Reklamlar

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - MAT_ROCK23

Sayfa: 1 ... 4 5 [6] 7 8 ... 96
51
O 2006'da "tam gaz ekonomik kriz geliyor" dediğinde çoğu uzman gülmüştü. Krizi 2 yıl önceden gören ABD'li profesör yine konuştu ve felaket senaryoları çizdi

Cemal Demir'in haberi - New York

2006 yılında, "tam gaz ekonomik krize gidildiğini" söylediğinde çoğu uzman gülmüştü. "Ekonomik krizi önceden görmekle" ünlenen New York Üniversitesi ekonomi profesörü Nouriel Roubini bir kez daha uyardı; "Bunlar daha iyi günlerimiz. Daha kötüsünden korkuyorum".

Ekonomideki kriz uyarıları çıktığı için IMF ve medya çevrelerinde "Dr Doom (Dr. Felaket Tellalı)" diye anılan Roubini'nin sözlerine yer veren İngiliz The Times gazetesi, Roubini'nin şimdiden iki ülkeyi yutan küresel ekonomik erimenin boyutlarının daha da derinleşmesinden endişe ettiğini yazdı.

ABD'deki mortgage krizinin büük bir finansal krize gideceğini ve ilk olarak ABD'nin mortgage devleri Fanie Mae ve Freddie Mac'i yutacağını iddia eden Roubini, bunu finansal yatırım bankalarının takip edeceğini iddia etmişti. Bir yıl önceki kehanetinde Roubini'ye göre dünya hızla küresel ekonomik durgunluğa gidiyordu. Bütün bu kehanetler, meslektaşları arasında alaycı yorumlara ve eleştirilere uğramasına yol açmıştı. Bugünlerde başkent başkent dolaşarak konferanslar veren Dr Doom, ekonomiden iyi haber bekleyeneleri hayal kırıklığına uğratmaya devam ediyor. Roubini'ye göre çok yakında yüzlerce "hedge fon" batacak ve panik satışların önüne geçebilmek için tüm dünyada borsalar geçici olarak kapatılabilir. Konferanslarında dünya ekonomisinin kırılma noktasında olduğunu kaydeden Roubini, "serbest düşüşte" olduğunu belirttiği finansal pazarların sert bir paniğin eşiğinde olduğu uyarısı yapıyor.

Gizemli 'Felaket Tellalı' İstanbul'da doğdu

Dünyada bugün artık en çok ilgi gören ekonomi profesörü olan Nouriel Roubini 1959 yılında İstanbul'da dünyaya geldi. İranlı bir Yahudi ailenin çocuğu olan Roubini, İtalyanca, İbranice, Farsça ve İngilizce'yi akıcı konuşabiliyor. Roubini hakkında bir analize yer veren İngiliz Times gazetesi, Roubini'nin İngilizcesini, tıpkı Henry Kissinger gibi "Uluslararası gizemli adam" aksanı diye tanımlarken, "Kissenger'inki gibi cana yakın bir aksan değil" yorumunda bulunuyor. Harvard mezunu Roubini 1990'lı yılların sonunda Bill Clinton'a da danışmanlık yaptı. Bazı ekonomistler ise, matematik modele uymayan kehanetlerde bulunmakla eleştirdikleri Roubini'nin kehanetlerine tepki gösteriyor.

(Haber 7)

52
Din ile İlgili Karışık / SEVMEK
« : 24 Ekim 2008, 21:39:27 »
Kişi sevdiğiyle olmak ister!.

Sevdiğinin hâliyle hâllenir… Sevgisi kadarıyla, onunla yaşar!.

Sevginin ne olduğunu tam olarak bilemediğimiz için, çoğunlukla, “beğeni” ile “sevgi”yi birbirine karıştırırız...

“Beğeni” yanında “sahip olma” arzusuyla açığa çıkar!.

Bir nesneden hoşlandığında, beğendiğin şeye sahip olmak ve üzerinde tasarruf edebilmek arzusuyla yaşarsın…

Bu tüm mahlûkatta çok yaygın bir duygudur!.

Kimi, beğendiğini cebine sokar; kimi beğendiğine tasma takıp yanında taşıyarak onunla hava atmak ister; kimi yakalayıp inine sürükler… Her mahlûk yaradılış fıtratına göre, beğendiği üzerinde tasarruf etmek ister.

“Sevmek” ise bundan çok farklıdır…

Sevince, yalnızca sevdiğin için yaşamak istersin!.

Yalnızca yanında olmak, yalnızca onun olmak, yalnızca onun zevk aldığıyla zevk alıp, sevmediğinden kaçmak istersin! Sevdiğin öylesine sarmıştır aklını, fikrini, ruhunu ki, her şey sana, onu hatırlatır; yanında iken bile onun içinde olmak istersin!… Yakınlık bile uzak gelir sana!…

Sen kaybolursun, sende; sevdiğin kalır yalnızca, beyninde!..

Onun bakışıyla bakar, onun değerlendirmesiyle değerlendirir, onun diliyle konuşmaya başlarsın!. Gözün ondan başkasını görmez, kulağın ondan başkasını duymaz, elin ondan başkasına uzanmaz olur!.

Her an sana sahip olmasını; varlığının, tasarrufunun her an üzerinde olmasını, her an seni kucaklamasını istersin!… Bedensel yakınlık bile, korkunç uzaklık gibi gelir sana; ve onunla tek bir beden, tek bir rûh, tek bir şuur olmayı dilersin!.

Sevgi, fıtratın müsait ise, sevdiğinde yok edesiye yakar seni; ve gün gelir kaşında-gözünde, yüzünde-dilinde sevdiğini görürler de, “sen o olmuşun” derler!

Beğenen sahip olmak ister…

Seven ise sevdiğinde yok olur; fedâ eder her şeyi sevdiği uğruna!.

Bazılarının da sevgi kokusu sürülür üstüne; “aşığım” sanır!. Ama sevdiği uğruna, fedâkârlık etmeye gelince sıra, o koku siliniverir üzerinden “kopamama” sabunuyla!.

Parasından kopamaz… Mevkiinden kopamaz… Yakınlarından kopamaz… İçinde yaşadığı ortamın güzelliklerinden kopamaz… “Etraf”tan kopamaz!.

Derken kusurlar belirmeye başlar sevdiğini sandığının üzerinde… Eksiklikler görmeye başlar, yetersizlikler görmeye başlar… Bunlar önce acıma duygusuna dönüştürür sevgisini; uzaktan acıyarak seyretmeye başlar… Sonra tatlı bir anıya dönüşür, sevgi sandığı duyguları!. Bu tecrübe gösterir ki, onun fıtratında sevgi programı yoktur!.. Beğeniyi, sevgi sanmıştır!..

Uzaklaşma ondan gelmemiş de, karşısındakinden gelmişse, bu defa “nefret”e döner “beğeni”; ondan intikam alma duygusu gelişir içinde; ve vicdanla intikam dalgaları arasında bir o yana bir bu yana sürüklenir durur; terkedilmişliğin, uzaklaşmanın, lâyık olmadığını yaşamanın sanısı içinde!..

Oysa yalnızca, fıtratında olmayan gerçek sevginin sonuçlarını yaşamaktadır!. Cüzdanı için, güzelliği-yakışıklılığı için, kendisine hoş gelen huyları için, mevkii-koltuğu için, ilmi için beğenmiştir; sevdiğini sanmış; sahip olamayınca da arzusuna erişememenin düş kırıklığı içinde kopmuş; yalnızca çıkarları doğrultusunda yaşamayı tercih etmiştir…

Seven ise göze almıştır kopmayı… Dışlanmayı… Paradan-puldan, nâmdan nişandan, dosttan akrabadan uzak kalmayı…

Fıtratından gelir sevgi!. Kulluğu sevmek üzeredir!. Onunla, sevmeyi yaşamak istediği için yaratmıştır onu Yaratan… O yüzden kopar anadan-babadan; dünyadan paradan!

Seven, karşılıksız sever!…

Beğenen karşılığını ister!.

Benim istediğim gibi yaşarsan seni boğarım sahip olduklarıma, der beğenen!..

Onun zaten fıtratında yoktur sevgi, bilmez aşkın ne olduğunu!.. Ne üzere yaratılmışsa, odur tüm meşgalesi… Karınca gibi çalışır; maymun gibi çiftleşir; aslan gibi yavrularına sahip çıkar… Ama pervane gibi sevemez!. Atamaz kendini ateşe!.

Sevgi sonunda yanmayı getirir!.. Beğeni ise sonunda kaçmayı!.

Beğenen mahlûkat çoğunluğuna göre, “sevgi” delilikten bir türdür!.. Anlamazlar onlar, sevdiği uğruna, etraf ne derse desin deyip, her şarta katlanmayı! Ve “delillik bu” derler

Beğenme bir tür “hobi”dir!… Bazen ömür boyu sürer, bazen bir kaçyıl, bazen bir kaç ay!..

Sevgi bir ömür boyudur!… Bitmez, tükenmez, bazen durulur, bazen coşar ama hiç gerilemez!.

İçinde, özünde hissedilip açığa çıkaramadığını karşısındakinde bulduğun anda onu sevmeye başlarsın... özünde sevgin kadardır karşısındakine aşkın!..

Çoğunlukla karşısındakinden, ondakinin yüzünü göstermesinden gelir sevgi insana!..

Bazen de özünden gösterir yüzünü O!… O zaman onlar için derler ki, “Allah’a âşık oldu”!..

“Kendine seçtikleri”dir sevenleri bir çehreden!… Özünden sevgiyi yaşayanlardır, “mukarreb”leri!…

Hünerlerini sergilemek için yaratmıştır herşeyi…

Sevmek için yaratmıştır sevilenleri!.

Gözlerinde seyretmek için gözleri olarak yaratmıştır “aşk”ı yaşattıklarını!..

Avam anlamaz ve bilmez bu aşkı!. Bunun aşk olduğunu!..

Oysa gerçek “aşk” O’nun ateşine pervane gibi atılıp; varlığını O’nda yitirip; O’nun “Bâki”liğini yaşattıklarıdır gerçek “âşık”lar!..

Özel bir fıtratla gelmişlerdir onlar, “âşık” olmak için!.. Yaşamları boyunca bir değer taşımamıştır dünya ve içindekiler!.. Parmaklarını bile kıpırdatmamışlardır dünya için!. “Allah de ötesinde bırak onları hevâlarıyla oyalansınlar” hitâbına mâruz kalmıştır programları; ve hücrelerine nüfûz etmiştir bu hitâp!..

Gerçek anlamıyla onlar “yaşarlar aşkı”; “Yaşar onlarda aşkı”; sever, acır, merhamet eder onlarda kullarına; çünkü bu sıfatlar için yaratmıştır onları!..

Var gel dostum, biz dönelim dünyamıza; bu masal gibi gelen sözler yeteri kadar ıslattı bizi!… Şimdi kurulanmak zamanı!.

Dönelim dünyamıza, koşalım, çalışalım, didinelim; insanları sevindirmek için onlara bir şeyler verelim; ve gönüllerini hoş etmek için güllâbicilik eyleyelim!..

Sonra da, bunları hep “Tanrı –pardon Allah- için yapıyoruz!” diyerek vicdanlarımızı tatmin edelim!..

Gönül “aşk” için yaratılmamışsa, neye yarar bunca demek!…

İyisi mi, “hobi” kabilinden “dinle ilgilenip”, günümüzü gün eylemek!.

 AHMED HULÛSİ
2 Ağustos 1998
New Jersey, USA
Linklerin Görülmesine İzin Verilmiyor. Üye Ol ya da Giriş Yap

 
 
 
 
 

53
Hayata Dair Yazılar / Mutluluğunu Kederde Ara...
« : 17 Ekim 2008, 19:29:42 »
Kendini boş yere çaresiz hissetme. Her acının, derdin bir çaresi vardır illa ki, yeterki sen çaresiz olmadığını bil. İçinde bulunduğun her anı sevinçle karşıla, ki o anlar iyi olmasalar bile. O anları kutla, kutlayarak yaşa. Unutma ki sen, yaşadığın o anın dışında, yalnızca bir rüyadan ibaretsin.Çünkü aklın ve gönlün, anın dışına çıktığında, geçmişe özlem duyar ve geleceğe karamsar bakmaya başlarsın çoğu zaman. Aslında ikisi de bir hayalden ibarettir. Seni mutluluğa ulaştırmazlar bu hayaller. Gerçek değillerdir. Çünkü gerçek sadece ŞİMDİ'dedir. Huzur ŞİMDİ'dedir. İstikrar ŞİMDİ'dedir. Şimdi bu huzura ulaşman için, önce dinginliği yakalaman, sonrada dinginliği kavraman gerek. Şindi zamanın içinde nereye akacağını bilen ve derinden çağıldayan bir şelele gibi


. Acelesiz, sakin ve kararlı bir dinginlik. Bu dinginlik için kendini tanıman, kendini tanıman için ruhunla barışık olman, ruhunla barışık olman için o ruhu anlaman gerekir. Onu anlamak demek, bunları anlayacağını bilmek demektir. Bunlarıda bilmek anlamamanın olmadığını bilmek demektir. İşte bu da ÇAREdir. Çare de SEN'dir. Çereyi istiyorsan, olur. Ve sen nasıl istiyorsan öyle olur. Kendini çaresiz hissedersen çaresiz, çareli hissedersen çareli olursun.


 Çareli olursan, çare sen olursun, o zaman ki çaresizliğinde olmadığını da hatırlarsın. Asıl o zaman yaşamaya başlar, ruhunu belirsizliklerden kurtarır ve kendine eziyet etmezsin. Ruhunun belirsizliğini kendin yaptığını anlarsın. Şimdiye kadar onu hor gördüğünü ve onu hiç anlamıyormuş gibi yaptığını anlarsın. Acı çektiğini ama acı çekiyormuş gibi hissettiğini... Dingin olduğunu ama dingin olmamış gibi yaptığını... Bildiğini ama bildiğini bilmemezlikten geldiğini anlarsın dahası. Ve eğer bunları farkettiğinde, içindeki azabı yok etmek istersen bunu nasıl yapacağını, yola nasıl çıkacağını düşünme. Bu kaybetmek olur; daha henüz başlamadan. Başaramayacağını düşünme. Ahlanma, vahlanma.

İçinde zerre kadar kaygı taşıma. Taşıma ki, önündeki ışıklı yolu görebilesin. İstiyorsan eğer, yapacağını bilmen kafidir. Yapamıyorum dersen zaten yapamazsın. Sorunlarından korkup kaçmaya karışırsan, onlar bu defa senin peşini bırakmazlar. Unut kaçmayı, yüzleş. Tıpkı ruhunla yüzleştiğin gibi. Rahatla ve dök içini tamamiyle. Kimseden hiçbirşey gizlemeden, ruhunda hissettiğin her şeyi açığa çıkar. Çıkar ki, ruhundan çıkanları görebilesin. Çıkar ki kendini tanıyıp anlayabilesin. Çıkar ki, ruhunu belirsizliklerden kurtarıp, kendine acı çektirmekten vazgeçesin. Çıkar ki, insanların seni anlayabilmelerine izin verebilesin. Ve sen kendine yetebilesin. İşte o zaman kendini çaresiz hissetmezsin. İşte o zaman, çağıldayan koca bir nehir gibi hangi okyanusa akacağını bilirsin; ve giderken karşına nelerin çıkacağını...

Mutluluğunu kederde ara...


Alıntıdır...


54
Din ile İlgili Karışık / Öfkeyi yenmek
« : 15 Ekim 2008, 19:28:31 »
Yüce Allah’ın “pek büyük bir ahlak üzerinde” (Kalem Suresi, 4) olduğunu bildirdiği Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), tüm müminlere her konuda en güzel örneği teşkil etmektedir. Peygamberimiz (sav) müminlere yaşamı boyunca hem ahlakıyla örnek olmuş hem de güzel ahlakı öğütlemiştir. Bu öğütlerden biri de “öfkeyi yenmek” konusundadır.
Öfkelenmek, insanın olayları sağlıklı ve gerçekçi değerlendirmesine, doğru ve adil karar vermesine engel olan bir kötü ahlak özelliğidir. Bir olay karşısında öfkenin devreye girmesi, o olayın kaderde olduğunu hatırlamaktan, kişiyi Allah’ın bildirdiği ahlakı göstermekten, hoşgörülü ve merhametli olmaktan alıkoyar.

 İnsanın şuurunu perdeleyerek olayları sağlıklı değerlendirip doğru karar verebilmesini engeller. Bu da insanın Allah’ın sınırlarını gereği gibi koruyamamasına neden olabilir.
Öfkenin en önemli zararlarından biri de kişinin o süre boyunca adaletten uzaklaşabilmesidir. Zira öfkenin aklı örtmesiyle, yapılan teşhisler, verilen kararlar duygusal olmakta, bu da adil olmayan bir sonuç doğurabilmektedir. Bu nedenle mümine yakışan tavır, her koşulda ve ortamda öfkesini yenmesidir. Böylece mümin, kızgınlık ve hiddet hislerinin neden olabileceği hatalı davranışlar ve çeşitli zararlardan da korunmuş olur.

Nitekim öfkeyi yenmek, Allah’ın Kuran’da hoşnut olduğunu bildirdiği güzel bir tavırdır. Müminin öfkesini yenmesi, öfkenin sebep olabileceği çeşitli hatalardan ve zararlardan korunması açısından güzel bir ahlak özelliği olarak bir ayette şöyle bildirilmiştir:


“Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar(daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever.” (Al-i İmran Suresi, 134)
Bu konuda en hikmetli örneği kuşkusuz Peygamberimiz (sav) teşkil etmektedir. Büyük İslam alimi İmam Gazali, hadis alimlerinden derlediği bilgiler ile Peygamber Efendimiz (sav)’in çevresindekilere karşı tutumunu şöyle özetlemiştir:

“…Öfkelenmekten son derece uzak ve bir şeye çabucak rıza gösterendi. İnsanlara karşı insanların en şefkatlisiydi…”
Peygamber Efendimiz (sav)’in vurgulanan bu ahlakına, Yüce Allah’ın kendisine nasip ettiği şerefli tebliğ görevi süresince çevresinde bulunan herkes şahit olmuştur. Peygamberimiz (sav) hayatı boyunca çevresindeki kişilerin her biri ile tek tek ilgilenmiş, onlara her konuda en doğru yolu göstermiştir. Onun bu şefkatli, hoşgörülü, anlayışlı, sabırlı ve öfkeden uzak ahlakı, birçok insanın kalbinin din ahlakına ısınmasına ve Peygamberimiz (sav)’e büyük bir içtenlik ve sevgi ile bağlanmasına vesile olmuştur. Bu nedenle Peygamberimiz (sav)’in çevresindekilerin kalplerini Kuran ahlakına yaklaştıran; hiçbir koşulda öfkelenmeyen tavrı, insan sevgisi, ince düşüncesi ve şefkati, tüm Müslümanların önemle üzerinde durmaları ve örnek almaları gereken bir ahlak üstünlüğüdür.


55
Hergün namaz kılmak için alınan abdestin, bir tür temizlik uygulaması olduğu söylenebilir. Nitekim abdest, kir ve mikroplarla en fazla temasta bulunduğu bölümlerinin temizlenmesini sağlamaktadır. öte yandan, abdestin kan dolaşımı, lenf dolaşımı ve sinir sistemi üzerindeki olumlu etkileri, son zamanlarda bilimsel incelemere konu olmuştur.

 
”Abdest alınan su sıcaksa damarı genişleterek, soğuksa daraltarak, özellikle kalpten uzak damarların esnekliğini ve zindeliğini sağlamaktadır. Su, bu arada yine ısı farkı sebebiyle dokularda yavaşlamış dolaşımdan ortaya çıkan besin birikimlerini de genel dolaşıma katarak, damar sertliğine ve hem de bu olayın beyin dolaşımına yansıması demek olan bunamaya karşı korumaktadır. Vücudun korunma sistemi olan lenf dolaşımı, abdest uygulamasıyla sağlıklı bir işlerlik kazanmaktadır. çünkü, abdest esnasında temas kurulan uzuvlar, lenf sisteminin en önemli uyarılma noktalarını (burun arkası ve bademcikler, boyun yanları) içine almaktadır.


” 1 Böylece abdest, vücudun hastalıklara karşı korunmasında ve dayanıklık kazanmasında önemli bir etkide bulunmaktadır. Aynı şekilde, ”vücudun tümüne ait statik elektrik dengesinin çeşitli sebeplerle zaman zaman artması sonucu bir çok psiko-somatik hastalık oluşmaktadır.Statik elektriğin en olumsuz etkisi deri altındaki minik kaslardır. Bu kaslardaki gerginlik sebebiyle, yüzde ve bütün vücutta erken kırışmalar ortaya çıkar. Abdest vasıtasıyla bütün bu olumsuzlukların etkisinden sıyrılmak mümkün olabilmektedir.”2 Nitekim, devamlı namaz kılanların ciltlerinde, abdestin sağladığı parlaklık ve güzellik kolayca farkedilebilmektedir.


Namazdaki beden hareketleri vücuttaki bütün eklem yerlerini harekete geçirmektedir. Eklem ve kas ağrıları şeklinde kendisini gösteren romotizmal hastalıkların tedavisinde hekimler, namazdakine benzer kültür-fizik hareketleri tavsiye etmektedirler. Bu açıdan namazın, kasların güçlenmesi ve eklemlerin normal faaliyetlerini sürdürmesinde önemli etkilerde bulunduğu rahatça söylenebilir. Hac için yapılan uzun yolculuğun, tavaf ve sa’y esnasındaki yürüyüş ve hareketlerin, genelde bedenin dayanma gücünü geliştirici bir yönünün olduğu görülmektedir.



 Hac sonrasında hemen hemen bütün müminler tarafından tecrübe edilen ”rahatlama ve kendini zinde hissetme” duygusu, ruhi olduğu kadar bedeni güç ve kuvvetlerin bir artışı olarak yorumlanabilir. Orucun beden üzerindeki etkileri deneysel araştırmalara dayalı olarak ortaya konulmuş bulunmaktadır. Buna göre,” oruç esnasında vücuttaki yağ depoları harekete geçmekte, bu sayede damar sertliğinin teşekkülü önlenmiş olmaktadır. Bunun yanında, kolestrol yüksekliği, yüksek tansiyon, bazı ateşli hastalıklar, bazı böbrek rahatsızlıkları daha çok refah ve zenginlik içinde yaşayan kimselerde görülen rahatsızlıklar orucun en mükemmel sağlık kazanma alıştırması olduğu tespit edilmiştir. İslami oruç, bazı nadir hastalıklar dışındaki durumlarda önemli bir şifa vasıtası, tam bir sağlık perhizi olup, sıradan bir açlık vetiresinin ortaya çıkardığı özelliklerden tamamen farklı etkiler meydana getirmektedir.


 ”3 Yıl boyunca sürekli çalışan iç organların ve hücrelerin dinlenmesi, sinir ve dolaşım sisteminin rahatlaması, kan yapımının hazırlanması gibi olumlu etkileriyle İslami oruç, insan sağlığının korunmasında benzersiz bir tedbir ve uygulama olarak önem taşımaktadır.
Genel olarak ibadetler, insanın Allah’la, kendi kendisiyle, diğer insan ve yaratıklarla ilişkisini düzenleyici bir sistem olarak anlam kazanmaktadır.

56


Kimimiz ağrıyı keser diye dişe rakı ya da tuz basıyoruz, kimimiz dişi kanayınca seviniyoruz ama...


Diş bakımında 'şehir efsaneleri' ve kulaktan dolma bilgiler bakımından hayli zenginiz! Dişleri çizer diye macun kullanmayanlar, daha iyi temizler diye en sert diş fırçasını arayıp bulanlar, dişleri kanadı diye sevinenler, 'çürükler kalıtsaldır, çarpık dişler doğuştandır' deyip kaderine boyun eğenler…

Kimimiz protezleri çamaşır suyuna koyuyoruz, kimimiz ağrıyı keser diye dişe rakı, tütün ya da tuz basıyoruz. Ama en önemlisi de diş ağrısından duramayacak hale gelinceye kadar diş doktoruna gitmeyi düşünmüyoruz… Hal böyle olunca da ağız ve diş sağlığında sınıfta kalıyoruz!

Medical Park Bahçelievler Hastanesi Ağız ve Diş Sağlığı Uzmanı Dr. Ahmet Mihmanlı, ağız ve diş sağlığı konusunda yaptığımız hataları ve topluma yerleşmiş yanlış inanışları anlattı:

1- SERT DİŞ FIRÇASI DAHA İYİ TEMİZLER: İyi fırçalamak; fırçanın sertliğiyle değil, fırçalama tekniğiyle ilgilidir. Genellikle orta sertlikte diş fırçaları kullanılır. Çok sert fırçalar, dişleri aşındırabilir. Çok yumuşak fırçalar ise dişleri temizlemeyebilir.

2- SERT FIRÇALAMAK DİŞLERİ DAHA İYİ TEMİZLER: Dişleri sert fırçalamak; dişleri temizlemek yerine, 'fırça çürüğü' dediğimiz aşınmalara neden olur. Dişlerin mine tabakası aşındığı için, alttaki sarı tabaka ortaya çıkar ve dişler daha sarı gözükür. Ayrıca sert fırçalamak, dişlerde hassasiyete ve diş eti çekilmesine neden olur.

3- DİŞ MACUNUNU FAZLA KULLANMAK DİŞLERİ ÇİZER: Dişlerin mine tabakasının çizilmesi; macunun fazla kullanılmasıyla ilgili değil, kullanılan macunun granüllerinin büyük olmasıyla ilgilidir. O yüzden granülleri büyük olan macunların uzun süreli kullanımından kaçınılmalı. Fırçanın üzerine konulan macunun miktarı ise 'mercimek tanesi' büyüklüğünde olmalı.

4- KARBONAT VE TUZLA FIRÇALAMAK DİŞLERİ BEYAZLATIR: Bu maddeler iri granüllü olduğu için dişin mine tabakalarını çizer ve aşındırır. Bunun sonucunda; dişin parlaklığı gider ve yediğimiz ve içtiğimiz besinlerle, dişler daha kısa zamanda renkleşmeye başlar.

5- SARI DİŞLER DAHA SAĞLAMDIR: Dişin rengi dişin sağlamlığını belirlemez.


DİŞ FIRÇASI VE MACUN ISLATILMAZ!

6- DİŞLER, MACUN VE FIRÇA ISLATILARAK FIRÇALANMALI: Diş fırçası, fırçalamaya başlamadan önce ıslatılmamalıdır. Çünkü; fırça kılları ıslatılınca, sertliğini kaybeder. Macunun köpürmesi için de yeterli sıvı ağızda mevcuttur.

7- MACUN KULLANMAYA BAŞLADIKTAN SONRA DİŞLERİM ÇÜRÜDÜ: Macun; dişleri fırçalarken sabun görevi görür ve içeriğinde dişlerde biriken mikroorganizmaları yok etmek için etken maddeler vardır. Yani çürümeye neden olmaz.

8- ÇÜRÜKLER GENETİKTİR, NE YAPARSAN YAP DİŞİN ÇÜRÜR: Bireyler arasında çürüğe yatkınlık farklı olabilir. Fakat kötü beslenme alışkanlığının düzeltilmesi, ağız hijyenine önem verilmesi ve düzenli diş hekimi kontrolleri durumunda çürüğe yatkınlığın bir önemi kalmaz.

DİŞLER KAHVALTIDAN SONRA FIRÇALANIR

9- DİŞLER KAHVALTIDAN ÖNCE FIRÇALANIR: Dişler günde en az iki kez, kahvaltıdan sonra ve yatmadan önce fırçalanmalı. Diş fırçalama işlemi bitince, dilin üst kısmı da yumuşakça fırçalanmalı.

10- ESTETİK DİŞ DOĞUŞTAN OLUR, ÇARPIK DİŞTEN KURTULUŞ YOK: Diş düzeltme (ortodonti); dişler ağızda mevcut olduğu sürece her yaşta uygulanabilir. Ortodontik tedavi sayesinde; dişler mevcutsa, her yaşta düzeltme yapılarak, güzel gözüken dişlere sahip olunabilir.

11- HER BÜNYE İMPLANTI KABUL ETMEZ: İmplant; eksik olan dişlerin yerine çene kemiğine yerleştirilen yapay diş kökleri olarak tanımlanabilir. Sadece yara iyileşmesini etkileyen bir sistemik hastalık ile kontrol altında olmayan kalp ve şeker hastalığı varsa yapılmaz.

12- HAREKETLİ PROTEZLER ÇAMAŞIR SUYUNA KONURSA BEYAZLAR: Hareketli protezleri çamaşır suyuna koymak zararlıdır. Protezin kırılganlığını artırır ve protezin ömrünü azaltır. Protezler için özel temizleme tabletleri vardır; onlar kullanılmalı.

13- ÇEKTİRDİĞİM 20 YAŞ DİŞİNİN YERİNE DİŞ YAPTIRMALIYIM: Çekilen 20 yaş dişlerinin yerine protez diş yaptırmaya gerek yoktur.

DİŞİNİZ KANAYINCA SEVİNMEYİN BİR DOKTORA GİDİN!

14- DİŞ RÖNTGENİ ÇEKTİRİRSEM ÇOK FAZLA IŞIN ALIRIM: Diş röntgenleriyle alınan radyasyon çok azdır. Bu radyasyon doğada alınan radyasyondan daha azdır.

15- BEYAZLATMA (BLEACHİNG) DİŞLERİ DAHA DA SARARTIR: Beyazlatma; normal diş rengini daha da açmak için yapılır. Beyazlatmanın ilk yapıldığı dönemlerde; kahve, çay ve sigara gibi dişleri renklendirecek etkenlerden uzak durmak gerekir. Beyazlatmayı yapacak hekimin tavsiyelerine uyulursa, beyazlatmanın hiçbir yan etkisi yoktur.

16- DİŞ TAŞLARI TEMİZLENDİKTEN SONRA DAHA ÇOK DİŞ TAŞI OLUŞUR: Düzenli ve doğru fırçalama diş taşı oluşumunu engeller. Altı ayda bir diş hekimi kontrolü sayesinde; iyi fırçalayamadığımız alanlarda oluşan diş taşları, hekim tarafından temizlenmiş olur. Bunun da herhangi bir zararı yoktur.

17- DİŞ TAŞI TEMİZLİĞİ DİŞİN MİNESİNE ZARAR VERİR: Diş taşı temizliği doğru uygulandığı takdirde minenin zedelenmesine neden olmaz. Çünkü diş taşı temizliği işleminde; diş dokusundan değil, diş yüzeyine ait olmayan oluşumlar (plak, diş taşı) uzaklaştırılır.

18- DİŞ FIRÇALARKEN DİŞ ETLERİNİN KANAMASI İYİDİR: Diş fırçalarken görülen kanamalar, diş eti iltihabının belirtilerinden biridir. Vakit geçirmeden bir diş hekimine başvurmak gerekir. Diş etlerinin, kanamadan dolayı fırçalanmaması sonucu, mevcut iltihabi durum şiddetlenecektir. Hastalar kanama olan bölgeyi daha iyi fırçalamalı ve diş hekimine tedavi için başvurmalı.

DİŞ HEKİMİNİN KAS GÜCÜNE DEĞİL UZMANLIĞINA BAKIN!

19- SÜT DİŞLERİ NASIL OLSA DÖKÜLECEK DOLGU GEREKSİZDİR: Süt dişinin erken çekimi, alttan gelen daimi dişlerde çapraşıklığa ve çene kemiği gelişiminde bozulmalara neden olur.

20- ERKEK DİŞ HEKİMLERİ DAHA İYİ DİŞ ÇEKER: Diş çekimi belli prosedürler doğrultusunda uygulanan bir işlem olup, uygulanan kuvvetle alakalı değildir.

21- ÇEKİM İÇİN KULLANILAN LOKAL ANESTEZİKLER MORFİNDİR BAĞIMLILILIK YAPAR: Diş hekimliğinde kullanılan lokal anestezik maddeler morfin içerikli değildir; alışkanlık yapmaz. Morfin, tıp alanında sınırlı vakalarda kullanılan bir ilaçtır.

22- DİŞ ÇEKİMİ AVRUPA MALI MORFİNLE YAPILIRSA AĞRIMAZ: Günümüzdeki lokal anestezik maddeler belli standartlarda üretilmiştir. Avrupa malı olmasına gerek yoktur.

23- DİŞ AĞRIYINCA DİŞİN ÜZERİNE ASPİRİN, RAKI, KOLONYA, TÜTÜN VE TUZ KOYMAK AĞRIYI KESER: Alkol ve alkol içerikli maddelerin diş ve diş eti bölgesine uygulanması sonucu diş etlerinde 'alkol-aspirin yanığı' denilen komplikasyonlara neden olur. Dişlerin üzerine uygulanan diğer maddelerin (tütün, tuz vb.) de ağrı kesici özellikleri yoktur. Ağrı, ancak mevcut sorun giderildiğinde ortadan kalkar.

24- ÇÜRÜK DİŞ ÇEKİLDİKTEN SONRA PİS KAN AKITILMALIDIR, ÇEKİLEN DİŞİN YERİNİ KANATMAK İYİDİR: Diş çekiminden sonra, çekim boşluğuna hastanın yaptığı müdahaleler sonucu bölgenin sürekli kanatılması ya da pıhtının uzaklaştırılması, diş çekimi yapılan yerin iltihaplanmasına neden olur. Oluşan pıhtı korunmalıdır.

HİÇBİR PROTEZ KENDİ DİŞİNİZİN YERİNİ TUTMAZ!

25- EN KOLAY ÇÖZÜM ÇÜRÜK DİŞİ ÇEKTİRİP KURTULMAK: Çürük diş için mümkün olan her türlü tedavi uygulanmalı. Çünkü ne fonksiyon ne de estetik yönünden hiçbir protez kendi dişinizden daha iyi olamaz.

26- AĞIZ KOKUSU HERKESTE OLUR VE GEÇMEZ: Ağız kokusu; diş çürüğü, diş eti hastalığı, sindirim sistemi ile ilgili rahatsızlıklar, sinüzit ya da üst solunum yolu enfeksiyonları kaynaklı olabilir. Bu hastalıkların tedavisi sonucunda ağız kokusu önlenebilir.

27- DİŞ TELİ SADECE ÇOCUKLARDA KULLANILIR: Ortodonti (tel tedavisi) alanındaki son gelişmeler sayesinde; tel tedavisi sadece çocuklara değil, erişkin hastalar için de uygulanabilir.

28- HER HAMİLELİK BİR DİŞ GÖTÜRÜR: Her hamilelikte diş kaybının gerçekleşmesi söz konusu değildir. Ağız bakımının tam olarak sağlanamaması, tedavi edilemeyen çürüklerin varlığı ve diş eti hastalıklarının ilerlemesi durumunda diş kayıpları görülür.

29- HAMİLELİKTE DİŞ ETLERİ KANAR ÇÜNKÜ DİŞTEN KALSİYUM ÇEKİLİYORDUR: Hamilelikteki diş eti kanaması, dişten kalsiyum çekilmesi nedeniyle olmaz. Kanamanın nedeni; ağız bakımının yeterli sağlanmaması durumunda hamilelikteki hormonal değişiklikler sonucu diş eti iltihabının oluşması ya da mevcut diş eti iltihabının şiddetlenmesidir.

30- HAMİLELİKTE DİŞ TEDAVİSİ BEBEĞE ZARAR VERİR: Acil olan diş tedavileri, hamileliğin her döneminde yapılabilir.

57
Sağlık Bakanlığı, "Türk-Kök" projesi kapsamında ilik bankası kuruyor. Türkiye'de ilik bekleyen 12 bin hastanın umudunu bağladığı ulusal kemik iliği ve hücre bankasında, tüm donörlerin bilgileri toplanacak. Akraba dışı donörden gelecek kemik iliğine ihtiyacı olan ve zamanla yarışan hastaların umutla beklediği bankada, kemik iliği nakli için donör kazanım sistemi kurulacak.
Kaydedilen bilgilerden yapılan taramalarla alıcılarla donörler karşılaştırılarak uygun olanlar hastaya nakledilecek. Ankara Onkoloji Hastanesi'nin kolej binasında hizmet vermesi planlanan bankanın altyapı çalışmaları tamamlandı.

KEMİK İLİĞİ SON ŞANSLARI

Kemoterapi ve radyoterapiden sonuç alamayan hastaların son şansı ilik nakli. 6'da 6 uyum zorunluluğu olan uygun dokunun aile içinden bulunması ihtimali yüzde 25-30. Aile dışı ilik naklinde ise bu şans 20 binde 1. Türkiye'de yılda 4 bin kişiye ilik nakli yapılması gerekiyor. Oysa yapılan nakil sayısı sadece 800. Çaresiz 12 bin kişi kemik iliği bekliyor, nakil listelerine adını yazdırıp müjdeli bir haber umudunu taşıyan hasta sayısı ise 5 bin. Uygun ilik beklerken yaşamını yitirenlerin çoğu ise çocuk.

300 bin kişi kaydedilecek


Yaklaşık 300 bin kişinin kaydedilmesi planlanan Türk-Kök'te, Kordon Kanı Bilgi Bankası oluşturulacak. Doğum yapmış annelerin plasentalarından elde edilen kök hücreler kemik iliğini destekleyecek. Bu hücreler sınıflandırılacak ve saklanacak. Doku grupları uyanlara bu hücreler nakledilecek. Yani Türk-Kök'te hem kordon kanındaki hücreler kullanılacak hem de canlı donörlerdeki kanlardan elde edilecek hücreler kullanılacak.

58
Üniversiteler / Çocuk Üniversitesi geliyor
« : 13 Ekim 2008, 17:50:57 »
Ankara Üniversitesi, çocukların "görerek, dokunarak ve yaparak" öğrenebilecekleri "Çocuk Üniversitesi" kuracak.

Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cemal Taluğ, AA muhabirine yaptığı açıklamada, üniversite bünyesinde "Çocuk Üniversitesi" kurulması amacıyla proje hazırladıklarını bildirdi.

Taluğ, dekanlığını yaptığı Ziraat Fakültesinin bünyesinde geçen yıl "Toprak Bilim Okulu" açıldığını anımsatarak, diğer bazı fakültelerin bünyesinde de buna benzer okullar açılacağını ifade etti. Bu sistemin adını "Çocuk Üniversitesi" koyacaklarını belirten Taluğ, "çocuk dostu bir üniversite" yaratmak istediklerini söyledi.

Açılacak okullarla çocuklarda bilim kültürünün ve doğa sevgisinin geliştirilmesini amaçladıklarını dile getiren Taluğ, bilim kültürünün çocukluktan itibaren yaygınlaştırılmasını önemsediklerini vurguladı.

Çocuklara yönelik okulların belirlenecek birkaç fakültede açılacağını bildiren Taluğ, "Örneğin mühendislik, eczacılık fakültelerinin içinde, tıp fakültesinde belki iki üç yerde çocuk üniversitesinin okulları olacak. Bu okullarda çocuklara yönelik düzenli konferanslar da verilecek. Zaman zaman onları gezilere götüreceğiz" dedi.

Okulların, fakültelerin özelliklerine göre yapılandırılacağını anlatan Taluğ, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Mesela tıp fakültesinde insan vücudunu öğrenecekler. Örneğin orada açılacak okulda bir 'beyin' yapacağız. Çocuklar içine girip oynayarak, dokunarak öğrenecekler; seyrederek değil. Bizim okullarımız çocukların dokunarak, yaparak, deneyerek öğrenecekleri okullar olacak. Yoksa 'beyin budur' deyip fotoğraflarını koymayacağız. Nasıl ki Toprak Bilim Okulunda çocuk deney yapıyor, toprağa dokunuyor, solucanı eliyle tutuyorsa bütün okullarımız bu anlayışla kurulacak. Toprak Bilim Okulu, 'Çocuk Üniversitesi" projesinin başlangıcı sayılabilir.

Proje üzerindeki çalışmalar sürüyor. Mesela 'Kalp Okulu', 'Gökyüzü Okulu' açılabilir. Bunlar bir süre sonra netlik kazanacak."

"Çocuk Üniversitesine nasıl girileceğinin" sorulması üzerine Taluğ, üyelik başta olmak üzere bazı yöntemler belirleneceğini ifade ederek, bu çerçevede Milli Eğitim Bakanlığı ve yerel yönetimlerle işbirliği yapacaklarını belirtti.

Taluğ, projenin, gelecek eğitim-öğretim yılında uygulamaya konulmasının planlandığını bildirdi.

59
Hayata Dair Yazılar / TOLSTOY'a göre yaşamak
« : 13 Ekim 2008, 17:48:25 »
BU CANLANMA VE ÖLME DE NEYİN NESİ?TANRININ VARLIĞINA OLAN İNANCIMI YİTİRDİĞİMDE YAŞAYAMIYORUM.
ŞAYET O'NU BULMAYA YÖNELİK İÇİMDE BİR UMUT KIRINTISI OLMASAYDI KENDİMİ ÇOKTAN ÖLDÜRMÜŞTÜM.
SADECE O'NU HİSSETTİĞİMDE VE BULMAYA ÇALIŞTIĞIMDA YAŞIYORUM
<DAHA NE ARIYORSUN> DİYE HAYKIRDI İÇİMDEKİ BİR SES.

BU O. O O'NSUZ YAŞANILAMAYANDIR.

YAŞAMAK VE TANRIYI BİLMEK AYNI ŞEYLERDİR

TANRI VAR OLUŞTUR.


TOLSTOY


".... Bunu söylemek ne kadar tuhaf olsa da benim için Muhammedilik, Haça tapmaktan (Hıristiyanlık'tan) mukayese edilemeyecek kadar yükseklikte duruyor. Eğer insan, seçme hakkına sahip olsaydı, aklı başında olan her bir insan, şüphe ve tereddüt etmeden Muhammediliği; tek Allah'ın ve onun Peygamberini kabul ederdi... - Tolstoy 1828-1910 

HZ. MUHAMMED GİZLENEN KİTAP' ta Tolstoy' la ilgili düşüncelerimin değişmesini sağlayan, yukarıda ki sözleri okuduğumda çok etkilenmiştim.
__________________
umarım sızde begenırsınız:)

60
Şarkı Sözleri / Simple Plan - Untitled
« : 12 Ekim 2008, 18:36:14 »
Simple Plan - Untitled

I open my eyes
I try to see but I’m blinded
By the white light
I can’t remember how
I can’t remember why
I!m lying here tonight
An I can’t stand the pain
And I can’t make it go away
No I can’t stand the pain
NAKARAT
How could this happen to me?
I’ve made my mistakes
Got nowhere to run
As I’m fading away
I’m sick of this life
I jut wanna scream
How could this happen to me?

Everybody’s screaming


Sayfa: 1 ... 4 5 [6] 7 8 ... 96
web hosting Domain Web
İçerik sağlayacı paylaşım sitelerinden biri olan sevdaligul.com forum sitemizde 5651 Sayılı Kanun’un 8. Maddesine ve T.C.K’nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan sorumludur. sevdaligul.com hakkında yapılacak tüm hukuksal Şikayetler sevdaligul@gmail.com  adresi ile iletişime geçilmesi halinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde sevdaligul.com  yönetimi olarak tarafımızdan gereken işlemler yapılacak ve size dönüş yapacaktır.