen bilgilerle mi Kur’anı en doğru anlarız sizce? Ya sahabelerin aklında kalmayan bilgiler varsa? Sizce Allah ve elçisi, bizlerin Kur’an ı bu yöntemle anlamamızı ister mi?

Gelelim peygambere itaat konusuna. Eğer bizler kelimelerden medet umarak, hurafe inançlarımıza kanıt ararsak, Kur’an ın yüzlerce ayetine de iman etmemiş oluruz, bunu unutmayalım.

Allah elçisine itaat etmemizi emreder. Çünkü elçisine verdiği tembih, topluma yalnız Kur’an ile hükmet görevidir. Hatta hiçbir ilave yapamayacağını da açıklar.


Hakka 44…47: Eğer Peygamber bize atfen bazı sözler uydurmaya kalkışsaydı, elbette onu bundan dolayı kıskıvrak yakalardık; sonra da onun şah damarını keser atardık. Hiçbiriniz buna engel de olamazdınız.

Ahkaf 9: De ki: "Ben, resuller içinden bir türedi değilim! Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Bana vahye dilenden başkasına da uymam! Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim.

Rad 40: Ya onlara vaad ettiğimiz şeylerin bir kısmını sana gösteririz yahut da seni vefat ettiririz. O halde tebliğ etmek sana, hesap sormak da bize düşer.

Maide 67: Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez.

Allah elçisine bu ve buna benzer, birçok ayetle görev ve sorumluluğunu bildirmiş ve topluma yalnız Kur’an ile hükmetme görevi vermiştir. Daha sonrada bizlere hitaben, sizlere gönderdiğim elçime uyun emrini vermiştir.  İşte elçiye uymanın anlamı budur. Kur’an a harfiyen uyan, elçiye de uymuş demektir. Yoksa peygamberimiz Kur’an dışından bir bilgi verecek değildir. Bu zaten Allah tarafından yasaklanmıştır.

Eğer bizler Kur’anı, peygamberimizin rivayet hadisleri olmasa anlayamayacak olsaydık, peygamberimiz bizzat kendisi bu bilgileri yazdırır bizlere ulaştırırdı, lütfen bunu unutmayalım. Bakın peygamberimiz bu konuda neler söylüyor.

( Benden Kur'an dışında bir şey yazmayın. Kim, benden Kur'an dışında bir şey yazmışsa, onu imha etsin." Muslim-Zuhd/72(3004) /4137 Ebu Davud-İlm/3(3647) /4136 Musned-c.3/12,21,39 Darimi-Mukaddime/42)

(4106 - el-Muttalib İbnu Abdillah İbni Hantab radıyallahu anh anlatıyor: "Zeyd İbnu Sabit Hz. Muaviye radıyallahu anhüma'nın yanına girmişti. Hz. Mu'aviye ona bir hadisten sual etti. Zeyd de hadisi ona söyledi. Hz. Muaviye (orada hazır bulunan bir adama) hadisi yazmasını emretti. Zeyd müdahalede bulunarak Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, hadislerinden hiç bir şey yazmamamızı emretmişti" dedi. Bunun üzerine Hz. Muaviye yazılanı derhal imha etti."
Ebu Davud, İlm 3, (3647).

(Biz hadis yazarken Hz. Peygamber yanımıza geldi ve “Yazdığınız şey nedir?” dedi. “Senden işittiğimiz hadisler” dedik. Hz. Peygamber: “Allah’ın kitabından başka kitap mı istiyorsunuz? Sizden evvelki milletler Allah’ın kitabı yanında başka kitaplar yazdıkları için yoldan çıktılar.”
El Hatib, Takyid 33 )

Yazdığım hadislerde elbette bir rivayettir, bu sözleri peygamberimizin söyleme ihtimali olan sözler olarak bakmalıyız, çünkü Kur’an ın emrettikleri de aynı doğrultudadır.

Bir örnek daha vermek istiyorum. Peygamberimiz veda hutbesinde, yaklaşıl yüz bin kişiye hitap ettiği söylenir. Bu kadar kalabalık bir toplumun karşısında yapılan konuşma bile, günümüze 6–7 değişik şekilde ulaşmıştır. Birde bir kişinin duyduğunu söyleyip, nakledilen bir konu acaba günümüze nasıl ulaşır, yorumunu sizlere bırakıyorum.

Peygamberimizin veda hutbesinde, dikkat çeken bir sözünü, günümüze nasıl farklı ulaştığının örneğini vermek istiyorum.

—Ey mü'minler! Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah'ın kitabı Kur-ân-i Kerim ve Peygamberin sünnetidir.

—Mü’minler!
Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah'ın kitabı Kur'an'dır.

—Ben sizin aranızda iki ağır-paha biçilmez emanet bırakıyorum. Bunlara sımsıkı sarıldığınız sürece asla sapıtmazsınız: Allah’ın Kitabı ve benim Ehl-i Beytim.

Ne dersiniz, acaba bunlar içinden hangisi doğru olabilir? Sizce bu bilgilerle mi Kur’anı anlamalıyız, yoksa...... ? Evet, o yok sanın cevabını bulabiliyorsak, sanırım Allah ın istediği kul olabilmişiz demektir.

Değerli din kardeşlerim. Rabbimiz ben Kur’an da hiçbir eksik bırakmadım diyor ve aşağıdaki hükmü veriyorsa, sizce Kur’an ın dışından da peygamberimiz dine hüküm koymuştur ve bizlerde sorumluyuz diyebilir miyiz?

Zühruf 44: Doğrusu o Kur'an, senin için de, kavmin için de bir öğüttür VE SİZ ONDAN SORGUYA ÇEKİLECEKSİNİZ.

Ne dersiniz, bunca sözü boşuna söyledik değil mi dostlar. Allah apaçık bizleri Kur’an dan hesaba çekecek ve ondan sorumlu tutacaksa, acaba bu hükmünden sonra, Kur’an ın hiç bahsetmediği rivayetlerin koyduğu hükümlerden de, hesap sorar mı? Namaz, zekât, oruç ve hac gibi çok önemli ibadetlerde gereken detayı, bilgiyi Kur’an da vermemiş olabilir mi? Karar sizlerin.

Bu hafta Cuma hutbesinde, hoca efendi bir konuyu anlatırken şöyle söyledi.

( Gerçek bir Müslüman, şüphe duyduğu bir şeyi asla yapmaz. Çünkü o şüphe onu HARAM a götürür. Yapacağı bir işten şüphe duyduğu halde, onu yapmaktan çekinmeyen ise, HARAM bataklığına sürüklenir.)

Bu sözler çok güzel ve doğru sözler olduğundan, sizlerle paylaşmak istedim. Çünkü Allah ın hüküm vermediği, açıklamadığı konuların konuşulmasını Rabbimiz HARAM kıldığını Kur’an da söyler bizlere. Bu bilgiler ışığında da sizlerin hadisler konusunu düşünmenizi öneririm.

Hadis konusu çok dikkatli olmamız, iyi araştırıp öyle yararlanmamız, ya da reddetmemiz gereken çok önemli bir konudur. Yaradan Hükmüme hiç kimseyi ortak etmem diyorsa, lütfen bilmeden peygamberimizi, Rabbimizin dine hüküm koyan ortağı yapmayalım. Yoksa bunun hesabını veremeyiz.

Peygamberimiz Ehli kitaba ve ümmi topluma, Kur’an ı tebliğ etmeye çalışırken,  bir kısmı atalarının itikadından vazgeçmek istemedikleri ve Kur’an ın yanında, atalarının inançlarına da devam etmek istemişlerdi. Bu isteklerine bakın Rabbimiz nasıl karşılık veriyor.

Casiye 6: İşte bunlar, Allah'ın ayetleridir. Bunları sana gerçek olarak okuyoruz. Allah'tan ve O'nun ayetlerinden sonra hangi söze inanacaklar?

Ankebut 51: Kendilerine okunan kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi? Şüphesiz bunda inanan bir kavim için bir rahmet ve bir öğüt vardır. 

Sanırım yazımın tamamının çok güzel bir özeti bu iki ayet. Tabi anlayana anlamak isteyene. Birde gönül gözleri, açık olana elbette. Bakın Rabbimiz ne diyor Kur’an ın yanında, atalarının itikatlarına devam etmek isteyenlere.

—Allah’tan ve O'nun ayetlerinden sonra hangi söze inanacaklar?


—Kendilerine okunan kitabı, sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi?

Ne dersiniz bu ayetlerden, bugün bizler çok ama çok dersler almamız gerekmez mi. Cahiliye devrinin o büyük hatalarını, bizler bugün yapmıyor muyuz? İslam ı doğru yaşamak için, Kur’an tek başına yeterli değildir diyenlere, bu ayetleri hatırlatırım. Lütfen şunu da unutmayalım. Peygamberimiz yalnız Kur’ ana uymuş ve yalnız Kur’an ile topluma hükmetmiştir. Bu emri veren Kur’an ın bizzat kendisidir.

Yorum ve karar sizlerin. Hesabın görüleceği O çetin gün çok uzaklarda değil, bir nefes alışı kadar bizlere yakın. Lütfen unutmayalım ve Kur’an ın ipine sıkı sıkı sarılalım.  Sanı ve emin olmadığımız bilgilerin ardı sıra gitmeyelim.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

245
Kur'an-ı Kerim / Uyumak Ve Yellenmek Abdesti Bozar mı
« : 03 Ağustos 2013, 22:02:21 »
Bizler inancımızı yaşarken, Kur’an merkezinden o kadar uzaklaşıp, hurafelerin etkisinde kaldık ki, bizlere öğretilen yanlış itikatları, Allah ın ayetleriyle anlatmaya, izah etmeye kalksanız bile, kabul görmez oldu. Çünkü Allah ın koyduğu, sınırların dışına çıktık.

Dini bir konuda konuşmak istediğinde, hemen öne sürdükleri, senin Arapça ilmin ne kadar ki din adına konuşabiliyorsun olmakta, böylece toplum susturulup, korkutulmaktadır. Böylece istedikleri inancı ve itikadı, topluma çok daha kolay kabul ettirebilmektedirler.

Lütfen şunu asla unutmayalım, Allah başka dillere tam olarak çevrilmeyen bir rehber gönderip, daha sonrada tüm kullarını bu kitaptan asla hesap sormaz. Birçok kez Allah ın yemin ederek, bu kitabı, bu dini sizler için kolaylaştırdım hükmünü lütfen unutmayalım, birilerin aldatmacalarına kanmayalım.

Elbette bu yanlışları yapmamızın asıl nedeni, Kur’an ın eğitiminden geçmek yerine beşerin, rivayetlerin, edindiğimiz velilerin eğitiminden geçmemiz, büyük etken olmuştur.


Allah Kur’an ın ipine sarılın, sizleri bu kitaptan sorumlu tutuyorum dedikçe, bizler tam tersi düşüncelere inandırıldığımız için, Kur’an da her bilginin olmadığı, izah edilmediği fikrini kabul etmemiz, bizlerin inanılmaz yanlışlara yönlenmemize, inanmamıza neden olmuştur. Elbette bu yanlışlara inanmamız dinde bizlere, zorluklarda çıkarmıştır.

Bu yazımda sizlerin, üzerinde düşünmenizi istediğim konu, abdesti bozan şartlar nelerdir konusu üzerine olacak.

Allah Maide suresi 6 ve Nisa 43.ayetinde namaza başlamadan önce, nasıl abdest almamız gerektiğini, abdesti bozan durumları, açık bir şekilde anlatır. Ayrıca abdest in bozulma şartlarının örneklerini de verir, su bulamadığınızda bile ne yapmamız gerektiğini anlatır bizlere.

Abdest in bozulma hallerini, bu ayetlerden yola çıkarak, şunları söyleyebiliriz.

—Cünüpseniz, cinsel ilişkiye girdiyseniz temizlenin, yıkanın.
—Tuvaletten çıktığınızda yani küçük, büyük abdest yaptığınızda, namaza durmadan önce abdest alın.

Buradan da anlaşılıyor ki, Allah abdesti bozan durumları açıkça yazmıştır. Cinsel ilişki ve tuvalete girip ihtiyacımızı gördükten sonra, abdestin bozulduğunu, tekrar alınması gerektiği izah ediliyor.

Peki günümüzde bizlere, abdesti bozan şartlar olarak yalnız bunlar mı anlatıldı? Elbette her zaman olduğu gibi, her konuda yaptığımızı bu konuda da yaptık ve Allah ın rehberinde açıkça izah ettikleri, bizlere yetmedi, bunlarla yetinmedik ve emin olmadığımız bilgiler ışığında yapılan ilavelerle, Allah ın kolaylaştırdığı dini zorlaştırdık.

Bizlere öğretilen ve Allah ın asla abdesti bozan şartlar arasında saymadığı, iki konuyu gündeme getirmek istiyorum bu yazımda. Tabi bunlardan başka birçok ilaveleri de sayabiliriz. Her mezhepte bu ilavelerin farklı olduğunu da söyleyebiliriz. Yazımda gündeme getirmek istediğim, konu üzerinde konuşmak istiyorum.

—Uyumak ve yellenmek.

Uyumanın ve yellenmenin abdesti bozduğu anlatıldı bizlere. Ama bu bilgi ne yazık ki Kur’an dan onay almaz. Allah böyle bir hüküm vermemiştir. Gerçi günümüzde, Kur’an ın onayını arayan pek de yok zaten.

Yalnız Kur’an ile imanımızı yaşamayız, İslam ı tam olarak yaşayabilmemiz için, fıkıh kitaplarına da ihtiyacımız vardır diyerek, adeta Kur’an ı tek başına yeterli görmeyen bir toplum olduk.

Acaba bu tavrımıza Yüce Rabbimiz ne diyordur diye hiç düşündük mü? Hadi bir benzerini getirsinler bakalım, diyen Rahmanın zikrini hatırlatırım.


Kur’an da her şeyin olmadığına inandığımızda, elbette ucu açık, sonu gelmeyecek birçok dine ilavelere de inanmamız, bu durumda hiç zor olmayacaktır.

Allah abdestin bozulma şartlarını anlatırken, uyumanın ve yellenmenin abdesti bozduğunu söylememiştir. Kur’an da hiç bahsedilmediği halde, bizler bu konudaki ilavelere, söylenenlere inanmakta, birçok konuda yaptığımız gibi, bir sakınca- kusur görmemişiz, Çünkü Kur’an ın da bir sınırları olduğu, emin olmadığımız bilgilerden kaçınmamız gerektiği, öğretilmemiş bizlere.

Şimdi de bu konu ile ilgili rivayet hadislere bakalım. Acaba Allah ın koymadığı bir kuralı-hükmü koyarak, kendi nefsimize çıkardığımız zorluklara çareler, bakalım nasıl aramışız. Her nedense, bu rivayet hadisleri topluma anlatmazlar. Benim sizlere hatırlatmamın nedeni, üzerinde Kur’an ın ışığında düşünmeniz adınadır.

6106 - Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün) horlayıncaya kadar uyudu. Sonra kalkıp namaz kıldı.''
6107 - İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın o uykusu, kendisi yani Hz. Peygamber oturur iken olmuştur."

Aslında yukarıdaki örnek, çok dikkat çekici ve düşündürücüdür. Bizler Allah ın vermediği bir hükmü vererek, zorlaştırdığımız dini, daha sonra rivayetlerle esnetmeye çalışmamız, Kur’an ın sınırlarını aştığımızda olacaklara, güzel bir örnektir.

Eğer uyku abdest bozuyorsa, bunun yatarak ya da oturarak olmasının, farklı olduğunu söylemek, yaptığımız yanlışlara kılıf aramaktan öte gitmez. Bildiğiniz gibi, uyumanın abdesti bozduğunu söyleyenler, uyuduğumuzda kendimizden geçtiğimizi ve bu durumda farkında olmadan yellenebileceğimiz anlatılır.

Bu konu ile ilgili, rivayet hadislerden örnekler vermeye ve üzerinde düşünmeye devam edelim.

3648 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah'ın ashabı uyurlar, sonra abdest almadan namaz kılarlardı:
(Enes'ten bunu rivayet eden) Katade'ye:
"Bu sözü Enes'ten bizzat işittin mi?" diye sorulmuştu:
"Vallahi evet!" diye te'yid etti."
Müslim, Hayz 125, (376); Ebu Dâvud, Tahâret 80, (200); Tirmizi, Tahâret 58, (78).

3651 - İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'ın anlattığına göre, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'ı secde halinde uyurken görmüş ve hatta Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) horlayıp solumuş, sonra kalkıp (abdest almadan) namaz kılmıştır.
İbnu Abbas der ki:
"Ey Allah'ın Resulü dedim, siz uyudunuz, (abdestiniz bozulmuş olmalı değil mi)?" Bana şu açıklamayı yaptı: "Abdest, yatarak uyuyana gerekir. Zira yatarak uyuyunca mafsalları rahâvet basar.''
Tirmizi, Taharet 57, (77); Ebu Dâvud, Tahâret 80, (202); Nesâi, Ezân 41, (2, 30).


Dikkat ederseniz aynı konuda, çok örnek var. Bu konuda yorum yapmak istemiyorum. Aslında biraz düşündüğümüzde, yaptığımız yanlışların dinde zorluklar çıkarmasının, bizlerde yarattığı etki-tepki çok net anlaşılıyor.

Şimdi yazacağım rivayet hadis, hadis naklinin çelişkilerini ve bir o kadar da, çok dikkatli olmamız gerektiğini gösteren, güzel ve düşündürücü bir örnek.

3650 - Hz. Ali (radıyallahu ahh) anlatıyor: "Gözler, halkanın bağıdır, öyleyse uyuyan abdest alsın."
Ebu Dâvud, Tahâret 80, (203).

Ne dersiniz, sizce Hz. Ali böyle bir şey söylemiş olabilir mi? İşte dine ilaveler ne yazık ki böyle günden güne çoğalıp gidiyor. Eğer Kur’an ın onayını almadan, her rivayete inanır ve inancımızı bunlara göre yaşarsak, sizce gittiğimiz yol, bizleri Allah a ulaştırır mı?

Dikkat ederseniz verdiğim hadislerin hepsi, bir başkası tarafından, yine bir diğerine nakli kanalıyla oluyor. Bu yolla ulaşan bilgilerin, yüzlerce yıl sonra değişikliğe uğramadan, bizlere ulaşması mümkün değildir. Lütfen bu gerçeği göz ardı etmeyelim.

Kendimize şu soruyu neden sormuyoruz? Peygamberimiz bizlere, neden direk hitap etmek, ilk elden bilgi vermek adına, bu bilgileri kendisi bizzat yazdırmamışta, yüzlerce yıl sonra, toplanmaya çalışılmış? Bu sorunun doğru cevabını nefsimize verebilirsek, sanırım her şey çok net anlaşılacaktır.

Şimdide yellenme konusuna gelelim. Daha önce söylediğim gibi, Kur’an yellenmenin abdesti bozduğu konusunda bir hüküm vermez. Peki, rivayet hadisler bu konuda neler söylüyor. Gelin şimdide onlara bakalım ve üzerinde düşünelim. Bizleri doğruya ulaştıracak, her bilgiden faydalanmalıyız, yeter ki Kur’an ın onayından geçsin.

3625 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Ses ve koku olmadıkça abdest alınmaz.''

Bir rivâyette şöyle gelmiştir: "Biriniz mescidde iken, kabaları arasında bir yel hissetse ses işitmedikçe veya koku duymadıkca dışarı çıkmasın.''

3626 - "Sizden biri, karnında bir şeyler hissetse ve fiilen çıkıp çıkmadığı hususunda tereddüd içinde kalsa, bir ses işitmedikçe veya bir koku duymadıkça mescidden çıkmasın."

3627 - Ebu Dâvud'da şöyle gelmiştir: "Biriniz namazda iken, dübüründe bir hareket hissetse ve abdestinin bozulup bozulmadığı hususunda tereddüde düşse, bir ses işitmedikçe veya bir koku duymadıkça mescidi terketmesin."
Müslim, Hayz 99, (362); Tirmizi, Tahâret,56, (74, 75); Ebu Dâvud, Taharet 68, (177).

3628 - Abdullan İbnu Zeyd radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu veselâm'a, namazda iken hayaline abdesti bozuldu gibi gelen bir adamdan bahsedilmişti. Şöyle ferman buyurdular:
"Sesi işitip kokuyu duymadıkça namazı sakın terketmesin.''


3629 - Ebu Dâvud bir rivâyette şu ziyadede bulunmuştur: "Biriniz mescide girince, kabaları arasında bir şey hissedecek olsa, çıkanın sesini işitmedikçe sakın mescidden dışarı çıkmasın.''
Buhari, Vudü 4, 34, Büyü 5; Müslim, Hayz 98, (361); Ebu Dâvud, Tahâret 68, (176); Nesâi, Tahâret 116, (1, 99).

Dikkat ederseniz, bu konuda birçok rivayet hadis, Kur’an ın hükmü doğrultusunda kısmen toplumu yönlendiriyor. Yani camide, mescitlerde namaz kılarken, çevreyi rahatsız etmediği durumda, abdestimizin bozulmayacağı açıklaması yapılıyor. Dikkat ederseniz toplum bu konuda, adeta belirli bir eğitimden geçiriliyor düşüncesi hasıl oldu bende.

Hadislere dikkat ederseniz, toplum içinde kılınan namazlarda, yellenme konusunda daha dikkatli olmaları konusunda, adeta toplum uyarılıyor, eğitiyor. Ama yellenmenin, aslında abdesti bozmadığı anlatılmaya çalışılıyor. Lütfen rivayet hadisler üzerinde, dikkatle düşünelim.

Her zaman olduğu gibi, şimdide yukarıdaki birçok rivayetin, tam tersi olan bir hadis nakletmek istiyorum sizlere.

3630 - Ali İbnu Talk (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Biriniz namazda yellenirse derhal namazdan çıksın, abdest alsın ve namazı iade etsin."

Ne dersiniz dostlar, kafanız karıştı değil mi? Bizler imanımızı emin olmadığımız bilgiler ışığında düşünmeden yaşarsak, daha çokkkkk kafamız karışacaktır, bunu unutmayalım.

Elbette toplu kıldığımız namazlarda, yellenme konusunda camide bulunanları, rahatsız edecek bir durum hâsıl olmuşsa, camiden dışarı çıkmak en doğrusu olacaktır.

Allah bizlere namaz kılmamızı ve namazdan önce abdest almamızı emrettiyse, bu konuda bizlerin bilmesi gerekenleri açıklamış, izah etmiş olması gerekmez mi? Bilgilendirmediği, hüküm vermediği bir konudan, detaydan sizce Rahman, bizlerden hesap sorar mı?

Allah ın herhangi bir konuda verdiği açık hükümlere, geleneklerimizin yaptığı ilaveler, dinde verilen ana hükmün şartlarından sayılır mı?

Eğer evet sayılır diyorsak, lütfen bugün mezheplere, hatta tarikatlara bölünmüş ve birçok konuda dine yapılan, ama her birinin bir diğerinden çok farklı ilaveleri, nasıl açıklarız? Sanırım açıklayamadığımız için olsa gerek, birbirimize düşman olmuş, hatta bir birimizi öldürecek kadar da, nefret etmişiz.

Verdiğim rivayet hadisleri okuduğunuzda, şöyle düşünebilirsiniz. Yaşlı bir kişi düşünün, kulağı az işitiyor, burnu az koku alıyor. Bu durumda, yellendiğinden şüphe eden bir kişi, ne ses duyabilir, nede kokuyu. Her yellenenden de, koku duyulacak da değildir zaten.


Ne dersiniz, iyice kafanız karıştı değil mi? Kafaları karıştıran, aslında bizlerin doyumsuz nefsimizdir. Eğer nefsimizi aklın ve Kur’an ın kontrolünden çıkartırsak, bu sonuç kaçınılmaz olacaktır. Nefsimize hükmetmesini öğrenmediğimiz sürece, her zaman aynı şüphede yaşamaktan asla kurtulamayız.

Yaradan bu kitabı, yemin olsun ki sizler için kolaylaştırdım diyor da, bizlere kolaylaştırılmış bir yol, yöntem gösteriyorsa, lütfen bu hak yolu, batılla zorlaştırmayalım.

Yaradan sizleri bu kitaptan sorumlu tutuyorum diyorsa, gelin Rabbimizin söylediklerinin ve bizler için çizdiği sınırların dışına çıkmayalım. Sınırları zorlayıp, kendimize eziyet etmeyelim.

Bu yazıyı yazmama rağmen, geleneklerimiz ve bizlere öğretilenler bende de o kadar baskın ki, bende böyle bir durumda içime sinmiyor ve abdest alıyorum. Ama biliyorum ki Rabbimiz bizlere kolaylık sağlamış ve böyle bir hüküm vermemiştir.

Allah açıkça hüküm verip, bizlerin bütün şan ve şerefimizin Kur’an da olduğunu söylüyor da, biz Kur’an da hiçbir eksik bırakmadık diyorsa, sizce bizleri ilgilendiren, bizlerin sorumlu olduğumuz her şey, Kur’an da yok dersek, Rabbimize ve kitabına saygısızlık yapmış olmaz mıyız?

Yorum ve karar sizlerin. Hepimiz imtihandan geçiyoruz. İmtihan olduğumuz kitap ta yalnız Kur’an olduğunu söylüyorsa Yaradan, bizlere düşen imtihanımızı, elde Kur’an, aklımızla düşünerek yaşamak olmalıdır.

Aklını kullanmayanı, PİSLİK İÇİNDE BIRAKIRIM diyen Rabbimize, lütfen kulak verelim. Yoksa pislikten, Allah ın lanetinden kurtulamayız.


Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

246
Bir kardeşimiz, benim Kur’an ı anlamak için, emin olmadığımız bilgilerden yararlanmak yerine, yine Kur’an dan yardım almalıyız şeklindeki bir yazıma, aşağıdaki ayeti kendi okuduğu mealden yazmış ve rivayet hadisler olmasaydı, Kur’an ı bugün bizler anlayamazdık, düşüncesini savunmaya çalışmış.

Ayeti önce, arkadaşımızın yazdığı şekliyle yazalım.

"Biz sana zikri indirdik. Tâ ki kendileri için indirilen Kur'an'ı insanlara açıklayasın ve tâ ki onlar da iyice fikirlerini kullansınlar" (Nahl, 44)

Şimdide aynı ayeti Diyanetin mealinden yazalım. Bakalım farklılık var mı?

Diyanet İşl. Bşk. Meali

Nahl 44: (O peygamberleri) apaçık belgeler ve kitaplarla gönderdik. İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur’an’ı indirdik.

Allah bu ayetin de, gönderdiği diğer peygamberlerle, doğruyu bulmaları için gönderdiği kitapları, açık ve anlaşılır belgelerle gönderdiğini söylüyor. Devamında ise peygamberimize indirilen Kur’an ı topluma anlatması, geçmiş kitaplarla arasındaki farkı izah etmesi, gerektiğinde açıklaması, tebliğ etmesi görevinin de olduğunu söylüyor. Böylece toplumun ayetler üzerinde düşünmeleri gerektiğini belirtiyor.

Dikkat ederseniz arkadaşımızın yazdığı aynı ayet, Diyanetin mealiyle çok farklı anlamlara geliyor. Ne yazık ki Kur’an ayetleri ile işte böyle oynanıyor.

Mehdi konusunda bir yazıma yine bir kardeşimiz, mehdi konusu Kur’an da geçmez, onun için mehdilik konusu İslam ın içine sonradan sokulmuş bir olgudur dediğimde, bakın bana nasıl bir cevap vermişti bana.

(Değerli arkadaşım, öncelikle mehdi hadislerde geçer. Sadece Kur'an-ı Ker'im deki manalarla bir yere varılamaz.)

Kur’an dışı düşüncelerle İslam ı yaşadığımızda, işin sonunu tahmin etmemiz asla mümkün olmayacaktır. Kur’an ı emin olmadığımız, böyle bilgilerle anlarsak, acaba doğru yapmış olur muyuz sizce?

Hani Rabbimiz, sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum diyordu? Ne oldu bu ayetin hükmü, yoksa bu ayete iman etmiyor muyuz?

Gelelim konumuza. Ayette geçen, kendisine indirileni açıklaman sözünden ne anlamalıyız, burası çok önemli. Eğer ayetler anlaşılması zor, herkes tarafından anlaşılması mümkün değilse, bu durumda Kur’an ın birçok ayetinde geçen, biz ayetleri açık, seçik, anlaşılır bir şekilde indirdik ki öğüt alasınız, sözlerini görmezden gelmiş oluruz.

Yaradan birçok kez, yemin olsun ki bu kitabı sizler için kolaylaştırdım diyorsa, nasıl olurda Rahmanın gönderdiği kitabın, anlaşılması zor olduğunu söyleriz. Bu durumda peygamberimizin topluma Kur’an ile ilgili yaptığı açıklamaların, izahların anlamı çok daha farklı olmalı değil mi sizce de?

Peygamberlerin açıklamak, izah etmek ve ikna etmek gibi çok önemli görevleri vardır. Yoksa Allah ın indirdiği ayetler, verdiği örnekler anlaşılmıyor da, elçisi açıklıyor, anlaşılmasını sağlıyor, anlatıyor anlamında asla düşünemeyiz. Bunu düşünmek, Rahmana ve kitabına saygısızlıktır, ayrıca yüzlerce ayetine de ters düşer.

Allah gönderdiği kitaplar arasında bazı hükümleri kaldırdığını, değiştirdiğini açıklar Kur’an da.

Bakara 106; Biz bir ayeti siler, unutturur veya ertelersek ondan daha iyisini veya onun bir benzerini getiririz. Allah'ın her şeye gücü yeter olduğunu bilmedin mi?

Yeni indirilen kitaplarda, bu farklılıkları gören toplumlar, eski inançlarının kaldırıldığını gördüklerinde, elçilere itiraz etmişler ve yeni hükümleri kabul etmek istememişlerdir.

Peygamberlerin asıl görevi de bunları anlatmak, izah etmek ve toplumu ikna etmektir. Yoksa ayetler, çok açık ve anlaşılır bir şekilde indirilmiştir. Daha doğrusu açık ve anlaşılır olduğunu, bizzat Kur’an ın kendisi söylemektedir.
Bakın bu konu ile ilgili bir ayeti daha, sizlere hatırlatmak istiyorum.

Maide 101: Ey iman edenler, size açıklandığında sizi üzecek şeyleri sormayın; Kur'an indirildiği zaman sorarsanız, size açıklanır. Allah onu affetti. Allah bağışlayandır, (kullara) yumuşak olandır.

Gerçektende peygamberimizin görevi çok zordu. Çünkü o günkü toplumun bir kısmı Yahudi, bir kısmı ise Hıristiyan dı. Kur’an ayetleri indirilmeye başlandığında, daha önce yine ehli kitaba indirilen bazı hükümlerin değiştirildiğini gördüler ve peygamberimize itirazda bulundular, kabul etmek istemediler.

İşte bu ayet, bu itiraza cevap niteliğindedir. Ayetler indirilmeye başlandığında, hoşlarına gitmeyen, yani daha önce inandıkları konuların değiştirildiğini gördüklerinde, itiraz etmemeleri gerektiğini belirtiyor.

Bu konuda açıklama yapıyor ve diyor ki, bazı ayetlere itirazınız varsa, ayetler indirilmeye başlandığında, yani ayetin tebliği anında sorularınızı elçime sorun, bunun nedeni sizlere açıklanır. Daha sonraki toplumlar, bu konuda tartışmaya girmesin, itiraz etmesin. Çünkü Allah, daha önceki hükümleri kaldırdı, sizler için en doğrusu olan, en güzelini indirdi diyor Rabbimiz.

Peygamberlerin ayetleri anlatması, izah etmesi ve toplumu ikna etmesi konusunu, bu şekilde anlamalıyız. Yoksa HÂŞÂ Rabbimiz bizlerden istediklerini bizzat kendisi anlatamadı da, elçisi tercüme etti ya da bizlere izah etti demek, Rabbimize ve Kur’an a büyük saygısızlıktır.

Allah kullarının anlayamayacağı şekilde ayetleri neden göndersin. Allah sizce herkesin anlayamayacağı bir rehber gönderip, daha sonra bu kitaptan herkesi sorumlu tutar mı? Böyle bir adaleti beşere bile layık görmüyorsak, lütfen Rabbimize isnat etmeyelim.

Bizler ne yazık ki hurafe itikatlarımıza, Kur’an dan delil aramak için, Kur’an ın bir kelimesinden yola çıkarak, diğer ayetleri görmezden gelerek, onlarca hatta yüzlerce ayetine, taban tabana zıt anlamlar yükleyerek, büyük yanlışlar yapıyoruz.

Bakın Allah Kur’an için ne diyor?

Kamer 22: Yemin olsun ki, biz, Kuran'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var?

Yaradan bu ayeti, birçok kez tekrar ederek, Kur’an ı kolaylaştırdığını, kolay anlaşılan bir rehber indirdiğini söylüyor. Ayetin sonunda ise, fakat düşünen mi var diyerek, düşündüğümüzde, aklımızı kullandığımızda ayetleri anlayabileceğimizi söylüyor.

Enam suresi 104. ayetinde, bakın ne diyor.

Enam 104: Rabbinizden size gerçekleri gösteren deliller geldi. Artık kim gözünü açar hakkı idrak ederse kendi yararına, kim de (hakkın karşısında) körlük ederse kendi zararınadır. Ben başınızda bekçi değilim.

Lütfen bu ayeti dikkatle düşünelim. Bu ayette peygamberimizin bizlere ne söylemesini istiyor bakın Rabbimiz. Allah dan bizlere gerçekleri gösteren, gönül gözlerinin, nurunun, Furkan ın indirildiğini söylüyor. Sizce bir kitap, rehber Allah katından geliyorsa, bu rehberin anlaşılması için, bir başka kaynağa, herhangi bir beşerin açıklamalarına, izahına ihtiyacı olabilir mi? Adı üstünde FURKAN, eğriyi doğrudan ayıran.

Ayetin devamında söyledikleri çok düşündürücüdür. Kim gözünü açarda, Allah katından gelen bu nura sarılırsa, kendi yararına diyor. Kim körlük ederse de kendi zararına diyerek, aslında çok önemli bir ikaz yapıyor Rabbimiz. Demek ki körlük etmeyen, ayetleri anlayabiliyormuş.

Sizce körlük nasıl yapılır? Bugün bizler ne yazık ki bu körlüğü yapıyoruz. Ayetlerin üstünü örterek, görmezden gelerek neler söylüyoruz Kur’an için hatırlayalım.

—Kur’an da her bilgi yoktur, özet bilgiler vardır.
—Kur’an ı herkes anlayamaz, ilim sahibi kişiler anlar.
—İslam ı doğru yaşamak için, fıkıh kitaplarından istifade etmeliyiz.

Bu sözlere inanan hiç kimse, İslam ı yaşamak için, ilk önce Kur’an a müracaat etmez. Yani Kur’an ın ipine sarılmaz. Çünkü yanlış anlamaktan korkar. Birde her bilgi yoksa, neden baksın ki Kur’an a.

Her bilginin olduğunu söyledikleri, daha anlaşılır fıkıh kitaplarına bakmak, bu durumda daha kolay olmaz mı? İşte bizler ne yazık ki bu düşünceye inandırıldığımız içinde, körlük ediyor Kur’an yerine, doğruluğundan emin olmadığımız bilgilerin ardı sıra gidiyoruz. Her mezhep kendi doğrularına sarılmış yaşayıp gidiyoruz. İşte toplum Kur’an dan, böyle uzaklaştırılıyor.

Enam suresi 104. ayetin en sonunda, peygamberimizin bizlere söylediği söz, aslında sorumuza cevap veriyor ve bakın ne diyor.

—Ben başınızda bekçi değilim.

Düşünene, ibret alana bu cümle çok şeyler anlatıyor. Lütfen üzerinde dikkatle düşünelim. Bakın Rabbimiz Kur’an ı ne için indirmiş.

Nahl 89: (Ey Muhammed!) Her ümmetin kendi içinden üzerlerine bir şahit göndereceğimiz, seni de onların üzerine bir şahit olarak getireceğimiz günü düşün. Sana bu kitabı; her şey için bir açıklama, doğru yolu gösteren bir rehber, bir rahmet ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.

Rabbimiz peygamberimizi, bizler için mahşer günü şahit olarak getireceğini söylüyor. Peki şahitliği, sizce hangi konuda olacak? Elbette Kur’an ın şahitliğini yapacak. Tebliğ ettiği ayetler üzerinde olacak.

Ya Kur’an ın hiç bahsetmediği, tek kelime bile söz etmediği konuları, bunlarda Allah katındandır diyerek topluma sunulan konular hakkında, o gün ne söyleyecek dersiniz peygamberimiz, bunu düşünen var mı?

Ayetin devamında Allah elçisine, bakın Kur’an ı neden indirdiğini söylüyor.

(Sana bu kitabı; her şey için bir açıklama, doğru yolu gösteren bir rehber, bir rahmet ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.)

Her şeyin açıklandığı, doğruyu gösteren bir rehber, Allah katından inen bir rahmet, Müslümanlara müjde olan bir kitap, sizce anlaşılması zor ve her bilginin detaylı açıklanmadığı, anlaşılması için bir beşere muhtaç olabilir mi?

Allah bizlerin Kur’an ı doğru anlayabilmesi ve rehberliğinden istifade etmesi için, acaba rivayetlere bizleri muhtaç ederde, daha sonra bu kitaptan bizleri sorumlu tutar mı?

Emin olmadığın bilgilerin ardına düşmeyin diye, bizleri uyaran Allah ın ayetlerini, lütfen Kur’an ın rehberliğinde anlamaya çalışalım. Allah sanıya, yani emin olmayan bilgilerle imanını yaşayanlara bakın ne diyor.

Enam 116: Yeryüzündeki insanların çoğunluğuna uyarsan, seni Allah yolundan saptırırlar. Sadece sanıya uyarlar onlar ve sadece saçmalarlar.

Değerli din kardeşlerim, bizler Kur’an ı sanı ya da rivayetlerle anlamaya, yaşamaya kalkarsak, büyük hata yaparız. Çünkü Kur’an kendisini anlatan, ayetlerini nice örneklerle açıklayan eşsiz bir nurdur.

Allah Kur’an a, FURKAN ismini vermiştir. Furkan eğriyi doğrudan ayıran demektir. Eğriyi doğrudan ayıran bir kitap, nasıl olurda kendisini anlatamaz, açıklayamaz. Bunu nasıl düşünür ve inanırız.

Peygamberimiz sağlığında Kur’an dan başka hiçbir kitabı yazdırmamıştır. Eğer Kur’an ı okuyanlar anlayamamış olsaydı, onun yanında bunun açıklamasını da yapar ve yazdırırdı. Daha açıkçası, Kur’an ı anlayacağımız şekliyle yazdırırdı.

Yaradan açıklanmaya muhtaç bir rehber gönderip, daha sonrada kullarını bu kitaptan sorumlu tutar mı? Bunu da mı düşünemiyoruz.

Bugün günümüze kadar gelen hadisler, hiçbir zaman peygamberimiz tarafından yazdırılmamış, hatta hadis naklinde yapılan yanlışları gördüğünden, hadis naklini yasaklamıştır. Lütfen hadisleri araştırınız, hepsi ikinci ya da üçüncü şahıslardan, nakil yoluyla ulaşmıştır. Aynı konuda bile mezheplerin ellerinde, bir birine tamamen zıt hadis vardır.

Dört halife devrinin sona ermesiyle toplanan hadisler, o gün sayılarının 500 civarında olduğu söylenir. Lütfen Allah aşkına düşünelim, bugün milyonları aşan hadislerle Kur’an ı anlamaya çalışırsak, sizce halimiz nice olur Rahman katında? Hadislerin gün geçtikçe çoğalmasını, neden sorgulamıyoruz? Nereden çıkıyor bunca hadis diyen neden yok? Yorum ve karar sizlerin.

Çok güzel bir söz vardır, sizlerle paylaşmak istiyorum.

(Kur'an, her yönüyle bir haritadır. Kendimizi o haritanın bir yerinde bulamazsak, hakikatin parçası da olamayız...)

Kur’an ın bir yerinde olmak istiyorsak, ondan nasiplenip kurtuluşa ermek istiyorsak, lütfen Kur’an ı anlamak için, yine Kur’an dan yardım alalım. Kur’an bizlere kendisini anlatacak, nuruyla nurlandıracak ve bizleri en doğruya ulaştıracaktır. Allah boşuna, Kur’an ın ipine sarılın demiyor.

Dilerim Rabbimden, Kur’an ın ipine sıkı sıkı sarılan, onu anlayabilmek için çırpınan, çaba harcayan, kendi imtihanını başkasına bırakmadan, düşünerek iman eden, Rabbin halis kullarından oluruz.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

247
Kur'an-ı Kerim / Rivayetler Kur'an ın Önüne Geçerse
« : 17 Temmuz 2013, 12:52:21 »

Bizler Kur’an ı anlamaya çalışırken, yararlandığımız yöntem yanlış ise, edindiğimiz bilgiler Kur’an ın önüne geçerek, bizleri yanıltacaktır. Bu konuda sizlere, bazı örnekler vermek istiyorum.

Kur’an eşcinselliği yasaklamış ve bu konuda önlemler alınması için, tedbirler de almıştır. Önce Kur’an dan bu konuda ki ayeti hatırlayalım.

Nisa 16: İçinizden iki erkek fuhuş/livata yaparsa onlara eziyet ediniz; eğer tövbe edip uslanırlarsa, artık onlara eziyetten vazgeçiniz. Çünkü Allah, tövbeleri kabul edendir, merhamet sahibidir.

Sanırım ayet çok açık, izaha bile gerek yok. Şimdide rivayetlere bakalım, bu konuda neler söylüyor. Bu suçu işleyene, nasıl bir ceza verilir diyor.

(1586 - İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: "Kimin Lüt kavminin sapık işini yaptığını görürseniz, fâili de mef'ülü de öldürün."
Tirmizî, Hudud 24, (1456); Ebü Dâvud, Hudud 29, (4462, 4463).

Tirmizî, Ebü Hüreyre'nin de böyle bir rivayette bulunduğunu belirtir. Ebü Dâvud'da İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ)'tarı yapılan bir rivâyette: "Livata yaparken yakalanan bekâr (yani muhsan olmayan kişi) de recmedilir" denmiştir.)
Ebû Dâvud, Hudud 30, (4464); Tirmizî, Hudud 23, (1454).

Ne dersiniz, peygamberimiz apaçık Allah ın ayeti dururken, zina yapan kişilerin öldürülmesine emir verir mi? Düşünmeden Kur’an ile karşılaştırmadan bu sözlere iman edersek, şunu unutmayalım, peygamberimize iftira atmış oluruz.

Rivayetlerin Kur’an ın önüne geçtiğine, bir örnek daha vermek istiyorum. Allah kimlerle evlenilemeyeceği konusunda detaylı bir liste vermiştir bizlere. Ayeti hatırlayalım.

Nisa 23: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren analarınız, süt bacılarınız, eşlerinizin anaları, kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı. Eğer onlarla (nikâhlanıp da) henüz birleşmemişseniz kızlarını almanızda size bir mahzur yoktur. Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi birden almak da size haram kılındı; ancak geçen geçmiştir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.

Ayette dikkatimizi çeken ve konumuzla ilgisi olan bölümü, SÜT BACILARINIZ yani, farklı anneden süt emmiş, normalde kan bağı olmadığı halde, aynı anneden süt emerek büyüyen, sütkardeşlerinizle evlenemeyeceğimiz açıklanıyor.

Sütkardeşlerinizle evlenemeyeceğimizi söyleyen Yaradan, bu konuda fazla detay özellikle vermemiştir. Sanırım detay vermemesinin nedeni, bizleri çok daha sıkıntılı bir konuma düşürmeyip, sorumluluk altına sokmamak için olsa gerek. Çünkü Rabbimiz ne diyordu, yemin olsun ki bu kitabı, bu dini sizler için kolaylaştırdım, gereken her bilgiyi verdim.

Örneğin farklı anneden yanlışlıkla, birkaç yudum emen bir çocuğun, bilmeden sorumluluk altına girebileceği bir durumla karşı karşıya gelebilirdi. Allah aynı anneden emen ve aynı sütle beslenerek büyüyen çocukların, birbiriyle ve emzirenle evlenmemesi gerektiğini söylüyorsa, demek ki sütten geçen bünyenin gelişimini etkileyen, çok önemli bir durum var demektir.

Bizlerin Kur’an ı anlamaya çalışırken unutmamamız gereken, İslam dininin akıl ve ilim dini olduğudur. Yaradan bir emir veriyorsa, onun ilimle ve akılla çelişmesi mümkün değildir. Birkaç damla emilen sütten, hiçbir şey olmayacağını, bünyeyi kalıcı etkilemeyeceğini, uzun zaman emerek gelişimini, bu şekilde tamamlamasının gerektiği, ilmi ve akli bir düşüncedir.


Ayette detay göremeyen geçmiş Müslüman toplumları, bu konuda çok farklı inançlara sahip olmuşlardır. Bu konuda küçük bir alıntı yapmak istiyorum.

(İki buçuk yaşından küçük iki çocuk aynı kadından süt emince, sütkardeşi olurlar. Birbirleri ile evlenemezler.
Hanefî ve Malikî mezheplerinde, bir kadından bir damla bile süt emen erkek ve kız, sütkardeşi olur. Kadın bunların sütanneleri olur. Şafiî ve Hanbelî'de ise ayrı ayrı beş defa içmedikçe sütkardeşi olmazlar. Hanbelî'de her yaşta içen sütkardeş olur. Diğer üç mezhep imamı iki buçuk yaşından yukarı iken içince, sütkardeş olmazlar der.)

Bu konuyu Kur’an bütünlüğünde düşündüğümüzde, Allah bebeklerimizi 2 yaşına kadar emzirmemizi önerir. Buradan da anlaşılıyor ki, anne sütü bebeklere iki yaşına kadar gerekli.

Tıbbın ilerlemesi ile bu konuya çok daha güzel bir cevap alacağımızı düşünüyorum. Acaba anne sütünden çocuğa, ne kadar emzirmenin sonucunda, annenin genlerindeki özellikler geçer? Yaradan bu konuda bir detay vermediyse, bu konuyu araştırmak ve bulmak bizlere düşer.

Toplumlar mezheplere bölününce, inançlar ve itikatlarda bu kadar çeşitlilik arz ediyor. Bu çeşitliliği körükleyen, elbette rivayet hadisler çok etkili. Bakın size bir örnek.

5639 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Kur'ân olarak inenler meyanında "Ma'lüm on emme ile haram sabit olur" âyeti de vardı. Sonra (Rab Teâla) onları, malum beş emme ile neshetti. Bu (beş emme) ayetleri, Kur'ân'ın okunan ayetleri arasında iken Aleyhissalâtu vesselâm vefat etti."

Müslim, Radâ' 24, (1452); Muvatta, Radâ' 17, (2, 608); Ebu Dâvud, Nîkâh 11, (2062); Tirmizi, Radâ' 3, (1150); Nesâî, Nikâh 51, (6,100).

Yine Kur’an ayetlerinin önüne geçen bir rivayet. Bu konu ile ilgili çocuğun on kez emme ile sütkardeşlerinin, evlenmesi haram oluşturduğuna dair, önce bir ayetin indirildiği söyleniyor. Daha sonra Rabbimiz HÂŞÂ fikrini değiştirip, bunu beş emme ye indirip, diğer ayetin hükmünü kaldırdığı belirtiliyor.

Çok daha korkuncu, beş emme Kur’an da olmasına rağmen, o sıralarda peygamberimiz vefat etti diyerek, bu ayetin şu anda Kur’an a geçmediğini söyleyebiliyor ve bizlerde bu hadisi kitaplarımıza geçirebiliyoruz. Bu sözlere göre, Kur’an şuanda eksik diyoruz, farkında mısınız?

Hiç sanmıyorum, çünkü inancımızı Kur’an a göre değil, rivayetlere göre yaşıyoruz da ondan.

Ne diyebilirim ki, bizler İslam ı işte böyle yaşıyoruz. Elbette Kur’an dan uzak İslam ı yaşamanın da cezasını çekiyoruz. Daha ne musibetlerle cezalandırılacağız kim bilir. Allah yardımcımız olsun.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

248
Kur'an-ı Kerim / Allah ilmini ne zaman geri alır
« : 25 Haziran 2013, 11:55:16 »

Kur’an öyle bir nurlu ışık ki, ondan istifade etmek isteyenin, önce gönül gözüne, Kur’an ın gözlüğünü takması gerekir.

Eğer gönül gözüne Kur’an ın gözlüğünü takmayıp, hakka batıl karıştırmışsa, onun nurundan istifade etmesi, gerçekleri görmesi de, asla mümkün olmayacaktır.

Allah ilmini ancak, bu ilmin değerini bilmeyenlerden, ondan istifade etmek yerine, edindikleri velilerin kitaplarını rehber almaya kalkanlardan ilmini geri alır.
Bakın Allah, Kur’an için ne söylüyor.

Enam 104: Gerçekten Rabbinizden size birçok deliller geldi, artık kim gözünü açarda, onları görürse kendi lehine, kim de körlük ederse, kendi aleyhinedir. Ve o durumda ben sizin bekçiniz değilim.

Muhammed 24: Peki bunlar, Kur'an'ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpler üzerinde o kalplerin kilitleri mi var?

Yaradan doğru yolu bulabilmemiz adına, bizlere birçok delili Kur’an ile gönderdiğini söylüyor. Lütfen dikkat ediniz, yalnız Kur’an. Kim gözünü açarda Rabbin sözlerini dinlerse, kendi lehine, kimde Rahmanın sözleri yerine, beşerin sözlerine kulak verirse, kendi aleyhinedir diyor.

Devamındaki ayette de, bizlere çok dikkat çekici bir ipucu veriyor Yaradan. Kur’an ayetleri üzerinde dikkatle ve itinayla düşünmemizi istiyor. Devamında ise çok daha düşündürücü bir söz söylüyor.

Ayetler üzerinde düşünüp de, anlayamadığını söyleyenleriniz varsa, onların mutlaka kalpleri üzerinde kilitleri vardır diyor.

Bu uyarıdan ders alana ne mutlu.

Allah Kur’an ın ipine sarılarak, ayetler üzerinde düşünerek, asla Kur’an ın sınırlarını zorlamadan, orta yolu izleyen bir toplum olmamızı ister. Yine bakara suresi 42. ayetinde de bizleri bakın nasıl uyarır.

(BİLEREK HAKKI BATIL İLE KARIŞTIRMAYIN, HAKKI GİZLEMEYİN.)

Peki, bu sözden bizler ne anlamalıyız? Allah ın emrettiği Kur’an dışından, dine asla ilaveler yapmadan, inancımızı Kur’an ın özünde yaşanması gerektiğini söylüyor Rabbimiz.
Fakat bizler ne yazık ki, Kur’an dışından öyle ilaveler yaptık ki dine, şimdi de neyin doğru neyin yanlış olduğunun ayrımını yapamıyoruz. Hurafeler öyle içimize girmiş ki, bunlar dinden değildir diyenleri, dinsiz ilan eder olmuşuz.

İslam dininin tek kaynağı ve sorumlu olduğumuz yalnız Kur’an dır. Bunu söyleyen Yaradandır, Kur’an dır bu gerçeği göz ardı etmeyelim. Allah sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum, Kur’an ın ipine sarılın diyorsa ayetinde, sizce İslam dininde, sorumlu olduğumuz başka kaynak olabilir mi?

Peygamberimizin sünnetini yani Kur’an ı yaşamına geçirme şeklini, günümüzde sanki Allah ın hükümlerine ilave gibi gösterenler, şunu sakın unutmasınlar, Allah hükmüne hiç kimseyi ortak etmez diyorsa ayetinde, lütfen Rabbimize kulak verelim.

Peygamberimizin sünnetti farklı, Allah ın sünneti farklı gösterenler, dini bölen ve parçalayanlardır. Peygamberimizin sünneti, yaşamı Allah ın sünnetinin hayata geçiriliş şeklidir. Bunları farklıymış gibi gösterenler yüzünden, bu din bölündü, parçalandı.
Rivayetler ve sanı dinde hüküm koyucu asla olamaz, bunu unutmayalım. Elbette tamamen yokta saymak doğru olmaz. Her bilgi dikkatle araştırılmalı ve mutlaka Kur’an dan onay alınmalı ve öyle yararlanılmalıdır.

Eğer Kur’an din ve iman adına bizlere yeterli olmasaydı, peygamberimiz sağlığında, tıpkı Kur’an gibi bu bilgileri de yazdırıp, bizlere sağlıklı ulaşmasını sağlar, Rabbimizde bu bilgileri koruması altına alırdı.

Allah o günkü topluma, size indirdiğimiz Kur’an yetmiyor mu, bu Kur’an dan sonra hangi söze inanacaksınız diyorsa, bugün bizler bu ayetleri görmezden gelmemiz, bizleri Kur’an dan uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.

Peygamberimiz sağlığında, hiçbir hadis yazdırmamış, hatta yazımını yasaklamıştır. Önce yasaklamış, daha sonra izin vermiştir diyenler, dört halife devrinde, hadis naklinin yasaklandığı konusunda verilen çabaları iyi araştırmalıdırlar.

Dikkat ederseniz hadislerin hitap şeklinde, genel olarak, peygamberimizin ümmetine hitabı yoktur. Hepsi ikinci, üçüncü şahıslar tarafından duyduklarını, nakil yoluyla günümüze ulaştırmışlardır. Bu çok riskli bir nakil şeklidir.

Dört halife devrini araştırdığımızda, bu yasağın devam ettiğini görmekteyiz. Ne zamanki kendi aralarında halife seçilemedi ve İslam mezheplere bölündü, işte bundan sonra her mezhep, kendince doğru rivayet hadisleri toplamaya ve bu yönde imanlarını yaşamaya başladı. SİZCE BU YOLU ALLAH VE RESULÜ BİZLERE ÖNERİR Mİ?

Çok daha ilginci, hadislerin ilk toplanmaya başlandığı dönemde, toplanan hadis sayısının, 500 kadar olduğu rivayet edilir. Günümüzde ise milyonları geçmesi ve daha da ilginci, sayının gün geçtikçe artması, İslam ı bu bilgilerle yaşamanın, ne derece büyük tehlikelerle dolu olduğunu göstermeye sanırım yetecektir.

Lütfen unutmayalım, Allah yalnız Kur’an ı koruması altına aldığını söylüyor. Birileri çıkıp ta, hayır yalnız Kur’an ı değil, peygamberimizin rivayet hadislerini de Allah koruması altına almıştır diyorsa, lütfen bu ve buna benzer sözlere inanarak, Allah ın ilminden uzaklaşmayalım.

Peygamberimizin yaşamı, hayata bakışı, bizler için örnektir. Bu örneği verende Kur’an dır. Bu konuları doğru araştırmalı ve peygamberimizin hayata bakışını iyi öğrenmeliyiz. Allah elçisine verdiği görev, yetki ve sorumluluk çok açık bir şekilde anlatılmıştır Kur’an da. Bunu doğru anlamalıyız. Hiç kimse bu yetki ve sorumluluğa ilaveler yapamaz. Yapmaya çalışırsa dinden uzaklaşır.

Yüce Rabbimiz ilmini, nasıl bu toplumdan geri alacağını, peygamberimizin Kur’an ın özünü, amacını anlatan aşağıdaki rivayet hadisinden, ibretle okuyalım.

Okuyalım ki, içinde bulunduğumuz korkunç yanlışın farkında olalım. Doğru ve faydalı bilgiden kim faydalanmaz? Yeter ki Kur’an dan onay alsın. İşte peygamberimizin sünnetinden, o güzel sözlerinden, böyle faydalanmalıyız.

4108 - İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Allah ilmi (verdikten sonra), insanların (kalbinden) zorla söküp almaz. Fakat ilmi, ülemayı kabzetmek suretiyle alır. Ülema kabzedilir, öyle ki, tek bir âlim kalmaz. Halk da cahilleri kendine reis yapar. Bunlara meseleler sorulur, onlar da ilme dayanmaksızın (kendi reyleriyle) fetva verirler, böylece hem kendilerini hem de başkalarını dalâlete atarlar."
Buhari, İlim 34, İ'tisam 7; Müslim, ilm 13, (2573); Tirmizi, ilm 5, (2654).

O kadar güzel bir örnek ki, tamda günümüz olaylarını, içinde bulunduğumuz açmazı ve yaptığımız yanlışları tarif ediyor. Günümüzde, âlim- ilim sahibi dediğimiz kişiler, bu örneğe ne kadar çok uyuyor.

Bu kişilerin, topluma karşı din ve iman adına konuşmalarına, sohbetlerine baktığımızda, Allah ın hiç bahsetmediği, hüküm vermediği o kadar çok konuları, bunlarda Allah katındandır, sorumluyuz dediklerini görüyoruz.

Televizyonlarda boy gösteren ve halkın sorularına cevap veren kişilerin söylemlerine bakıp, Kur’an ile karşılaştırdığımızda, ne yazık ki bu toplumun âlim, ulema dediği kişilerden Rabbimizin Kur’an ilmini, geri aldığını açıkça görüyoruz.

Hâlbuki Rabbimiz açıklamadığı, hüküm vermediği konularda konuşmamızı, nasıl HARAM kıldığını, bakın ayetinde nasıl açıklıyor.

Araf 33; De ki: "Rabbim, ancak şunları HARAM kıldı: "İğrençlikleri-görünenini, gizli olanını-günahı, haksız yere saldırmayı, hakkında hiçbir kanıt indirmediği şeyi Allah'a ortak koşmayı, bir de Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemeyi."

Allah ayetinde çok açık bir hüküm veriyor ve diyor ki, hakkında hiçbir kanıt indirmediği konuları, Allah a nispet etmeyi ve Allah hakkında yani onun katından açıklama yapmadığı, detay vermediği konuları da söyleyip, konuşmamızı HARAM KILDIĞINI SÖYLÜYOR.

Değerli din kardeşlerim, lütfen Rabbin bu hükmü üzerinde bir an düşünelim. Allah Kur’an da açıklamadığı, detay vermediği halde, bunlarda Allah katındandır diyerek, televizyonlarda âlim, din bilgini sıfatıyla konuşanların anlattıkları, sizce HARAMI tıka basa yemek değil midir?

İşte Allah ilmini, böyle geri alır toplumdan. İlimden bahseden ilimsizlerin ardına düşersek, Kur’an da her şey yazmaz diyerek, Allah ın hiç bahsetmediklerine, bunlarda Allah katındandır diye inanırsak, BU TOPLUMDA NE İLİM KALIR, NEDE ÂLİM.

Toplum olarak Kur’an ı anlamaya çaba harcamamız gerekirken, emin olmadığımız bilgilerin ardına düştük, Kur’an ı rivayetlerle anlamaya çalışıyoruz. Bu yanlışı yapanları uyarıp, bu bilgileri gelin Kur’an a soralım, ondan onay alalım dediğimiz de ise, sen bilmem kim âlimden, ulemadan, şeyh efendiden daha iyimi bileceksin sözleriyle, emin olduğumuz Kur’an ın tarafında olmamız gerekirken, emin olmadığımız bilgilerin, kişilerin savunuculuğunu yapıyoruz. Allah bizleri affetsin.

Bizler eğer inancımızı Kur’an merkezli, Kur’an onaylı yaşamayıp, sanı ve emin olmadığımız rivayetler üzerine yaşarsak, âlim, ulema zannettiklerimizin, bataklığında boğulup gideriz. Her bilgiden elbette yararlanmalıyız, ama bir şartla. Kur’an onay veriyorsa, onun iznini alıyorsak.

Yaptığımız ibadetlerimizin, Rahmana yaptığımız dualarımızın kabul edilmesini, karşılık bulmasını istiyorsak, Kur’an dan başka rehber edinmeden, onun ipine sarılmalıyız.

Din ve iman adına takip edilecek ilim yalnız Kur’an dır. Aramızda bölünerek, eğer din adına farklı şeyler söylüyorsak, ilimden uzaklaşmışız demektir. Bakın Yaradan bu konuda nasıl uyarıyor bizleri.

Allah açıkça bilgiye yani ilme dayalı, ayrıntılı açıkladığımız bir kitap indirdik diyor ayetinde.

Araf 52: Gerçekten, onlara inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olarak, bilgiye dayalı ayrıntılı açıklamalarda bulunduğumuz bir kitabı ulaştırmıştık.

Peki, bizler bu kadar açık ayetler dururken, nasıl bir saygısızlık yapıyoruz Allah ın ilmine? Kur’an ı herkes anlayamaz, Kur’an da her konu detaylı açıklanmamıştır diyoruz. İşte böylece bizler, bunlara inandığımız için, kendi ellerimizle Allah ın ilminden uzaklaşıyoruz. İlimsiz, rehbersiz bir toplum oluyoruz.

Allah dayanılacak, yardım istenecek veliniz yalnız benim diyorsa, yardımı, şefaati yalnız Allah dan dilemeliyiz. Bütün şan ve şerefimizin Kur’an da olduğunu söylüyorsa Yaradan, sizce o kitapta her bilgi, detaylı ve açık anlatılmayıp, anlaşılması zor olabilir mi?

Enbiya 10; And olsun, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?

Gönül gözleri açık olup, tüm gerçekleri görenlere ne mutlu.

Dilerim, Allah ın gerçek ilmi ile gönlünü aydınlatan, Rabbin halis kullarından oluruz. Yine dilerim, imanını hurafe ve sanı ile değil, eğriyi doğrudan ayıran, Allah ın nuru FURKAN ile yaşayan, kulları arasında oluruz.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

249
Allah Kur’an ı, sizlere rehber olsun diye indirdim der bizlere. Madem rehberimiz Kur’an, onun tüm ayetlerine koşulsuz iman etmeliyiz. Öyleyse ayetlerin emredildiği şekliyle, değiştirmeden, bazı ayetleri görmezden gelmeden, gerçek manasıyla hayatımıza geçirmeliyiz ki, Allah ın nurundan, rehberliğinden gerektiği ölçüde istifade edebilelim.

Allah bizlere, rehber olsun diye indirdiği Kur’an ı, yalnız sizler için rehberdir diyerek, serbest bırakmamıştır bizleri. Çok açık ve net bir hüküm veriyor Zühruf suresi 44. ayetinde ve bakın ne diyor?

( BU KİTAPTAN SORUMLU TUTULACAKSINIZ.)

Madem Kur’an dan sorumlu tutulacağız, hesaba çekileceğiz, o zaman sorumlu olduğumuz, Kur’an ı anlamaya çalışırken izlememiz gereken yol, yöntem nedir, onu önce doğru anlamalıyız.

Kur’an a baktığımızda, bizlerin anlamadığı bir dilden yazıldığını görürüz. Bu durumda ne yapmalıyız? Çünkü Yaradan büyük bir sorumluluk yüklemiş bizlere ve demiş ki, bu kitaptan hesaba çekeceğim sizleri.

Şöyle düşünelim, acaba sorumlu olduğumuz, imtihana çekileceğimiz Kur’an ı anlayabilmemiz için, Arapça bilmeyen tüm toplumların, Arapça mı öğrenmesi gerekir? Allah böyle bir zorlukla, bizleri karşı karşıya bırakır da, birde ondan sorumlu tutar mı? Önce bu soruya, doğru cevap bulmalıyız.

Bazı kesimin söylediği gibi, Kur’an başka dillere, tam olarak çevrilemez mi? Bu düşünce Kur’an dan, asla onay almaz. Çünkü Allah, yemin olsun ki sizler için, bu kitabı kolaylaştırdım diyorsa birçok kez ayetlerinde, başka dile tam olarak çevrilmeyen bir rehber gönderip, daha sonrada tüm kullarını sorumlu asla tutmaz. Bu düşünce, Allah ın adaletine büyük saygısızlıktır. Lütfen bunu unutmayalım.

Peki, Allah Kur’an ı neden Arapça indirmiş? Gelin şimdi onu anlayalım ki, bizlere yol göstersin.

Fussilet 44: Eğer biz bu Kur'ân'ı yabancı bir dilde indirseydik, onlar kesinlikle, “Ayetlerinin açıklanması gerekmez miydi? Bir Arap'a yabancı bir dille söylenir mi?” diyeceklerdi. De ki: “O, inananlar için bir yol gösterici ve gönüllerine şifadır. Kâfirlerin kulaklarında ağırlık vardır ve Kur'ân onlara kapalıdır; sanki onlara uzak bir yerden sesleniliyor.”

Rabbimiz ne kadar güzel açıklamış değil mi dostlar, Kur’an ın neden Arapça indirildiğini. Eğer yabancı bir dilde indirseydik, itiraz ederdiniz ve bizim anlamadığımız dilden indirilir mi Kur’an derdiniz diyor.

İşte aynı soruyu bugün bizler, Kur’an başka dile tam olarak çevrilmez, diyenlere sormalıyız ve demeliyiz ki;

ALLAH ARAPÇADAN BAŞKA DİLE, TAM OLARAK ÇEVRİLMEYEN BİR REHBER GÖNDERİP, DAHA SONRA TÜM ALEMİ KUR’AN DAN MI SORUMLU TUTACAK?

Ne dersiniz, Rabbimiz başka dile tam çevrilmeyen bir rehber gönderip, daha sonra tüm kullarını sorumlu tutar mı? Elbette mümkün değil. Allah ın adaletini bu denli basitleştirenler, elbette bunun hesabını mahşer günü vereceklerdir.

Lütfen Fussilet 44. ayeti tekrar okuyalım ve Rabbimiz neden Kur’an ı Arapça indirmiş, onu önce çok iyi anlayalım. Eğer ayetlerin manalarını, anlatmak istediklerini doğru anlayamazsak, ondan gereği gibi istifade etmemizde mümkün olmayacaktır.

Yaradan yukarıdaki ayetle, Kur’an ile ilk muhatap olan toplumların elinden, öne sürebilecekleri bahanelerini alıyor ve o toplumun anladıkları dilden, apaçık indiriyor Kur’an ı. Peki ya diğer toplumların durumu ne olacak?

BU DURUMDA ARAP OLMAYAN, TÜM YARATTIĞI KULLARINA, BAHANE YARATABİLECEK BİR DURUMLA KARŞI KARŞIYA BIRAKIRDA, BAŞKA DİLLERE TAM OLARAK ÇEVRİLMESİ MÜMKÜN OLMAYAN, BİR REHBER KİTAP İNDİRİP, DAHA SONRADA BU KİTAPTAN HESAP SORAR MI SİZCE RABBİMİZ?

Elbette böyle bir düşünce, Allah a ve Kur’an a saygısızlıktır. Peki, bu düşüncelere nereden kapılıyoruz? Kur’an ı rehber almayıp, sanı ve rivayetler ile Kur’an ı anlamaya çalışırsak, böyle bir sonuç çıkması kaçınılmaz olacaktır.

Günümüzde bizlere öğretilen bir yanlışta, sen anlamını bilmesen de Kur’an ı oku, Allah sevap yazar mantığıdır. Önce sevabın ne olduğunu, doğru anlamalıyız.

Sevap, Allah ın istediği, hoşnut olduğu bir değeri üretmekle kazanılır, önce bunun bilincine varmalıyız. Bu değeri üretmeninde yolunu, Kur’an öğretir bizlere. Eğer bizler Kur’an ı anlamadan okuyorsak, nasıl olurda bir değer üretmenin yolunu öğrenmeden, güzel bir başarıyı ortaya çıkarmadan, sevap kazanacağımızı söyleriz ve buna inanırız? Bakın Rabbimiz bizleri ne için yaratmış.

Mülk 2:"O hanginizin daha güzel iş yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O üstündür, bağışlayandır"


Elbette Arapçasından okumamızda, hiçbir sakınca yok. Ama önce Kur’an ın indiriliş amacını yerine getirmek için bilerek, anlayarak, düşünerek okumalıyız ki, onun rehberliğinden gereği gibi istifade ederek, sevap kazanabilelim.

Ben iyilik yapacağım, ben zekât vereceğim, ben namaz kılacağım, ben doğru ve güzel işler yapan bir insan olacağım demekle mi sevap kazanırız, yoksa bu güzellikleri hayatımıza geçirmekle mi sevap kazanırız?

Okulda imtihan yapan öğretmene, hocam ben kitabı çok okudum, dememiz mi bizlere yüksek not aldırır, yoksa imtihana girip, dersimizi çalıştığımızı hocamıza kanıtladığımızda mı geçerli not alırız?

Lütfen bizleri Allah ile aldatanların oyununa, artık gelmeyelim. Kur’an gerçeklerinden bizleri uzaklaştırıp, kendi nefislerinin esaretine alanların oyunlarını, FURKAN ile bozalım. Kur’an ile aramıza ördüğümüz, beşeri duvarları yıkalım ki, Rabbin istediği gerçek kullar olabilelim.

Tüm İslam âlemi, Kur’an ı anlamasa da bolca okuyor, hatta bir makam ilave ederek, kulağa hoş gelen güzel okuma yarışmaları da yapıyor. Ama Allah ın istediği ölçüde, amaçta okumadığımız için, sonuca ulaşamıyoruz, okuduğumuzla kalıyoruz.

Okuduklarımızın meyvesini ortaya çıkarmadığımız sürece, Allah ın istediği bir toplum olmamızda, asla mümkün olmayacaktır.

Allah Kur’an da düşünmeye, aklımızı kullanmaya çok önem verdiğini gösterir ayetlerinde. Bizler İslam toplumu olarak, din ve iman konusunda düşünen, aklını kullanan, sorgulayan bir toplum olamadığımız içindir ki, dinde bölündük, parçalandık, yetmiyormuş gibi, birbirimize düşman olduk.

Demek ki Kur’an ı çok okumakla değil, GEREĞİ GİBİ OKUMAKLA ve okuduğumuzu anlayıp, yaşamımıza geçirmekle huzuru, mutluluğu yakalarız. Kur’an ı böyle okumakla, onun rehberliğinden istifade ederiz. Elbette bu şekilde ancak sevap kazanabiliriz, bunu unutmayalım.

Demek ki Kur’an ı mutlaka, ANLADIĞIMIZ DİLDEN OKUMALIYMIŞIZ. Hatırlayınız Allah ın indirdiği tüm kitaplar, o günkü toplumun dili ile indirildi. Anlasınlar, düşünsünler ve onlara rehber olsun diye.

Hıristiyan toplumlarda, ruhban sınıfının güç kaybetmemesi ve toplumu istedikleri gibi yönetebilmek için, onlarda yüzlerce yıl, indirilen İncil i başka dillere tercüme ettirmediler. Bunun günah olduğunu söylediler. Böylece ruhban sınıfı, Allah ın dinini, kendi nefis ve ihtirasları yönünde yönettiler. Daha sonra toplumların bilinçlenmeleri sonunda, bu yanlışın farkına vardılar. Şimdi her ülke, kendi dilinden okuyor İncili.

Buradan da anlaşılıyor ki, ilk yapmamız gereken, Kur’an ı anladığımız dilden okumak. Niçin anlayarak okumalıyız, sanırım burası önemli.

Duhan 58: Böylece biz Kur'ân'ı senin kendi dilinde kolay anlaşılır kıldık ki, DÜŞÜNÜP ÖĞÜT ALSINLAR.

Demek ki anlayarak okumamızın asıl nedeni düşünmek, aklımızı devreye sokmak içinmiş. Rabbimiz Kur’an ı, öğüt almanız için indirdim demiyor muydu? Ama bugüne kadar birileri, siz Kur’an ı anlayamazsınız, onu veli insanlar anlar demiyorlar mıydı bizlere?

Ne dersiniz, bizler Allah ın söylediği gibi, Kur’an ın muhkem ayetlerini anlayarak, düşünerek okuduğumuzda, anlamamız mümkün değildir diyenlere, inanmalı mıyız bu durumda?

Yoksa Rahmanın söylediği gibi, ayetlerin üzerinde düşündüğümüzde, aklımızı kullandığımızda anlayabilir miyiz? Bunun kararını herkes kendisi verecektir. Bakın Allah bu sorumuza nasıl cevap veriyor.

Muhammet 24: Peki bunlar, Kur'an'ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpler üzerinde o kalplerin kilitleri mi var?

Ne yazık ki düşünen bir toplum olmaktan çıkarıldık. Sorgusuz itaat eden bir toplum olduk. Kalplerimiz kilitli, kilidi açıp aydınlığı, gerçekleri görebilmemiz için, anahtarını Kur’an dan almak yerine, beşerin kitaplarından almaya çalıştık. Öyle olunca da, sonuç ortada, ama farkında bile değiliz.

Madem imtihanımız Kur’an dan, onun tam olarak her dile çevrilemediğini ve herkesin Kur’an ın muhkem ayetlerini anlayamayacağını söylememiz, sizce Rabbimize karşı nasıl bir saygısızlıktır, bunun farkın damıyız? Böyle bir zorlukla Allah, kullarını imtihan eder mi?

Her zaman verdiğim örneği, tekrar vermek istiyorum. Okuldayız ve öğretmenimiz bizlerin sınıf geçme imtihanı için bir kitap dağıttı. Bu kitabı okuyun, sizleri bu kitaptan imtihan edeceğim dedi. Bizler baktık ki kitap, bizlerin anlamadığı bir dilden yazılmış. Bu durumda öğrenciler olarak, öğretmene karşı tavrımız ne olur?

Samimiyetimle söylüyorum, sınıfın tamamı güler ve öğretmenin şaka yaptığını bilir, kimse ciddiye bile almaz.

Peki, bizlere aynı yol ve yöntemi, çok daha ciddi bir konuda, yani imanımız konusunda yapanlara karşı, neden aynı tavrı takınmıyoruz. Bizler o sınıfın öğrencileri kadar olamıyor muyuz yoksa?

Sizler Kur’an ı anlayamazsınız diyenlere itiraz edip, Allah bizleri Kur’an dan imtihan edeceğini söylüyorsa, nasıl olurda bizler Kur’an ı anlayamayız, böyle bir imtihan, mantık olur mu, neden demiyoruz?

İşimize öyle geliyor. İmtihana bizzat çalışmak, çaba göstermek yerine, birileri bizim yerimize çalışıp, bizlerin imtihanını kolaylaştırsın diye düşünüyoruz. Ama yanılıyoruz. Gerçekleri göremiyoruz, çünkü kalplerimiz mühürlü, mühürü açmak için, hiçbir çaba harcamıyoruz.

Ya yanlış bir yol üzerinde ise, güvendikleri kişiler, edindikleri veliler, şeyhler, dervişler, efendiler. Allah İslam dininde, ruhban sınıfı yoktur derken, sizce neyi kast ediyor olabilir?

Hiç kimsenin, bir başkasının yerine imtihanını yaşayamayacağı, hiç kimseyi din ve iman adına yönlendirme yetkisinin olmadığıdır, ruhban sınıfının dinde olmaması.

Ama bizler, hem İslam dininde ruhban sınıfı yoktur deriz, hem de velisi, şeyhi olmayan cennete gidemez diyerek, iman ettiğimiz onca ayetin tersini yapmakta, bir sakınca görmeyiz. Çünkü nefsimizin azgınlığı, ayetleri görmemizi engeller de ondan.

Allah çok dikkat çekici bir uyarıda bulunur, bu konuda Kur’an da. Elbette beşerin sözlerini daha çok öğüt olarak aldığımız için, Rabbin bu gerçeklerini göremiyoruz.


Araf 3: “Rabbinizin katından size indirilene uyun; O'ndan başka önderlerin (velilerin) ardından gitmeyin. Ne kadar az tutuyorsunuz aklınızda, bu (öğüdü).

Allah çok açık bir uyarıda bulunuyor ve Rabbinizin katından size indirilene uyun diyor. Tüm bunları okuyoruz ve inandık diyoruz. İşte bundan sonra hayatımızda yaşadıklarımızla, ayetlerin tam tersini yapacak kapıyı aralıyoruz ve diyoruz ki, Allah katından indirilenleri, bizler anlayamayız.

Düşünebiliyor musunuz Allah, kullarının anlayacağı şekliyle indirmiyor, bizleri başka velilere mi muhtaç ediyor? Ayetin devamındaki sözler, aslında bunları söyleyenleri yalanlıyor ve bakın ne diyor.

(O'ndan başka önderlerin (velilerin) ardından gitmeyin.)

Aslında ayetler o kadar açık ve net her şeyi söylüyor ki anlayan a, anlamak isteyene elbette. Allah bizleri Kur’an dışından, hiçbir kaynağa yönlendirmiyor. Her bilgininde Kur’an da apaçık ve birçok örneklerle açıklandığını yazıyor. Hiçbir eksik olmadığını dahi söylüyor bizlere. Ayrıca din ve iman adına, beşeri kişilerin de veli-önder edinilmesini de yasaklıyor.

Burada bahsedilen, düşünmeden Kur’an ın rehberliğinden uzak, kişileri din adına önderler, veliler edinilmesinin yanlış olduğudur. Yoksa din adına başka kitaplar okumayın, sorup araştırmayın anlamında elbette değildir.

Bizler ilk önce Kur’an ı anlayarak, üzerinde düşünerek Allah ın bizlerden neler istediğini öğrenmek için çaba harcamalıyız. Yani imanımız adına, önce temeli bizler atmalıyız ki, üzerine bina edeceğimiz imanımız, sağlam temellerde olsun.

Daha sonrada bu konularla ilgili, tüm kitapları okumalı ve her bilgiden istifade etmeliyiz. Ufkumuzu genişletmeliyiz. Çünkü hepimiz aynı kapasitede değiliz, BİRBİRİMİZDEN MUTLAKA YARDIM ALMALIYIZ.

İMTİHANINDA GEREĞİ, BU DEĞİL Mİ ZATEN? KİM EN DOĞRU BİLGİYİ, EN DOĞRU KAYNAKTAN ALIR, ARAŞTIRIR VE DOĞRU SONUCU BULURSA, İMTİHANDA DA EN GEÇERLİ NOTU O ALACAKTIR.

Kur’an öğüt almamız için indirildiyse eğer bizlere, onu önce anlayarak okumalıyız. Daha sonrada yapmamız gerekeni, Rabbimiz onlarca ayetinde, bakın ayetlerin sonunda ne söyleyerek bizleri uyarıyor.

(Hâlâ düşünmüyor musunuz? Yemin olsun ki, biz, Kuran'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var, Ayetleri size açık-seçik bildiriyoruz ki, aklınızı işletebilesiniz. Allah, ayetleri size işte böyle açıklar ki, derin derin düşünebilesiniz. Hâlâ aklınızı çalıştırmayacak mısınız? Biz benzetmeleri insanlar için yapıyoruz ki, inceden inceye düşünebilsinler. Düşünüp taşınacak da öğüt kendisine yarayacak. Dileyen onu düşünüp öğüt alır.)

Allah bu sözleri, boşuna söylemiyor bizlere. Düşünelim, aklımızı kullanalım, imtihanımızda emin olmayan kişilerin ardına düşmeden, öğüt alalım diye bizleri uyarıyor.

Açıkçası İslam toplumlarında, ruhban sınıfı İslam dininde yok ayetlerini gördüğümüz halde, diğer dinlerden daha etkili ve daha güçlü bir ruhban sınıfı yarattık kendimize.

Bugün büyük çoğunluğumuzun, bu yanlışı görmesi fark etmesi, artık imkânsız görünüyor. Bizlere düşen, batan gemiden kendimizi kurtarmanın yollarını aramak olmalıdır.

Peygamberimizin de mahşer günü söyleyeceği gibi, artık İslam toplumu Kur’an ı yüksek bir yere asarak, onu anlaşılması zor ve her şeyin olmadığı bir kitap ilan ederek, DEVRE DIŞI BIRAKTI. Edindikleri velilerin, şeyhlerin, dervişlerin kitapları ise baş tacı, rehberler oldu.

Çok zor bir dönemden geçiyoruz. Adeta Nuh tufanı misali. Kurtuluşa ermek isteyenlere reçete, apaçık önümüzde duruyor. Kurtuluşa ermek isteyenler, Rabbin sözlerine kulak versin.

Enbiya 10; And olsun, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?

Yorum ve karar sizlerin. İsteyen ben Kur’an ı anlayamam der, emin olamadığımız, beşerin sözlerine uyar. İsteyen önümüzdeki apaçık Rabbin ayetlerini okur ve üzerinde düşünerek, imtihanına bizzat hazırlanır. Sizce hangi yol, en garantili olanıdır?

Hangi imtihan vardır ki bir çaba harcamadan, başka birisinin verdiği kopyalarla başarı elde etsin. Kur’an dan imtihan olduğumuza iman ettiğimizi söylüyorsak, lütfen imtihan olmanın gerçeklerini göz ardı ederek, bir bilinmeyenin ardına düşmeyelim.

Mahşer günü edindikleri dostların, velilerin kendilerini yanlışa götürdüklerini gördüklerinde, pişman olduklarında söyleyecekleri sözleri, sizlere ibret olsun diye tekrar hatırlatıyorum.

Furkan 28: “Yazıklar olsun bana, keşke falanı dost-veli edinmeseydim!”
29. “Andolsun, Kur’an bana geldikten sonra beni ondan o saptırdı. Zaten şeytan insanı yardımcısız bırakıverir.”

Dilerim cümlemiz, Kur’an ı anlamak adına çaba harcayan, Onu anlaşılması zor ilan etmeden onun ipine sarılan, ayetler üzerinde düşünen aklını kullanarak iman eden, mahşer günüde, bu dünyada yaptıklarından pişmanlık duymayan, Rabbin halis kullarından oluruz.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK


250
Kur'an-ı Kerim / Dinler Arası Diyalog Ve Kur'an ın Uyarısı
« : 31 Mayıs 2013, 15:12:16 »
Bugün sizlerle, günümüzde çok konuşulan ve Türk toplumuna kabul ettirilmeye çalışılan, dinler arası diyalog konusunu konuşmak istiyorum.

Slogan haline getirilmiş bu düşünce, ilk baktığınızda kulağa çok hoş geliyor. Din ve diyalog. İki kelime yan yana, çok güzel kullanılmış ve bana sorarsanız çokta etkili.

Eğer konunun detaylarına girmeden, yüzeysel bakarsak, hiç kimsenin karşı çıkmaması gerekir, dinler arası diyalog çağrısına. Çünkü din, her zaman diyalogdan, yanadır.

Şimdi bu düşünce üzerinde yavaş yavaş, düşünmeye işin özüne inmeye, bu konu ile ilgili yaşananlara, söylenenlere bakalım ve araştırmaya başlayalım.

Dikkat ederseniz, ülkemiz haricinde böyle bir diyalogdan bahseden, hiçbir Müslüman ülke yok. İlginç değil mi sizce. Dinler arası diyalogu, kimler arasında yapılacağı söyleniyor? Yahudiler ve Hıristiyanlarla mı?

Yahudilerle yapamazsınız, çünkü onlar kendilerini üstün bir ırk olarak görürler. Bir başka deyişle, Yahudi olunmaz, Yahudi bir anne babadan doğulur mantığıyla hareket ederler. Yani ırkçı bir inançları vardır. Yahudiler Allah ı bile yalnız kendilerine laik gördüklerinden, İsrail in Tanrısı diye geçer kitaplarında. Hiç kimseyi Yahudi yapmaya çalışmazlar.

Bu durumda Yahudilerle, dinler arası diyalog yapmamız, söz konusu bile değil. Çünkü onlar kendilerini üstün bir ırk kabul edip, kendisinden olmayanları yönetmek için var olduklarına inanırlar.

Geriye Hıristiyanlar kalıyor. Peki, onlar ne diyor dinler arası diyalog konusunda? Papa dinler arası diyalogun, gerçek anlamda mümkün olmadığını söylediği halde, bazı Müslüman kardeşlerimizin, hala bunda ısrar etmelerini, nasıl değerlendirmeliyiz sizce?

Papa elbette Müslüman toplumlara yaklaşmak istiyor ve diyalog içinde olmanın yollarını arıyor. Ama bunu yaparken, kendi inançlarını nasıl Müslüman toplumlarına kabul ettiririm, onun hesabını yapıyor. Bunun adı diyalog değil, dayatma ve aldatmacadır. Bunu da aslında açıkça itiraf ediyorlar ve dinler arası diyalogun asıl amacının, Hıristiyanlığı yaymak olduğunu da söylüyorlar.

Bizleri diyaloga davet edenlere, sormak isterim. Karşımızdaki kişiler, din adına bizlerle diyalog yapmak istiyorlar mı? Bundan bahseden yok.

Bahsetmeleri de mümkün değil. Çünkü diyalog yapmak istediğiniz kişi ya da toplumun inançlarını, temel hatlarıyla kabul etmelisiniz ki, ayrıldığınız konularda diyalog yapabilesiniz.

Böyle bir konu yok. Yani bizim inancımızı, kitabımızı, peygamberimizi kesinlikle kabul etmiyorlar. Bu durumda neyin diyalogunu yapacağız. Beni yok sayanla, nasıl olurda oturup bir noktada buluşuruz.

Tüm bu yanlış adımlar, Kur’an ı rehber almak yerine, beşerin kitaplarını ve edindiğimiz velileri rehber almamızdan kaynaklanıyor. Şimdide gelin gönül gözümüzü aydınlatan, Kur’an a bakalım. Dinler arası diyalog konusunda, Rabbimiz ne diyor bizlere. Gerçi Kur’an devre dışı kaldığı için, ne yazık ki ona bakan, danışan bile yok.

Yaradan Bakara suresi 111 ayetinde, Yahudi ve Hıristiyanların, kendileri gibi iman etmeyenlere, bakın ne diyorlar.

Bakara 111: Dediler ki: 'Yahudi veya Hıristiyan olmayan hiç kimse kesin olarak cennete giremez.' Bu, onların kendi kuruntularıdır. De ki: 'Eğer doğru sözlüyseniz, kesin-kanıtınızı getirin.

Eğer Yahudi ve Hıristiyanlar böyle düşünüyorlarsa, neyin diyalogunu yapacağız onlarla? Onlar bu düşünce ve fikirlerle, ancak biz Müslümanları, kendi inançlarına nasıl kabul ettireceklerinin hesabını, diyalogunu yaparlar.

Eğer bu şartlarda, onlarla diyalog yapmaya kalkarsak, onlara hizmet etmiş oluruz ki, Allah bunu yapanları, onların saflarında olmakla cezalandıracağını söylüyor.

Yine Bakara suresi 120. ayetinde, bakın onlarla diyalog yapmaya çalışan peygamberimize, Yüce Rabbimiz ne diyor.

Bakara 120: Sen onların dinlerine uymadıkça, Yahudi ve Hıristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olmazlar. De ki: 'Şüphesiz doğru yol, Allah'ın (gösterdiği) yoludur.' Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların heva (istek ve arzu) larına uyacak olursan, senin için Allah'tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı.

Değerli din kardeşlerim, ayetin güzelliğine ve apaçık uyarısına bakar mısınız lütfen. Allah ın kelamını rehber alanlar nerede? Gören, duyan yok mu bu uyarıları.

Ayet üzerinde biraz düşündüğümüzde, PEYGAMBERİMİZİN DE O DEVİRDE, YAHUDİ VE HIRİSTİYANLARLA UZLAŞMAK, DİYALOG YOLLARINI ARAMA ÇABASINDA OLDUĞUNU GÖRÜYORUZ. Peki, bu çabaları konusunda, yaradan elçisini nasıl uyarıyor.

(Sen onların dinlerine uymadıkça, Yahudi ve Hıristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olmazlar.)

İşte dostlar, bizler onların dinlerine uymadıkça, onlarda bizlerden asla hoşnut olup, diyalogda bulunmazlar. Onların amacı, bizleri kendi saflarına, kendi inançlarına, çekmekten başka bir niyetleri yoktur. Lütfen bu sözleri Rabbimiz söylüyor, bunu unutmayalım ve dikkate alalım. Ayetin devamındaki sözler, aslında konumuzla çok ilgili.

(Eğer sana gelen bunca ilimden sonra, onların heva (istek ve arzu) larına uyacak olursan, senin için Allah'tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı.)

Ayet aslında çok net, bugün yaptığımız yanlışa işaret ediyor ve Allah elçisine bakın ne diyor. Sana gönderdiğimiz Kur’an dan, ilimden sonra, onların istek ve arzuları yönünde anlaşma yapıp, diyalog kurarsan, Allah ın dostluğunu kaybedersin diyor.

Değerli din kardeşlerim, ayetler bahsettiğimiz konuda o kadar açık ki, doğrusu söyleyecek bir söz bulamıyorum. Rahman bu konuda elçisini uyarıyor, sakın onların heva hevesine, isteklerine uyarak din ve iman adına, Kur’an ın emretmediği konularda anlaşma yapma diyor. Bu apaçık ayetler dururken, bizler tam tersini yapıyoruz. Tabi sonuçları ortada.

Dinler arası diyalog konusunda, yine Allah ın bir uyarısını daha hatırlatmak istiyorum. Yaradan a kulak verene ne mutlu.

Maide 51: Ey inananlar! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğruya iletmez.

Ayet bakın nasıl bizleri uyarıyor ve diyor ki, Yahudi ve Hıristiyanları gönül dostu edinerek, onların inançlarına, itikatlarına sakın yakın olma, onların inançlarına tolerans gösterip, onlarla bu konuda anlaşma. Çünkü Bakara 120 ayetinde ne diyordu Allah, sen onların dinlerine uymadıkça, onlar senden hoşnut olmazlar.

Hatırlayınız Yahudi ve Hıristiyanların bir kısmı, peygamberimize iman etmek istiyorlardı, ama kendi itikatlarına da devam etmek istiyorlardı. Allah bu konuda elçisini uyarıp, böyle bir şeyin asla kabul edilmeyeceğini bildirmiştir.
Buradan da anlıyoruz ki, bir Müslüman hakka batıl karıştıramaz, Kur’an dan başka rehberler edinemez. Diğer inançların yayılmasına zemin hazırlayamaz. Elbette herkes istediği inancı yaşamakta özgürdür. Dinde zorlanamaz.

Yukarıdaki ayette geçen DOST edinmeyin sözünden, inanç ve itikatları adına onlarla yakın olmayın, onların inançlarından uzak durun, şeklinde anlamalıyız. Çünkü ayetin devamında ne diyor? Kim onları dost edinirse, kuşkusuz oda onlardandır. Demek ki bu kişiler, onların inançlarına yakınlık duyuyor ki, Rabbimiz bunu söylüyor. Maide suresi 57. ayet bu konuda bakın ne diyor.

Maide 57: Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine Kitap verilenlerden dininizi alay ve oyun konusu edinenleri ve kafirleri dost edinmeyin. Allah'tan korkun; eğer müminler iseniz.

Bakın yukarıdaki ayet, sanırım Maide 51. ayeti daha net açıklıyor. Yahudi ve Hıristiyanlar bizlerin inancını, yani kitabını ve peygamberini kabul etmiyorlar, hatta alaya alıyorlar. İşte bu insanlara çok yakın olmayın, onlara güvenmeyin, gönül dostu olmayın diyor. Dikkat ederseniz buradaki dostluk, onların dinlerine yakınlaşmak adına yapılmamasından bahsediliyor. Böyle bir toplumla sizce, din adına diyalog yapılabilir mi?

Bizlerin elbette Yahudi ve Hıristiyan arkadaşlarımız olacaktır. Hatta ailecekte, gidip gelmemizde bir sakınca yoktur. İslam ı onlara ancak bu şekilde anlatabiliriz.

Allah Maide 5. ayetinde, ehli kitap toplumunun kestiği ve pişirdiği yemekleri, birbirinin yemesini helal kıldıysa, bu toplumların birlikte yaşamasını ve birbirileriyle bazı şeyleri paylaşmasını istediğindendir.

Hatta olabildiğince çok fazla arkadaşımız olmalı ki, İslam ı onlara tanıtabilelim, bu bizlerin görevidir. Peygamberimizde öyle yapmamış mıydı? Peygamberimizin zamanında Yahudiler ve Hıristiyanlar, birçok konuda peygamberimize gelip, danışmıyorlar mıydı?

Konumuzu özetlemek gerekirse, dinler arası diyalogun oluşmasına, şartlar müsaade etmiyor, önce bu gerçeği görmeliyiz.

Diyalog, karşılıklı iki tarafın, genel anlamda anlaştığı, fakat bazı konularda ayrı fikirlerin olduğu bir konuda uzlaşmak, tartışmak demektir. Peki, bizlerin din adına Yahudi ve Hıristiyanlarla tek bir ortak yanımız, birleştiğimiz tek bir konu var mı?

Ne dersiniz, gerçekten var mı? Elbette hiçbir ortak noktamız yok. Biz Müslümanlar, onların iman ettiği peygamberlerine ve gönderilen kitaplarına iman ediyoruz, ama onlar ne peygamberimiz Hz. Muhammed e, nede Kur’an ı asla kabul etmiyorlar. BU DURUMDA NEYİN DİYALOGUNU YAPMAMIZ BEKLENİYOR?

İslam dininde, mezhepler arası bir diyalog tan bahsedebiliriz. Ama bu konuyu gündeme bile getiren yok. Bunu bizler eğer kendi içimizde başaramıyorsak, diğer dinlerle başarmamızı nasıl düşünebiliriz.

Lütfen bu aldatmaca ve uyutma çabalarının arkasında yatan gerçeği, artık fark edelim. Rahmanın uyarılarına kulak verelim, yoksa çok pişman oluruz.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK



Sayfa: 1 ... 23 24 [25] 26 27 ... 29
web hosting Domain Web
İçerik sağlayacı paylaşım sitelerinden biri olan sevdaligul.com forum sitemizde 5651 Sayılı Kanun’un 8. Maddesine ve T.C.K’nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan sorumludur. sevdaligul.com hakkında yapılacak tüm hukuksal Şikayetler sevdaligul@gmail.com  adresi ile iletişime geçilmesi halinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde sevdaligul.com  yönetimi olarak tarafımızdan gereken işlemler yapılacak ve size dönüş yapacaktır.