Reklamlar

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - halukgta

Sayfa: 1 ... 21 22 [23] 24 25 ... 29
221
Peygamberimizin veda hutbesini okudunuz mu bilmiyorum, ama okumanızı tavsiye ederim. Çünkü peygamberimizin sözlerinde, çok dikkat çekici uyarılar ve açıklamalar var. Tabi düşünerek, aklını kullanarak iman edenlere.


Peygamberimizin veda hutbesini, yüz binden fazla kişinin dinlediği rivayet edilir. İlginçtir bunca kalabalığın dinlediği veda hutbesi, günümüze birçok değişik şekilde ulaşmıştır. Elbette bunun bile bizlere vereceği, çok önemli dersler vardır. Bunca kalabalık bir halka söylenen sözler, günümüze çok farklı şekillerde naklediliyorsa, iki ya da üç kişinin şahit olduğu iddia edilen sözlerin, günümüze nakil yoluyla nasıl farklı geleceği konusu üzerinde, çok dikkatle düşünmeliyiz. Bizlere düşen rivayet edilen her sözü, her bilgiyi Kur’an süzgecinden geçirmek olmalıdır.


Bu yazımda peygamberimizin veda hutbesinden bazı alıntılar yaparak, bizlerin peygamberimizin gerçek ümmeti olup olamadığımızı, tavsiyelerinin ardı sıra gidip gitmediğimizi, sorgulamaya açmak istiyorum.


Sözlerinin ilk bölümlerinde, peygamberimiz ümmetine bakın ne tavsiyede buluyor.


(Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi, burada bulunanlar, bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki, burada bulunan kimse bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur. )


Ne dersiniz, peygamberimizin bu vasiyetini dinleyen bir toplum olduğumuzu, sizce açık yüreklilikle söyleyebilir miyiz? Tam tersine, Allah ın dinde sakın bölünmeyin diye hüküm verdiği halde, bizler bölünmekte bereket vardır dedik, daha sonrada birbirimize düşman olduk. Birbirimizi öldürmekten çekinmiyoruz bile.


Aynı kitaba, aynı peygambere iman ettiğimiz halde, bizleri bölen, birbirimize düşman olmamızın nedeni, edindiğimiz velilerin, günümüze nakil yoluyla gelen, doğruluğundan emin bile olamadığımız, beşeri rivayetler büyük etken.


Peygamberimiz sözlerimi duyanlar, duymayanlara iletsin diyor. Peygamberimiz öldükten sonra, onun en yakınlarını bile siyasi çıkarları için, öldürmekten geri kalmadılar, lütfen bu gerçeği unutmayalım. Eski sapıklıklara dönmeyiniz, sözünden de çıkartacağımız çok dersler var. Çünkü o devrin ehli kitabı, ellerinde apaçık Allah ın kitabı olduğu halde, kitabın dışına çıkmışlar ve atalarının itikatlarını yaşayarak sanı ve rivayetlerin ardı sıra giderek, dinden sapmışlardır. Acaba günümüzde bizlerin, o günkü toplumdan farkı kaldı mı dersiniz? Kur’an anlaşılmazı zor ve her bilginin olmadığı kitap ilan edildi, ELDE VE DİLLERDE DİN ADINA, NE YAZIK Kİ RİVAYETLER DOLAŞIYOR.



Yine peygamberimiz öyle sözler söylüyor ki topluma, bu sözleri dikkatle düşünmediğimizde, o günkü toplumun yaptığı yanlışları yapmaya devam ederiz.


(Ey insanlar! Muhakkak ki, şeytan şu toprağınızda kendisine tapınmaktan tamamen ümidini kesmiştir. Fakat siz bunun dışında ufak tefek işlerinizde ona uyarsanız, bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız. )


Örnek İnsan, Başöğretmenimiz peygamberimiz, bu sözleriyle çok ama çok şeyler anlatıyor ümmetine. ÇOK ÇALIŞTIK EL BİRLİĞİYLE, BU TOPRAKLARDA ŞEYTANI KAPI DIŞARI ETTİK DİYOR. İşte bu kısmı çok önemli. Allah Kur’an da şeytanı kendimizden uzaklaştırmamız için, ne diyordu? Kur’an ın ipine sarılın. Peygamberimize de, kullarıma Kur’an ile öğüt ver diye hükmediyordu.


Yine sizlere çok önemli bir ayet hatırlatmak istiyorum, bu konu ile ilgili.


Zühruf 36: Kim Rahman'ın Zikri'ni görmezlikten gelip ondan uzaklaşırsa, biz ona bir şeytanı musallat ederiz de o ona can yoldaşı olur.


Demek ki şeytandan uzak kalabilmek ve onun çabalarını boşa çıkarmak için, Kur’an a sarılmamız kesin Allah ın hükmüdür. Peygamberimizde ona işaret ediyor ve diyor ki, şeytanı artık bu topraklardan Kur’an ile uzaklaştırdık, bunun devam etmesi için yine yalnız Kur’an ın ipine sarılmalısınız. Sakın emin olmadığınız bilgilerin, ardına düşmeyiniz ki, şeytan yanınızdan ebedi uzak olsun. Ne güzel bir öğüt. Peki, bizler peygamberimizin bu öğüdünü dinliyor muyuz?


Hiç sanmıyorum, ÇÜNKÜ İMANIMIZIN SINIRLARINI ARTIK, KUR’AN BELİRLEMİYOR NE YAZIK Kİ. Emin olmadığımız rivayetler, Kur’an ın önüne geçti. Hatta bu rivayetler olmasa, Kur’an kapalı kalırdı, anlayamazdık diyerek, emin olmadığımız bilgilerle Kur’an ı anlamaya çalışıyoruz.


Sizce bizler bunu yaparak, peygamberimizin şeytanı yakınından uzaklaştırdığı gibi, bizlerde uzaklaştırmış olabilir miyiz? Yoksa Kur’an ı anlaşılması zor ilan edip, beşerin kitaplarına sarılarak,  içimizde yetiştirdiğimiz şeytanlaşmış insanlar sayesinde, şeytan artık bana ihtiyaç yok diyerek, kendisine yardımcı olan insanlar sayesinde, tatile mi çıktı, ne dersiniz? Peygamberimiz imanınızı korumak için, her işinizde hurafe ve sanı ile değil Kur’an ın açık hükümleri ile yaşayınız ki, şeytan sizden ilelebet uzak dursun diyor.



Yine peygamberimizin veda hutbesinden, çok önemli bir konuyu alıntı yapmak istiyorum.


(Müminler! Size bir emanet bırakıyorum ki, ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah'ın kitabı Kur'an'dır. )


Bu sözleri okuduğunuzda sanırım bu önerinin, Kur’an ın belki de yüzlerce ayetinin paralelinde olduğunu anladınız.  Ama bu bölüm ne yazık ki günümüze kadar gelen veda hutbesinde, üç değişik haliyle gelmiştir. Onları da yazalım ve Kur’an ayetleri ışığında, hangisi doğru olabilir düşünelim.


(Ey müminler! Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah'ın kitabı Kur-ân-i Kerim ve Peygamberin sünnetidir.)


(Ben sizin aranızda iki ağır-paha biçilmez emanet bırakıyorum. Bunlara sımsıkı sarıldığınız sürece asla sapıtmazsınız: Allah’ın Kitabı ve benim Ehl-i Beytim.)


Ne dersiniz, sizce hangisi doğrudur? Allah sizlere indirdiğim Kur’an a sarılın, sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim dedikten sonra, elçisine de dönerek, sana indirdiğim Kur’an la onlara hükmet diye apaçık hükmünü veriyorsa, emin olmadığınız bilgilerin sakın ardına düşmeyin diye de bizlere tembih ediyorsa, sizce hangisinin doğru olup olmadığı, açık değil midir?


Zühruf 36. ayetinde Allah ne diyordu, tekrar hatırlatmakta yarar var.


(Kim Rahman'ın Zikri'ni görmezlikten gelip ondan uzaklaşırsa, BİZ ONA BİR ŞEYTANI MUSALLAT ederiz de o ona can yoldaşı olur.)


Bugün bizler, inandığımız rivayetleri yaşayabilmek için, o kadar çok Kur’an ın ayetini görmezden geliyoruz ki, bu durumda peygamberimizin söylediği gibi, acaba yaşadığımız topraklarda, ŞEYTAN BİZLERİ SAPTIRMAK ADINA ÜMİDİNİ KESMİŞ OLABİLİR Mİ? Yorum sizlerin.


Yine peygamberimizin veda hutbesinde, bizlere vasiyet ettiği bazı sözlerini hatırlatmak istiyorum.


(Müminler! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslüman'ın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslüman'a kardeşinin kanı da, malı da helal olmaz. )


Doğrusu bizlerin peygamberimizin vasiyetine, ne kadar riayet ettiğimizi, konuşmaktan utanıyorum. Ne dersiniz,  siz utanmıyor musunuz? Yanı başımızda Müslüman komşu devletler, yine Müslüman devletlerin kışkırtmaları ile savaşıyor, birbirlerini öldürüyor, kanını döküyor hem de kadın, çoluk çocuk demeden. İşin kötüsü Müslüman kanı dökülmesinde, ülkemizin de payı olması vicdanımı sızlatıyor. Bizler mahşer günü, ne Allah ın nede peygamberimizin yüzüne bakamayacağımız çok açıktır.


Peygamberimizin veda hutbesinde ümmetini uyardığı, çok önemli dört konu üzerinde, sizlerin düşünmenizi rica ediyorum. Bakın ne diyor Allah ın elçisi.


Dikkat ediniz! Şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız:
— Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız.
— Allah’ın haram ve dokunulmaz kıldığı canı, haksız yere öldürmeyeceksiniz.
— Zina etmeyeceksiniz.
—Hırsızlık yapmayacaksınız.


Çok dikkat çekici ve bir o kadarda önemli dört uyarı. Peygamberimiz Allah a hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız diyor. Peki, bu sözden ne anlamalıyız? Allah Kur’an da bu konuya da açıklık getiriyor ve diyor ki, YALNIZ BANA KULLUK EDECEK, YALNIZ BENDEN YARDIM İSTEYECEKSİNİZ.  Eğer bunu yapıyorsanız, Allah a ortak koşmuyorsunuz demektir.


Peki, bizler yalnız Allah a kulluk edip, yalnız Allah tan mı yardım istiyoruz? İsterseniz bir düşünün lütfen. İslam ı tarikat ve cemaat eksenli yaşayan din kardeşlerimiz, bilmem kim efendi Allah dostudur, bizlere şefaat edecek diyor ve buna inanıyorsa, lütfen bu yanlışı tekrar gözden geçirelim. Çünkü Rabbimiz açıkça hükmünü vermiş ve şefaat tümden bana aittir, hiçbir şefaatin fayda etmediği o günden sakının diye de hükmünü vermiştir. Demek ki peygamberimizin bu vasiyetine de uymuyoruz. Bunun asıl nedeni, Kur’an dan başka sarılacak, beşeri kitaplara inanmamızdır.


İkinci olarak önemle yapmamızı istemediği konu, Allah ın haram ve dokunulmaz kıldığı canı, haksız yere öldürmek konusu. Ne deresiniz bu konu üzerinde, düşünmeye gerek var mı? Her gün peygamberimizin ruhunu sızlattığımız, sizce açık değil mi? Müslüman ın Müslüman ı nasıl hunharca öldürdüğü haberlerini, içimiz sızlayarak izliyoruz. İşin kötüsü buna toplum olarak, bizler seyirci kalıyoruz.


Zina etmeyiniz konusu ise, İslam toplumunda maşallah içler acısı. Müslüman bir ülkede, 8 yaşındaki bir çocukla, 40 yaşında evlenen ama evlendiği gece aşırı kanamadan ölen yavrumuzun haberini okudum. Yazıklar olsun bizlere ki, Müslüman toplumu olarak bu haberi seyrettik. Çok fazsa gündemimize bile girmedi. Çünkü ülkemizde de, bunun benzerlerinin örnekleri çok yaşanıyor.


Allah zina yapmayın diyor ama bizler nefsimizi Kur’an ile eğitmediğimiz için, parayla kiraladığımız, anlaşma yaptığımız üç ya da beş günlüğüne, kendi uydurduğumuz bir nikâhın, dinde yeri var kandırmaca sı ile MUTA nikâhı adıyla dine sokmaktan çekinmiyoruz. Biz zina yapmıyor mu oluyoruz bu durumda? Allah ı kandıramayız, ancak bizler kendimizi kandırıyoruz.


Dini topluma anlattığını zanneden öyle zavallılar var ki günümüzde, zina videoları görüntüleri internette dolaşıyor. Bu insanlar ise hala, toplumun gözünün içine baka baka, dinden Allah tan bahsediyor. Bizlerde aval aval seyrediyoruz. Gözler perdeli, gönüller mühürlü olunca, demek ki böyle oluyormuş.


Dördüncü olarak, hırsızlık yapmayınız diye uyaran peygamberimizi, acaba bugün bizler ne kadar dinliyor olabiliriz? Devleti talan edenleri gördükçe, kendi çıkarları için, haksızlıkları kendilerine hak görenleri izledikçe, haktan bahsedip, her türlü haksızlıklar yapanlar, acaba peygamberimizin vasiyetine uyduğunu, onun sünnetini yaşattığını söyleyebilir mi? Onun ümmeti olmaya layık olduğumuzu, bunları yaparak mı iddia edeceğiz.


Peygamberimiz konuşmasının sonunda şöyle diyor.


(İnsanlar! Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz? ")


Oradaki topluluk cevap veriyor ve bakın ne diyorlar.


(Allah'ın elçiliğini ifa ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatte bulundunuz, diye şahadet ederiz! )


Oradaki toplum peygamberimize, çok güzel cevap vermiş. Ama ya bizler bu cevabın gereğini yapıyor muyuz? Hiç sanmıyorum. Peygamberimiz buradaki konuşmalarımı, burada olmayanlara nakledin demiş. Nefisler kendi çıkarları doğrultusunda, birbirinden çok farklı şekillerde ulaştırmış kendisinden sonraki toplumlara peygamberimizin sözlerini. Bunun vebalini düşünen var mı? Peygamberimiz söylemediği halde, bu peygamber sözüdür demenin, nelere mal olacağını biliyor muyuz?


O gün peygamberimizi dinleyen büyük kalabalık, bize vasiyet ettiniz diyenler, acaba peygamberimiz vefat ettikten sonra, o gün veda hutbesinde ki vasiyetini hatırlayıp, hayatlarına geçirmişler midir sizce? ONLARINDA NELER YAPTIKLARINI ÇOK İYİ BİLİYORUZ. Müslüman olduğunu söyledikleri halde, peygamberimizin en yakınlarına bile yapmaktan çekinmediklerini, hatırlamak bile istemiyorum.


Hadi onları bırakalım, kendimize bakalım. Bizler peygamberimizin tebliğ ettiği Kur’an üzerinde mi tek yumruk olup, vasiyetlerini hayatımıza geçirdik, yoksa Kur’an bizlere yetmez, her hüküm Kur’an da açıklanmamıştır diyerek, emin olmadığımız bilgilerle mi yaşar olduk İslam ı?


Yorum ve karar sizlerin. Elimizde Allah ın rehberi, Yaradan ın korumasında apaçık duruyor. İsteyen ona sarılır, onun nuruyla nurlanır, isteyen onda her bilgi yok der, edindikleri velilerin kitaplarına sarılır. Kimin en doğru yolda olduğunu yalnız Rabbimiz bilir. Bizlere düşen akıl ve Kur’an merkezinde, imtihanımızı yaşamak olmalıdır.


Yunus 100:  Allah’ın izni olmadıkça, hiçbir kimse iman edemez. Allah, azabı akıllarını (güzelce) kullanmayanlara verir.


Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

222
Kur'an-ı Kerim / Başörtüsü Konusu ve Kur'an.......
« : 22 Ocak 2014, 18:00:21 »

İslam inancında, kadınlarda başın örtülmesi Kur’an emri midir? Gelin bu soruya, farklı bir yoldan Kur’an a bakarak cevap arayalım.

Önce Kur’an ın bizlere verdiği hükümleri, nasıl izah ettiği konusuna-yöntemine bakalım Kur’an dan. Bu konuda sizlere bazı ayet örneklerini vereceğim ki, sizlerin başörtüsünün Allah emri olup olmadığını düşünürken, referans olsun. Bakın Allah ayetlerini nasıl göndermiş bizlere.

İsra 89: Muhakkak ki biz, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu inkârcılıktan başkasını kabullenmediler.

Hud 1: Elif, lâm, râ. Bu, hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından ayetleri önce sağlam kılınmış, sonra da detaylandırılıp açıklanmış bir kitaptır.

Hicr 1: Elif, Lam, Ra. Bunlar Kitap'ın ve apaçık olan Kuran'ın ayetleridir.

Nur 34: Andolsun ki biz size açık açık bildiren ayetler, sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan örnekler ve takvaya ulaşmış kimseler için öğütler indirdik.

Araf 52: Çünkü Biz, gerçekten de onlara, inanacak bir toplum için bir doğru yol, içinde bilgiye dayalı ayrıntılı açıklamalarda bulunduğumuz bir kitap ulaştırmıştık”.

Nahl 89: O gün her ümmetin içinden kendilerine birer şahit göndereceğiz. Seni de hepsinin üzerine şahit olarak getireceğiz. Ayrıca bu kitabı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.

Kehf 54: Andolsun, biz bu Kur’an’da insanlar için her türlü misali değişik şekillerde açıkladık. Fakat insan tartışmaya her şeyden daha çok düşkündür.

Yukarıdaki ayetler üzerinde dikkatle düşündüğümüzde, Allah ayetlerini detaylı, apaçık, ihtilafa düştükleri konularda yol gösteren, her şey için bir açıklama, her türlü misalden değişik örneklerle, apaçık delillerle gönderdiğini söylüyor. En son yazdığım ayette ise, aslında hiç unutmamamız gereken bir bilgi veriyor ve bakın ne diyor Kehf suresi 54. ayetinde.

(Andolsun, biz bu Kur’an’da insanlar için, HER TÜRLÜ MİSALİ DEĞİŞİK ŞEKİLLERDE AÇIKLADIK.)

Lütfen yazımızın sonuna kadar bu ayeti hiç unutmayalım, çünkü konu üzerinde düşünmemizde, karar vermemizde yardımcı olacak. Şimdi gelelim konumuza. Müslüman kadınların başlarını örtmeleri farz mıdır? Yani Allah emri midir? Eğer bir kısım din kardeşlerimizin söylediği gibi, başın örtülmesi farz ise, Allah bu emri yukarıda yazdığım ayetler doğrultusunda, Kur’an da apaçık bildirmesi gerekir. Çünkü biz ayetlerimizi hiç şüphe duymadan, açık, anlaşılır ve daha önemlisi her türlü misaller, örnekler vererek açıkladık diyordu. Zaten muhkem ayetlerinde anlamı, şüphe duyulmayacak kadar açık ve anlaşılır sağlam, güçlü sözler demek değil miydi?

Başörtü konusunu, bu bilgiler doğrultusunda anlamaya çalışırsak, Allah ın ne emrettiğini de doğru anlamış oluruz.

Kadınların başlarını örtmesi farzdır, Allah emridir diye Kur’an dan örnek verilen ayetin o bölümünü, alıntı yaparak önce yazalım ve daha sonra üzerinde düşünelim.

 "Başörtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler." Nur: 31

Bu ayette geçen kelimenin, başörtüsü mü yoksa yalnız örtü anlamında mı olduğu konusunda, tartışmak istemiyorum. Başörtüsüne delil gösterildiği şekliyle, ayeti yazıp ve bu haliyle anlamaya çalışalım. Çünkü Allah ın kitabında, bir kelimeye farklı bir anlam dahi verseniz, anlatılmak isteneni asla değiştiremezsiniz. Değiştirmeye kalkanlar, ancak kendilerini avuturlar. Çünkü ne diyordu Yaradan, biz her konuda nice misali, değişik şekillerde Kur’an da açıkladık. Buradan da anlıyoruz ki Kur’an, bizzat kendisini anlatan, açıklayan, eşi benzeri olmayan bir rehberdir, nurdur.

Ayette verilen emrin, cümlenin yüklemin den, göğüs yani yaka açıklığının, dekoltesinin kapatılması gerektiğini anlıyoruz. Peki, neyle örtün diyor? Başınıza örttüğünüz örtülerin bir kısmıyla, göğüs açıklığınızı örtün diye anladığımızı düşünelim.

Allah hükümlerimi, açıkça veririm dediği halde, bizler ayette hükmü verilen, yapılması istenen, yaka açıklığının, göğüs dekoltesinin kapatılması dışında, ASLINDA AYETTE, BAŞINDA DOLAYLI BİR ŞEKİLDE ÖRTÜLMESİNİ EMREDİYOR ALLAH, DİYEBİLİR MİYİZ bu ayete bakarak? Çünkü başın örtülmesine delil, bu ayetten bu şekilde çıkartılıyor. Böyle düşünmek Muhkem ayetin anlamına da ters düşüyor. Çünkü muhkem ayetler sağlamlaştırılmış, hiçbir kuşku duyulmadan apaçık anlamındadır.

Şimdi sizlere soruyorum, bahsedildiği kadar önemli olan bir emri Allah, açık bir hükümle vermeyip, dolaylı bir şekilde vermiş olabilir mi?

Diyelim ki bu ayette dolaylı bir emirle Allah, kadınların başlarının da örtülmesini emrediyor diye kabul edelim. Bu durumda ne yapmamız gerekir? Yazımın başında unutmamamız gereken bir ayet var demiştim, hatırladınız mı? Madem bu ayette açık değil, dolaylı bir hüküm verdi Rabbimiz, Kur’an ın başka ayetlerinde, bu hükmü açıklaması, açıkça izah etmesi hükmünü vermesi gerekir. Bu bilgiyi bizlere veren, Kur’an ın bizzat kendisidir hatırlayınız.

Kur’an a baktığımızda, asla hiçbir ayetinde bu konudan bahsetmez, bu konuya açıklık getirdiği bir ayeti göremezsiniz. Yani kadının başını örtmesine dair, MUHKEM bir ayet yoktur Kur’an da. Başörtüsüne delil getirilmeye çalışılan konuların hepsi, kelimelere farklı anlamlar yükleyerek, aslında bu ayette başında örtülmesi, dolaylı anlatılıyor şeklinde delil gösterilir.

Ne yazık ki ayetlerde geçen kelimelere, Allah ın hiç bahsetmediği, açıklamadığı, izah etmediği anlamları vererek, kendimize Kur’an dan delil arıyoruz. Bu yöntem sizce Allah ın bizlere önerdiği, Kur’an ı anlamamız adına, takip etmemiz gereken yönteme uygun mu?

Bu konuyu düşünmeye devam edelim. Diyelim ki, Allah göğüs açıklığının örtülmesinde verdiği örnekte, başörtüsü sözcüğünü kullanmışsa, bu emri mutlaka dolaylı da olsa, başörtüsüyle yerine getirmeliyiz. Başka bir yöntemle göğüs dekoltesi örtülürse, ayetin hükmünü yerine getirmek eksik kalır diye düşünelim. Konumuzun daha açık anlaşılabilmesi için, Kur’an dan bir örnek vermek istiyorum.

Rabbimiz elçisine, hac konusunda bir ayet indiriyor ve bakın hacca gideceklerin hangi yollarla gidebileceği örneğini veriyor.

Hac 27: İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek yaya olarak, gerek uzak yollardan gelen yorgun develer üzerinde sana gelsinler.

Allah elçisine, o günün toplumunun imkânları ve halkın yaşamında çok önemli yer tutan ulaşım şekliyle ayetini indiriyor ve diyor ki, ister yaya ister deve sırtlarında hacca gidin. Şimdi sizlere soruyorum. Hacca gitmek yaya ve deveyle farzdır, motorlu araç veya uçakla gidemeyiz diyen var mı aramızda? Eğer yok diyorsanız, bahse konu Nur suresi 31. ayeti de aynı şekilde, aynı mantıkla anlamalıyız.

 
Buradan da anlaşılıyor ki, Allah ın ayetlerde verdiği hükümlerini yerine getirmek için, kullandığımız ARAÇ, zamana ve mekâna göre değişebilir, ama HÜKÜM asla değişmez. Nur 31. ayetinde açık emir göğsün örtülmesidir. Bunu ister o günkü toplumun geleneklerinde olan başörtüsüyle yaparsın, ister farklı bir örtüyle yaparsınız.

Konunun daha iyi anlaşılması için, daha önce bir yazımda verdiğim örneği tekrarlamak istiyorum. Diyelim ki Yaradan bir ayetinde, ey iman eden kadınlar, beliniz ve göbeğiniz açıkta kalmasın, onun için giydiğiniz gömleklerinizi aşağıya doğru salınki beliniz açıkta kalmasın, diye bir ayet indirmiş olduğunu farz edelim.

Bu durumda Allah, belin ve göbeğin kapatılmasıyla birlikte, gömleğin de giyilmesinin farz olduğunu emrediyor diyebilir miyiz? Elbette mümkün değil. Hüküm belin ve göbeğin kapanmasıdır. Verilen örnekte GÖMLEK bir araçtır. Araç zamana, mekana, geleneğe göre değişir, ama hüküm asla değişmez. Allah onun için düşünerek iman edin diyor.

O günde, bugünde Kur’an ın indirildiği toplumda, kadınında erkeğinde başları zaten örtülüydü. Ama neden örtülüydü? Allah emrettiği için mi, yoksa yaşadığı ortamın, iklimin gerekliliğinden mi? Elbette yaşadıkları coğrafyanın gereği, erkekte kadında başlarını örtmek, kendilerini çöl rüzgârından, sıcağından, kumlardan korumak durumundaydılar.

Şimdide geleneklerden yola çıkarak, bu konuyu anlamaya çalışalım. Araplarda kadının başının örtülmesi özgür kadın anlamındaydı. Bir başka deyişle, özgürlüğün simgesiydi.  Yani cariyeler Müslüman bile olsalar, başlarını örtmeleri yasaktı. Dışarıda gezerken, cariyemi hür kadın mı olduğu belli olsun diye.

Cariyelerin Müslüman bile olsa, başlarının örtmesinin yasak olması, Kur’an ın indirilmesinin tamamlanması sonunda da değişmemişti. Bu durumda sizce, Nur suresi 31. ayeti peygamberimiz, Müslüman olan topluma tebliğ ederken, nasıl tebliğ etmiş olabilir?

Ey cariyeler, Müslüman bile olsanız, sizin başınızı örtmeniz yasaktır. Yalnız Hür kadınlar başlarını örtecek, bu Allah ın emridir diye topluma tebliğ etmiş olabileceğine inanıyor musunuz?

Hayır inanmıyoruz, çünkü Kur’an ın genel hükümleri tüm iman edenler için geçerlidir diyorsanız, Nur suresi 31. ayette, Allah bu ayette kadınların başlarını da örtmesi gerektiği emrini dolaylı verdiğini, lütfen söylemeyelim.

İslam dininde helal ve haramlar, Kur’an a iman eden herkes için aynıdır. Dikkat ediniz helal ve haramlar diyorum. Köleler konusunda özel ayetler vardır Kur’an da, ama bu ayetler helal ve haram konularını kapsamayıp, onların yaşantılarında kolaylıklar sağlayacak konulardır.

Çok ilginçtir, günümüzde yapıldığı gibi, peygamberimiz devrinde ve dört halife devrinde, başörtüsü konusunda hiçbir tartışma olduğuna rastlamıyoruz.  Hele hele saçın bir telini gösteren kadın günaha girer sözleri, peygamberimiz dönemi kadınların saçlarının örtme şekli ile hiç örtüşmez. Çünkü Arap kadınları saçlarını örüp, arkasından aşağıya salarmış.  Cariyeler arasından,  bizlerde Müslüman’ız başımızı örtmek istiyoruz diyen hiç çıkmamış.

Bir başka düşünülmesi gereken ise, ülkemizde bundan yaklaşık 35 sene öncesine kadar, bugün türban diye örtülen başörtüsü şeklinin olmadığını görüyoruz. Bu sizleri düşündürmüyor mu?

Başın örtülmesi bir gelenektir. Bizlerinde güzel bir geleneği. Bunda hiç şüphe yok. Geleneklerimizi elbette yaşatalım, ama dinin ana unsuru yapmadan.  Bir Müslüman a düşen, din kardeşini Kur’an ile uyarmak olmalıdır. Gerisi herkesin kendisine kalmıştır. Çünkü herkes hesabını kendisi verecektir. İnancında özgürdür, kısıtlanamaz.

Bu konuda önemli olan, Allah ın açıkça hüküm vermediği bir konuda, buda Allah ın hükmüdür, haramdır demenin yanlışlığıdır. Allah ben sizlere neyi haram kıldığımı açıkladım der Kur’an da. Bunun dışında haramlar edinmeyin diye de ikaz eder.

Allah ben verdiğim hükümleri, koyduğum haram sınırlarını, açık örneklerle, değişik ifadelerle verdim diyorsa, lütfen Rahmanın bu uyarısını dikkate alalım, Kur’an ı bu mantıkla anlamaya çalışalım.

Allah HARAM konusunda çok dikkat çekici bazı uyarılarda bulunuyor bizlere ve bakın ne diyor.

Nahl 116: Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak, “Bu helâldir, şu da haramdır” demeyin! Çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Şüphesiz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler
 
Demek ki helal ve haram konusunda, ben Kur’an da her türlü açıklamayı yaptım, izah ettim diyor. Bunun dışında haramlar edinir ve Allah a nispet ederseniz, ALLAH A İFTİRA ATMIŞ OLURSUNUZ.

Kur’an emrettiği haramları açıkça bildirmiştir ve tek tek açıkça saymıştır. Peki, kadının başını örtmesi konusunda açık bir hüküm vermiş midir? Elbette vermemiştir.

Allah neden diğer konularda, haram olanları çok açıkça Kur’an da bildirilmiş örnekleri verilmiş de, kadının başının örtülmesi konusunda, Rabbimizin tek bir açık hükmü yok. Neden bu soruyu kendimize sormuyoruz? Ne yazık ki Kur’an devre dışı kalmış, rivayet ve sanı Kur’an ın önüne geçerek, onlarla iman eder olmuşuz. Hani Yaradan sizleri, Kur’an dan sorumlu tutuyorum diyordu? Yoksa bu ayete iman etmiyor muyuz? Allah bizleri affetsin.

Sizce bu kadar önemsenen konuda, Allah Nur suresi 31. ayetinde hükmünü açıkça değil de, dolaylı bir şekilde vermiş olabilir mi? Bu hüküm verme şekli, yazımızın başında hatırlattığımız Kur’an öğretisine, ayetlerine uyuyor mu? Yorum ve karar sizlerin.

Allah ın açıkça haram demediği bir konuda, bazı beşeri kaynaklardan yola çıkarak, ya da atalarımızın itikatlarına delil olsun diye, kelimelerin ardından anlamlar çıkararak, bazı şeylere HARAM diyenleri, bakın Allah nasıl uyarıyor.

 Enam 150: Şunu da söyle: "Allah şunu haram etmiştir diye tanıklık edip duran şahitlerinizi getirin." EĞER TANIKLIK EDERLERSE SAKIN ONLARLA BİRLİKTE TANIKLIK ETME! Ayetlerimizi yalanlayanlarla ahrete inanmayanların keyifleri ardınca gitme! Onlar, kendi Rablerine başkalarını denk tutuyorlar.

Yüce Rabbimiz, sizlere apaçık ayetler indirdim, düşünün ve nefsinizin ihtirasları ile haramlar edinmeyin diyorsa, sanırım bu konuda çok daha dikkatli olmamız gerekir. Lütfen şu soruyu dikkatle düşünerek, mutlaka Kur’an ın onayladığı bir cevap bulmalıyız.

Nur suresi 31. ayetinde Allah, kadının göğüs açıklığının kapatılması emrini açık ve anlaşılır olarak vermişse, yine kadının başının örtülme emrini, Kur’an ın başka hiçbir yerinde bahsetmeyip, yine bu ayette açık değil de, dolaylı olarak kadın başını da örtmelidir, hükmünü vermiş olabilir mi? Bu sizce mümkün mü?

Bazı kardeşlerimizin söylediği gibi, kadının başı zaten o devirde kapalıydı, ayrıca kadının başının örtülme emrini Allah ın vermesi gerekmezdi, diyebilir miyiz? Kadın saçının bir tek telini bile gösterdiğinde, cehennemliktir diyenler, acaba büyük bir vebal altında olmuyorlar mı? Bu hükmü Yüce Rabbimiz vermemişse, bizler nasıl olur da veririz.

Biliyorum başını örten birçok din kardeşimden, bu yazımdan dolayı tepki alacağım. Benim söylediklerimi, yazdıklarımı lütfen dikkatle Kur’an ın özünde düşünün ve değerlendiriniz. Amacım başını örten kardeşlerimin, başörtülerini açmaları asla değildir. Buna Rabbimiz şahittir.

Amacım geleneklerimizin dinleştirilerek, Allah ın açık bir emri olmadığı halde, bunlarda Allah katındandır demenin, büyük HARAM, büyük GÜNAH olduğunun anlaşılması adınadır.

Dilerim Yüce Rabbimden, yalnız Kur’an ın haram dediğine haram diyen, kendi nefsimizde haramlar edinmeyip, Allah ın sınırlarını bilen, geleneklerini dinleştirme den gereği gibi yaşayan, TAKVA sahibi Rabbin halis kullarından oluruz.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

223
Kur'an-ı Kerim / Nerede Yanlış Yapıyoruz.
« : 14 Ocak 2014, 11:03:51 »


Cuma hutbesinde vaiz, cemaate seslenerek, nerede gençlik, neden aramızda yok diye sitemde bulundu. Devamında da nerede yanlış yapıyoruz da, bu gençlik bu toplumun arasında yok diye de ekledi. Gerçektende nerede yanlış yapıyoruz da, dinamik, akıllı, özgür düşünebilen gençliği camilerde göremiyoruz?

Evet, nerede yanlış yapıldı da, camilerden din konuşulan topluluklardan gençlik uzaklaştı. Aslında bu soruyu kendilerine sormaları gerekenler, topluma dini anlatan, gerek din görevlileri, gerekse kendilerini bu konuda yetkili görenler olmalı.

Bu sözleri neden söylediğime gelince. Din konusunda herhangi bir konuda konuşmaya, yazmaya kalkanları, bugüne kadar hep susturdular ve dediler ki, DİNİ DE ANLATMAYI BİZE BIRAKIN, BU BİZİM İŞİMİZDİR. İşte böylece bu sözleri söyleyenler, İslam dininde de ruhban sınıfını yarattılar, ama sorsanız İslam da ruhban sınıfı yoktur derler.

Bizler bu çelişkiler içinde, İslam ı hep birilerinden öğrendik. Hem de öyle güvendik ki onlara, elimizdeki Kur’an a bakma gereği bile duymadık. Biraz düşünen Kur’an a hele bir bakalım, Allah ne diyor diyenler içinde önlem elbette alındı. HERKES KUR’AN I ANLAYAMAZ, SENİN İLMİN NE Kİ KUR’AN I ANLAYASIN, sözleri ile toplum korkutuldu, ürkütüldü.

Değerli din kardeşlerim, eğer bugün camilerde, mescitlerde gençlik yoksa bunun suçlusu dini korku dini hale getiren ve Kur’an ı anlamayı-anlatmayı kendilerine has bir görev zanneden, Müslüman ruhban sınıfında aramalıyız.

İnsanoğlu çocukluk, gençlik ve yetişkinlik evrelerinde, çok farklı duygular içindedir. Çocuk yönlendirilmeye muhtaçtır. Çünkü çevresiyle, olup bitenlerle tam diyalog kuramadığı, araştırmaya, öğrenmeye meraklı olduğu dönemdir.

Bir çocuğu doğru bir eğitimden geçirirde, kişilik sahibi olarak büyütürseniz, onu asla yanlışa yönlendiremezsiniz. Çocuk sorgulamasını mutlaka öğrenmelidir. Eğer din eğitimini, doğru kaynaklardan alırsa, büyüdüğünde aldığı dini bilgiler aklıyla, mantığıyla çelişmiyorsa, böyle bir çocuk gençliğinde olgunlaşmış, yetişkin döneminde de yanlış yolda olması mümkün olamaz. Onun için çocukluk dönemi çok önemlidir.

Genç ve dinamik insan, düşünür ve sorgular. İnsan olmanın, en önemli özelliği sorgulamasıdır. Eğer ona öğretilenleri, sen sorgulayamazsın, düşünerek aklınla sen Kur’an ı anlayamazsın derseniz, gençliği yanınızda görmenizde mümkün olmayacaktır. Hâlbuki Allah birçok ayetinde düşünerek, sorgulayarak iman etmemizi ister. ÇÜNKÜ DÜŞÜNEN, SORGULAYAN İNSAN ASLA ALDATILAMAZ. Ayrıca düşünerek hareket eden bir insan, yaptıklarından da emin olur. Yüzlerce yıldır İslam ı, rivayet ve sanı bilgilerle yaşadık. İşin kötüsü bunları da, Allah katından zannettik. Öyle bir din yarattık ki kendimize, bölünmüş, parçalanmış ve birbirine düşman olmuş bir İslam toplumu oluşturduk.

Kimse Allah ın ayetlerinden bahsetmiyor bile artık. Varsa yoksa toplumun arasında dolaşan, rivayet ve sanı sözler. İşin daha da kötüsü rivayet hadislerin Kur’an gibi VAHİY olduğuna inanılmasıdır. Bir başka deyişle, Kur’an ile eş değer ilan edilmiş sorgulamadan, Kur’an ın onayını almadan yaşanır olmuş. Birçoğumuz düşünmeden iman etmekle, Allah a ve peygamberimize iftira attığımızın farkında bile değiliz.

Genç nesli, İslam ın içine çekmek istiyorsak, önce İslam ı batıl ve sanıdan temizlememiz gerekir ve dinimizi Kur’an merkezli yaşamalıyız. Çünkü peygamberimizde böyle yaşamıştı. Kur’an akıl ve mantığın onaylamadığı hiçbir şeyi onaylamaz. Aklın ve mantığın söylediği bir şeye de, Kur’an karşı çıkmaz. Lütfen bunu unutmayalım.

Eğer gençliği camilerde, mescitlerde görmek istiyorsak, yapılan yanlışın önce farkına varmalıyız. Onu giyme günah, bunu yeme günah, onu söyleme günah demek yerine, ALLAH IN SINIRLARINI KUR’AN DAN ONLARA ÖĞRETMELİYİZ. Allah ın koyduğu sınırları bizler kendi nefislerimizde genişletip, dini kendi vicdanlarımızda farklılaştırıyorsak, bu din Allah ın dini olmaktan çıkmış, beşerin dini olmuş demektir.

Allah KAMER suresinde birçok kez, yemin ederek öğüt ve ibret almamız için KUR’AN ı kolaylaştırdığını söyler. Acaba aynı surede birçok kez, bu sözleri neden tekrar eder sizce? İşte bu tekrarın asıl amacını anlamış olsaydık, bugün İslam toplumu kadını, erkeği, genciyle hep birlikte kenetlenmiş bir şekilde olurduk.

Allah yemin ederek birçok kez, sizlere rehber olsun diye, Kur’an ın muhkem ayetlerini kolaylaştırdım dediği halde, bizler herkes Kur’an ı anlayamaz, onu ancak veli insan anlar diyor da, Allah ın söylediğinin tersine inanıyorsak, bizler gerçek iman eden bir Müslüman olduğumuzu, hala söyleyebilir miyiz? Yorum sizlerin.

Allah herkesin anlayacağı çok kolay bir din gönderiyor, ama bizler elimizden geldiğince bu dini zorlaştırmanın yollarını arıyoruz. Böyle yaparsak bu toplum bir arada tutulur mu, tek yumruk olur mu?

İslam toplumlarının genel çoğunluğu, ne yazık ki geri kalmış ülkeler. Eğitimi düşük seviyelerde olan bir toplumu, istediğiniz gibi yönlendirebilirsiniz. Orta yaş ve yaşlı toplum, İslam ı Kur’an dan öğrenme çabası içinde hiç olmuyor. Çünkü birileri tarafından kurulan tuzağa düştüğümüzden, din adına sorgulayamaz, araştıramaz toplum olduk. Böyle olunca da neyin Allah emri, nelerin olmadığı konusunda, ilk elden yani Kur’an dan bilgi sahibi değiliz. Bu çok riskli bir durum, ama toplum bu yanlışın ne yazık ki farkında değil.

Günümüz gençliğinin bir kısmı, gerçeklerin arayışı içinde olduğunu görmek, bana mutluluk veriyor. Çocukluk evresinde, dini inancı baskı altına alınan gençlere de Kur’an ın gerçeklerini anlatmak çok zor. Elbette bir kısım gençlikte var ki, yoldan sapmış, nefretle büyümüş, büyütülmüş. Onları da dışlamadan, ötekileştirmeden yaklaşmalıyız. Günümüzde bu yapılmadığı için, dine düşman bir nesil oluşmasına zemin hazırladık. Bunun suçunu o gençlikte aramak yerine, bizler kendimizde aramalıyız. Ne verdik ki, ne isteyelim.


Tüm bu acı gerçeklerin elbette mimarları, bugün İslam ı topluma anlattıklarını zannedenlerin eserleridir. Allah hakka batıl karıştırmayın, Kur’an ın ipine sarılın, Kur’an ın sınırlarını aşmayın dedikçe, bizler yüzlerce yıldır bunun tersini yaptık ve imanımızı yanlış bilgiler ışığında yaşadık. Elbette böyle bir inancın içinde, düşünen, aklıyla sorgulayan genç nesli bulmamız çok zor.

Peygamberimizin genç, dinamik en verimli olgun zamanlarını düşünün lütfen. Sizce peygamberimiz, Allah ın elçisi olmadan önce, cahiliye dönemindeki Ehli kitabın inançlarına tabi miydi?  Ne dersiniz? Bu soruyu lütfen kendimize soralım ve düşünelim. Elbette tabi değildi. Çünkü aklını kullanan, düşünen ve doğruların arayışında olan hiç kimse, yanlışın, batağın, hurafenin, aklın onaylamadığı hiçbir şeyin içinde olmaz.

Bizlerde genci, yaşlısı hep birlikte tek yumruk olmak istiyorsak her konuda, önce batıldan, sanıdan inancımızı temizlemeliyiz. Dinde sakın bölünmeyin diyen Rabbimize kulak verip, ayrıştığımız konuları bir kenara bırakıp, KUR’AN IN ÇEVRESİNDE BİRLEŞMELİYİZ. Çünkü Yaradan, sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum demiyor muydu?

Dilerim ülkemiz olarak, bu gerçeklerin farkına varırda, toplum olarak huzuru, mutluluğu buluruz. Yoksa işimiz çok zor.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

224
Kur'an-ı Kerim / Yasin Suresi 6. Ayeti Nasıl Anlamalıyız
« : 14 Ocak 2014, 11:01:28 »
Allah Yasin suresinde, hikmet dolu Kur’an ın Allah tarafından, elçisi yoluyla bizlere tebliğ edildiğinden bahseder. Ayrıca 6. ayetinde de çok dikkat çekici bir söz söyler. Önce ayeti yazalım, daha sonra üzerinde birlikte düşünelim.

Yasin 6: Babaları/ataları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarman için (seni gönderdik).

Önce babaları ya da ataları uyarılmamış cümlesini, Kur’an bütünlüğünde doğru anlamaya çalışalım. Bu ayetin indirildiği zamanı düşünelim önce. Allah o günkü toplumu uyarmak için, Kur’an ı gönderdiğini söylüyor. Peki, o günkü toplum ya da onların babaları, ataları Allah tarafından uyarılmamış mıydı?

Elbette bunu düşünmemiz mümkün değil. Çünkü o günkü toplumun genel çoğunluğu ya Yahudi ya da Hıristiyan’dı. Yani ellerinde hem Tevrat, hem de İncil vardı. Bu durumda o günkü toplumun atalarının Allah tarafından uyarılmadığını söylememiz mümkün değil. Peki, ayette anlatılmak istenen ne?

Bu düşüncemizi yine Kur’an bütünlüğünde anlamaya çalışalım. Bakın Allah ne söylüyor.

Saffat 69. Çünkü onlar, babalarını sapıtmış kişiler halinde bulmalarına rağmen,
70. Kendileri de hâlâ onların eserleri ardınca koşturuyorlar.
71. Yemin olsun, daha önce ilk nesillerin çoğu da sapmıştı.
72. Yemin olsun, onların içlerinde uyarıcılar görevlendirmiştik.

Sanırım bahse konu Yasin suresi 6. ayet çok daha açık anlaşıldı. Yaradan Kur’an ı yine kendi içinde o kadar güzel açıklıyor ki, anlayan hemen anlıyor, anlamak istemeyen kendi nefsinde kelimeleri evirip çevirip, Allah ın hiç bahsetmediği anlamları veriyor, tabi o zamanda yanlış anlıyor.

Demek ki peygamberimizin, Kur’an ı tebliğ ettiği toplumun ataları, uyarılmış Allah tarafından. Ama uyarı dikkate alınmamış. Uyarıya gereği gibi inanmamış, yaşamına geçirmemiş bir neslin torunları var, Kur’an a ilk muhatap olan.

Allah O günkü toplumun atalarını uyardığı halde, onlar bu uyarıdan sapmış ve onların torunları da gerçeklerin arayışında olmayıp, atalarının yanlış inançlarını takip etmişler.


Ataları/babaları uyarılmamış sözünden, demek ki anlamamız gereken, ataları uyarıldıkları halde uyarıları dikkate almamış, böylece uyarılmamışlar arasında yer almışlar şeklinde anlamamız gerekir ayeti.

Kur’an dan bu düşüncemize, örnekler vermeye devam edelim.


Fatır 24: Şu bir gerçek ki, biz seni hak ile bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. HİÇBİR ÜMMET YOKTUR Kİ, İÇİNDEN BİR UYARICI GELİP GEÇMEMİŞ OLSUN.

Nahl 36: Andolsun BİZ, HER ÜMMETE, “ALLAH’A KULLUK EDİN, TÂĞÛTTAN KAÇININ” DİYE PEYGAMBER GÖNDERDİK. Allah, onlardan kimini doğru yola iletti; onlardan kimine de (kendi iradeleri sebebiyle) sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde dolaşın da peygamberleri yalanlayanların sonunun ne olduğunu görün


İsra 15: Kim doğru yolu bulmuşsa, ancak kendisi için bulmuştur; kim de sapıtmışsa kendi aleyhine sapıtmıştır. Hiçbir günahkâr, başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez. BİZ, BİR PEYGAMBER GÖNDERMEDİKÇE AZAP EDİCİ DEĞİLİZ.


Değerli din kardeşlerim, bu ayetleri okuduğumuzda, Yasin suresi 6. ayet ne kadar güzel Anlaşılıyor değil mi? İşte bizlerin her konuda yapmamız ve takip etmemiz gereken yöntem böyle olmalıdır. Ayetleri doğru anlamak istiyorsak, mutlaka yine yardımı Kur’an dan almalıyız. Çünkü Allah, biz her şeyden nice örnekleri, değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız diyordu.

Bugün yapılanlar gibi, ayette geçen bir kelimeye, sırf atalarımızdan gelen hurafe itikatlara delil olsun diye, Kur’an ın hiç bahsetmediği, açıklık getirmediği çok farklı anlamlar vererek, Kur’an ı anlama yolunu lütfen seçmeyelim. Kendimizi aldatırız.

Kur’an ı rivayetlerden, emin olmadığımız bilgilerden öğrenmek anlamak yerine, Kur’an dan öğrenmeye çalışmalıyız. Bu yolu izlemezsek, atalarımızın yaptığı yanlışa düşeriz. Çünkü geçmiş kavimlerde, atalarının üzerinde buldukları yanlış inançları takip ettikleri için saptılar, yoldan çıktılar.

Televizyonda dini bir sohbette, aynen şu ifadeler kullanıldı.

(Kur’an ı doğru anlayabilmek, öğrenebilmek için, ehlisünnet âlimlerin kitaplarına bakmamız gerekir.)

Değerli din kardeşlerim, Yüce Rabbimiz Kur’an da bizlerin sorumlu olduğumuz muhkem ayetleri, açıklayıp anlatamıyor mu sizce? Allah katından bizlere rehber olsun diye gönderilen bu NUR, IŞIK, FURKAN acaba beşeri bir açıklamaya muhtaç olabilir mi? Dini öyle böldük ve parçaladık ki, sizin mezhebinizin âlimleri kâfirdir, katli vaciptir diyecek kadar, birbirimize düşman olduk. Allah ıslah etsin cümlemizi.

Allah sizlere apaçık bir NUR indirdik, güvenilecek yardım istenecek veliniz yalnız benim, sakın velilerin ardına düşmeyin diye uyarıyor da, sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum, hesaba çekeceğim diye hüküm veriyorsa, sizce Allah katından bizlere rehber olsun diye indirilen kitabın MUHKEM AYETLERİNİN, beşeri bir açıklamaya mutlaka ihtiyacı var dememiz, yüce Rabbimize saygısızlık değil midir?

Allah sakın dinde bölünmeyin diye özellikle uyarıyorsa, lütfen Allah a kulak verelim. Çünkü peygamberimizde yalnız Kur’an a uymuş ve yalnız Kur’an ile topluma hükmetmiştir.

Kur’an ı anlamaya çalışırken, önce kendimiz bizzat elde Kur’an anlayarak, düşünerek okumalı ve çaba harcamalıyız, daha sonra araştırmalıyız, sormalıyız. Çünkü hepimiz birbirimize muhtaç yaratılmışızdır. Rabbimiz bizleri Kur’an dan imtihan ettiğini söylüyor. Kur’an ı doğru anlamak isteyen, önce Kur’an dan yardım alır. Çünkü Allah ayetlerini açıkladığını, nice örneklerle izah ettiğini, daha açıkçası yemin ederek Kur’an ı kolaylaştırdığını söylüyor. Şunu lütfen unutmayalım, Allah açıklamadığı, örnek vermediği, izah etmediği hiçbir konudan hesap sormaz, sorumlu tutmaz.

Dilerim Yüce Rabbimden, Kur’an ı anlamak ve yaşamak için, yanlış kaynaklardan değil, bizzat Kur’an ın kendisinden öğrenme çabasını gösteren ve Kur’an ın sınırlarını aşmayan, Aklını kullanarak iman eden, Rabbin halis kullarından oluruz.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK




225

Bizler dinimizi öğrenmek ve onun öğretisinde yaşamak için, bizzat elde Kur’an çaba harcıyor muyuz? Eğer hiçbir çaba harcamıyor da, birilerinin sözleriyle yaşıyorsak imanımızı, doğru bir yol üzerinde olduğumuza, asla emin olamamayız. Bu çok büyük bir risk, değil mi sizce?

Allah sizleri doğru yola ulaştıracak, FURKAN ı gönderdim diyorsa, onu anlayarak ve düşünerek mutlaka okumalı ve yalnız Kur’an ın hükümleri doğrultusunda mutlaka yaşamalıyız. Çünkü peygamberimiz ümmetine, yalnız Kur’an ile hükmetmiştir.

Nur 54: “Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin” de. Eğer yüz çevirirseniz bilin ki ona yüklenen sorumluluğu ancak ona ait; size yüklenen görevin sorumluluğu da yalnızca size aittir. Eğer ona itaat ederseniz doğru yola erersiniz. PEYGAMBERE DÜŞEN ANCAK APAÇIK BİR TEBLİĞDİR.

Bizler bu konuda büyük yanlışlar yapıyoruz. Her yazımda bu konuya dikkat çekmeye çalışıyorum. Bu yazımda fazla yorum yapmadan, yazarımız, şairimiz merhum Mehmet Akif in bir şiiriyle sizleri baş başa bırakıp düşünmeye davet etmek istiyorum. Anlayana sivrisinek saz, anlamayana ne söylesem az.

—Çünkü biz bilmiyoruz dini. Evet, bilseydik,

—Çare yok, gösteremezdik bu kadar sersemlik.

—Böyle gördük dedemizden!” diye izmihlali

—Boylayan bir sürü milletlerin olsun hali,

—İbret olmaz bize, her gün okuruz ezber de!

—Yoksa bir maksat aranmaz mı bu ayetlerde?

—Lafzı muhkem yalnız, anlaşılan, Kuran’ın:

—Çünkü kaydında değil hiçbirimiz mananın

—Ya açar Nazm-ı Celil’in, bakarız yaprağına;

—Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına.

—İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin,

—Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için.

Mehmet Akif (Safahat, s. 153 )


Ne dersiniz, Mehmet Akif ne güzel anlatmış değil mi, içinde yaşadığımız acıklı halimizi. Allah ın bizlere rehber olsun diye indirdiği kitabı, bizler eğer anlamadan okumaya devam ederde aklı, düşünmeyi devre dışı bırakırsak, mutlaka birileri bizleri Allah ile aldatacak ve kendi şahsi emellerine alet edecektir. Bu kaçınılmaz bir sondur.

Onun içindir ki Rabbimiz, bizlerin Kur’an ın ipine sarılarak, ayetler üzerinde düşünmemizi ve Kur’an ın sınırlarını asla aşmadan inancımızı yaşamamızı emreder. Çünkü Allah çok açık bir hüküm vermiş ve sizleri yalnız Kur’an dan hesaba çekeceğim diye bizlere bildirmiştir.

Mehmet Akif in söylediği gibi, ne yazık ki bizler dinimizi bilmiyoruz. Eğer bilmiş olsaydık, bu kadar sersemlik yapmazdık diyor. Atalarımızdan intikal eden inançları hiç sorgulamadık, Kur’an a danışmadık, onun içindir ki bugün bu haldeyiz.

Her gün Kur’an ı okuyoruz ama ibret alamıyoruz, çünkü anlamadan okumanın faydasını göremiyoruz diyerek, bu konuya dikkat çekiyor. Çünkü okuduklarımızı anlamadığımız için, ayetlerin hikmetini de, maksadını da düşünemiyoruz.

Yaptığımız en büyük yanlışta, hayatımıza yön vermek için kendimize okumamız gereken Kur’an ı, bizler ölülerimize okuyoruz. Hâlbuki Allah elçisine, sen Kur’an ı ölmüşlere duyuramazsın, dediği ayetleri gören ve duyan mı var.

Kur’an ın iniş amacı, ölülerin ardından okumak için değil, dirilere doğru yolu göstermek için indirilmiştir diyerek, yapılan yanlışlarımızı çok güzel şiirinde dile getirmiştir Mehmet Akif. Mekânı cennet olsun inşallah.

İbret alıp, kısadan hisse çıkartana ne mutlu.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

226
Kur’an öyle rehber ve yol gösterici bir kitap ki, onu anlayarak, bilerek ve düşünerek okuduğumuzda, gönül gözümüzü açacağını ve o Kur’an ın NURU ile gönlümüzü aydınlatacağını anlatır bizlere.

Yazıma başlamadan önce, sizleri peygamberimizin yaşadığı dönemi düşünmeye davet ediyorum. Acaba peygamberimiz, Allah tan elçilik görevini almadan önce ne konumdaydı. Yani peygamberimiz yoldan sapmış, sanı ve rivayetlerle yaşanan Yahudi ya da Hıristiyanlık inancına tabi miydi?

Bu sorunun cevabını vermeden önce, Yahudilerin ve Hıristiyanların o devirde itikat ve inançlarının durumu nasıldı? Yine Kur’an dan öğrendiğimize göre, Allah ın kitapları devre dışı bırakılmış, rivayetler, atalarından gelen hurafeler ve sanı dine hükmeder olmuş bir durumda olduğunu anlıyoruz. Allah tan yardım isteneceğine, edindikleri şefaatçilerden/velilerden medet umar olmuşlar.

Peygamberimizde yaşanan dinin yanlışlığının farkında olarak, her zaman büyük bir arayış içinde olmuş ve Allah a sürekli yalvararak, doğruyu arama çabasında olduğunu, Kur’an dan bakın nasıl anlıyoruz.

Bakara 144: Biz senin, yüzünün habire göğe doğru çevrildiğini elbette görüyoruz. Hoşlanacağın bir kıbleye seni elbette döndüreceğiz. Artık yüzünü Mescid-i haram yönüne çevir. Nerede olsanız yüzünüzü Mescid-i haram yönüne döndürün. Kendilerine kitap verilenler, onun, Rablerinden bir gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapıp ettiklerinden habersiz değildir.

Yukarıdaki ayeti Kur’an bütünlüğünde, dikkatlice incelediğimizde, peygamberimizin o günkü yoldan çıkmış itikada, inanca, dini fırkalara tabi olmayarak, habire yüzünü gökyüzüne çevirip Allah a dua ettiğini, Allah ın bu duayı gördüğünü söylüyor. Peygamberimizin duası, Allah ın doğru yolunu bulmak adına olduğunu anlıyoruz.

Ayetin devamında, seni hoşlanacağın bir kıbleye elbette döndüreceğiz diyor. İşte tam burada hatırlatmak istediğim bir konu olacak. Burada belirtilen kıble ne anlama geliyor? Bugün ne yazık ki bu ayette geçen şu sözlerden yola çıkılarak, bakın nasıl bir anlam veriliyor.

(Artık yüzünü Mescid-i haram yönüne çevir.)

Bu cümleden yola çıkarak, namazlarınızı kılarken Mescid-i Harama dönün anlamı çıkartılıyor. Hâlbuki Allah bu konudan tek kelime dahi bahsetmiyor, yani namazlarınızı kılarken bu yöne dönün demiyor. Eğer öyle söylemiş olsaydı, bunu açıkça söylerdi. Çünkü Allah biz her şeyden nice örnekleri, değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız diyor.

Yaradan daha önce Ehli kitaba namazlarını kılarken, Mescidi Aksaya dönerek kılın demiş olsaydı ki böyle bir bilgi Kur’an da asla geçmez, bunun açıklaması da mutlaka yapılırdı. Çünkü namaz yalnız peygamberimize değil, tüm Ehli kitaba farz kılınmıştır. Ne yazık ki bu ve buna benzer yanlış anlaşılmalar, ayetleri Kur’an a göre değil, rivayetlere göre anlamaya çalıştığımız için olmaktadır.

Peki, yüzünü Mescid-i haram yönüne çevir demekle neyi kast ediyor. Önce bu ayette kıble kelimesinden ne anlamalıyız ona bakalım.

Kıble: Sıkıntılı bir durumda yardım umarak başvurulan, takip edilecek doğru yön.
Bakın ayette kıble kelimesi nasıl yerini buldu. Takip edilecek doğru yön. Zaten ayetin devamında da;

(Kendilerine kitap verilenler, onun, Rablerinden bir gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapıp ettiklerinden habersiz değildir.)

Buradan da anlaşılıyor ki, takip edilecek yok Allah ın gönderdiği rehber Kur’an ın yolu. Peygamberimizin devrinde din ve iman o kadar yanlış yollara saptırılmış ki, Allah ın doğru yolundan, yani KIBLESİNDEN sapmıştı. Bakın aşağıdaki ayette bu konu ne kadar güzel açıklanıyor.

Bakara 145: Yemin olsun, Ehlikitap'a sen her türlü mucizeyi getirsen de onlar senin kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uymayacaksın. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Eğer sen, ilimden nasibin sana geldikten sonra onların boş ve iğreti arzularına uyarsan, işte o zaman kesinlikle zalimlerden olursun.

Allah peygamberimize, sen ehlikitaba istediğin mucizeyi getir sende, senin kıblene yani senin doğru yoluna uymazlar, çünkü Allah ın yolundan KIBLESİNDEN sapmışlardır diye açıklama yapıyor. Elbette sende onların kıblesine yani takip ettikleri inanca, imana uymayacaksın diyerek uyarıyor. Bir başka örnek daha verip, onlar kendi aralarında da bölünmüşler ve farklı yollar izledikleri için, birbirlerinin kıblelerini yani yöneldikleri yolu kabul etmezler, diyerek dikkatimizi çekiyor.

Yukarıdaki ayette geçen KIBLE kelimesini dikkatle inceleyelim. Eğer Allah bu kelimeyle namazlarınızı kılarken bu yöne dönün anlamında söyleseydi, bunu açıkça söylerdi. Fakat dikkat ediniz, namaz yani salât kelimesi asla geçmiyor.

Şimdide size, peygamberimizin elçilik görevi tebliğ edildiğindeki bir özelliğinden daha bahsetmek istiyorum. Önce ayeti yazalım.

Araf 158: De ki: 'Ey insanlar, ben Allah'ın hepinize gönderdiği bir elçisi (peygamberi)yim. Göklerin ve yerin mülkü yalnız O'nundur. O'ndan başka ilah yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyleyse Allah'a ve ümmi peygamber olan elçisine iman edin. O da Allah'a ve O'nun sözlerine inanmaktadır. Ona iman edin ki hidayete ermiş olursunuz.

Ayette geçen ÜMMİ peygamber sözü ile Allah ne anlatmak istiyor bizlere? Burası çok önemli. Hatırlarsanız ümmi kelimesini günümüzde, okuma yazma bilmeyen olarak açıklanır. Acaba Allah bu ayetiyle elçisinden bahsederek, okuma yazma bilmeyen bir elçiye uyun demiş olabilir mi? Ya da Allah okuma yazma bilmeyen bir elçi görevlendirir mi? Gelin ÜMMİ kelimesinin ne anlama geldiğini, yine Kur’an dan anlamaya çalışalım ki, peygamberimizin o dönemdeki konumu, çok daha iyi anlaşılabilsin.

Ali İmran 20: Eğer seninle tartışmaya girerlerse de ki: "Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah'a teslim ettim." Ehl-i kitaba ve ümmilere de: "Siz de Allah'a teslim oldunuz mu?" de. Eğer teslim oldularsa doğru yolu buldular demektir. Yok, eğer yüz çevirdilerse sana düşen, yalnızca duyurmaktır. Allah kullarını çok iyi görmektedir.

Yukarıdaki ayette, Allah elçisinin Ehli kitaba ve ümmilere seslenerek, Allah a teslim oldunuz mu demesini istiyor. Dikkat ettiyseniz Ehli kitap ve ümmiler. Yani iki farklı toplum var. Eğer ümmilere okuma yazma bilmeyenler dersek yanlış olur. Çünkü Ehli kitap içinde, zaten okuma yazma bilmeyen çok insan vardı o devirde. Okuma yazma bilmemek, Ehli kitap tan olmadığı anlamına asla gelmez. Demek ki ümmi sözcüğünün anlamı çok farklı. Devam edelim, ümmi kelimesiyle Rabbimiz ne anlatmak istiyor.

Ali İmran 75: Ehlikitap'tan öylesi vardır ki, ona yüklerle emanet teslim etsen onu sana iade eder. Onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet etsen, tepesine çökmedikçe onu sana geri vermez. Bunun sebebi şudur: Onlar: "Ümmîlerin, bizim aleyhimize yol bulmaları mümkün değildir." demişlerdir. Onlar, bilip durdukları halde, Allah hakkında yalan söylerler.

Yukarıdaki ayette aslında ümmilerin, Ehli kitap olmayan toplumlar olduğu anlaşılıyor. Çünkü Ehli kitap tan olanlar, ümmilere karşı çok sert davranıp, onların haklarını gasp ettiklerinde, buna kendilerinin haklarının olduğunu düşünmelerinden kaynaklanıyor. Çünkü ümmiler Ehli kitabın inançlarını kabul etmiyorlardı. Tabi yoldan sapmış Allah ın kitabından uzaklaşmış bir Ehli kitaptan bahsediyoruz, bunu da unutmayalım. Ümmilere haksızca davranan ve kendilerinin buna hakları olduğunu düşünenlere, Rahmanın cevabı aslında çok düşündürücüdür.

Aslında aşağıdaki ayet, tüm söylediklerimizin bir özeti konumunda. Bakın Allah elçisinin ÜMMİ oluşu konusunda ki açıklamayı nasıl yapıyor.

Şura 52: İşte biz böylece sana da emrimizden Kur'ân'ı vahyettik. YOKSA SEN KİTAP NEDİR? İMAN NEDİR BİLMİYORDUN. Fakat biz onu bir nur kıldık. Onunla kullarımızdan dilediğimizi doğru yola iletiyoruz. Şüphesiz ki sen de insanları doğru bir yola götürüyorsun.

Bu ayetten de anlaşılıyor ki, peygamberimiz o gün yaşanan ehli kitabın hiç birisine tabi olmamış. Peki, neden tabi olmamış? Çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi, Allah ın emrettiği din yolundan sapmış da ondan. Tüm bu bilgiler ışığında düşündüğümüzde, yoldan sapmış bir inanca tabi olmaktansa, doğrunun arayışında olmak, Allah katında en doğru olan olduğunu çok daha iyi anlıyoruz. Allah ın değişmeyen ve korunan rehberi, bugün elimizde sapasağlam duruyorsa, bizlerin yapacağı da çok açıktır.

Bakara suresi 78. ayette, ümmi konusuna açıklama yapıyor ve bakın ne diyor.

(Onlardan bir kısmı ümmidir. Kitabı bilmezler; (bildikleri) bir sürü asılsız şeylerden başkası değildir ve yalnızca zannederler.)

Demek ki ÜMMİLER kitabı bilmeyenler, yani o günün ehli kitabın inançlarına tabi olmayanlar. Aşağıdaki ayet ise peygamberimizin o dönemdeki konumunu daha da net açıklıyor.

Cum’a suresi 2: O, ümmîler içinde, kendilerinden olan ve onlara ayetlerini okuyan, onları arındırıp-temizleyen ve onlara kitap ve hikmeti öğreten bir elçi gönderendir. Oysa onlar, bundan önce gerçekten açıkça bir sapıklık içinde idiler.

Allah ayetlerini o kadar güzel açıklıyor ki, yeter ki onu anlamaya çalışmak için çaba harcayalım. Ayetleri birilerinin nefsine, inancına feda etmeyelim. Ayette Allah, görev verdiğim elçiyi ÜMMİLERİN içinden seçtim diyor. Ayete dikkat ediniz, kendilerinden olan ve onlara ayetleri okuyan, onları arındırmaya çalışan, kitabı öğreten peygamberimizden bahsediyor.

Buradan da anlıyoruz ki, ümmiler okuma yazma bilmeyen değil, tam tersine Ehli kitaba tabi olmayanlar olduğu anlaşılıyor. Peygamberimizin de bunların içinden, hakkın/doğrunun arayışında, güvenilir ve saygın bir insan olduğunu Kur’an dan öğreniyoruz.

Zaten o devrin Ehli kitap toplumunun, peygamberimize en büyük karşı çıkışı, inanmak istemeyişindeki itirazları, kendi içlerinden bir peygamber çıkmayışınadır. Ehli kitap, Allah elçi göndermiş olsaydı, bizim aramızdan gönderirdi diyerek itiraz ediyorlardı.

Günümüzde ÜMMİ nin anlamını, okuma yazma bilmeyen anlamına delil gösterdikleri ayeti önce hatırlayalım, daha sonrada üzerinde birlikte düşünelim.

Ankebut 48: Sen bundan önce herhangi bir kitap okumuyordun; onu sağ elinle de yazmıyorsun. Eğer öyle olsaydı, batıla saplananlar mutlaka kuşku duyacaklardı.

Aynı ayeti başka bir mealden de yazalım ki, ayet daha iyi anlaşılsın.

Ankebut 48: Çünkü [ey Muhammed,] sen bu [vahyin gelmesi]nden önce herhangi bir ilahî kelâmı okumuş ya da onu kendi ellerinle yazmış değildin; öyle olsaydı, [sana vahyetmiş olduğumuz] hakikati çürütmeye çalışanlar, insanları [onun hakkında] kuşkuya sevk edebilirlerdi.

Şura suresi 52. ayetini hatırlayalım ne diyordu elçisine Yaradan?

(Yoksa sen kitap nedir? İman nedir bilmiyordun.)

Demek ki Allah, sen bundan önce din adına herhangi bir kitap okumuyordun ve yazmıyordun demekle, o günün ehli kitabına ait kitapları okumuyordun ve bu konuda hiç bir şeyde yazmamıştın yani hiçbir bilgin yoktu, dediği çok açık anlaşılıyor. Eğer Allah Ankebut 48. ayetinde, sen okuma yazma bilmiyordun demek isteseydi, bunu çok açıkça söylerdi. Kur’an ın hiçbir ayetinde, peygamberimizin okuma yazma bilmediğine dair tek bir açıklama yoktur. Ümmi kelimesinin anlamı da yukarıda verdiğim ayet örnekleri ile çok açık anlaşılmaktadır. Allah ilk ayetinde, Allah ın adıyla oku diyor da, elçisi okuma yazma bilmiyorsa, bu bilgi mutlaka Kur’an da açıkça verilir, izah edilirdi.

Ayetin sonunda Allah ın söylediği cümle, aslında dikkatle düşünüldüğünde her şeyi açıklıyor.

(Eğer öyle olsaydı, batıla saplananlar mutlaka kuşku duyacaklardı.)

Peki, kuşku duyulacak ne olabilir? Eğer ümmi kelimesine, okuma yazma bilmeyen anlamını verirsek, asıl o zaman kuşku duyulurdu. Çünkü okuma yazma bilmeyen bir insana uyulmanın, büyük hata olacağı toplumda tedirginlik yaratırdı. Asıl kuşku duyulmamasına neden, peygamberimizin bir ehli kitap olmadığı için, bu kitabı kendisinin yazmasının mümkün olamayacağı, o devrin inançlarından uzak olması nedeniyle, insanların Allah ın elçisine indirdiği kitaptan, şüphe edemeyecekleri anlatılıyor. Ama bizler ÜMMİ kelimesine, ne yazık ki Allah ın tek kelime bile söylemediği bir anlamı vererek, peygamberimizi okuma yazma bilmeyen bir insan ilan etmekten çekinmiyoruz bile.

Hâlbuki peygamberimiz çok tanınan, çevresinde saygın, güvenilir büyük bir ticaret adamıydı. Böyle bir insanın, okuma yazma bilmemesi mümkün mü sizce? O devirde, peygamberimizin kendi içlerinden görevlendirilmemesini kabullenemeyenler, ne yazık ki bugünde aynı hatayı yaparak, peygamberimize hakkı olmayan bir yakıştırmayı yapmaktadırlar. Allah ın elçisine yaptığımız bu saygısızlıktan dolayı, Rabbimiz bizleri affetsin.

Tüm bunlardan çıkaracağımız ders, bugün içinde yaşadığımız durumun acı gerçeklerinin, o devrin Allah ın kitabından uzaklaşmış toplumlarla, aynı konumda olduğu gerçeğidir. Çünkü bugünde, o günde Allah ın indirdiği kitap devre dışı bırakılmış, atalarından gelen rivayetler, itikatlar ve sanı ile din, iman yaşanır olmuş.

Yaradan göndermiş olduğu kitaptan uzaklaşmış, rivayet ve sanıya iman edenler arasından bir elçi seçmeyip, ümmilerden yani Ehli kitaptan olmayanlar ama gerçekleri arayan, doğrunun arayışı içinde olan kulları içinden elçi seçmesi, çok düşündürücü ve dikkat çekicidir. Bunun üzerinde dikkatle düşünmeliyiz. Bu konuda alacağımız çok derslerin olduğunu düşünüyorum.

Bizler Kur’an dan gerçekleri aramak yerine, rivayet ve hurafe inançlarımıza delil aramak adına, art niyetlerle Kur’an a bakmaya devam edersek, elbette Allah ın nurundan, güneşinden de, gereği gibi istifade etmemiz mümkün olmayacaktır.

Tekrar hatırlatmak isterim, Yüce Allah görev verdiği elçisini, yoldan çıkmış Ehli kitaptan seçmemiştir. Bununla bizlere Allah ın anlatmaya çalıştığı, çok önemli bir mesaj vardır. Lütfen bu mesajı çok iyi anlamaya çalışalım ve kendimizi temize çıkarmadan, hiç kimseyi din ve iman adına ötekileştirmeden, elde Kur’an onun ipine sarılarak imanımızı yaşayalım.

Allah cümlemizin yardımcısı olsun. Dilerim Rabbimden, Hurafe ve sanıya değil, Kur’an ın sınırlarını zorlamayan, FURKAN ın ipine sarılan, Allah ın halis kullarından oluruz.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK



227
Kur'an-ı Kerim / Kur'an Müslümanlığı Sa.....?
« : 13 Aralık 2013, 22:39:42 »

Sizlere şöyle bir söz söylesem ve desem ki, Kur’an Müslümanlığı diye bir sapıklık çıktı, sakın bu düşünceye alet olmayın, sözlerine inanmayın. Bana ne dersiniz? Ne yazık bu sözleri söyleyen, büyük bir çoğunluk ve toplumda söz sahibi önemli kişiler var.


Gelin bu sözler üzerinde birlikte, Kur’an ı rehber alarak düşünelim. Acaba bir Müslüman, yalnız Kur’an Müslüman ı olmayıp da, başka kaynak ve bilgilerinde içine aldığı bir Müslümanlığın içinde mi olmalı? Çünkü bu sözleri söyleyenler, sünnet yani rivayet hadisler eşliğinde olmayan, onun sentezi ile birleşmeyen bir İslam olamaz ve O İslam Allah ın istediği İslam değildir, BUNA İNANMAK SAPIKLIKTIR deniyor.


Elbette rivayet edilen hadislerden faydalanalım, ama hiç ayrım yapmadan, Kur’an ın onayını almadan bunu yapmak, bizleri Allah ın yolundan saptırır. Her doğru bilgi bizlere güzel örnek teşkil edecektir, bunda hiç şüphe yok. Çünkü peygamberimiz bizler için örnektir. Ama doğrunun içine yanlış karıştırırsak, doğruların hayrını göremeyiz, lütfen bunu unutmayalım.


Acaba Kur’an, rivayet edilen hadislerden, farklı bilgiler mi veriyor da bu sözler söyleniyor. Bir başka deyişle peygamberimiz, Kur’an ın dışından da hükümler vermiş midir? Bu konuyu elde Kur’an, doğru araştırmaz isek, kendimizi şeytanın yoldaşı bulmamız, kaçınılmaz olacaktır.


Bu sözlerden de anlaşılıyor ki, yalnız Kur’an ile Müslüman olunmaz, düşüncesi anlatılmaya çalışılıyor. Acaba bu sözler Kur’an dan onay alıyor mu dersiniz? Bu konuda Kur’an merkezli birlikte düşünelim. Hatırlayalım isterseniz, Allah sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum demiyor muydu? Allah elçisine görev verirken, Kur’an ın yanında sende hükümler verebilirsin diye mi yetki verdide, bu sözler söyleniyor. Yoksa sana indirdiğimle onlara hükmet mi demişti, ne dersiniz? Gelin sorumlu olduğumuz kitaptan, bu konuyu araştıralım.


Allah ın kitabına baktığımızda bu sözlerin, Kur’an ın hükümlerinin tam tersine bir düşünce olduğunu görüyoruz. Çünkü peygamberimiz yalnız ama yalnız, Kur’an ile hükmetme görevi almıştır. Bu konu açıkça, birçok ayette anlatılır ve bizler bu konuda çok dikkatle uyarıldığımızı görüyoruz. Ayrıca asla unutmamamız gereken Rabbin bir hükmü var ki, BEN HÜKMÜME HİÇ KİMSEYİ ORTAK ETMEM diyerek, Kehf 26. ayetinde hükmünü apaçık vermişti.



Şimdide Allah elçisine ve bizlere, uymamız gereken kitabın ne olduğunu söylüyor Kur’an da ona bakalım.


Maide 49: ARALARINDA ALLAH'IN İNDİRDİĞİYLE HÜKMET ve onların hevalarına uyma. Allah'ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtmamaları için diye onlardan sakın. Şayet yüz çevirirlerse, bil ki, Allah bir kısım günahları nedeniyle onlara bir musibeti tattırmak istemektedir. Şüphesiz, insanların çoğu fasıklardır.


Kur’an Müslümanlığına sapıklık dersek eğer, yukarıdaki ayete iman etmiyoruz demektir. Çünkü peygamberimize Allah, ümmetine yalnız Kur’an ile hükmetme görevi vermiştir. Bu konuya örnekler vermeye devam edelim.


Ahkaf 9: De ki: "Ben, resuller içinden bir türedi değilim! Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. BANA VAHYE DİLENDEN BAŞKASINA DA UYMAM! Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim.


Peygamberimiz bana vahyedilenden başkasına uymam derken, acaba ne anlatıyor? Elbette yalnız Kur’an dan. Peygamberimiz bana vahyedilen Kur’an dan başkasına uymam diyorsa, nasıl olurda yalnız Kur’an Müslüman ı olanlara sapık deriz. Bunu söylemekle aslında ne söylemiş oluyoruz biliyor musunuz? Benim dilim varmıyor söylemeye.


Bazı düşünce ve inanç sahibi din kardeşlerimiz, peygamberimize yalnız Kur’an değil, onun dışında hüküm koyma yetkisi verildi diyerek, İslam ın sınırlarını kendi nefislerine göre genişletebiliyorlar. Hâlbuki Rabbimiz bakın ayetinde ne diyor.


Yasin 69: Biz, o Peygamber’e şiir öğretmedik. Bu, ona yaraşmaz da. O(na verdiğimiz) ancak bir öğüt ve APAÇIK BİR KUR’AN’DIR.


Demek ki peygamberimize indirilen, yalnız Kur’an olduğu apaçık ayette belli olduğu halde, nasıl olurda yalnız Kur’an Müslüman ı olanlara sapık yaftası yapıştırırız. Hepimiz yalnız Kur’an Müslüman ı olmalıyız, çünkü peygamberimiz yalnız Kur’an Müslüman’ıydı.
Allah bakın apaçık ne diyor bu konuyla ilgili.


Zühruf 44: Doğrusu o Kur'an, senin için de, kavmin için de bir öğüttür VE SİZ ONDAN SORGUYA ÇEKİLECEKSİNİZ.


Bizler eğer yalnız Kur’an dan hesaba çekileceksek, nasıl olurda Kur’an ın dışından da hükümlerden sorumlu olduğumuzu söyleriz. Ayetin hükmünü yerine getirenlere de nasıl olur da Kur’an Müslümanlığına sapıklıktır deriz? İşte böylece ayetler, birer birer devre dışı kalıyor.


Allah kurtuluşa erecek kullarının, bakın kimler olduğunu söylüyor.


Bakara 5. İşte onlar, RABLERİNDEN GELEN BİR HİDAYET ÜZEREDİRLER ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.


Rabbimizden gelen hidayet sizce nedir? Elbette yalnız Kur’an. Allah kurtuluşa ereceklerin yalnız Kur’an üzerine olanlar olduğunu söylüyorsa, Kur’an ın dışına çıkarak hükümler aramamız mümkün mü? Peygamberimiz sizce bunca açık ayetlerden sonra, Kur’an ın dışına çıkmış olabilir mi?


Yine Allah ın aynı konuda verdiği, şu örneğe bakar mısınız lütfen.


Muhammet 2: İman edip yararlı işler yapanların, Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir.


Allah ın günahlarını affettiği kulları kimlermiş? Peygamberimize hak olarak yani sorumlu olduğumuz kitaba/Kur’an a inananların Allah günahlarını bağışlamış ve hallerini düzeltmiştir diyor. Bu durumda Kur’an ın dışından, onun sınırlarını aşan, Kur’an ın hiç bahsetmediği bilgilerin ardına düşenler, ne durumdadır dersiniz? Aşağıdaki ayetleri lütfen dikkatle düşünelim.


Araf 3: (Ey insanlar) RABBİNİZDEN, SİZE İNDİRİLENE UYUN ve O'ndan başka dostlara/velilere uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!


Enbiya 10; And olsun, SİZE ÖYLE BİR KİTAP İNDİRDİK Kİ, BÜTÜN ŞAN VE ŞEREFİNİZ ONDADIR. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?


Enbiya 45: De ki: "Ben sizi ancak VAHİYLE UYARIYORUM." Ama sağırlar, uyarıldıklarında çağrıyı işitmezler ki!


Yukarıdaki ayetlerde, Rabbimiz yalnız nereye uymamızı emrediyor? Elbette yalnız Kur’an a. Hatta size öyle bir kitap gönderdim ki diyor, bütün şan ve şerefiniz, kurtuluşunuz ondadır. En son ayette de, ben sizi ancak vahiyle uyarıyorum diyerek, Kur’an ın dışından, peygamberimizin asla ümmetine hiç bir şey söylemediği, çok açık anlaşılıyor.


Ne yazık ki tüm bu ayetler apaçık dururken, ne yani peygamberimiz postacımıydı diyerek, peygamberimizin asla söylemediği, daha doğrusu söylemesi Kur’an a göre asla mümkün olmayacak sözleri, peygamberimize atfederek, büyük bir vebalin içine girilmektedir. Bu vebalin büyüklüğünü, tarif etmekte güçlük çekiyorum.


Kur’an ın muhkem ayetlerini yoruma ve tevile açık bir rehber ilan ederek, kendi nefislerimizde şekillendirdiğimiz bir Kur’an a uyan mı acaba bahsedilen saygısız söze layıktır, yoksa Allah ın, Kur’an ın ipine sarılın, sizi doğruya ulaştıracaktır ayetlerinin hükmünü yerine getirenler mi? Yorum sizlerin.


Bakın bu konuda Rabbimiz bizleri nasıl uyarıyor.


İsra 36: Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.


Din ve iman konusunda, hakkında kesin emin olabileceğimiz bilgi nerede vardır diye sorsam, ne cevap verirsiniz? Sanırım emin olabileceğimiz kesin bilgi, yalnız Kur’an dır diye cevap verirsiniz. Peki neden? Çünkü Allah Kur’an ı ben koruyorum diyor da ondan. O halde Kur’an Müslüman ı olan bir insana, Kur’an ın onay vermediği hiç bilgiyi kabul etmeyenlere, SAPIK DİYEBİLİR MİYİZ?


Bazı din kardeşlerimiz, tıpkı Kur’an gibi peygamberimizin rivayet hadisleri de Allah koruması altındadır diye inandırılmış. Lütfen ayetlere bakınız, Allah böyle bilgiden de sorumlusunuz diyor mu? Eğer böyle bir bilgiden, Kur’an ın dışından, din adına konmuş olan hükümlerden de sorumlu olsaydık, Allah sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum, Kur’an dan hesaba çekeceğim der miydi?


Kelime oyunlarına ve ayetlerdeki sözcüklere farklı anlamlar vererek, Kur’an da adeta çelişki yaratmaya çalışanlara lütfen kanmayalım. Peygamberimiz sizleri yalnız vahiyle/Kur’an ile uyarıyorum der miydi ayetlerde. Lütfen ayetleri görmezden gelerek, inancımızı yaşamayalım, inanın çok üzülürüz.


Rivayet hadisler peygamberimizin zamanında yazılmamıştır. Lütfen hadis tarihini araştırınız. Peygamberimiz önce yasaklamış, daha sonra izin vermiştir diyenler, lütfen dört halife devrinde hadis yazımı ve naklinin nasıl yasağının titizlikle devam ettiğini araştırsınlar.


Peygamberimiz Kur’an ın dışından, bunlarda Allah katındandır, bunlardan da sorumluyuz diyerek, Kur’an ın dışından tek bir hüküm vermediğinin örneği aşağıdaki ayettir. Lütfen Allah ın bu ayetini, atalarımızın yanlış itikatlarının hüküm sürmesi adına, görmezden gelmeyelim.


Hakka 44–45–46: Eğer (Peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı, mutlaka onu kudretimizle yakalardık. Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik.


Değerli din kardeşlerim, lütfen Rabbimize kulak verelim, rivayet ve sanıya değil. Şunu asla unutmayalım, her Müslüman yalnız Kur’an Müslüman ı olmalıdır. Çünkü peygamberimizde yalnız Kur’an Müslüman’ıydı, Allah ın dinde ortağı değil. Çünkü Allah, hükmüme hiç kimseyi ortak etmem diyorsa, Rahmanın verdiği bu hükmü göz ardı ederek, inancımıza yanlış yön vermeyelim.


Aşağıdaki ayet peygamberimizin aldığı görevi çok açık anlatıyor.


Maide 67: Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O’nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah, seni insanlardan korur. Şüphesiz Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmeyecektir.


Ayete dikkat ederseniz, peygamberimizin asli görevi, indirilen Kur’an ı tebliğ etmek ve toplumu bu konuda ikna etmek, bilgilendirmek olduğu anlaşılıyor. Bu konuya birkaç örnek daha verelim ki, peygamberimize Allah ın verdiği yetki ve sorumluluk, doğru anlaşılsın. Allah ın elçisine vermediği bir yetkiyi, bizler nefislerimizde vermeye çalışırsak, sizce sonuç bizleri nereye doğru sürükler?


Rad 40: Onlara va’dettiğimiz azabın bir kısmını sana göstersek de, (göstermeden) senin ruhunu alsak da SENİN GÖREVİN SADECE TEBLİĞ ETMEKTİR. Hesap görmek ise bize aittir


Ankebut 18: “Eğer siz yalanlarsanız bilin ki, sizden önce geçen birtakım ümmetler de yalanlamışlardı. PEYGAMBERE DÜŞEN APAÇIK TEBLİĞDEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR.”


Neml 92: "Ve Kur'ân'ı okumam emredildi." Artık kim doğru yola gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olur; kim de saparsa ona de ki: "BEN SADECE UYARICILARDANIM."


Ankebut 50: Dediler ki: “Ona Rabbinden mucizeler indirilseydi ya!” De ki: “Mucizeler ancak Allah katındadır ve BEN ANCAK APAÇIK BİR UYARICIYIM.”


Gaşiye 21: Artık sen öğüt ver! SEN ANCAK BİR ÖĞÜT VERİCİSİN.


Kehf 56: Biz peygamberleri, SADECE MÜJDELEYİCİ VE UYARICILAR OLARAK GÖNDERİRİZ. Kâfir olanlar ise hakkı yerinden kaydırıp ortadan kaldırmak için bâtıl uğruna mücâdele verirler. Ayetlerimizi ve kendilerine yapılan tehditleri de alay konusu edinirler.


Değerli din kardeşlerim, bunca apaçık ayetler varken, Kur’an Müslümanlığı sapıklıktır demek, günahların en büyüğü değil mi? Yorum ve karar sizlerin. Bir Müslüman a düşen, din kardeşini yalnız Kur’an ile uyarmak olmalıdır. Çünkü peygamberimiz veda hutbesin de, Kur’an ı bizlere emanet etmiştir.


Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

228

İslam toplumları olarak, ne yazık ki yüzlerce yıldır, ne huzuru ne de mutluluğu toplum olarak bulamadık. Peki, nedenini hiç düşündük mü? Hâlbuki Allah ın bizlere rehber olsun diye gönderdiği, kendi korumasına aldığı Kur’an, elimizin altında.

Toplum olarak, namazımızı kılıyoruz, orucumuzu tutuyoruz, anlamadan okusak ta Kur’an ı bolca okuyoruz. Hacca gidebilmek içinde sıraya bile giriyoruz. Hatta birkaç kez gitmenin yollarını arıyoruz. Acaba yaptıklarımızın meyvesini neden alamıyoruz, yoksa yaptığımız bu ibadetleri, Allah ın istediği gibi yapmıyor muyuz? İslam toplumlarının genel çoğunluğu, acı ve keder içinde. Müslüman Müslüman ın kardeşidir diyen Rabbimize sanki inat, birbirimize düşman olmuşuz. Birbirimizi öldürmekten de çekinmiyoruz.

Sizce yanlışımız nerede? Bir yerlerde yanlış yaptığımız, çok açık değil mi sizce de? Sorduğumuzda elhamdülillah Müslüman ım deriz hepimiz. Allah Kur’an a uyan, onun hükümlerini hayatına geçiren kullarımı darda, zorlukta bırakmam, onları hem bu Dünyada, hem de ahi rette güzellikler veririm diyerek, Kur’an ın ipine sarılmamızı öğütler.

Biz Müslümanlar olarak, farkında olmadan, yoksa bir yerlerde yanlış mı yapıyoruz da bu acılar, kederler hep İslam toplumlarında kol geziyor. Evet dostlar, din kardeşlerim, ne yazık ki bu soruyu kendimize sorup, öz eleştiri yapmadığımız, yapanlara da kızdığımız içindir ki, yaptığımız hatalarımızı da göremiyoruz. İşin kötüsü yapmaya da devam ediyoruz.


Allah sizleri huzura, mutluluğa götürecek rehber Kur’an dır dediği halde, bizler Allah ın mutluluk reçetesinden gereği gibi faydalanmayı bırakın, onu herkes anlayamaz, Kur’an da her bilgi yoktur, özet bilgiler vardır diyerek, rivayetlerin ve sanı bilgilerin peşine düşer olduk.

Elleriyle yazarlar, bunlarda Allah katındandır diyenlere karşı, Allah ın uyarısını duymazlıktan gelen bizler, yoksa Kur’an ın ipine sarılmak yerine, beşerin elleri ile yazıp, bunlarda Allah katındandır diyenlere sarıldığımız için, başımıza tüm bunlar gelmiş olmasın?

Elbette emin olmadığımız, Kur’an ın onayından geçmeyen rivayet ve sanı bilgiler, bizleri bugün bu hale getirdi. Allah dinde sakın bölünmeyin dediği halde, bizler bölünmekte bereket vardır dedik, sanki HÂŞÂ Rabbimize inatla. Allah şefaat tümden bana aittir dediği halde, şefaatçiler edinmekten hiç çekinmedik. Allah Kur’an da ne söylediyse, bizler tersini yaptık.


Rabbimiz Kur’an ın ipine sarılın, sizleri doğruya yönlendirecektir dediği halde, bizler onu yüksek bir yere asıp, herkesin anlayamayacağı bir kitap ilan ettik. Daha da kötüsü edindiğimiz velilerin, şeyhlerin, efendilerin kitaplarına göre amel eder olduk. Kur’an da hiç bahsedilmediği halde, bunlar da Allah katındandır dediler, bizlerde sorgusuzca inandık. Çünkü Allah ın rehberini yüzlerce yıldır, anlamını bilmeden okuduk. Allah ın bizlerden ne istediğini hiç ama hiç anlayamadık. Anlamını bilmesen de oku, Allah sevap yazar mantığıyla İslam ı yaşadığımız içinde, dualarımız karşılık bulmadı.


Elbette İslam ı bu şartlarda yaşayan bizlere, Allah ın cevabı bundan farklı olmayacaktır. Bizler Müslüman’ız dedik, ama Allah ın emrettiği ölçülerde değil, beşerin çizdiği ölçülerde Müslüman olduk. Allah Kur’an ın sınırlarını aşmayın, diye uyardığı halde, bizler sınırları aşmayı bırakın, kendimizce Allah ın ölçülerine, sınırlarına uymayan beşeri bir din yarattık.


Bizler Kur’an a uymak, ona adapte olmak yerine, İslam dinini kendi nefsimize uydurduk. Tüm bu yanlışları yapan bizler, acaba bizler Müslümanlarız, peygamberimizin ümmetleriyiz, deme şansımız hala var diyebilir miyiz? Hiç sanmıyorum.


İslam toplumları olarak bizler, İslam a ne yazık ki peygamberimizden sonra, uyum sağlayamadık, çünkü Kur’an ı terk ettik. Ama bunun farkında bile değiliz. Aklımızla değil, nefsimizle, duygularımızla İslam ı anlamaya, yaşamaya çalıştık. Böyle olunca da, şeytan hep aramızda cirit attı. Şeytanlaşmış insanlarda çoğalınca, iyice yolumuzu şaşırdık.

Bölünen, parçalanan toplumlar kolay lokma olurlar. İşte onun için Rabbimiz Kur’an da,  sakın bölünmeyin diyordu. Bizler bu yanlışımızı fark edemediğimiz sürece, aklını kullanan toplumların her zaman oyuncağı olmaya devam edeceğiz.

Bu yanlışları yapmaya devam mı, yoksa yeter artık, kendi nefsimiz de yarattığımız şeriata, itikada değil, ALLAH IN ŞERİATINA, Kur’an a uymanın zamanı geldi, diyebilecek mi bu toplum? Umut çok az, ama biz yinede inşallah diyelim, dualarımız ve çabalarımız bu yönde olsun. Elbette her bilgiden faydalanalım, araştıralım ama danışacağımız, süzgecinden geçireceğimiz yalnız Kur’an olmalı. Çünkü Rabbimiz bizleri, yalnız Kur’an dan sorumlu tutuyorum diyor.

Yorum ve karar sizlerin.  Aklını kullanabilen, elde Allah ın rehberi onun şeriatına uyan, dilerim aklı başında toplumlar oluruz. Yoksa işimiz o kadar zor ki, Allah yardımcımız olsun.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

229
Kur'an-ı Kerim / Hadis Naklederken Lütfen Dikkat
« : 29 Kasım 2013, 18:41:01 »
Yazılarımı okuyanlar bilir, yazdığım yazılarımın bir kısmının konusunu, özellikle bana verilen cevaplar oluşturur. Böylece güncel konuları gündeme getirerek, doğru zannedilen yanlışları konuşup tartışarak, üzerinde düşünülmesine vesile olmaktır amacım. Yine bir yazıma cevap verme nezaketini gösteren kardeşimizin, bana verdiği cevabın bir bölümünü önce yazmak ve daha sonra üzerinde konuşmak istiyorum.

(Vahyin önem ve önceliğini anlatırken hadis-i şeriflere o kadar rijit yaklaşıyorsunuz ki insanlar sizin ifadelerinizden sizi hadis düşmanı sanmaları gayet doğal. Tek bir cümle ile hadisleri top yekûn inkâr etmediğinizi beyan ediyorsunuz. Ama bu yeterince inandırıcı olmuyor. Çünkü tasvip ettiğiniz tek bir tane bile hadis örneğini hiç bir yazınızda göremiyoruz. Tasvip ettiğiniz hadisleri hangi kaynaklardan aldığınız hakkında da en küçük bir bilgi kırıntısına dahi sahip değiliz.

Böyle olunca hangi hadisleri nasıl süzgeçten geçirdiğiniz bilgisine sahip olmadığımızdan sizin tasvip ettiğiniz hadisler hakkındaki kanaatimizde yeterli bilgiye sahip olamamaktayız.

Bu durumda meramınızı anlatacağım diye çırpınıp durmaktasınız. Ama bu çırpınışlarınız dalgalarla boğuşup yerinizde saymanıza bir miligram ilerleyememenize neden olmaktadır.

Lütfen tasvip ettiğiniz hadisler hakkında daha ayrıntılı bir izahat.)

Değerli kardeşimiz, benim rivayet hadislere karşı rijit yani çok sert, katı davrandığımı söylüyor. Ben ona sert ve katı tabiri yerine, çok fazla titiz davrandığımı söylersem, daha doğru bir açıklama yapmış olurum. Peki, neden böyle davranıyorum dersiniz? Elbette Yüce Rabbimiz, benim sorumlu olduğum Kur’an da böyle davranın dediği için. Allah söylemediği halde, bunlarda Allah katındandır diyenleri, nasıl bir son bekliyor bunu biliyorum, titizliğim bu uyarılar adınadır. Bu konuda birçok örnek var ama birkaç tanesini hatırlatmak isterim.

Bakara 79: Vay o kimselere ki, elleriyle Kitab’ı yazarlar, sonra da onu az bir karşılığa değişmek için, “Bu, Allah’ın katındandır” derler. Vay ellerinin yazdıklarından ötürü onların hâline! Vay kazandıklarından dolayı onların hâline!

İsra 36: Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.

Bakara 42: Hakkı batılla karıştırıp da bile bile hakkı gizlemeyin.

Bakar mısınız Rabbimiz nasıl uyarıyor bizleri. Kur’an ın dışından, beşerin yazdıklarına, bunlarda Allah katındandır diyenlere inananlara, Rabbimiz ne diyor? Vay onların haline. İşte ben bu acınacak insanların durumuna düşmemek için, elimden geldikçe titiz davranıyorum.

Allah yine uyarısında, hakkında emin olmadığın sözlerin, bilgilerin ardına düşme, bunun hesabını sorarım diyor. Lütfen bu sözler üzerinde düşünelim. Allah bir ayetinde ne diyordu? Kur’an ı ben koruyorum, yalnız Kur’an ın ipine sarılın. Daha da emrini netleştiriyor ve Zühruf 44. ayette, sizleri Kur’an dan sorgu suale çekeceğim diyordu. Bu durumda hepimizin çok titiz davranarak, bunlarda Allah katındandır, ya da bunları da Kur’an ın dışından peygamberimiz söylemiştir diye bizlere ilettiklerinde, çok dikkatli olmamız gerekmez mi?

Allah çok açık sizlere indirdiğimden başkasına uymayın emrini, bakın ne kadar net ve sert bir şekilde vermiş bizlere.

Araf 3; Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım dostların/velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.

Allah bizlerin uyacağımız kitabın, yalnız Kur’an olduğunu söylüyor. Kur’an ile birlikte sakın dostlar veliler edinerek, din ve iman adına farklı sözlerin peşi sıra gitmeyin diyor. Sanırım Yaradan ın bu sözlerini görmezden gelen kullarına da, siz ne kadar az öğüt alıyorsunuz diyerek kızgınlığını belirtiyor.

İşte ben Rahmanın bu uyarılarını tebliğ almış bir Müslüman olarak, bana Kur’an dışından iletilen her bilgiyi, titizlikle Kur’an a danışıyor ve öyle kabul ediyorum. Onun onayından geçen her bilgi başımın tacıdır.

Bu gerçekleri anlatmak içinde, çırpınıp duruyorum çok doğru. Beni anlamak istemeyene, ben kendimi anlatmak zorunda değilim. Ama hurafe, rivayet ve sanı o kadar güçlü ki, benim çırpınışlarımı örtüyor, saklıyor duyulmaz hale getiriyor. Bu çırpınışlarımı duymak bile istemeyenler, sitelerinden yazılarımı siliyor, beni uzaklaştırıyorlar. Onları Rabbime havale ediyorum. Hak olan asla batıldan korkmaz. Ancak batıl haktan, yani gerçeklerden korkar ve yanından uzaklaştırır.

Arkadaşımız benim tasvip ettiğim hadislerden, daha detaylı bilgi istemiş. Cevabım ancak, Kur’an a uyan, onun onayını alan her hadis benim için bilgi ve pratik kaynağıdır diye cevap verebilirim. Rivayet hadisler dine hüküm koyamaz, ancak yaşantımızda çağımıza uygun örneklik teşkil eder. Tüm rivayet hadislere dikkatle yaklaşmalı ve peygamberimizin sözü olup olmadığını mutlaka Kur’an ile kontrol etmeliyiz. Peygamberimizin şu sözlerini lütfen unutmayalım.

(Benden Kur'an dışında bir şey yazmayın. Kim, benden Kur'an dışında bir şey yazmışsa, onu imha etsin."
Muslim-Zuhd/72(3004) /4137 Ebu Davud-İlm/3(3647) /4136 Musned-c.3/12,21,39 Darimi-Mukaddime/42 )

Beni hadis düşmanı ilan edenlere söyleyecek sözüm olamaz. Çünkü aklı başında hiç kimse doğru bilgiyi göz ardı etmez. Ben söylediklerimden sorumluyum, karşımdakinin anladıklarından değil.

Benim top yekûn hadisleri inkâr etmediğimi söylediğimi, ama bunun inandırıcı olmadığını söylemiş din kardeşimiz. Fakat bana yönelttiği tenkidi kabul etmem mümkün değil. Tekrar hatırlatıyorum bakın bu konuda ne demiş.

(Çünkü tasvip ettiğiniz tek bir tane bile hadis örneğini hiç bir yazınızda göremiyoruz.)

Bu kardeşimiz sanırım benim birkaç yazımı okumuş. Çünkü ben özellikle peygamberimizin söylemiş olması mümkün olabilecek hadislerinden örnekler verdiğim gibi, doğru olması asla Kur’an a göre mümkün olmayan birçok hadislerden de, yazılarımda özellikle örneklerini veririm. Çünkü yanlış bilgi bile, bizlere dersler verir. Hiçbir bilgi toptan reddedilemez. Ama bu bilgiyi elimizde bir ölçme kaynağı varsa, o kaynağın onayı mutlaka alınmalı kontrol edilmelidir. Din ve iman adına ölçümüz Kur’an olduğuna göre, akıllı bir insanın yapacağı çok açıktır.

Yine beni hadisler konusunda ikaz eden kardeşimiz, aslında üzerinde çok düşünmemiz gereken bir noktaya parmak basmış ve bakın ne demiş tekrar hatırlayalım.

(Tasvip ettiğiniz hadisleri hangi kaynaklardan aldığınız hakkında da, en küçük bir bilgi kırıntısına dahi sahip değiliz.)

Değerli din kardeşlerim, işte İslam ı bölen, parçalayan hatta birbirine düşman eden yol ve yöntem. Rivayet hadisleri kimden aldın. Senin kaynağın benim kaynağımdan daha emin, daha garanti. Acaba hangi mezhebin topladıkları hadisler gerçekten peygamberimizin sözleridir? Günümüze kadar nakledilen rivayet hadisler, acaba ismini verdiğimiz din âlimlerine hiçbir değişiklik yapılmadan ait olduğuna, kim ya da kimler garanti verebilir? Bunun garantisini verebilecek var mı aramızda? Eğer bu garantiyi verebilecek bir güç makam yoksa lütfen elde Kur’an, onun onayını mutlaka almalıyız. Tabi yalnız Kur’an ile iman olmaz, Kur’an yeterli değildir diyenlere, sözüm meclisten dışarı.

Genelde yazılarımda alıntı yaptığım hadisler, Kütübü sitte dendir onu da belirtmek isterim. Ama her kaynaktan alır, doğruluğunu Kur’an ile kontrol ederim. Kontrolsüz bilgi, asla fayda vermez, tam tersine büyük zararlar verir. Onun için Allah, Kur’an ın sınırlarını aşmayın diye uyarıyor bizleri.

Sarraf altın bozdurmaya gelen müşterisinin elindeki altını, nasıl zarar etmemek, aldanmamak için, gerçek altın mı diye elindeki imkânlarla kontrol ediyorsa, lütfen aynı yolu ve yöntemi, titizliği ziyana uğramamak ve kaybedenlerden olmamak istiyorsak, bizlerde bu yolu izlemeli, her bilgiyi Kur’an ın süzgecinden geçirmeliyiz. Çünkü Rabbimiz sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum diye, apaçık hüküm veriyor. Bu hükmü veren Yaradan, daha sonra Kur’an ın hükmü olmayan bir bilgiden de, sorumlu tutar mı?
Hadislere dikkat ediniz lütfen, hepsi bir rivayete göre diye başlar ve ikinci üçüncü şahısların nakillerdir. Peygamberimiz kendi sözlerini asla yazdırmamıştır. Düşündürücü değil mi?

Bu konuda da aynı arkadaşımızın bana, bir ikazı ve uyarısı var.

( Müslümanlar inancını Kuran ile sorgulayacak da, Türkçeye doğru dürüst tercümesini yapamadıkları meallerden hareketle mi Kuran'ı anlayabilecek? Diyanetin bile mealinde bir yığın hatalı tercüme var. )

Arkadaşımızın bu sözlerine, kısmen katılmamak mümkün değil. Gerçekten Diyanet bile başkan değiştirdikçe, yeni Kur’an meali yazıyor, diğerinden farklı yerleri var. Fakat şükürler olsun ki birçok yazar ve ilahiyatçının tercüme ettiği mealler var elimizde. Eğer bu meallerin birisine kapılmadan, hepsinden araştırma yaparak, Kur’an ı bir bütün olarak anlamaya çalışırsak, tüm gerçekleri görebiliriz. Çünkü Allah siz anlayasınız diye, her şeyden nice örnekleri, değişik ifadelerle Kur’an da verdik der. Yani Kur’an ı yine Kur’an ayetleri ile açıkladığını söyler bizlere. İsteyen istediğini yazsın, Allah ın kitabı öyle bir nur ki, yaptıkları yanlışlar, yanlış tercümeler hemen ortaya çıkıyor.

İşte imtihanın zor yanı da burası olsa gerek. Çaba harcamak, gayret bizden, yardım Allah tan. Allah yemin ederek sizlere kolaylaştırılmış bir kitap indirdim diyorsa, Allah ın rehberini zor anlaşılır ilan etmek, Yaradan a büyük saygısızlıktır diye düşünüyorum. Allah asla anlaşılması zor, her dile çevrilmeyen bir rehber gönderip, daha sonrada kullarını sorumlu tutmaz. Rabbimiz Kur’an ayetlerini okuyup düşünenlerin, gönül gözlerini açarım diyorsa, lütfen bu uyarıyı dikkate alalım.

Kur’an ın verdiği örnekler üzerinde lütfen düşününüz. Muhkem ayetler, herkesin anlayacağı şekilde, kolay ve anlaşılır örneklerle açıklanmıştır. İŞTE ONUN İÇİNDİR Kİ KUR’AN IN BİR AYETİNE, DOĞRU OLMAYAN BİR ANLAM BİLE VERSELER, BİR BAŞKA AYET ONUN YANLIŞLIĞINI ORTAYA ÇIKARTIR. Kur’an işte böyle mucize bir kitaptır. Yeter ki ondan istifade etmesini bilelim. Yeter ki düşünerek iman edelim.

Ben her türlü kaynaktan hadis alır ve üzerinde düşünürüm. Bu rivayet hadisi acaba peygamberimiz söylemiş midir diye. Neden biliyor musunuz? Çünkü ümmetini bu konuda öyle bir uyarmıştır ki peygamberimiz, emin olmadığın sözleri peygamberimize nispet ette görelim. Bakın neler söylemiş.

5176 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki: "Benim hakkımda yalan söylemeyin. Zira benim üzerime yalan uyduran cehenneme girer."
Buhâri, İlm 38; Müslim, Mukaddime 1, (1); Tirmizi, İlm 8, (2662).

5177 - İbnu'z-Zübeyr radıyallahu anhüma anlatıyor: "Babama dedim ki: "Ben niye senin Resülullah'tan hadis rivayetini işitmiyorum. Halbuki falan ve falandan çokça işitiyorum?" Bana şu cevabı verdi:
"Evet ben, Müslüman olduğum günden beri Aleyhissalâtu vesselâm'ı hiç terketmedim. Hep beraber olduk. Ancak O'nun şöyle söylediğini de işittim:
"Kim bile bile bana yalan nisbet ederse ateşteki yerini hazırlasın."
Buhâri, İlm 38; Ebü Dâvud, İlm 4, (3651).

İşte ben peygamberimizin, bu uyarılarının Kur’an ın bire bir uygulaması olduğunu Kur’an dan apaçık görüyorum ve titizliğim bundandır. Bu hadisleri nasıl olurda kabul etmem, görmezden gelirim. Hadis naklinde, sözlerin anlamlarının değişme ihtimali çok büyüktür, titizliğim bunadır. Ayrıca nakledilen konunun, nakledenin kendi düşünceleri ile şekillendirilmesi, hatta farklı anlamlar vermesi de kaçınılmazdır. Lütfen bu gerçeği de unutmayalım.

Hadis yazımını ve naklini peygamberimiz, önce serbest bırakmış ama yapılan yanlışları gördüğünden, kesinlikle yasaklamıştır. Bir kısım kardeşlerimizin, daha sonra serbest bırakmıştır düşüncelerinin yanlış olduğunu, dört halife devrinde hadis yazımı ve nakliyle nasıl mücadele edildiğini araştırmalarını öneririm. Size bu konuda bir örnek vermek isterim.

Hz. Ebu Bekir, peygamberin vefatından sonra Müslümanları toplayarak şöyle demişti: “Sizler, Peygamberden hadis rivayet ediyorsunuz ve bu hadislerde ihtilafa düşüyorsunuz. Sizden sonrakiler ise daha fazla ihtilaf edecektir. Peygamberden hiçbir şey tahdis etmeyin. Size bir soru soran olursa, “Bilgimizle sizin aranızda Allah’ın kitabı var” deyin ve onun helal kıldığını helal, haram kıldığını haram kılın”
[Zehebi, “Teskiretu’l Huffaz, I, 2-3]

Bizden önceki Ehli kitabın yoldan sapmaları, ne yazık ki Allah ın kitabını rehber almak yerine, atalarından gelen rivayetlerin ardına düşmeleriydi. Peygamberimiz ve en yakın ashabı da bunu bildiği için toplumu uyarmıştır.

Bugün aynı yanlış devam ediyor. Hatta öyle güçlü devam ediyor ki, rivayet hadisler olmasaydı, Kur’an anlaşılmaz kapalı kalırdı diyerek, adeta Kur’an ın üzerine çıkartılıyor bu bilgiler. Allah bizleri affetsin. Bu acı gerçeği gören her Müslüman, rivayet hadislere karşı çok dikkatli olmalıdır. Bende bunu yapıyorum, Allah şahittir.

Yine Kütüb ü sitte den, çok dikkat çekici ve bir o kadar düşündürücü bir rivayet hadis nakletmek istiyorum. Çünkü bu hadis adeta yazımızın bir özeti.

5179 - Mücâhid merhum anlatıyor: "Büşeyr el-Aşevi, Hz. İbnu Abbâs
radıyallahu anhümâ'ya gelip:
"Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki..." diyerek birşeyler anlatmaya kalktı. Ancak İbnu Abbâs onu konuşmaya bırakmadı ve kendisine iltifat etmedi. Büşeyr:
"Sözlerimi niye dinlemiyorsunuz? Ben size Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'dan anlatıyorum, hiç tınmıyorsunuz, niçin?" diye sordu. İbnu Abbâs ona şu cevabı verdi:
"Biz vaktiyle, bir kimsenin "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki" dediğini işitince, gözlerimizi ona çevirip kulaklarımızı da dinlemek üzere uzatıyorduk. Ne zaman ki, insanlar hadis rivayetinde laubalileştiler, biz de onlardan ancak bildiklerimizi almaya başladık."
Müslim, Mukaddime 7, (7).

Değerli din kardeşlerim, işte bizler bugün hadis naklinde o kadar laubalileştik ki, adeta söylenenler, peygamberimize iftira niteliğini taşıyor. Ben bu yalanın iftiranın içinde olmamak için, elimden geleni yapıyor ve titiz davranmaya çalışıyorum. Bu söylenenler unutmayalım, peygamberimizin ölümünden çok sonra söylenen sözler değil. Birde aradan yüzlerce yıl geçtiğini düşünün, ne anlatmak istediğimi daha iyi anlayacaksınız.

Karar ve yorum sizlerin. Ömür geldi ve geçiyor. Emanetimizi teslim ettiğimizde, hesabın görüleceği O çetin gün, pişman olmak istemiyorsak, gelin dersimize Kur’an dan bizzat kendimiz çalışalım. Daha sonrada soralım, soruşturalım. Sen Kur’an ı anlayamazsın diyenlerin sözlerine aldanmadan, İmanımızın sınırlarını Kur’an dan öğrenelim. Kur’an ın sınırlarının dışından bilgi verenlere, itibar etmeyelim. Kur’an ın sınırlarını aşan, şeytanın oyuncağı olur, lütfen bu gerçeği unutmayalım.

Yaradan Enbiya suresi 10. ayetinde yemin ederek, sizlere öyle bir kitap gönderdim ki, bütün şan ve şerefiniz, tüm gerçekler ondadır diyorsa, gelin beşerin ipine değil, Kur’an ın ipine sarılalım.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

230
Kur'an-ı Kerim / Sosyal Bir Toplum Olmaktan Uzaklaşınca
« : 22 Kasım 2013, 15:02:56 »
Her Cuma günü, toplantı salâtına yani Cuma namazına giderken, içimde buruk bir duygu olur. Burukluğum un nedeni, Cuma namazına Allah ın, hiç bir ayrım yapmadan, kadın erkek tüm iman edenleri bu toplantıya davet etmesine rağmen, edindiğimiz yanlış itikatların, apaçık ayetlerin önüne geçerek, üstünü örterek bizlere yön vermesi, beni ziyadesi ile üzmektedir. Bu yanlış toplumu da, sosyal açıdan kötü yönde etkilemektedir.

Tüm Ehli kitaba baktığımızda, hepsinde haftada bir gün, toplantı günü ilan edilmiştir. Bu günde Kadın, çocuk, erkek ayrımı asla yapmadan birlikte ibadet ederler. Allah bizlere de Kur’an da aynı ibadeti, hiç ayrım yapmadan, Ey iman edenler, Cuma salâtına çağrıldığınızda, işi gücü bırakarak çağrıya uyun diye emrettiği halde, bizler bu emrin özünü-amacını doğru anlayamayıp nefislerimizin etkisiyle değiştirip, yalnız erkeklere çağrının yapıldığına inandırılmışız. Elbette bu yanlışı yaptığımız içinde, toplum olarak SOSYAL değil, A SOSYAL toplum olmuşuz.

Allah toplantı salâtından bahsederken bizlere, çok önemli bir şeyin dikkatini çekiyor.

 Cuma 9: EY İMAN EDENLER, cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah'ı zikretmeye koşun ve alış-verişi bırakın. EĞER BİLİRSENİZ, BU SİZİN İÇİN DAHA HAYIRLIDIR.

Yüce Rabbimiz bu toplantı namazının öneminden bahsederek, bilesiniz ki bu sizin için daha hayırlıdır diyor. İşte bizler bu hayrın, güzelliğin, toplumda birlikte yaşamanın öğretisi ve düzenin asli unsurundan, kadınlarımızı soyutladığımız için, gerekli eğitimi, dersi alamıyor ve toplum olarak bizler için hayırlı olandan uzak kalıyoruz.

Peygamberimiz devrinde Cuma namazlarını bırakın, vakit namazlarında bile kadınların, mescitlerde namaz kıldıklarını biliyoruz. Peygamberimizin ölümünden sonra, ne yazık ki bu yolla topluma verilmeye çalışılan anlaşılamamış, ya da nefsini eğitmekten aciz insanların sayesinde, kadınlar camilerden/mescitlerden hatta sosyal yaşamdan uzaklaştırılmıştır. Amaçlarını gerçekleştirmek içinde, uydurulan hadisler sayesinde toplum, sosyal bir toplum olmaktan uzaklaştırılmıştır.

Sizlere konunun daha iyi anlaşılması için, ders alabileceğimiz, bu konuyla ilgili rivayet bir hadis örneği vermek istiyorum.

5478 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın: "Birinizin hanımı mescide gitmek için izin talep ederse ona mani olmasın (izin versin)" dediğini haber vermişti. Bilâl İbnu Abdillah:
"Allah'a yemin olsun, biz onlara mani olacağız!" dedi. Bunun üzerine Abdullah radıyallahu anh, ona yaklaşıp öyle hakâretâmiz söz sarfetti ki, böylesini hiç işitmedim. Sonra şunu ekledi:
"Ben sana Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan haber veriyorum; sen ise durmuş, "Vallahi mani olacağız" diyorsun!"
Buhari, Cum'a 12, Ezân 162, 166, Nikâh 116; Müslim, Salât 134, (442); Muvatta, Kıble 12, (1, 197); Ebu Dâvud, Salat 53, (566, 567, 568); Tirmizi, Salât 400, (570).

Peygamberimizin ölümünden sonra, ne yazık ki toplum bakın neler söyler olmuş. Tabi bu zihniyet her geçen gün güç kazanmış ve günümüze kadar güçlenerek gelmiştir. Cuma namazını Allah bizlere, hiç ayrım yapmadan kadın, erkek birlikte ibadet yapmamızı istemesinin, elbette çok önemli bir nedeni vardı. Ama bizler bunu anlayamadık.

Toplantı namazının asıl amacı, hep birlikte Allah a dua etmek, ondan yardım istemektir. Hep birlikte Rabbimizin önünde kıyam eder, rükû eder, secde ederek ona bağlılığımızı bildiririz. Toplantı yani Cuma namazında yine, toplumun çok önemli sorunlarına çareler aranır. Toplum her konuda bilgilendirilir ki, yanlış kaynaklardan bilgi alıp aldatılmasın. Zor durumda olan komşularımızı tespit ederek, onlara destek olmanın yollarını ararız. Bugün bu söylediklerimden hangisi yapılıyor? Sizce Cuma salâtının/namazının asıl amacından, eser var mı günümüzde?

Bu toplantı ibadetlerinde, erkek ve kadın aynı çatı altında, dostça kardeşçe, bir birine art niyet beslemeden yaşayabilmenin bilincini kazanır. Ne kadın erkeğe, ne erkek kadına asla art niyetle bakmamanın bilincini, eğitimini, alışkanlığını edinir camide/ mescitte.

İşte bizler bu eğitimden uzak bir nesil yetiştirmenin, ne yazık ki acısını çekiyoruz. Sizlere bu konuda bir örnek vermek istiyorum. Dini konularda eğitim almış ve yüksek mevkilerde de görev yapmış, dini anlatan bir büyüğümüzün, yakında televizyon programın da, erkek kayın validesinin elini öpmeli midir sorusuna verdiği cevabı, bizlere ibret olması adına nakletmek istiyorum.

( Kayınvalide yaşlıysa sorun yok, genç olursa damadın niyetine bağlı. Gencecik kayınvalideler var. Damat, genç kayınvalidenin elini öperken şehvet hissine kapılmamalı, gönlüne hâkim olmalı. )


Değerli din kardeşlerim, bizler nefislerimizi gerektiği gibi eğitmekten kendimizi uzaklaştırdığımız gibi, Kur’an ın rehberliğinden de habersiz yaşayıp gidiyoruz. Kur’an dan haberi olan bir insan, eşinin annesinin kendi annesi ve kız kardeşi gibi sayılıp, Kur’an ın evlenme yasakları arasında olduğunu bilir. Bunu bilen bir Müslüman ın aklından, böyle şeyler geçer mi? Rabbim sen bizlere akıl, fikir ihsan eyle.

Bunu bilen, bundan haberdar olan bir topluma, böyle bir söz söyleniyorsa, bu söz söylenen topluma büyük bir saygısızlıktır, hakarettir. Ama Kur’an a iman ettiğini zanneden bir toplum yetişmişse, bu sözler hakkında fazla konuşanda olmayacaktır. Gelin bu sözler ve düşünce üzerinde, kısaca birlikte düşünelim.

Evli bir erkek, eşinin annesinin elini öperken, şehvet hissine kapılır mı? Bu satırları yazarken bile üzüntü duyuyor utanıyorum. Ama bu sözleri de yabana atmamalıyız. Çünkü böyle düşünenler var ki, bu tür düşünceler/sözler çekinmeden söylenebiliyor.

Ne yazık ki İslam toplumu olarak, sosyal olmaktan çok uzaklaştık. Kadın ve erkek kamplara ayrıldık. Adeta birbirine hasım cinsler olarak yetiştirildik. Hâlbuki Allah kadını ve erkeği, birlikte bir bütün olarak yaratmıştır. Ayrıca imtihanımızın da çok önemli bir unsurudur birlikte yaşamak. Allah birbirimizle bizleri her an imtihan etmektedir. Bu imtihandan korkarak, ya da kaçarak kadını yakınımızdan uzaklaştırmakla, kendimizi kurtaramayız. Bunu yaparak ancak toplumun düzenini bozarız.

Cuma salâtının da özü ve amacı, kadını ve erkeği, sosyal bir ortamda yaşanır, birbirleri ile bütünleşmenin, birlikte yaşamanın sağlandığı toplumlar haline getirmesidir. Böylece her iki cinsin birlikte nasıl yaşaması gerektiğinin bilinci verilir bu toplantı salâtında. Bizler kadını Cuma salâtından uzak tuttuğumuz içinde, bu bilinci toplum olarak ne yazık ki alamadık.

Biz Müslümanlar, Allah ın bu çok önemli emrini yerine getirmediğimiz içindir ki, kadını yanımızda görmeye alışık olmadığımız dan, onları hayallerimizde yaşattık. Kadında erkeği yakınında görmeye alışmadığı, onu gerektiği gibi tanımadığı için, aynı yanlışı onlarda yaptı. Sonuç ortada. Söylenenlerden utanmamak elde değil.

Değerli din kardeşlerim. Nasıl olur da, bir erkek, eşinin annesinin elini öperken, ona karşı cinsel bir haz hissedebilir? Bunu hisseden, açıkça SAPIKTIR. Nasıl olurda böyle bir düşünceyi sanki normal ve genelde olabilecek bir örnekmiş gibi topluma söyleyebiliriz, benim anlayamadığım kısım aslında burası.

Demek toplum olarak, inanılmaz uç noktalarda yaşıyoruz. Konuşulması örnek verilmesi, söylenmesi bile tiksindirici bir olayı, eğer bizler sanki normal bir şeymiş gibi söyleyebiliyorsak, Kur’an ın zerre kadar terbiyesini almadığımızın kanıtı olduğu gibi, bu toplumun ahlak anlayışını da sorgulamaya açmamız gerektiğini düşünüyorum.

Kadını ve erkeğiyle birlikte yaşamasını eğer öğrenmeye çalışmak yerine, hala kadını, sosyal toplumdan soyutlamaya devam edersek, buna benzer kişilerin aklın, mantığın ve Kur’an ın kabul etmediği, adeta sapkınlık mertebesindeki bu düşüncelerin gündeme geldiğine, daha çok şahit oluruz.

Neye layıksak Allah onu verecektir. Onun içindir ki huzur ve mutluluğu yakalamak istiyorsak, elde Kur’an onun rehberliğinde yaşanacak, sosyal bir toplum yaratmanın çabasında olmalıyız. Bunu beceremeyen toplumlar, sonucuna da katlanmasını bilmelidir.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

Sayfa: 1 ... 21 22 [23] 24 25 ... 29
web hosting Domain Web
İçerik sağlayacı paylaşım sitelerinden biri olan sevdaligul.com forum sitemizde 5651 Sayılı Kanun’un 8. Maddesine ve T.C.K’nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan sorumludur. sevdaligul.com hakkında yapılacak tüm hukuksal Şikayetler sevdaligul@gmail.com  adresi ile iletişime geçilmesi halinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde sevdaligul.com  yönetimi olarak tarafımızdan gereken işlemler yapılacak ve size dönüş yapacaktır.