Reklamlar

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - halukgta

Sayfa: 1 ... 20 21 [22] 23 24 ... 29
211

Yazdığım yazıma cevaben bir kardeşimiz, Kur’an ı nasıl anlamamız gerektiği konusunda, bakın neler söylüyor. Verilen cevapların, İslam toplumunda, inancımızı ne derece yanlış yaşadığımız boyutlarını da, açıkça gösteriyor.


( Tek kaynak Kuran-ı Kerim tabii ki, ama bunu sen tek başına anlayıp yaşayabilir misin? Kitabı anlamak için tefsirde lazım fıkıhta şimdi tefsir ve fıkıh ya da ilmihal kitabı Kuran’dan üstün diyebilir miyiz? Risale okuyanlarda Kuran-ı Kerimi daha iyi anlamak için okuyorlar buna emin olun.)


Bu sözleri duyduğumda, Yahudi ve Hıristiyanların inançlarını yaşarken, ruhban sınıfını nasıl yarattıkları geldi aklıma. Aynı sözleri bugün hahamlar ve papazlarda söylüyor ve diyorlar ki, sizler dini tek başına anlayamazsınız, yaşayamazsınız.


Şimdide bu sözler üzerinde birlikte düşünelim. Bir kitap yazmak isteyen bir yazarın, ilk dikkat etmesi gereken konu nedir? Yazdığı kitabın, hitap ettiği toplumun seviyesinde, anlaşılır bir şekilde olması çok önemlidir. Yani hitap ettiği toplum, kitabı okumaya başladığında, alınması gereken her bilgi, aktarılmak istenen her konu, okuyucu tarafından anlaşılabilmelidir. Bu düşünce ışığında sizlere sorsam ve desem ki, Rabbimiz gönderdiği ve sorumlu tuttuğu rehberini, bu koşul ve şartlarda bizlere göndermemiş olabilir mi?


Bir başka deyişle, kitabı anlayabilmek için, yine başka bir kitaba ya da kişiye ihtiyaç olmamalıdır. EĞER OLURSA, ANLATILMAK İSTENEN KONUYA, VERİLMEK İSTENEN BİLGİLERE ANLATANIN, AÇIKLAYANIN DÜŞÜNCE VE FİKİRLERİNİN KARIŞMASI ENGELLENEMEZ.


Bu kural, her yazarın en çok üzerinde durduğu ve kitabın başarısını da etkileyen, önemli bir unsurdur. Çünkü anlaşılması zor bir kitabı, kimse alıp okumaz. Yazarın kişiliğine değer vermek, o kitaba değer katmaz. Kitabın gerçek değeri, toplumun kitabı okuduğunda, o kitaptan bilgi alma ve öğrenebilme ölçüsüyle doğru orantılıdır.


KUR’AN I BAŞKALARININ ANLATTIĞI KİTAPLARDAN ANLAMAYA ÇALIŞIRSAK, O KİTABI YAZAN IN KUR’AN DAN NE ANLADIĞINI ANLAMIŞ OLURUZ. Bugün ne yazık ki bizler bu hatayı yapıyoruz, onun içinde Kur’an ı farklı anlıyoruz, dinde bölünüyoruz, parçalanıyoruz. Hatta birbirimize düşman oluyoruz.


Şöyle soralım kendimize. Allah rehber olsun diye gönderdiği kitabı, bizlerin anlayacağı şekilde göndermiyor, ama çok özel bazı kişiler Kur’an ı bizlerin anlayacağı şekilde yazıyor ve bizlere anlatıyor. Öylemi dostlar? Bunu nasıl düşünebiliriz? Aklımızı mı yitirdik yoksa. Yaradan bizlerin anlayacağı şekilde neden yazmasında, bizleri başkalarına muhtaç etsin. Hatırlamıyor musunuz Allah ayetinde, sakın velilerin ardına düşmeyin, Kur’an ın ipine sarılın, güvenilecek yardım istenecek veliniz yalnız benim demiyor muydu?


Kitabı anlamak için tefsirde lazım, fıkıhta lazım diyor arkadaşımız. Yani tek başına anlaşılması mümkün olmayan bir kitaptan bahsediyor. Lütfen hatırlatırım bu kitap Allah katından geliyor, ama bizler bu kitabın anlaşılması için birilerine muhtaç olduğumuzu söylüyoruz. Böyle bir saygısızlığı beşerin kitaplarına bile yapmıyoruz. Hatta Kur’an ı açıkladığını söyledikleri bazı kitaplar için, bu kitap KUR’AN AYETLERİN AYETİDİR, deme yanılgısına bile düşüyoruz. Bu bir şirktir hatırlatırım. Kur’an a böylemi saygı gösterilir? Kur’an ı anlamak için, mutlaka beşeri bilgilere, kitaplara nasıl muhtaç olduğumuzu söyleriz?


Peki, Kur’an ı tefsir edenler, ne kadar doğru bilgi veriyor acaba bizlere diye düşünüyor muyuz? YA ONLAR YANLIŞ ANLADIYSA? Mezheplere ve tefsir kitaplarına bakın, aynı konularda bile birbirinden farklı açıklamaların olduğunu görürüz. Acaba hangisi doğru? Bu yolla mı Kur’an ı öğreneceğiz, anlayacağız? ALLAH BU YÖNTEMLE Mİ KUR’AN I ÖĞRENMEMİZİ İSTİYOR BİZLERDEN? Elbette hayır.


Bu konu, çok ama çok önemli. Eğer bu konuda doğru karar veremediysek, öyle bir yanlışın arkasından gideriz ki, yolumuzun sonunda pişmanlığımızı düzeltmeye asla vakit bulamayız.


 Allah gönderdiği ayetleri ikiye ayırıyor ve bu konuda açıklama yapıyor. Sizlerin sorumlu olduğunuz muhkem ayetler, açık, anlaşılır ve her şeyden nice örneklerle açıklayarak gönderdik, izah ettik ki anlayasınız diyor. Bu ayetlerin hükümleri ile kendimize yön vermemizi istiyor. Ayrıca bu ayetlerin, dinin anası, temeli olduğu açıklamasını da yapıyor. Adı üstünde MUHKEM ayet. ŞÜPHE DUYULMAYACAK KADAR SAĞLAM, AÇIK İZAH EDİLMİŞ.


Bir kısım ayetlerin ise, müteşabih olduğunu, bu ayetlerin anlamlarını da, bir ben bilirim, birde ilim tahsil etmişler anlar diyerek, gelecekte ilimle müteşabih ayetlerin ne anlatmak istedikleri ortaya çıkacağını ve böylece Kur’an ın gücünün ve bu kitabın Allah katından geldiğinin kanıtları olduğu, daha açık anlaşılacaktır diyor. Hatta bu gerçekleri gören iman edenlerin, böylece imanlarının artacağı bilgisini de veriyor. Şunu unutmayalım, bu ayetler dini hükümleri, emirlerini içermiyor. Eğer öyle olsaydı, onlarda açık ve anlaşılır olurdu. Anlamadığımız bir hükümden, nasıl sorumlu oluruz?


Allah dinin anası muhkem ayetlerin açık, anlaşılır ve birçok örneklerle izah edildiğini söylediği halde, bizlerin ayetleri okuduğumuzda anlayamayacağımızı söylememiz ne büyük yanlış. Ne kadar büyük saygısızlık, farkında değil miyiz hala?


Allah bizlere bir rehber, kılavuz, yol gösterici gönderiyor, ama bizler tek başımıza bu rehberi okuduğumuzda anlayamayıp, bir beşerin yazdığı kitaba muhtaç oluyoruz, öylemi dostlar? Bakın aynı şeyleri tekrar ediyorum ki, hatamızı anlayabilelim.


Acaba bunu söyleyenlere, neden şu soruyu sormuyoruz. Madem okuduğumuzda dinin anası olan muhkem ayetleri anlayamıyoruz, neden peygamberimiz bizlerin anlayacağı şekilde yazmamış Kur’an ı. Ya da değiştirme yetkisini kendisinde bulmadığını düşünerek, sağlığında niçin ayetleri anlaşılacak şekilde, Kur’an ın yanında yazdırıp, ümmetine kolaylık sağlamamış diye neden sormuyoruz? Daha önemlisi yaradan neden bizlerin anlayacağı şekilde göndermemiş? Lütfen bu soruları kendimize mutlaka sorarlım ki, aldananlardan olmayalım.


Hâşâ peygamberimiz bunu düşünemedi de, bahsettiği kişi ya da kişiler mi düşündü, onların kitapları olmasa Kur’an ı anlayamazdık deme yanlışlığını yapıyoruz.


İslam dininde ruhban sınıfı var mıdır? Elbette yok diyeceksiniz. Ama yok demekle bir şey yok olmaz. Hayatımızda ruhban kişiler edinip, dini onların doğrultusunda yaşarsak, Kur’an ı onların anladığı gibi anlarsak, ruhban sınıfını bizler yaratmış oluruz. NE YAZIK Kİ BU SINIFI BİZLER YARATTIK. HEM DE ÇOK DERİN BİR RUHBAN SINIFI YARATTIK.  Çünkü edindiğimiz veliler, şeyhler yoluyla İslam ı anlayacağımızı söylüyorsak, Allah ın emirlerine, ayetlerine muhalif imanımızı yaşıyoruz demektir.


Yazıma cevap veren arkadaşımız, şöyle bir mantık yürütmüş ve demiş ki;


( Şimdi tefsir ve fıkıh ya da ilmihal kitabı Kuran’dan üstün diyebilir miyiz? Risale okuyanlarda Kuran-ı Kerimi daha iyi anlamak için okuyorlar buna emin olun.)


Bir şeye takındığımız tavır, ondan faydalanma nispetimizle, ona verdiğimiz değeri gösteririz. Bir şeye çok güzel, çok seviyoruz, o başımızın tacı demekle, ona verdiğimiz değeri göstermiş olmayız.


Bir başka deyişle, çok sevdiğimiz bir şeyi, değer verdiğimizi yanımızdan eksik etmeyiz, gerektiğinde ondan istifade etmek için. Biz ne yapıyoruz, Kur’an ı anlaşılmaz ilan edip, yüksek bir yere asarak, edindiğimiz velilerin kitaplarını yanımızdan ayırmayıp, başucu kitabı yapıyoruz. BU DURUMDA PRATİKTE, HANGİ KİTAPLARDAN FAYDALANMIŞ OLUYORUZ, işte bu gerçeği lütfen artık fark edelim.


Yine bir arkadaşımız Kur’an ı anlama konusunda bakın ne cevap vermiş bir başka yazıma.


(Düşünün yaşadığımız hayatta her işin bir uzmanı var. İşi öğrenmek için uzmanına başvurulur. Her şeyi öğrenmek için uzmanına başvuruyoruz da, Peki dini öğrenmek için neden işin uzmanına başvurmayalım.)


Hani İslam dininde ruhban sınıfı yoktu. Allah ın bu konudaki apaçık ayetine, iman etmiyor muyuz yoksa? İşi elbette uzmanına sormalıyız, danışmalıyız. Dininde uzmanı Allah tır, onun gönderdiği Kur’an dır. Peygamberimizde yalnız ve yalnız Kur’an a uymuştur, çünkü Allah ayetinde elçisine, sana indirdiğimle kullarıma hükmet diye emretmiştir. Bu emri alan peygamberimiz, sizce Kur’an ın dışına çıkar mı?


Peygamberimizin danışacağı, bilgiler alacağı yalnız Kur’an olduğuna göre, bizlerinde danışacağımız rehberin, yalnız Kur’an olduğu çok açık anlaşılmaktadır. Kur’an ın dışından farklı konulardan da sorumlu olsaydık, Allah ayetinde, sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum diye hüküm verir miydi?


Yaptığımız yanlışları daha iyi anlayabilmemiz için bir örnek daha vermek istiyorum. Yine başka bir yazıma cevap veren bir kardeşimiz, bakın Kur’an ı anlama konusunda ne diyor.


(Kuranı kerim, insanların anlamını tam olarak kavrayabileceği kadar açık değildir. Gördüklerimi okuduklarımı kendimize göre yorumlarsak, işte o zaman tehlike büyük olur ki bu konu ile tamamen ters düşer. KURANI ANLAMAK İÇİN, EK KAYNAKLARA KESİNLİKLE İHTİYAÇ VARDIR.)


Düşünebiliyor musunuz, Allah bizlere rehber olsun diye eşi benzeri olmayan bir kitap gönderiyor ve sizleri bu kitaptan sorumlu tutuyorum diyor, ama bizler bu kitap için, anlamı tam olarak açık değildir diyoruz ve HÂŞÂ Allah ın bizlere gereği gibi açıklayamadığını, beşerin AÇIKLAYABİLDİĞİ İDDİASINDA BULUNUYORUZ. Bu ne büyük saygısızlık.


Kur’an ın MUHKEM ayetleri yoruma açık değildir. Adı üstünde MUHKEM. ŞÜPHE DURULMAYACAK BİR ŞEKİLDE AÇIKLANMIŞ DEMEKTİR. Kur’an ı anlayabilmek için,  ek kaynaklara kesinlikle ihtiyaç vardır demek, Allah ın kitabının yetersiz olduğunu söylemektir ki, bunu söylemek ve düşünmek ŞİRKTİR, Yaradan ın NURUNA saygısızlıktır. HÂŞÂ Rabbimiz biz kullarına izah edemedi de, yaratılmış bir beşer mi bunu başardı? Allah bizleri affetsin.


BİR KİTABIN ANLATMAK İSTEDİKLERİNİ, DOĞRU ANLAMAK İSTİYORSAK, ONU BİZZAT KENDİSİNDEN DİNLEMELİYİZ, ÖĞRENMELİYİZ. Kur'an kendisini anlatan mucize bir kitaptır, lütfen bunu unutmayalım.  Araya birilerini koyarak öğrenmeye çalışıyorsak, öğretilmek isteneni, anlatan kişinin düşünceleri ile öğrenmiş oluruz ki, bu yöntem bizleri her zaman yanıltabilir, yanıltmıştır da.


Lütfen bu gerçeği göz ardı etmeyelim. Hâlbuki Rabbimiz ne demişti, Kur’an ın ipine sarılın. Biz sizlere Kur’an ı, nice örneklerle açıkladık. Ama biz Kur’an ı anlaşılması zor ilan ettiğimiz için, önce beşerin ipine sarılıyoruz. Hâlbuki Allah Kur’an da birçok kez yemin ederek, Kur’an ı kolaylaştırdığını söylemişti. Ama Yaradan ı duyan bile yok.


Bu durumda söz ile söylemeye cesaret edemesek de, yaşantımızda yanımızdan eksik etmediğimiz beşerin kitaplarına, ÇOK DAHA FAZLA DEĞER VERMİŞ OLUYORUZ. Lütfen bunu yapmayalım, yoksa çok pişman oluruz.


Kur’an ın muhkem ayetlerini, daha iyi anlamak için, eğer başka kaynaklara mutlaka ihtiyacımızın olduğunu söylüyorsak, KUR’AN IN BİZLERE GEREKEN BİLGİYİ AÇIKÇA, ANLAYACAĞIMIZ ŞEKİLDE VEREMEDİĞİNİ SÖYLEMİŞ OLUYORUZ. Böyle bir yanılgıya, düşmek ister misiniz? Rabbim böyle hatalardan bizleri korusun.


Tek kaynak Kur’an olduğunu söylüyoruz, ama O kaynağı herkes tarafından, anlaşılmayan bir kitap ilan ediyoruz. BUMU BİZİM KUR’AN A VERDİĞİMİZ DEĞER? Bir kitap tan faydalandığımız ölçüde, onun değerini biliyoruz demektir. Eğer faydalanmıyor da yüksek bir yere asıp, ona böyle saygı gösterdiğimizi söylüyorsak, O SAYGI DEĞİL TERK ETMEKDİR.


Değerli din kardeşlerim. Lütfen yaptığımız yanlışı, Furkan ı rehber alarak, onun ipine sarılarak farkında olalım. Şunu asla unutmayalım. BİR REHBER KİTAP, ALLAH TARAFINDAN GÖNDERİLMİŞ İSE, O ANLAŞILMASI ZOR OLAMAZ, ANLAŞILMASI İÇİN DE, HERHANGİ BİR BEŞERE ASLA MUHTAÇ OLAMAZ.


Lütfen bu adaletsiz anlayışı, Rabbimize isnat edip, Rabbimizin adaletini sorgular hale gelmeyelim. Bunun sonu cehennemde kalıcı olmaktır. Bu dünyada da acı, adaletsizlik ve bozgunculuk bizlerin peşini asla bırakmaz, lütfen bunu da unutmayalım.


Kur’an ı doğru anlamak istiyorsak, ilk önce araya aracı koymadan, bizzat bizler Allah ın bizlerden neler istediğini önce öğrenmeye çalışmalıyız. ELBETTE HER İNSAN AYNI KAPASİTEDE DEĞİLDİR, AYNI ÖLÇÜDE ANLAYAMAZ, AMA İLK MÜRACAAT ETTİĞİMİZ KAYNAK KUR’AN OLURSA, temel bilgileri de Kur’an dan öğrenirsek, daha sonra sorup, araştıracağımız konularda, asla yanılmayız, birilerinin tuzağına düşmeyiz. Onun içindir ki Allah, Kur’an ın ipine sarılın diye bizleri özellikle uyarıyor.


Dilerim Allah dan, Kur’an ın kıymetini bilen, onu anlamak için bizzat çaba gösteren ve Kur’an ın bazı ayetlerini görmezden gelmeden, üstünü örtmeden İslam ı araştıran, öğrenen, hurafe ve sanı bilgilerin ardına düşmeyen, Rabbin halis kullarından oluruz.


Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

212
Değerli din kardeşlerim, aşağıdaki ayet üzerinde sizleri düşünmeye davet etmek istiyorum. Önce ayeti yazalım.


Ali İmran 100: Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir gruba uyarsanız, imanınızdan sonra sizi döndürüp kâfir yaparlar.


Önce şunu unutmayalım ki, Kur’an ın tüm ayetleri, o günün yoldan sapmış toplumların yaptığı yanlışları düzeltmek için indirilmiştir. Yukarıdaki ayeti de önce bu doğrultuda düşünelim. Elbette tüm ayetleri bugün bizler, o gün yapılan yanlışlardan ders alıp, günümüze uyarlamalı ve dersler çıkarmalıyız. Çünkü Kur’an her devre, her zamana hitap edecek üslupta indirilmiştir.


Dikkat ederseniz ayette, daha önce kendilerine kitap indirilmiş, Ehli kitabı kast ederek söylüyor ve diyor ki;


(Kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir gruba uyarsanız, imanınızdan sonra sizi döndürüp kâfir yaparlar.)


Çok dikkat çekici değil mi? Bu ehli kitabın hepsi Allah a ve gönderdiği kitaplara inanıyor. Peki, bu insanların yaptığı ortak yanlış nedir ki, Allah bunlara uyarsanız KÂFİR olursunuz diyor?


Bu sözler peygamberimize uyan, ona itaat eden Müslümanlara hitaben söylenen sözler. Aslında bu sözlerden kasıt Allah neleri kast ediyor, onu eğer doğru anlarsak, bugün bizler aynı hataya, yanlışa düşmeyiz.


Allah Yahudi ve Hıristiyanların bu yaptığı büyük yanlışlardan ötürü, onların içinden bir peygamber göndermemiş ve özellikle ÜMMİ bir peygamber göndermiştir. Onun içindir ki özellikle Yahudiler kendi içlerinden bir peygamber göndermediği için, peygamberimizi kabul etmek istememişlerdir. Kur’an da geçen ÜMMİ sözcüğünün anlamı da, işlerine gelmeyenler tarafından tahrif edilmiş ve değiştirilmiştir, onu da hatırlatmak isterim.


Yahudi ve Hıristiyanlar, Allah ın gönderdiği kitaptan o kadar uzaklaşmış ve inançlarını hurafe, sanı ve rivayetlerle yaşıyorlarmış ki, din Allah ın dini olmaktan çıkmış, beşeri odaklı bir din olmuştu. Bakın aşağıdaki ayette ne diyor Allah.


Ali İmran 103: Topluca Allah'ın ipine sımsıkı sarılınız, ayrılığa düşmeyiniz, Allah'ın size olan nimetini hatırlayınız; hani birbirinize düşmandınız da, O kalplerinizi kaynaştırdı ve O'nun lütfu ile kardeş oldunuz. …………


Dikkat ederseniz ayette, topluca Allah ın ipine yani gönderdiği rehberine sarılın, ayrılığa düşerek bölünmeyin diyor. Demek ki daha önceki ehli kitap, Allah ın bu uyarısını dinlememiş ki, Yaradan onlara sakın uymayın, onlar gibi olmayın, yoksa kâfir olursunuz diyor. Demek ki kâfir olmak, yalnız Allah ı ve elçisini inkâr etmek değilmiş. Peki neymiş? İndirdiği kitabın dışına çıkmak, Allah ın koyduğu sınırları görmezden gelmekte, Rabbimize göre KÂFİR olmak olduğu çok açık anlaşılıyor. Peygamberimize uymak istemeyen Yahudi ve Hıristiyanlar, atalarımızın itikatlarından vazmı geçeceğiz diyerek, kendi nefislerinde oluşturdukları ATALARININ inancından, vazgeçmek istememişlerdir.


Ne dersiniz Allah ın bu ikazına bizler bugün uyduk, Rabbin sözlerini dinledik ve Allah ın kitabı Kur’an a sarılıp, ayrılığa düşmedik diyebilir miyiz? Ne yazık ki bizler, bizden önceki ehli kitabın yaptığı yanlışları göremedik, çünkü Kur’an ile aramıza beşeri duvarlar ördük, onun içinde bu gerçeklerin farkına varamadık. Bölündük, parçalandık, Kur’an ı da yüksek bir yere asarak, sen Kur’an ı anlayamazsın diyenlere inanarak, beşerin kitapları ile amel eder olduk. Kur’an dan uzaklaşarak, onun sınırlarının dışına çıkarak, sizce nasıl bir günah işledik? Doğrusu dilim varmıyor söylemeye.


Geçmiş ehli kitap, Allah şefaat tümden bana aittir diyen Allah ı dinlemedikleri için, Allah ile aralarına şefaatçiler edindiler. Hatta onların heykellerini yaparak putlaştırdılar. Bugün bizlerde bir benzerini yapıyoruz. Kur’an da Allah, şefaat tümden bana aittir, hiçbir şefaatin fayda vermediği o günden sakının dediği ve uyardığı halde, bizler bu uyarıyı görmezden geldik ve içimizden Allah dostu diye ilan ettiklerimizden, şefaat dilenir olduk.


Belki bugün bizler onların heykellerini yapmıyoruz, ama ruhumuzda putlaştırdığımız kişilerin adeta esiri olduk, onları Allah ile aracı yaparak, bağışlanacağımızı zannediyoruz. Elbette büyük yanılgı içindeyiz.


Allah nisa 87. ayetinde, söz bakımından Allah'tan daha doğru kim vardır der. Araf 185. ayetinde de, O halde Kur'an'dan sonra hangi söze inanacaklar diyerek, Kur’an ın dışına çıkmamızın yolunu da kapatır. Yine Müddesir 11. ayetinde Allah elçisine seslenerek, Beni, yarattığım kişiyle baş başa bırak diyerek, çok önemli konuya açıklık getirir. Buradan da anlaşılıyor ki, Allah ile kulu arasına hiç kimse giremez. Yine Rad suresi 40. ayetinde Allah elçisine seslenerek, O halde tebliğ etmek sana, hesap sormak bize düşer der. Ama bizler tüm bu ayetleri görmezden gelir üstünü örteriz, tıpkı geçmişte ehli kitabın yaptığı yanlışlar gibi.


Allah aynı ayetin devamında bakın yine bizleri nasıl uyarıyor.


Ali İmran 105: Hakikatin bütün kanıtları kendilerine geldikten sonra, ihtilafa düşüp parçalananlar gibi olmayınız. İşte bunlar için feci bir azap vardır.


Sizce hakikatin bütün kanıtları, bizlere neyle gelmişti? Elbette Kur’an la. Çünkü Allah SİZLERİ KUR’AN DAN SORUMLU TUTUYORUM DİYORDU. Peki, bizler Allah ın bu uyarısını dinliyor muyuz? Kesinlikle dinlemiyoruz, çünkü bizden önceki ehli kitabın yanlışlarını bizlerde yapıyoruz.  Hatta daha büyük yanlışları yapıyor, bölünüp parçalandıktan sonrada, bir birimizi öldürecek kadar düşman oluyoruz.


Müslüman bir birinin din kardeşidir diyen Allah a inatla, Müslüman ülkeler birbirine düşman oldular. İçimize bir nifak tohumu ekiyorlar, daha sonrada karşımıza geçip bizleri izliyorlar. Bu ortamı yaratan, biz Müslüman geçinenlere yazıklar olsun.


Bugün bizler öyle batıl inançları dinden zannediyoruz ki, elimizde apaçık duran Kur’an a bile danışma gereği duymadan inanıyoruz. Çünkü neyin HAK, neyin BATIL olduğu karmaşası, ne yazık ki hâkim olmuş İslam toplumuna. Allah akıl fikir versin bizlere, elimizdeki FURKAN ın kıymetini, ne yazık ki bilemiyoruz. Onun için işimiz çok zor.


Bizden önceki ehli kitabın günahkâr olmasının, Allah ın tabiriyle KÂFİR olmasının tek nedeni, Allah ın yanında, şefaatçiler edinerek, onlardan da yardım ister olmalarıydı. Bakın Rabbimiz bu konuda nasıl uyarıyor.


Yunus 106:  Allah'tan başka; sana ne fayda, ne de zarar veremeyecek olan şeylere yalvarma! Eğer böyle yaparsan, o takdirde sen muhakkak zalimlerden olursun.


Ne dersiniz geçmişte ehli kitabın yaptığı yanlışları, bugün İslam toplumları olarak, daha fazlasını yapmıyor muyuz? Allah ehli kitabın yaptığı yanlışları yaparsanız, KÂFİR olursunuz diye uyardığı halde, bizler onların yaptığı yanlışların, daha da ilerisine geçtiğimizin, ne yazık ki farkında bile değiliz.


Bu yanlışları yapan, İslam toplumlarının Allah katındaki durumu sizce nasıldır? Bunu düşünmek bile istemiyorum. Yaradan ın bu yaptığımız yanlışların karşılığında verdiği ceza, sanırım İslam toplumlarının içler acısı halinden anlaşılıyor.


Dilerim Allah dan, Kur’an ın ipine sıkı sıkı sarılan, hurafe ve batıldan uzak, onu anlamak adına çaba harcayan,  Kur’an ın sınırlarını bilen ve asla dışına çıkmayan, Rabbin halis kullarından oluruz.


Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

213
Atatürk ismini telaffuz edenler, onun ülkemize yaptıklarını anlatmaya çalışanlar, neredeyse günümüzde dışlanıyor ve önlerine set çekilmek isteniyor. Açıkçası Atatürk sevgisi, yeni nesillerden adeta silinmek isteniyor. Peki, neler oldu da, bu sevgiyi, saygıyı bazı kişiler, düşmanlığa dönüştürmek için var gücü ile çaba harcıyor? Tüm dünyanın, hatta düşmanlarının bile saygısını hala yitirmeyen bu lider, ülkemizde ne maksatla unutturmak isteniyor olabilir?


Atatürk ülkesini parsel parsel, yabancılara mı sattı, KENDİ MENFAATİ, YAKINLARININ MENFAATİ İÇİN DEVLETİN GÜCÜNÜ, İMKÂNLARINI MI KULLANDI. Yoksa ülkeyi bir bütün değil de, parçalara bölme planlarımı gün yüzüne çıktı? Yoksa toplumu inançları ile aldatarak, kandırarak kendi çıkarlarına mı alet etti. Ne yapmıştı da, Atatürk sevgisini yok etmek için, gönüllere zehir akıtanlar, yalan ve iftirada bulunanlar çıktı aramızdan?


Sanırım ne olduğunu anlamak, o kadar zor olmasa gerek. Atatürk bu ülkeyi düşmanlardan temizlemek adına, halkı tek yumruk yapmakla kalmadı ve öyle sağlam temel direkler dikti ki, yıkıcı, yakıcı, bölücü mihraklar çok önemli konumlara gelip geçmelerine rağmen, bu yapıyı, halkın ATASINA karşı sevgisini, yok etmeyi başaramadı.


Bugün direniyorsak, Atatürk ün attığı temellerin gücü sayesindedir. Toplumu Kürdü, Türkü, Çerkez i, tek yumruk yaparak, düşmana karşı direnen anlayışı, düşünceyi bozmak isteyenler, bugün ne yazık ki ortalıkta, ellerini kollarını sallayarak, açıkça topluma nifak tohumları ekiyor.


Bu ülkeyi silahla, topla, tüfekle yıkmayı başaramayacağını bilenler, sinsi planlarını çok güzel oynadılar bu güne kadar. Bu ülke silahla yıkılamıyorsa bölerek, halkı bir birine düşman ederek ve küçük lokmalar haline getirdikten sonra, hem yıkması hem de uydu devlet yapması kolay olacaktı. İşte şimdi onun hesabındadır içimizdeki hainler ve ülkemizin düşmanları.


Birileri Atatürk e, dinsiz yaftasını yapıştırarak, gerçek amaçlarının fitilini ateşlemeyi başarmıştır ne yazık ki. Peki, Atatürk e dinsiz damgasını niçin vurmuşlar ve din adına konuştuğunu zannedenler, niçin Ataya kin kusmaktadırlar, bunu hiç düşündünüz mü?


Atatürk ne yapmıştı da, zaman geçtikçe, bazı kesimlerden bu derece düşman kazanmıştı? Çok açık ve net söyleyebilirim ki, Kur an gerçekleri ile Türk halkının yüz yüze gelmesini sağlayacak ilk adımı atmasıdır, bunca düşman kazanmasının en önemli sebebi.


Acaba bu sözlerimle neyi kat ettim? Değerli kardeşlerim, ilk defa ATATÜRK Kur an ı halkın konuştuğu, anladığı diline çevirtmişti de ondan. Hem de Rahmetli, Elmalı Hamdi Yazır a. Dikkatinizi çekmek isterim, Atatürk Kur’an ı Türkçe ye çevirmek için çok uğraş vermişti, çünkü Kur’an ı tercüme etmenin günah sayıldığı bir inanç ağır basıyordu. O devirde bile Kur’an ı tercüme etmek istemeyen, çok din adamları vardı lütfen bunu unutmayalım. Böyle bir toplumu din adına aldatmak ve istenildiği gibi yönetmek, sanırım çok kolay olsa gerek. İşte Atatürk bu gerçeği bildiği için, toplumun gerçek İslam ı Kur’an dan öğrenmesi gerektiğini, çok iyi biliyordu. Nur içinde yatsın.


Atatürk ün sayesinde, Türk halkı gerçek İslam ı öğrenmeye ve Allah ın sözlerine direk muhatap olmaya başlamıştır. Bunu önlemek yani Kur an ın Türkçe mealini okumamaları için, çok büyük seferberlikler yapılmış ama artık aydınlık nur, güneş göründüğünden, yapacak hiçbir şeyleri olmadığını anlamışlardır.


Günümüzde birçok tarikat, cemaat müritlerine, Kur an ın Türkçesini okumalarının, doğru olmadığı düşüncesini empoze etmişlerdir. Nedeni ne olabilir dersiniz? Nedeni onların din adına söyledikleri ile Kur an gerçekleri birbirini tutmadığı, hatta tam tersini emrettiği ortaya çıktığı içindir.


Kur’an ı anladığımız dilden okumamızı engellemek isteyenler, bizlerin okuduğumuzda ayetleri anlayamayacağımız yalanıdır. Yani Allah bizlerin anlayacağı değil, azınlık bazı insanların anlayıp, bizlere anlatacağı tezini anlatmışlardır topluma. ADETA BÖYLECE İSLAM DİNİNDE, RUHBAN SINIFI YARATMIŞLARDIR.


Kuran ı anlayarak, düşünerek okuyanlar, bilinçlenenler artık bu yalana kanmamışlardır. İsterseniz bu konu ile ilgili birkaç ayet örneği verelim, söylediklerim çok daha iyi anlaşılacaktır.


Araf 52: Yemin olsun ki, biz onlara, ilme uygun biçimde, ayrıntılı kıldığımız bir Kitap getirdik. İnanan bir topluluk için bir kılavuz, bir rahmettir o.


Kamer 17: Andolsun biz, Kuran'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?


Nahl 89: Sana bu Kitap'ı indirdik ki her şey için ayrıntılı bir açıklayıcı, bir kılavuz, bir rahmet, Müslümanlara da bir müjde olsun.


Değerli kardeşlerim, bakın Kur’an ın ayetleri ne kadar açık ve net öğüt için kolaylaştırılmış, İlme uygun ayrıntılı bir kitap diyor ve öğüt alan yok mudur diye de uyarıyor. Daha da dikkat çekici olan, Kur’an ı iyice okuyup, düşünenin anlayacağını söylüyor. Allah yine başka bir ayetinde de bizlere, Kur’an ayetlerini okuyup düşünenin, gönül gözlerini açarım diyor.


Demek ki asıl olan, Kur’an ı anlayarak okumak ve düşünmek. İşte bizleri bu gerçeklerden uzaklaştırdılar. Atatürk ise bunu bildiği için, toplumu Kur’an la buluşturdu ve anlamaları için kendi dillerine tercüme ettirdi.


Kur’an ı anlayarak okumaya başlayan toplum, artık kendisine öğretilenleri sorgulamaya başladı. Daha doğrusu Allah ın istediği gibi, sorgulayarak iman eden bir toplum yaratmaya çalıştı. Sorgulamadan iman eden toplumların birilerinin kölesi, oyuncağı olacağı gerçeğini Atatürk biliyordu. Toplumu Allah ile aldatanlardan Kurtarmanın yolu, Kur’an ı anlamaktan geçer mantığını, topluma yerleştirmeye çalıştı Atatürk.


Kur’an ın emri de bu yöndeydi. Allah birçok ayetinde düşünmeye, aklımızı kullanmaya yönlendirir bizleri. Daha da dikkat çekici olan, VELİLERİN, ŞEYHLERİN ardına düşmemizi yasaklar. Tüm bu gerçeklerin ortaya çıkmasını sağlayan Atatürk, elbette İslam ı hurafe ve batıl inançlarla, kendi nefislerine göre yaşatmaya çalışanların düşmanı olacaktır.


Değerli kardeşlerim, ATATÜRK Türk halkını gerçek İslam la tanışmanın yolunu açmıştır. Bugün böyle bir toplum varsa ülkemizde, bunu Atatürk e borçluyuz. Atatürk ün ilk dönemlerinde, Cuma hutbeleri bile Arapça verilir toplum anlamazdı. Ama Atatürk bu hutbelerin ne söylediğini toplum anlamalı diyerek, Türkçe hutbe verilmesini emretmiştir, bunu biliyor muydunuz?


Atatürk ü din düşmanı ilan edenler, toplumu kendi kulları gibi görenlerdi. Ne yazık ki bugünde aynı zihniyet toplumu zehirlemeye devam ediyor. Atatürk dine karşı değil, DİNİDAR yobazlara karşıydı. Atatürk ün dini düşüncelerini, dine bakışını doğru anlamak isteyen, lütfen Balıkesir de Atatürk ün Zağanos paşa camiinde verdiği hutbeyi, internetten dikkatle okuyunuz. O zaman Atatürk için söylenen yalanları, çok daha iyi anlayacaksınız.


Atatürk toplumların dinden uzak olamayacağını, inançsız bir toplumun düşünülemeyeceğini çok iyi biliyordu. Ama bu düşüncesinden yola çıkarak da, dini kullananların çıkacağı bilincindeydi. Onun için Diyanet İşleri başkanlığını kurdu. İlk Diyanet işleri Başkanının, Atatürk hakkında ki düşüncelerine bakar mısınız lütfen.


(İLK DİYANET İŞLERİ BAŞKANI, RİFAT BÖREKÇİ ANLATIYOR:


Atanın huzuruna girdiğimde, beni ayakta karşılardı. Utanır ezilir, büzülür, ‘Paşam beni mahcup ediyorsunuz’ dediğim zaman, ‘ DİN ADAMLARINA SAYGI GÖSTERMEK, MÜSLÜMANLIĞIN İCAPLARINDANDIR.’ buyururlardı. ATATÜRK ŞAHSİ ÇIKARLARI İÇİN, KUTSAL DİNİMİZİ SİYASETE ALET EDEN, CAHİL DİN ADAMLARINI SEVMEZDİ.


Not: Atatürk ve din eğitimi- Ahmet Gürtaş- Diyanet İşleri başkanları yayınları. S- 12 )


Atatürk ün gerçek İslam ı, toplumun fark edebilmesi çabası, ne yazı ki vefatıyla yarım kalmıştı. Dini kendi çıkarları doğrultusunda kullanan, DİNİDAR kişilerin toplum tarafından fark edilmesi çabası, Atatürk ün bizlere emanet ettiği BİR VASİYETİDİR. Lütfen bu gerçeğin farkına varalım ve bu vasiyetini HAYATA GEÇİRELİM.


Allah Kur’an da birçok ayetinde, sakın sizleri Allah ile aldatmasından diye uyarıyorsa, lütfen Allah ın bu uyarılarının asıl amacının ne olduğunu iyi düşünelim ve bizleri inancımızla aldatanları tanıyalım. Bunu yapabilmemiz içinde, önce dinimizi bizzat Kur’an dan iyi öğrenmeliyiz.


Bu düşünceden yola çıkarak, el birliğiyle gerçek İslam ı, hurafe ve batıl karışmamış Allah ın halis ve katıksız dinini, gelin el birliğiyle Kur’an dan öğrenelim ve öğretelim. Öğrenelim ki DİNİDAR, dinden bahsedenlerin oyununa da gelmeyelim. Böylece Atatürk ün VASİYETİNE sahip çıkmış olalım.


Bugün hala çoğunluk bir kesim, Kur’an ı anladığımız dilden okumanın önünde büyük bir engeldir. Atatürk ün kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığı bile, Atatürk ün gerçeklerinden çok uzak, toplumu din adına bilgilendirdiğini zannetmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığına, geçmiş yıllarda sorduğum bir soru, bu konuda beni ne yazık ki doğrulamaktadır. Diyanete sorduğum bir soruda;


Kur’an ı Türkçe mealinde okumamın, bir sakıncası var mı şeklinde sorduğum soruma verdiği cevap, çok manidar ve düşündürücüdür.


(Kur’an ı Türkçe mealinde okursanız, bilgi sahibi olursunuz, Arapça orijinalinden okursanız, sevap kazanırsınız.)


İşte Atatürk bu zihniyetle mücadele etmek için, Diyanet İşleri başkanlığını Kurmuştu, ama ne yazık ki mücadele yarım kaldığı anlaşılıyor. Bizlere düşen toplum olarak, Kur’an ın çevresinde toplanmak, onu bilerek, düşünerek anlamak hayata geçirmek olmalıdır. Bunu yaparak Atatürk ün vasiyetini de, yerine getirmiş olacağımızı unutmayalım.


Toplum olarak sevap kazanmanın, önce ne olduğunu öğrenmeliyiz. Anlamını bilmeden okumakla sevap kazanılmayacağını, sevabın ancak Allah ın istediği bir kul olduğumuzda, onun rızasını kazanmak için toplum içinde,  barış da ve hayırda yarışarak sevap kazanılacağının bilincinde olmalıyız. Yoksa ömrümüzü boşa, beyhude geçirirde, sonunda pişmanlar oluruz.


Kur’an ben Müslüman ın diyen herkes tarafından, anladığı dilden mutlaka okunmalı ve üzerinde düşünülmelidir. Körü körüne iman etmek, bizleri Allah a değil şeytana yaklaştıracaktır, lütfen bunu unutmayalım. Kur’an ı rivayet ve sanı bilgiler ışığında değil, yine Kur’an ın içindeki diğer ayetlerden, bilgilerden, örneklerden yardım alarak anlamaya çalışmalıyız. Çünkü Kur’an kendisini anlatan, açıklayan eşsiz bir nurdur.


Bu gerçekten yola çıkarak, silahlı kuvvetlerimize düşen bir görevin olduğunu düşünüyorum. Nasıl okuma yazma bilmeyen erlerimize, okuma yazma öğretiyorsa askerde, ben Müslüman ım diyen erlerimize de hurafe ve rivayetlerden uzak, hiçbir etki altında kalmadan KUR’AN dersleri vermelidir.


Böylece genç, dinamik yaşlarda ki gençlerimiz, Kur’an gerçekleri ile bilgilendirilecektir. Gerçek, arı, duru İslam ın bu toplumla buluşmasına, sanırım başka yol yok gibi görünüyor. Böylece geçlerimiz yaşamlarında, birilerinin din adına aldatmacalarına da kanmayacaklardır. Hakkı ve batılı böylece daha kolay, birbirinden ayıracaklardır. Bu gençler ailelerine gittiklerinde, bu bilgileri paylaşacak ve Kur’an meşalesi, hurafeler karışmamış gerçek İslam ın aydınlığı, ailelerle elden ele dolaşacaktır.


Bu görevi Silahlı kuvvetlerimizin, layığı ile yapacağına inanıyorum. Diğer ülkelerin silahlı kuvvetlerinde nasıl dini bir bölüm/sınıf varsa, bizim silahlı kuvvetlerimiz dede, böyle bir sınıf oluşturulup, silahlı kuvvetler personelinin, İlahiyat fakültelerinde okumaları sağlanarak, topluma bir ışık tutacağını, böylece ATATÜRK ÜN VASİYETİNİDE, yerine getireceğine gönülden inanıyorum.


Türk Silahlı Kuvvetlerimizin, Atatürk ün izinden giden, değerli komutanlarının, bu duygu ve düşüncelerime elbet bir gün kayıtsız kalmayacağına ve gerçek, arı, duru, batıl karışmamış İslam ı askerdeki gençlerimizle buluşturmak için, ilk adımı atacaklarına yürekten inanıyorum.


Bu gidişe bir dur diyen çıkmazda, toplum Kur’an gerçekleri ile buluşturularak, Allah ile aldatılmaktan kurtarılmazsa, Allah ın gazabından da kurtulamayacağımızı, acı, keder, adaletsizlik ve zulmün aramızda kol gezeceğini asla unutmayalım.


Bir gün, bu hayalimin gerçek olması dileklerimle.


Saygılarımla.  Haluk GÜMÜŞTABAK

214
Kur'an-ı Kerim / Enam Suresi 116. Ayetin Uyarıları.
« : 31 Mart 2014, 17:25:58 »

Değerli din kardeşlerim. Bugün sizlere öyle bir ayet hatırlatmak istiyorum ki, biraz düşündüğümüzde, günümüzde yapılan yanlışları adeta Rabbimiz yüzümüze vuruyor ve bizleri ikaz ediyor. Önce ayeti yazalım, daha sonrada üzerinde birlikte düşünelim.


Enam 116: Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan, seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan uyduruyorlar.


Ayetteki uyarıyı görüyor musunuz? Bu sözleri duyunca aklıma bir kardeşimizin benim yazıma verdiği cevap geldi. Kendini akıllımı zannediyorsun, bu söylediklerini İslam toplumunun genel çoğunluğu kabul etmiyor. ÇOĞUNLUĞA MI UYALIM, SİZİN GİBİ AZINLIĞA MI demişti.


Gerçektende bu sözler çok söyleniyor, toplum arasında. Bir başka deyişle inancımız Kur’an a göre değil, genel çoğunluğun kabul gördüğü, kabul ettikleri, inandıkları din adına kıstas alınıyor. Bu ne büyük yanılgı. Eğer Kur’an ı bir kez anlayarak, düşünerek okumuş olsaydık, bu sözleri söyleyenlerin aldatmacalarına asla inanmazdık.


Din çoğunluğa göre değil, yalnız ve yalnız Kur’an ın apaçık hükümlerine göre yaşanır, lütfen bu gerçeği unutmayalım. Eğer unutursak, yukarıdaki ayetin sonunda Allah ın söylediği gibi, dinimizi, imanımızı ZANNA yani şüphelere göre, emin olmadığımız bilgiler, rivayetlere göre yaşarız. BUNU YAPANLARIN ALLAH, SADECE YALAN SÖYLEDİKLERİNİ, KENDİLERİNİ KANDIRDIKLARINI SÖYLÜYOR. Bu duruma düşmek istemiyorsak, lütfen emin olmadığımız bilgilere göre değil, Kur’an a göre yaşayalım.


Bu ayetten bir ayet öncesine bakalım şimdide, konuyu daha iyi anlayabilmek için.


Enam 115: RABBİNİN SÖZÜ, DOĞRULUK VE ADÂLET BAKIMINDAN TAMAMLANMIŞTIR. O'nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O işitendir, bilendir.


Bakın ne diyor Yaradan. Allah ın sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır diyor. Yani sizlere gerekli her konu Kur’an ın içinde tastamam vardır diyor. Ama bizler ne diyoruz bunca açık ayetleri gördüğümüz halde, Kur’an da her bilgi yoktur, özet bilgiler vardır. İslam tam ve eksiksiz öğrenmek istiyorsak, fıkıh kitaplarına bakmalıyız.


Düşünebiliyor musunuz Allah bizleri Kur’an ile sınırlıyor, ama birileri Kur’an ın dışına çıkmamız için zorluyor. Sizce hangisini yapmamız en doğrusudur? Ayetin sonunda, Allah ın sözlerini değiştirecek kimse yoktur diyor. Ama bizler Kur’an ı anlayarak okumadığımız için, farkında olmadan Allah ın hüküm vermediği şeylere inanıyor, daha da kötüsü hüküm verdiği konuların tam tersini, bunlarda dinin emri diyenlere inanmakta bir sakınca görmüyoruz.


Konuyu daha da iyi anlayabilmek için, yine bir ayet geriye daha gidelim.


Enam 114: ALLAH'TAN BAŞKA BİR HAKEM Mİ ARAYACAĞIM? Halbuki size kitabı açık olarak indiren O'dur. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Kur'ân'ın gerçekten Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. Sakın şüpheye düşenlerden olma!


Yaradan Allah dan başka, bir hakem mi arıyorsunuz diyor. Yani Allah ın Kur’an da verdiği hükümlerin dışına çıkmayın, onun hüküm vermediği bir şeyi de sakın din adına inanmayın diye açıkça söylüyor. Ama bizler Allah ın kitabını rehber almaktan çok uzak inancımızı yaşadığımız için, genel çoğunluğumuz Kur’an ı hakem tutmak yerine, beşeri odakları rehber edinmekten hiç şüphe duymuyoruz. İşte çoğunluğa hiç düşünmeden, araştırmadan uymak, bu kadar tehlikeli.


Ayetin devamında da bahsettiğimiz konuya açıklama getiriyor ve diyor ki, hâlbuki kitapta açıkça her konudan bilgiler veren Allah tır. Gerçek iman edenler bunu bilir ve asla Kur’an ın sınırlarını zorlamaz, onu rehber edinir. Ama çoğunluğa düşünmeden uyanlar, söylenen zan ve rivayetleri, Kur’an a danışmadan inananlardan sakın olmayın diyerek, çok net bir mesaj veriyor Yaradan.


Allah Kur’an ı rehber almayıp, beşeri bilgileri, düşünceleri, inançları, atalarının itikatlarını rehber alanların, gerçekleri asla görmeyeceğini söyler. Bu toplumların, şeytanın oyuncağı olacağını anlatır bizlere. Kur’an Yunus suresi 100. ayetinde, aklını kullanmayanlara, düşünmeden nefsinin dürtüleri ile yaşayanlara, azabı, pisliği vereceğini söyler.


Toplum olarak gönül gözümüzün açık, Allah ile aldatanların yalanlarını fark etmek istiyorsak, hurafeye, sanıya, rivayetlere değil, Kur’an ın ipine sarılmalıyız. Bunu yapamayan toplumları, birileri her zaman çıkarak Allah ile inancı ile mutlaka aldatacaktır. İŞİN KÖTÜSÜ BÖYLE TOPLUMLARIN, ALDATILDIĞININ, KANDIRILDIĞININ FARKINDA OLAMAMASIDIR. Sanırım buda Rabbimizin verdiği bir ceza olsa gerek. Neye layıksak onu yaşayacağız.


Bizler günümüzde öyle bir din yarattık ki nefsimizde, Allah ın kitabından çok uzak. Allah Kur’an ın ipine sarılın dedikçe, bizler sanki Yaradan la inatlaşırcasına, edindiğimiz velilerin, şeyhlerin kitaplarına sarıldık. Böyle yapınca da sonuç ortada. GÖZLER PERDELİ, KULAKLAR VE GÖNÜL MÜHÜRLENMİŞ.


Dilerim Allah dan, Kur’an ın sınırlarını bilen, hurafe ve zanna değil, Kur’an ın ipine sıkı sıkı sarılan, çoğunluğa değil, hakkın ardından giden, gözlerinde perde, gönüllerinde mühür olmayan, Allah ın halis kullarından oluruz.


Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

215


İnternette gezinirken, bir yazı dikkatimi çekti. Yazının konusu, namazı terkin dini cezası konusu ile ilgiliydi. Merak ettim ve okudum. Doğrusu okuduklarıma hiç şaşırmadım, çünkü bizler İslam ı Kur’an dan o kadar uzak yaşıyoruz ki, bu konuda da Kur’an ın onay vereceği bir bilgiyle karşılaşmayı, zaten beklemiyordum. Konuyla ilgili yazıdan alıntılar yapalım önce, daha sonra üzerinde Kur’an ışığında birlikte düşünelim.


Namazı terkin dini cezası:


Namazı inkâr eden kâfir olur. Çünkü kat'i delille sabittir. Umursamayarak yani tembelliğinden dolayı kasten namazı terk eden fasık olur. (İbni Abidin, Reddü'l Muhtar, c. 2, s.7).


Farz olduğunu inkâr etmemekle birlikte beraber tembellikle namazı kılmaya uygulanacak dünyevi cezanın ne olacağı mezhepler arasında itilaflıdır.


Hanefîlere Göre; namazı kılmayan fasıktır. Namaz kılıncaya veya ölünceye kadar hapsedilir ve dövülür.


Mâlikîlere Göre; vaktin sonuna kadar beklenir, bu müddet zarfında kılarsa serbest bırakılır, kılmazsa ceza olarak (kâfir sayarak) öldürülür.


Şâfiîlere Göre; vaktin sonuna kadar beklenir, sonra tövbeye davet edilir. Tövbe edip namazını kılarsa, serbest bırakılır. Aksi halde ceza olarak öldürülür. Öğleyi ve ikindiyi terkten dolayı güneş batıncaya kadar, akşam ve yatsıyı terkten fecir, sabahı terkten dolayı da güneş doğuncaya kadar ceza tatbik edilmez. Ancak kendisinden namazı vaktinde eda etmesini istemek şarttır.


Hanbelîler Göre; namazı tembellik göstererek terk eden kimseyi devlet başkanı veya naibi namazı kılmaya davet eder. Eğer sonra ki namazın vakti daralıncaya kadar kılmazsa katli vaciptir. Fakat üç gün kendisi tövbeye davet edilmedikçe ceza infaz edilmez. Mezheplerin her birinin görüşlerini dayandırdıkları akli nakli deliller vardır. Ancak sözü uzatmamak için bu kadarıyla yetindik. (Necati Yeni el, Hüseyin Kaya pınar, Sünen-i Ebû Davud Terceme ve Şerhi c. 2, s. 112)


Değerli din kardeşlerim. Yazılanları okudunuz, siz böyle bir hükmün, Kur’an da Allah tarafından bahsedildiğini hiç okudunuz mu? Çok ilginçtir Allah asla böyle bir hüküm vermediği için, mezheplerde kendi arasında anlaşamadıkları, ihtilafa düştükleri anlaşılıyor, ama yinede kendi nefisleri doğrultusunda karar vermeden de yapamıyorlar.


Mezheplerin namazını kılmayanlara takdir ettikleri cezalar ise, çok düşündürücüdür. Namaz kılmayanlar kılana kadar hapsedilir ve dövülür denebiliyor. Daha da düşündürücü olanı, namaz kılmayanların bu konuda ısrar etmeleri durumunda, öldürüleceği hükmünün verilmesidir.


Allah boşuna Kur’an ın ipine sarılın demiyor. Hüküm Allah ın dır, ondan başka din ve iman adına hüküm verecek kimsenin olmadığını, Allah hükmüne hiç kimseyi ortak etmediğini açıkça söylüyor bizlere. Ama Kur’an İslam toplumunun genelinde, din ve iman adına rehber olmaktan çıkartılmış, beşerin rivayet ve sanı bilgileri ile iman edince sonuç ortada.


Bu konuyu gelin şimdi de, Kur’an öğretisi doğrultusunda düşünelim. Allah Kur’an da inancımızı yaşarken, çok kesin kurallar koymuştur. Toplumun huzuru ve adaletli bir düzenin kurulması için, halkın uyması gereken kanunlarını, çok açık bir şekilde belirtmiştir ve uymayanlarında nasıl cezalandırılacağı konusunda örneklerini de vermiştir.  Tekrar hatırlatmak istiyorum bu hükümler, toplumun düzenini kurmak adına verilmiş hükümlerdir.


Kur’an ın genel çoğunluğunu kapsayan konular ise, bizlerin bizzat kişisel olarak sorumlu olduğumuz ibadetler ve bizlere yaşantımızda rehberlik eden bilgilerdir. Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek hacca gitmek, adaletli olmak, yardım sever olmak. Bu ve buna benzer birçok konular ise, bir Müslüman ın kendi imtihanı ile ilgilidir. Hiç kimse bunlara müdahale edemez, zorlayamaz.


Allah zaten Kur’an da bizleri imtihan ettiğini söylemiyor muydu? Nasıl olurda bir insanın imtihanına müdahale ederiz de sen namaz kılmıyorsun, oruç tutmuyorsun diye ceza veririz. Birde namaz kılmayan öldürülür diyenler bile çıkıyorsa, bizler hala namazın özünde yatan gerçeği anlayamamışız demektir.


İbadetler Allah ile kul arasındadır, hiç kimse müdahale edemez. Yalnız namaz değil, diğer konularda da aynıdır. Allah SALÂT yani dilimize çevirdiğimiz ismiyle, namaz konusunu anlatırken, namazın Allah ile irtibat kapısı olduğunu söyler. Çünkü Rabbimizden namazla istekte bulunacağımızı, ondan yardım isteyeceğimizi, ona dualarımızla namazla, niyazda bulanacağımızı anlatır bizlere.


Namaz kılmıyor mu bir din kardeşimiz. Onun sorunudur bu, onun kaybıdır. Allah tan yardım istemek niyetinde, zikrinde yoksa bize ne. Zora düştüğümüzde Allah a açılacak ellerin cevap bulmasını istiyorsak eğer, gerektiği zaman onun huzuruna durup, ona şükretmeli onu tespih etmeliyiz ki, dualarımız karşılık bulsun. Yardım istemeyene, zorla yardım edilmez.


Kur’an a bu konu hakkında baktığımızda, bırakın namazını kılmayanı eziyet edip, öldürmeyi, kılınmayan namazların daha sonra kılınmasından dahi bahsetmez. Ama oruç konusunda tutamadığımız orucu daha sonra tutmamızı öğütler. Peki neden?


ÇÜNKÜ NAMAZ, YAŞADIĞIMIZ O ANIN SİGORTASIDIR,  YAŞANTIMIZIN KONTROL DÜMENİDİR. Geçmişte yaşadıklarımız, yaptıklarımız kayda alınmıştır. Değiştirmekte mümkün değildir. Bizlere düşen şuandan sonra ki hayatımızda yapacaklarımızı en güzel, en doğru bir şekilde yapmak olmalıdır. Doğruyu yaşayabilmek içinde, Kur’an ın gösterdiği yolu hayatımıza geçirmeliyiz. Namaz la bizler Yaradan a bir söz veriyoruz ve diyoruz ki, yalnız senden yardım dileriz, yalnız sana kulluk ederiz. Bizi doğru yola ilet.


Oruç konusunda Allah,  tutamadıklarımızı tutmamızı istemesinin nedeni, bir yıl içinde hiç durmadan çalışan organlarımızın ve ruhumuzun adeta bu zaman zarfında bakıma, dinlenmeye, adeta terapiye alınmaya ihtiyacı olduğu içindir.


Eğer bizler bu yakarışlarımızda-dualarımızda samimi ve içten isek, bu sözlerimizde duruyorsak, Allah da bizlerin gönül gözlerini açarak, toplumda doğru bir insan olmamızın yolunu açacaktır. Ama öyle namaz kılanlar var ki, tüm bu gerçeklerden uzak, gösteriş ve menfaatleri adına namaz kılarak, toplumda bozgunculuk yaparlar. İşte Allah bu türlü namaz kılanlara da, MAUN suresinde ne diyordu hatırlayalım.


—YAZIKLAR OLSUN O NAMAZ KILANLARA Kİ, onlar namazlarını ciddiye almazlar.


Sizce böyle namaz kılanlara bile Allah, bizlerin bir ceza vermesinden bahsetmeyip, gerekeni kendisi yapacağını söylüyorsa, hiç namaz kılmayanlar hakkında verdikleri beşeri hükümler, ne kadar Kur’an dan onay alır?


Salâtın bir anlamı da duadır. Allah a dua etmeyen,  onun huzurunda rükû edip secde ederek onu yüceltmeyen, gereken saygıyı Rahmana göstermeyen, elbette ihtiyacı olduğunda da Yüce Mevla mızı yanında bulamayacaktır.


Rabbin huzuruna durmak istemiyorsa bir insan, kendi sorunudur zorla saygı olmaz. Dinde zorlama yoktur diyen Yaradan ı, lütfen anlamaya çalışalım. Bir anne baba, evlatlarından nasıl saygı, hürmet bekliyor da, saygısız, hayırsız evlada karşı tavır sergiliyorsa, bizleri Yaradan Allah a karşıda gereken saygıyı, hürmeti göstermeliyiz ki karşılık bulalım.


Tüm bu düşünceler ışığında size bir soru sorsam ve desem ki, İslam dininde asıl olan,  öncelik, amaç İBADET midir, iyi AHLAK mıdır? Ne dersiniz? Belki ilk baktığınızda, bu sorduğum tuzak bir soru gibi gelebilir. Bunu özellikle sordum ki, konu daha iyi anlaşılabilsin. Kur’an ın bizlere rehber olarak indirilmesinin amacı, bizleri iyi ahlaklı bir insan olarak yetiştirebilmek adınadır.


Demek ki asıl amaç iyi ahlaklı olmakmış. Peki, ibadetlerin amacı nedir dersek, elbette onlarında amacı, bizleri iyi ahlaklı olmaya yönlendiren ARAÇLARDIR. Eğer yapılan ibadetler bir insanı iyi ahlaklı yapmıyorsa, yapılan ibadetlerin, Allah ın istediği kıstasta yapılmadığı içindir. Namazı kılmak elbette çok önemlidir, ama namazı gösteriş ve çıkarlarımıza alet etmemek şartıyla. Böyle yapanlar namazın gerçekleri ile asla yüzleşemez ve ondan gereken faydayı sağlayamazlar. İBADETLER NİYETLERE, AMELLERE GÖRE DEĞER KAZANIR VE BİZLERE FAYDA SAĞLAR.


Namaz kılmayarak, Yaradan ı her an nefsinde hissetmeyen bir insan, bakın neler kaybediyor.


Ankebut 45: Sana kitaptan vahyedileni oku, namazı dosdoğru kıl! ÇÜNKÜ NAMAZ, YÜZ KIZARTICI ŞEYLERDEN VE KÖTÜLÜKLERDEN ALIKOYAR. Allah'ı anmak en büyük ibadettir. Allah ne yaptığınızı bilir.



Buradan da anlaşılıyor ki, namaz kılmayarak Allah ı zikretmeyen, anmayan, onu yüceltmeyen, onun huzur ve mutluluğundan uzak kalan,  namazın getirisinden onun faydalarından da yararlanamayacaktır.


 Bunu istemeyene, zorla yaptıramazsınız. İbadetleri yapmayana, Allah ın hükmetmediği bir cezayı vermek, Allah ın bizleri yaratma amacına ters düşer. Çünkü Allah özgür iradesiyle yarattığı insana, din ve iman konusunda, hiç kimsenin müdahale etmesine izin vermez. Hatta elçisine, TEBLİĞ ETMEK SANA, HESAP SORMAK BİZE DÜŞER diyerek, konuya da açıklık getirir. Allah kullarını bakın neden yarattığını söylüyor.


Mülk 2: O ki, HANGİNİZİN DAHA GÜZEL DAVRANACAĞINI SINAMAK İÇİN ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır


Bakın ayet ne kadar açık söylüyor. Kimin daha güzel amel sahibi olacağını, kimlerin güzel şeyler yapıp yapmayacağını görmek için, sizleri imtihan ediyorum diyor bu dünyada. Yine bir başka ayetinde kendisine kulluk edilmesi yani kendisine karşı ibadet edilmesi konusunda ne söylüyor.


Mümin 60: Rabbiniz şöyle dedi: “BANA DUA EDİN, DUANIZA CEVAP VEREYİM. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler aşağılanmış bir hâlde cehenneme gireceklerdir.”


Aslında yukarıdaki ayet konumuza çok güzel açıklık getiriyor ve diyor ki, bana dua edin. Biliyorsunuz bir başka ayetinde de, benden salâtla/namazla yardım isteyin diyordu. Böyle yapanların yardımlarına koşar, dualarına cevap veririm açıklamasını yapıyor. Ayetin devamında da, bana kulluk etme konusunda özençsiz, isteksiz olanlar kaybedeceklerdir diyor. 


Şimdi sizlere hatırlatacağım ayet ise, aslında namazın asıl ne maksatla kılınması gerektiğini ve önemini çok güzel anlatıyor.


Taha 14: Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah'ım. Benden başka ilah yoktur. Bana kulluk et; BENİ ANMAK İÇİN NAMAZ KIL.


Bu ayetten de açıkça anlaşılıyor ki NAMAZ, Allah ı anmak, onu zikretmek, ondan yardım istemekten başka bir şey değil. Bu durumda Allah ı anmak, ondan yardım almak istemeyene, nasıl olurda müdahale ederde, Allah ın hüküm vermediği bir cezayı bizler vermeye çalışırız. ÇÜNKÜ MUHATAP BİZLER DEĞİLİZ. İbadet/kulluk yalnız Allah a yapılır ve muhatabı da yalnız Allah tır.


Zorla kılınan bir namazdan, hiçbir fayda sağlanamaz. Ne söylediğimizi bilmeden, ayetleri bilinçsizce tekrar ederek,  kıldığımız namazdan da gereken faydayı sağlayamayız. Bizler önce namazın özünü doğru anlamalıyız ki, gereken faydayı sağlayabilelim.


Onun için namaz kılmayanı, namaz kılmak için zorlamak, namazın ne olduğunu hiç anlamamak demektir. Ne yazık ki bu acı gerçek, İslam toplumları tarafından anlaşılamadığı için, MAUN suresinde Allah ın şiddetle eleştirdiği namaz kılanlar, genel çoğunluğumuzu oluşturuyor.


Allah yarattığı kullarının kendisine karşı, çok önemli bir görevi olduğunu hatırlatıyor bizlere ve bakın ne diyor.


Hicr 99: Ve sana ölüm gelinceye kadar, RABBİNE İBADET ET.


Bunca güzellikleri bizlere bahşeden, önümüze seren Rabbimiz in bizlerden istediği, kendisine gereken saygıyı, hürmeti yine onun istediği yöntemle yerine getirmemizdir. Kural Allah tarafından konmuştur. İsteyen uyar karşılığını görür, isteyen uymaz sonucuna katlanır. Ama asla hiç kimse, bir diğerinin din ve iman adına imtihanına karışamaz.


Bu durumda kimin haddine, bilmem kim namaz kılmıyor, oruç tutmuyor diye kendi nefsimizce cezalar vermek. Kimin haddine, Allah ın imtihan ettiği kulunun imtihanına karışmak, müdahale etmek. Elbette kimsenin haddine değil, ama bizler Kur’an ı rehber almadığımız sürece, böyle konularla kendimizi avutup, Allah ın yetkisine karıştığımızın farkında bile olamıyoruz.


Bizler toplum olarak önce Kur’an ın ipine sarılmalıyız,  emin olmadığımız bilgilere değil. Daha sonrada topluma namazın ne olduğunu doğru anlatmalıyız ki dualarımız karşılık bulsun. Bunu yapmadığımız sürece, MAUN suresinde bahsedilen, bazı Müslümanların kıldığı namazın durumuna düşeriz. Allah bizleri böyle olmaktan korusun.


Dilerim Yüce Rabbimden, Allah ın huzuruna huşu ile duran, ona kıyam, rükû, secde eden, onu gereği gibi zikreden, ondan yardım isteyen, batılın ve hurafenin değil, Kur’an ın ipine sıkı sıkıya sarılan, doğrunun ve güzelliğin arayışında olan, Allah ın halis kullarından oluruz.


Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

216

Bizler yaşantımıza, Kur’an ın eğitiminden, rehberliğinden uzak, beşeri inançlarla yön verdiğimiz için, elbette karşımıza çıkan zorluklarla da, mücadele etmesini ne yazık ki beceremiyoruz. Kur’an biz insanların kullanma kılavuzudur. Eğer bizler bu kılavuzdan uzak yaşayarak anlayamıyorsak, olaylar karşısında da, doğru tepkiler vermemiz, çözümler bulmamız mümkün olmayacaktır.


Bir aracı kullanırken, onun kullanma kılavuzunda yazdığı şekliyle kullanmadığımız takdir de, araç zamanından önce bozulacağı gibi, bizleri ekonomik olarak ta zora sokacak, çok sorunlar yaratacaktır. İşte hayatımız yani bedenimizde aynen böyledir. Onu nasıl kullanacağımız, içimizdeki ruhu nasıl terbiye edeceğimiz çok önemlidir. Terbiye edilmemiş bir ruh, nefis ne yapacağını bilmeden uçan kuşa benzer. Bir o yana, bir bu yana anlamsız uçar durur.


Bizler yaşantımızda karşılaştığımız zorlukları, doğru analiz edip üzerinde hiç düşünmeden, kötümser anlık düşünüp, ruhumuza/nefsimize oradan da bedenimize büyük zararlar vermekteyiz. Hâlbuki Allah bizleri zorluklarla imtihan ettiğinin örneklerini rehberinde açıklayarak vermiştir. Her zorluğun sonunda bir güzellik vereceğini de müjdeler bizlere.


Karşımıza çıkan zorlukların, adeta bizleri olgunlaştırdığını, doğruya yöneltmenin, doğruları anlayabilmenin, bir yöntemi olduğunu anlatır. Daha açıkçası Kur’an bizler için doğruyu bulmanın ana kaynağı, psikolojik terapinin merkezidir. Allah Kur’an dan bahsederken, ona FURKAN ismini vermiştir. Furkan eğriyi doğrudan ayıran demektir. Ondan yararlanmasını doğru öğrenemediğimiz için, olaylar karşısında adeta yaşam şevkimizi kaybedip, hem ruhumuza/nefsimize hem de bedenimize büyük zararlar vermekteyiz.


Anlatmaya çalıştığım konunun, daha güzel anlaşılması için, kıssadan hisse olur düşüncesiyle, bir olayı nakletmek istiyorum. Lütfen üzerinde dikkatle düşünelim.


(Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli her şeyden şikâyet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Hayatındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı, ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı. "Tadı nasıl?" diye soran yaşlı adama öfkeyle "acı" diye cevap verdi.


Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu: "Tadı nasıl?"


"Ferahlatıcı" diye cevap verdi genç çırak. "Tuzun tadını aldın mı?" diye sordu yaşlı adam. " Hayır" diye cevapladı çırağı. Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi:


"YAŞAMDAKİ ISTIRAPLAR TUZ GİBİDİR, NE AZDIR, NE DE ÇOK. ISTIRABIN MİKTARI HEP AYNIDIR. ANCAK BU ISTIRABIN ACILIĞI, NEYİN İÇİNE KONULDUĞUNA BAĞLIDIR.


Istırabın olduğunda yapman gereken tek şey, ıstırap veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. ONUN İÇİN SEN DE ARTIK BARDAK OLMAYI BIRAK, GÖL OLMAYA ÇALIŞ." )


Gerçekten bizlerin yaptığı en büyük yanlış, karşılaştığımız zorlukları, kendi kafamızda bir noktaya toplayıp, büyütmekle yapıyoruz. Hâlbuki Allah, ben sizlere çekemeyeceğiniz hiç bir şey yüklemem demiyor muydu? Elimizde olmayan zorluklarla karşılaştığımızda, bu zorlukları kendi içimizde büyütmek yerine, bunların bir imtihan olduğunu, bu zorluklarla mücadele ederek, nefsimizi güçlendirmenin yolunu aramalıyız.


Güçlü bir nefis sahibi olan insanın, bedenide güçlü olacaktır. Karşılaşacağımız zorluklara odaklanmak onu içimizde büyütmek yerine, onu yaşamımızın bir parçası olarak görüp, onunla mücadele ederek, onunla yaşamasını öğrenip, sorunlarımızı içimizde küçültmesini öğrenmeliyiz.


Karşılaşacağımız zorlukları, ilk bakışta farklı büyüklükte görebiliriz, ama şunu asla unutmayalım, imtihanda sorulan her sorunun zorluğuna göre, değeri de farklıdır. Bizlere zor gibi görülen sorunların üstesinden gelme çabamızın sonunda, unutmayalım ki en az onun değerinde bir güzellikle, mutlulukla karşılaşacağımızı bilmeliyiz.


Verdiğim örnek, aslında çok şeyler anlatıyor bizlere. Dertlerimizi kişiselleştirmeyelim, bu dert yalnız bizlere özel değildir, bunu unutmayalım. Allah elçilerini dahi büyük acılarla, zor imtihanlardan geçiriyorsa, aynı imtihanla bizler karşılaştığımızda isyan etmek yerine, Kur’an nuruyla güçlendirdiğimiz nefsimizle, dimdik ayakta kalmasını öğrenelim.


Acılarımızı tek noktada toplayıp, yalnız onu düşünür onunla yatıp kalkarsak, ızdırabımız çekilmez olacaktır. Bunu yaparsak kaybeden bizler oluruz. Yapmamız gereken, karşılaştığımız zorluklar karşısında, bilincimizi yitirmeden, imtihan olduğumuzun sorumluluğuyla, ONU NEFSİMİZDE KÜÇÜLTEREK ADETA UNUTURCASINA, ONUNLA MÜCADELE ETMESİNİ ÖĞRENMELİYİZ.


Dilerim cümlemiz nefsini Kur’an ile eğiten, içinde mücadele ateşi hiç sönmeyen, Rabbin halis kullarından oluruz.


Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

217


Bu yazımda Kur’ an da geçen, MİRAS konusunu konuşmak ve sizleri bu konuda düşünmeye davet etmek istiyorum. Bildiğiniz gibi bu konu, çok farklı şekillerde anlatılır. Konuyu  Kur’an dan detaylı bilmeyen toplumumuz, erkeğin kadından bir pay daha fazla alması gerektiği, Kur’an ın asıl emri olarak gösterilir.


Gerçektende mirasın dağıtımında Kur’an birinci öncelikle, erkek kadından bir pay fazla almalımıdır diyor, yoksa bu bahsedilen dağıtım şeklinin çok özel bir durumda, vasiyet bırakılmadığında, KADININ ÇOK DAHA AZ BİR PAY ALMASINI MI ÖZELLİKLE ENGELLİYOR. Gelin bu konuyu, Kur’an bütünlüğünde birlikte düşünelim. Genelde bizler Kur’an dan, kendi nefsimize göre kelimeleri, cümleleri cımbızlayarak ayetleri anlamaya çalışırız. Kur’an ı bir bütün olarak hiç düşünmeyiz. Bizler Kur’an a uymak yerine, Kur’an ı kendimize uydurmaya çalışırız. Nefsimiz her zaman bu konuda ağır basar.


Allah Bakara suresinde, kendisine ölüm yaklaşmış olan birisinin mal varlıklarını, ne şekilde miras olarak dağıtmasını öneriyor ona bakalım önce.


Bakara 180: Birinize ölüm geldiği zaman, eğer mal bırakıyorsa, ana babaya, yakınlara, uygun bir tarzda VASİYET ETMESİ, Allah'a karşı gelmekten sakınanlara bir borç olarak SİZE FARZ KILINDI.


Demek ki mallarımızı, yakınlarımıza ölmeden önce VASİYET ederek bırakmamız, Allah ın öncelikli emri. Bizler için bu görev FARZ, yani öncelikle yapmamız gerenken bir emir.  Ne yazık ki bu gerçek, göz ardı edilmektedir. Hatta vasiyet şahitler karşısında yapılması gerektiğini de söyleyerek, şahitleri de bağlayıcı ayetlerle sağlama alıyor.


Maide 106: Ey iman edenler! Birinize ölüm gelip çatınca, vasiyet esnasında içinizden iki adalet sahibi kişi aranızda şahitlik etsin……


Bakara 181: Kim işittikten sonra VASİYETİ değiştirirse, hiç kuşkusuz bunun günahı onu değiştirenler üzerinedir. Allah her şeyi işitir, her şeyi bilir.


Demek ki vasiyet, miras için ilk ve en önemli şartı. Buradan da anlaşılıyor ki, mirasın dağıtımında kadına bir pay, erkeğe iki pay, miras dağıtımında özellikle istenen bir dağıtım şekli değil. Hatta nisa suresi 7. ayetinde de bu konuya dikkat çekiyor ve bakın ne diyor.


Nisa 7: Ana-baba ve akrabanın geriye bıraktığından ERKEKLERE BİR PAY VARDIR. Ana-baba ve akrabanın geriye bıraktığından -ONUN AZINDAN DA ÇOĞUNDAN DA- farz kılınmış bir nasip olarak KADINLARA DA BİR PAY VARDIR.


Buradan da açıkça anlıyoruz ki, mirasın dağıtımında ilk öncelik vasiyette bulunmak. Hatta ayetin sonunda, erkek ya da kadın mirasçıdan bahsederken, ayırt etmeden azından, çoğundan bir hissenin olduğu söyleniyor. Çünkü mirasın dağıtımındaki asıl yöntem, vasiyetle mirasın dağıtımıdır.


Yine bu konu ile ilgili Maide suresi 106. ayette Allah ne diyordu, bakın nasıl bizleri uyarıyor tekrar hatırlayalım.


( Ey iman edenler! Birinize ölüm gelip çatınca, vasiyet esnasında içinizden iki adalet sahibi kişi aranızda şahitlik etsin. )


Bu ayetten de anlaşılıyor ki, mirasın dağıtımında ilk yapılması gereken, VASİYET etmekmiş. Yine Nisa suresi 12. ayetinde de vasiyet etmekten bahsedilir. Ahzab suresi 6. ayette de yakınlarımıza uygun bir vasiyet yapılması önerilmektedir.


Şimdide işin farklı bir boyutunu düşünelim. Diyelim ki vasiyet bırakmadık. Sorarım sizlere, hangimiz ne zaman ölüme yaklaştığımızı düşünürde, vasiyet bırakırız? Elbette büyük çoğunluğumuz, ölümü kendimize yakıştıramadığımız için, vasiyeti de düşünmeyiz bile. Çünkü sanki garanti almış gibi, ileriye dönüp büyük hesaplar, planlar yaparız.


İşte Rabbimizde bunu bildiği için, bu konuyla ilgili ilk emrini vasiyet edin diye indirmiş ama daha sonra, vasiyet etmeden ölenlerinde büyük bir gerçek olduğunu bildiğinden, YİNE KADINI GÖZETEREK, kadının hiçbir pay almamasını engellemek adına, bu durumda erkeğin yarısını alabilmesi garanti altına alınmıştır. Ayeti hatırlayalım.


Nisa 11: Allah çocuklarınız hakkında, erkeğe iki dişinin hissesi kadar tavsiye eder.


Bazı Kur’an meallerinde, bu ayetle ilgili açıklama yapılır ve denir ki, daha önce mirasın dağıtılması vasiyetle olacağı hükmedilmiş olup, bu ayetle gereken açıklama yapılarak, mirasın erkeğe iki pay, kadına bir pay olarak dağıtılması detayı ile açıklanmıştır denmektedir. Bu sözleri söyleyenler, ne yazık ki konu ile ilgili diğer ayetlerin üstünü örtmekte, hükmünün kalktığını söylemektedirler. Böylece Allah ın bizlere konuyla ilgili önerileri, tavsiyeleri hiç anlaşılmamış ve gerçeklerin üstü örtülmüştür.  Hâlbuki Allah ayetinde, vasiyeti farz kıldığını açıkça bizlere bildirmişti.


 Bu farz emir, kaldırılmış olsaydı, buda açıkça Kur’an da bildirilirdi. Zaten bu yanlış her konuda yapılarak, Kur’an ın yüzlerce ayeti nesih edilmiş, yani hükmü kalktığı söylenerek, Kur’an ı anlaşılmaktan uzaklaştırmışlardır.


Allah geleceği bilir ve ayetlerini ona göre gönderir. Toplumun genelini ilgilendiren Kur’ an da hükmü kaldırılmış, asla hiçbir ayet yoktur. Örneğin peygamberimizle ilgili bir konuda Allah, elçimi ziyaret ederken, önce bir hayır yapınız diye emretmiş, fakat topluma bu güzel örnek zor geldiğinden, Yaradan bu size zor geldi değil mi diyerek, bu emri kaldırdığını açıklamıştır ayetinde. Dikkat ederseniz kaldırdığını açıkça söyler. Bunu yapmasının nedeni de, peygamberimizi olur olmaz, zamansız şekilde ziyaret ediyorlar ve uzun oturmalarla peygamberimizi rahatsız ediyorlardı. Peygamberimizde buna ses çıkaramıyordu. Rabbimiz de bunu düzene sokmak adına önlem almıştı. Aslında bu örnek hakkında söylenecek çok şeyler var.


Hükmü nesih edilen ayetler, Kur’an içinde değil, daha önce gönderilen kitaplar arasında olduğunun örnekleri de, Kur’an da izah edilmiştir. Hatta bir ayetinde, siz Kur’an ın bazı ayetleri kabul edip, bir kısmına inanmıyor musunuz diyerek, Kur’an ın tamamının geçerli ve hiçbir ayetinin hükmünün kalkmadığını, açıkça anlatır bizlere.


Allah ın Nisa suresi 11. ayetinde yaptığı öneri, tavsiyedir. Asıl emredilen vasiyettir. Vasiyet edilmemiş bir ailede, kadının hakkını, en az erkeğin yarısını alacak kadar garantiye almıştır Allah bu ayetle.


Lütfen cahiliye devrini düşünün. Kadının adı bile yok, miras ise hiç verilmiyor. Kız çocuğu doğdu diye, toprağa diri diri gömen bir toplum var karşımızda. Gerçi çok fazla uzağa gittim galiba, eğer bugünkü kanunlarımız olmasaydı, kadınlarımız mirastan sizce hak alabilirler miydi? Demek ki Kur’an, medeni kanunların özünü teşkil ediyormuş. Bugün bazı yörelerimizde, Müslüman oldukları, Kur’an ayetlerini açıkça gördükleri halde, kadına hala miras vermezler, lütfen bu gerçeği unutmayalım.


Allah ın ayetlerinin bir kısmını göz ardı edince, böyle yanlış nefsi anlamlar çıkartıyoruz Kur’an dan. Sanırım bu düşünce, erkek egemenliğinin nefislere bir baskısı olsa gerek.


Allah Nisa 11. ayette, kadınların erkeğin en az yarısı kadar payını almasını garanti altına alıyor. O devir de vasiyet etmemiş bir ailenin, kız çocuklarını lütfen düşününüz. Hiçbir hak iddia edemez, tek bir pay bile alamazdı. Allah da bu haksızlığın yapılmasını Nisa suresi 11. ayetle önlemiştir.


Kadınlar böyle bir durumda erkeğin yarısı kadar alıyor ama bu işin birde farklı bir yönü var. Kadınlar evlenirken alacağı MEHİRLE, bu açığı kapatıyor. Belki mirastan en az erkeğin yarısı kadarını alıyor, ama evlenirken erkekten istediği MEHİR ile de, erkeğin alacağı payı bile belki de geçiyor.


İşte Kur’an aklı olana, onu rehber edinene böyle güzel yol gösteriyor. Onu nefislerine kanıt olsun diye okuyan, onun ayetlerinin bir kısmına inanıp, bir kısmının hükmü kalkmıştır diyerek, ayetler arasında bağı koparana, elbette ne rehber olacak, nede Allah ın nuruyla aydınlanacaktır.


Bizler ne yazık ki Kur’an ı, bir bütün olarak düşünerek okumuyoruz. Düşünmeyi bırakın anlamını bile bilmeden okumamızı önerenlerin öğütleri ve tavsiyeleri ile İslam ı yaşadığımız içinde, Kur’an ı yanlış anlıyoruz, onun aydınlık yolundan istifade edemiyoruz.


Bizlere düşen Kur’an ı emin olamadığımız, rivayet ve sanı bilgilerle anlamak yerine, yine Kur’an ın bizzat kendisinden anlamanın yolunu seçmeliyiz. Çünkü Kur’an kimseye muhtaç değil, her beşer Kur’an a muhtaçtır. Kur’an kendisini açıklayan, anlatan, eşsiz bir nurdur. Allah boşuna, hadi bir benzerini getirsinler bakalım demiyor.


Eğer Kur’an ı yanlış kaynaklardan anlamaya çalışırsak, bizleri Allah ile aldatmalarına da mani olamayız. Allah ile aldatılan, asla gerçeklerin farkına varamaz. Allah ın güneşi ile aydınlanmayan, beşerin karanlığında, BATILI HAK ZANNEDER, gerçekleri göremez. Böylece şeytanın oyuncağı olur ve batılı savunmaya devam eder.


Hakkı ve batılı ayıramayan toplumlar, kendisini yönetecek, EHİL insanları da doğru seçemez. Bakın bu konuda Rabbimiz nasıl uyarıyor bizleri.


Nisa 58: Allah, size, EMANETLERİ MUTLAKA EHLİNE VERMENİZİ VE İNSANLAR ARASINDA HÜKMETTİĞİNİZ ZAMAN, ADALETLE HÜKMETMENİZİ EMREDİYOR. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.


Ne yazık ki Kur’an ı gereği gibi rehber alamayan toplumlar, kendi yöneticilerini EHİL insanlardan seçemeyeceği gibi, o seçtikleri yöneticilerde, yönettiği toplumları ADALETLE ASLA YÖNETEMEZ. Böyle toplumlarda ADALETSİZLİK, RÜŞVET kol gezer. Ama Allah ile aldatılanlar, yapılan bu zulmü asla fark edemezler. Buda Allah ın bizlere bir cezasıdır.


Rabbimiz bizleri böyle bir zulümden, adaletsizlikten uzak tutsun inşallah. Toplum olarak Kur’an gerçeklerini fark edebilen, onun açtığı aydınlık yoldan yürüyen, Allah ın halis kullarından olmamız dileklerimle.


Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

218
Kur'an-ı Kerim / Kehf Suresi 65......82. Ayetler
« : 01 Mart 2014, 16:54:51 »

Kur’an bizler için bir rehberdir, gönül gözüdür. Eğer onun rehberliğine hurafe ve sanı karıştırarak anlamaya çalışırsak, doğru anlamamız mümkün olmayacaktır. Allah ayetlerin üzerinde düşünmemizi ve Kur’an ı bir bütün olarak anlamamızı emreder. Bir başka deyişle, bir kısmına inanıp bir kısmının hükmü kalkmıştır dersek, ayetleri anlamamızda mutlaka kopukluklar olacaktır. Çünkü Allah Kur’an ın tümüne iman etmemizi ister.


Kur’an bizlere yol gösterirken, kıssadan hisselere çok önem verir, çünkü bu yol ve yöntemle verilmek istenen ders çok daha iyi anlatılır.  Bu kıssaları bir masal gibi dinlerde, ne anlatmak istediğini düşünmezsek, bizlere hiçbir faydası olmaz.


Bu yazımda Kehf suresi 65 ve 82. ayetlerde anlatılan, kıssadan acaba bizler nasıl bir hisse çıkartmalıyız, gelin birlikte düşünelim. Önce ayetleri yazalım.


Kehf Suresi:

65. Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, kendisine tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.

66. Musa ona, “Sana öğretilen bilgilerden bana, doğruya iletici bir bilgi öğretmen için sana tabi olayım mı?” dedi.

67. Adam, şöyle dedi: “Doğrusu sen benimle beraberliğe asla sabredemezsin.”

68. “İç yüzünü kavrayamadığın bir şeye nasıl sabredebilirsin?”

69. Musa, “İnşallah beni sabırlı bulacaksın. Hiçbir işte de sana karşı gelmeyeceğim” dedi.

70. O da şöyle dedi: “O hâlde, eğer bana tabi olacaksan, ben sana söylemedikçe hiçbir şey hakkında bana soru sormayacaksın.”

71. Derken yola koyuldular. Nihayet, bir gemiye bindiklerinde (adam) gemiyi deldi. Musa, “Sen onu içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu, şaşılacak bir iş yaptın.” dedi.

72. Adam, “Sen benimle beraberliğe asla sabredemezsin, demedim mi?” dedi.

73. Musa, “Unuttuğum için bana çıkışma ve bu işimde bana güçlük çıkarma!” dedi.

74. Yine yola koyuldular. Nihayet bir erkek çocukla karşılaştıklarında, adam (hemen) onu öldürdü. Musa, “Bir cana karşılık olmaksızın suçsuz birini mi öldürdün? Andolsun çok kötü bir iş yaptın!” dedi.

75. Adam, “Sana, benimle beraberliğe asla sabredemezsin demedim mi?” dedi.

76. Musa, “Eğer bundan sonra sana bir şey hakkında soru sorarsam, artık benimle arkadaşlık etme. Doğrusu, tarafımdan (dilenecek son) özre ulaştın (bu son özür dileyişim)” dedi.

77. Yine yola koyuldular. Nihayet bir şehir halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Halk onları konuk etmek istemedi. Derken orada yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar gördüler. Adam hemen o duvarı doğrulttu. Musa, “İsteseydin bu iş için bir ücret alırdın” dedi.

78. Adam, “İşte bu birbirimizden ayrılmamız demektir” dedi. “Şimdi sana sabredemediğin şeylerin içyüzünü anlatacağım.

79. “O gemi, denizde çalışan birtakım yoksul kimselere ait idi. Onu yaralamak istedim, çünkü onların ilerisinde, her gemiyi zorla ele geçiren bir kral vardı.”

80. “Çocuğa gelince, anası babası mümin insanlardı. Onları azgınlığa ve küfre sürüklemesinden korktuk.”

81. “Böylece, Rablerinin onlara, bu çocuğun yerine daha hayırlı ve daha merhametli bir çocuk vermesini diledik.”

82. “Duvar ise şehirdeki iki yetim çocuğa ait idi. Altında onlara ait bir define vardı. Babaları da iyi bir insandı. Rabbin, onların olgunluk çağına ulaşmalarını ve Rabbinden bir rahmet olarak definelerini çıkarmalarını istedi. BUNLARI BEN KENDİ GÖRÜŞÜME GÖRE YAPMADIM. İşte senin, sabredemediğin şeylerin içyüzü budur.”



Dikkat ederseniz ayetin başında, Hz. Musa ile karşılaştırılan bir kişiden bahsediliyor. Ayette bu kişinin kim olduğu, ismi belirtilmiyor. Anlatılanları okudunuz, peki bu kişi kim olabilir. Hatırlarsanız bizler, Allah açıkça söylemediği tanıtmadığı halde, bu kişiye HIZIR ismini takmışızdır.


Peki, Hızır toplum içinde ne anlamlara gelir? Birçok rivayet var bu konuda. Ölümsüzlüğe kavuşmuş peygamberdir diyenden tutun, bir işi yaparken yardımcı olan gizli bir güç diyenlerde vardır. Yine bir inanışa göre yeşil, yeşillik bereketli anlamlarına geldiğine de inanılır. Dikkat ederseniz bunların hepsi rivayettir, kesin bir kanıta dayanmaz. Biz yazdığım ayetleri anlamaya çalışırken, bunları hiç dikkate almadan, Allah ın bu kıssasından bizlere neler anlatmaya çalışıyor, onları anlamaya çalışalım. Çünkü Allah bu kişinin kim olduğunu bilmemizi isteseydi, onu da açıkça söylerdi.


Hz. Musa ile karşı karşıya getirilen kişi kim olabilir? Kullarımızdan bir kul dediğine göre, Allah a itaat ve ibadet eden bir yaratılmış olduğunu önce söyleyelim. Ayrıca Allah bu kuluna kendi katından, rahmet ve ilim verdiğini söylüyor. Ama verdiği bu ilmin özelliklerine baktığınızda, geleceği bilen ve gelecekte olacaklara göre insanların yaşamını düzene sokan bir bilgi ya da Allah tarafından verilen emirleri, olaylar olmadan uygulayan konumda olduğunu görüyoruz.  Bunun örneği de ayetin en sonunda bahsediliyor ve bakın ne diyor.


(Rabbin, onların olgunluk çağına ulaşmalarını ve Rabbinden bir rahmet olarak definelerini çıkarmalarını istedi. Bunları ben kendi görüşüme göre yapmadım.)


Buradan da anlıyoruz ki Hz. Musa ile Allah tarafından karşılaştırılan ve Allah ın elçisine hayat ve yaşam dersi veren, Allah katından bir kul diye bahsedilen, insan kılığında bir melekten başka bir şey olamaz. Çünkü dikkat ederseniz Allah ın emirlerini yerine getirmekle görevli olduğunu görüyoruz.


 Eğer bu kişiye peygamber dersek, bana göre hata yaparız. Çünkü Kur’an ın peygamberler konusunda örnek verdiği ayetlerin hiç birisinde, Allah ın görev verdiği peygamberlere, böyle bir yetki verdiğinin örneğini görmüyoruz. Hz. Musa ve Hz. İsa nın gösterdiği olağan üstü olaylara baktığımızda, çok farklı konumda olduğunu görüyoruz. Peygamberimizin de Kur’an da, geleceği ve gaybı bilemeyeceğinin örnekleri açıkça veriliyor.


Verilen örneklere baktığımızda, iç yüzünü nedenini kavrayamadığımız olayların, nerelere varacağının, ne maksatla oluştuklarının çok dikkat çekici örneklerini görüyoruz. Bu ayetlerde önemle anlatılmak istenen, HİÇ BİR ŞEYİN NEDENSİZ OLMADIĞI, BAŞIMIZA GELEN VE BİZLERİN İSTEĞİ DIŞINDA OLAN OLAYLARIN, BİR NEDENE DAYANDIĞININ, dikkat çekici örneklerle anlatılmasıdır.


Dikkat ederseniz bu olaylar, ayette bahsedilen kişinin isteğiyle değil, Allah ın isteğiyle olduğunu görüyoruz. Hz. Musa bile olayların ilk oluşu ile bir bağlantı kuramadıysa, hiç birimizin olaylar hakkında mantıklı bir bağlantı kurması beklenemez. Çünkü sebep, sonuç ilişkisini bilmiyoruz. Bu ayetlerde geçen olayları okuduğumda, Kur’an da çok dikkat çekici bir ayet geldi aklıma. Bakın Rabbimiz ne diyor Bakara 216. ayetinde.


(Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için HAYIRLIDIR ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir ŞERDİR. Allah bilir de siz bilmezsiniz.)


Ne kadar güzel bir uyarı. Bu uyarıyı hayatımızın her anında dikkate almalıyız. Allah işte ayetlerini böyle güzel örneklerle özümseyerek anlamamızı sağlıyor. Kehf suresinde verilen örnekleri ilk okuduğunuzda, size ne kadar anlamsız gibi geldi değil mi? Bizler hayatımızdaki olayları da aynen böyle görüyor ve bu bakış açımızla değerlendiriyoruz.


Yaradan verdiği bu örneklerle bizleri uyarıyor ve başımıza gelen olaylar karşısında, SÜKÛNETİMİZİ KORUMAMIZI VE ASLA KAYGIYA DÜŞMEDEN, MORALİMİZİ BOZMADAN HAYATIMIZA DEVAM ETMEMİZİN GÜZEL VE ANLAMLI ÖRNEKLERİNİ VERİYOR BİZLERE. Allah Kur’an da her zorluğun sonunda, bir kolaylık vereceğini söyler. Böylece zorluklara göğüs gererek, bu dünyada ki imtihanımızda bizlere güç ve moral verir. Onun içindir ki Kur’an a gerçek anlamda iman eden, sabırlıdır zorluklara karşı daha çok dayanıklıdır.


Yaşantımızda elimizde olmadan meydana gelen, birçok konularda öyle sözler söyler ve toplumda öyle fitneler çıkartırız ki, aynı konuda yıllar sonra söylediklerimize pişman oluyoruz. Din adına da bilgimiz olmadığı halde, tartışmalara giriyoruz ve inanılmaz sözler söylüyoruz. Bakın Allah bu konuda da bizleri nasıl uyarıyor.


Ali İmran 66:  İşte siz böyle kimselersiniz! Diyelim ki biraz bilginiz olan şey hakkında tartıştınız. YA HİÇ BİLGİNİZ OLMAYAN ŞEY HAKKINDA NİÇİN TARTIŞIYORSUNUZ? Allah bilir, siz bilmezsiniz


Allah Kehf suresinde verdiği örneklerle, adeta Kur’an ın bir özetini yapıyor bizlere. Ben geleceği bilir ve ona göre gerekli olanları yaparım hükmünün güzel örnekleriyle, hem Hz. Musa hem de bizler, güzel bir eğitimden geçiyoruz bu örnek ayetlerle. Ali İmran 66. ayette de Allah, çok dikkat çekici bir uyarıda bulunarak, sizlere rehber olsun diye gönderdiğim, ayrıca sorumlu tuttuğum kitapta bilgi vermediğim, açıklama yapmadığım hiçbir konuda tartışmayın, fikirler öne sürmeyin diye özellikle bizleri uyarıyor.

Peki, bizler bu uyarıyı dinliyor muyuz? Elbette hayır. Dinlemediğimiz gibi, Kur’an özet bilgidir, her konuda açıklama yoktur diyerek, dinimizi tam ve eksiksiz yaşamak istiyorsak, fıkıh kitaplarına bakmalıyız diyoruz. Yani Kur’an ı yeterli görmeyip, emin olamadığımız, beşeri kitaplara yöneliyoruz. Buna inandırıldığımız için de, Kur’an ın tek kelime bile bahsetmediği konularda tartışıyor, hatta bu sözlere inanmakta bir sakınca görmüyoruz.


Bu kıssadan ben, sabrın önemini de daha iyi anladım. Sabır nefsi bir duygudur, eğer onu Kur’an la, akılla bilgilendirmezsek, eğitmezsek yani rahatlatmazsak, çok fazla bizlere zaman tanıyacağını zannetmiyorum. Onun içindir ki Allah, düşünmeye aklımızı kullanmaya ve yalnız Kur’an ın ipine sarılmaya bizleri davet eder. Allah bu örneklerle, bana güvenin ve yaptıklarınızın karşılığını mutlaka alacaksınız mesajını çok açık vermiştir.


Aslında çok önemli bir başka ders daha veriyor, bu kıssa bizlere. Allah bizlerin sorumlu olduğu Kur’an da, bizler için açık bir hüküm verdiyse, onun nedenlerini anlamakta zorlanıyorsak eğer, sebep sonuç ilişkisini kuramadığımız gerçeğini düşünerek, inancımıza Yaradan a güvenerek yön vermemiz gerektiği, ayetlerde özellikle vurgulanmaktadır.


Ben Kehf suresinde geçen, bu kıssadan bu dersleri çıkardım. Eksiğim, hatam varsa Rabbim affetsin.


Dilerim Kur’an ı, yine Kur’an ın verdiği örneklerden anlamak adına çaba harcayan, inancına hurafe, batıl karıştırmadan yaşayan, Allah ın halis kullarından oluruz.


Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

219
Kur'an-ı Kerim / Kur'an ı Ölmüşlerimize Okumak
« : 20 Şubat 2014, 12:01:08 »

Yapmak istediğimiz bir şeyi, eğer doğru yapmak istiyorsak, önce o işe en doğru yerden başlamalıyız ki, iyi bir sonuç alabilelim. Peki, bizler İslam ı yaşarken, doğru yerden başlıyor muyuz? İşte çok önemli bir soru. Bu sorunun genel anlamda cevabını bizler kendi nefsimize, doğruya en yakın bir şekilde verdiğimiz ölçüde, imtihanımız dan başarılı olarak çıkabilir ve İnancımıza da doğru yerden başlamış oluruz.


Sevap kazanmak, bir değer oluşturduğumuzda, alınacak mükâfattır Allah katından. Allah tan mükâfat alabilmemiz için, bizlere gönderdiği rehberinde geçen hükümlere uyduğumuz da, yerine getirdiğimizde bizlere sevap yazacağını ve mükâfatlandırarak cennetine alacağını söyler. Bir bilgiyi sözlü olarak tekrar etmek değil, onu uygulamak la sevap kazanacağımızı artık anlamalıyız. Anlamını bilmeden okuduğumuz Kur’an ın, hiç kimseye bir faydasının olamayacağını fark edemiyorsak, bu işe baştan yanlış başlamışız demektir.


Allah Kur’an sizlerin gönül gözünüzü açacak, kalplerinizdeki kabukları kıracaktır diyor, ama bir şartla, okuduğunuz bilgiler üzerinde düşünüp, akıl edip, söylenenleri yerine getirmek şartıyla. Düşünebilmek için önce anlamak gerekir. Bugüne kadar bizlere, anlamını bilmesen de oku, Allah sevap yazar dediler. Bu düşünce bizleri Rabbimize değil, BU SÖZLERİ SÖYLEYENLERE YAKLAŞTIRACAKTIR. Bunun da sonu nereye varır, onu da Allah bilir.


Anlamını bilmeden okuduğumuz Kur’an, bizlerin ne gönül gözünü açacak, nede gönüllerimizin taşlaşmış kabuklarını kıracaktır. ALLAH BİLMEDEN, ANLAMADAN, ALLAH IN REHBERİNDEN UZAK OKUDUĞUMUZ KİTABIN ÖRNEĞİNİ, MERKEBİN TAŞIDIĞI KİTAPLARA BENZETİR. Allah ın, aklını kullanmayanlar için söyledikleri, bizler için çok açık bir uyarıdır.


 Yunus 100: Allah'ın izni olmadıkça hiçbir benlik iman edemez. Allah, pisliği, aklını kullanmayanlar üzerine bırakır.


Bizler İslam ı yaşamaya, o kadar yanlış bir yerden başlamışız ki, anlamadan Kur’an ın tamamını hatim etmeyi bir meziyet görüp, daha sonrada yine anlamadan okuduğumuz bu hatim in sevabını da, ölmüşlerimize bağışlarız. Düşünebiliyor musunuz, kendimize bile anlamadan okuduğumuz için fayda sağlamadığı halde, yine amel defteri kapanmış, ölen birisine bağışlamayı ona fayda sağlayacağını, akıl ve mantığımıza sığdırabiliyoruz. Ölmüş yakınlarımıza yapabileceğimiz en güzel şey onlara DUA etmektir, lütfen bunu unutmayalım.


 Kur’an ı Allah ölülere değil, dirilere okunması ve onlara rehber olması için indirdim der bizlere. Ölmüş bir insana Kur’an ı okuyup, onlara sevabını göndermemiz bu durumda doğru bir davranış mıdır? Ölmüş bir insana nasıl rehber olacağını düşünürüz? Yaşadığı dönemde Allah ın emrini yerine getirip, Kur’an ı rehber almamışsa, İMTİHANIN SÜRESİ BİTMİŞ, KALEM, SİLGİ ARTIK TOPLANMIŞ, İMTİHAN KÂĞITLARI ELLERİNDEN ALINMIŞ, ölmüş bir insana okunan Kur’an bir işe yarar mı sizce?


Bizler kendimize rehber olarak, gereği gibi Kur’an ı almayıp, onun ışığından faydalanmayı düşünmek yerine, yaptığımız yanlışın artık farkına varalım ve emaneti teslim etmeden, bizzat bizler kendimiz Allah ın nurundan faydalanmanın yolunu bulalım. Bakın Allah elçisine bile bu konuda ne söylüyor Rabbimiz.


 Neml 80: SEN, ÖLÜLERE İŞİTTİREMEZSİN. Eğer dönüp giderlerse, sağırlara da çağrıyı duyuramazsın.


 Rum 52: ARTIK SEN ÖLÜLERE İŞİTTİREMEZSİN. Dönüp gittikleri takdirde sağırlara da çağrıyı duyuramazsın.


 Fatır 22: Dirilerle ölüler de bir olmaz. Şüphesiz Allah, dilediğine işittirir. SEN KABİRLERDEKİLERE İŞİTTİREMEZSİN.


Allah elçisine, bu kitabı ölülere işittiremezsin dediği halde, bizler hala Allah elçisinin bile yapamadığını yapmaya çalışıyor, ölmüşlerimize Kur’an okuyup, onlara gönderdiğimizi söyleyip, işittirmeye çalışıyoruz. Eğer Kur’an ı anlayarak okusaydık, bu gerçekleri görecektik. Bu gerçekleri görmemiz engellendi ve toplumlar kendi çıkarları doğrultusunda, daha kolay yönlendirildi.


Eğer Kur’an ı anlayarak, düşünerek okusaydık, hiç kimsenin bir başkası adına hiçbir şey yapamayacağını, herkesin bu dünyada yaptıklarının karşılığını alacağını bilirdik. Bizler yaşarken neler yaptıysak, onun karşılığını göreceğiz.


Aslında yukarıdaki ayetler çok anlamlı ve düşündürücüdür. Allah ölülere işittiremezsin diyor, ama yaşayan bazı kişilere de duyuramayacağını söylüyor. İşte bu yaşayan körler ve sağırlara da Allah elçisinin duyuramayacağını söylüyor ayet. Ölmüş insana inatla duyurmaya çalışanlar, onların adına sevap işleyeceklerini zannedenler, sanırım Rabbimizin ayetlerinden habersiz olsalar gerek. Bakın Allah bizleri nasıl uyarıyor ve ne söylüyor.


Nahl 111: Gün olur, herkes kendi nefsi için mücadele eder ve herkese, yaptığının karşılığı tam tamına ödenir; onlar asla zulme uğratılmazlar.


Çok açık her insan, kendi nefsi için mücadele eder diyor. Bu ne demektir? Hepimiz kendi nefsimizin imtihanını veririz. İmtihanımızı hiç kimseye havale ederek, onların yönlendirmeleri ile yaşayamayız.


Kur’an dan faydalanmak, onun nuruyla nurlanmak istiyorsak, KUR’AN I ÖLMÜŞ KALPLERİMİZİ DİRİLTMEK İÇİN OKUMALIYIZ. Kur’an ın anlamını bilmeden çok okuduk. Şimdide anlamını bilerek, üzerinde düşünerek, anladığımız dilden bolca okuyalım ki, onun gösterdiği yoldan gidebilelim.


İslam toplumları olarak yüzlerce yıldır, Kur’an ı anlayabilmek adına, beşerin kitaplarını, Kur’an ın önüne alarak, Kur’an ı anlamaya çalıştık. Gelin şimdi Kur’an ı, beşerin kitaplarının önüne alarak, ondan faydalanmaya çalışalım. Şunu unutmayalım, bizleri Allah a ulaştıracak kitap, sorumlu olduğumuz yalnız KUR’AN dır.


İnşallah Allah ın nuruyla nurlanan, onun aydınlığını gönlünde hissedenlerden oluruz. Bizlere düşen ölmüş yakınlarımıza, sevdiklerimize gönülden bolca dua etmek olmalıdır. Çünkü Allah dua kapısını sevdiği kulları için, ardına kadar açık bırakmıştır. Dilerim mahşer günü sevdiklerimizle birlikte yüzleri gülen, Allah ın sevgili kullarından oluruz.


Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

220


İnsan düşünen, özgür iradesi olan bir varlıktır. Onun içindir ki Allah, yaptıklarınızdan, sorgu suale çekileceksiniz der Kur’an da. Madem sorgu suale çekileceğimiz kitap Kur’an, gelin onun içinden çok dikkat çekici bir ayet üzerinde, birlikte düşünelim.

Bakın Yaradan ayetinde ne diyor ve bizlerin dikkatini nasıl çekiyor.

Ali İmran 78: Onlardan bir grup var ki, KİTAPTA OLMAYAN BİR ŞEYİ SİZ KİTAPTAN SANASINIZ DİYE, DİLLERİYLE KİTABI ÇARPITIRLAR VE ALLAH'TAN OLMADIĞI HALDE, “BU, ALLAH KATINDANDIR!” DERLER, böylece bile bile Allah hakkında yalanlar uydururlar.

Ayeti okuduğunuzda, sanırım daha önce öğretilenler geldi aklınıza. Ne öğretmişlerdi?

(Kur’an da din ve iman adına her bilgi yoktur, her şey Kur’an da yazmaz. Kur’an özet bilgileri içerir. İslam ı Allah ın emrettiği gibi tam ve doğru öğrenmek, yaşamak için, fıkıh kitaplarına bakmalıyız.)

Ne dersiniz, Allah ın ayetinde bizleri uyarısıyla, bugün bizlere öğretilen beşeri öğreti, bir birine uyuyor mu? Uymadığı gibi, verilen bilgiler, birbirinin tamamen tersi. Sizce kime inanacağımız çok açık değil mi?

Ayetten çıkaracağımız en önemli ders, Allah ın Kur’an da bahsetmediği, hüküm vermediği hiçbir konuda sorumlu olmadığımız ve bahsedilmeyen bir konuyu, hiç kimsenin dine ilave yapamayacağı, sorumluluk sınırlarımıza ilave edemeyeceği gerçeğidir. Ayrıca Kur’an da olmadığı halde, bunlarda Allah katındandır diyenlere inanırsak, Allah a açıkça yalan uydurmuş, iftira atmış oluruz, bunu da lütfen unutmayalım.

Ayet üzerinde önce birlikte düşünelim. Din adına kendilerini yetkilendiren bazı kişiler, öyle guruplar vardır ki diyor Allah, benim gönderdiğim kitap, yani KUR’AN ın içinde olmadığı, hiç bahsedilmediği halde, bu kişiler sizlere çok farklı şeyleri, kendi çıkarları, nefislerinin etkisi ile Allah katından olmadığı halde, birçok konuda, bunlarda Allah katındandır derler diyor.

Bunu yaparken de, Allah ın ayetlerinin anlamlarını çarpıtırlar ki, siz benim hüküm vermediğim konuları da, Allah katından sanasınız diye, sizi aldatırlar diyerek, dikkatimizi çekiyor Rabbimiz.

Ayetin sonunda ise böyle insanlar, ALLAH A YALAN UYDURURLAR DİYOR. Tabi bu insanların mahşer günü halinin ne durumda olacağını, bir önceki ayetinde görebilirsiniz.

Okuduğumuz ayette Rabbimiz, üzerinde dikkatle durmamız gereken bir ışık yakıyor bize ve şunu anlatmaya çalışıyor.

Sizlere rehber olsun diye gönderdiğim Kur’an da, sorumlu olduğunuz, gerekli olan her şeyi açıkladım. Birileri çıkıp ta, bakın Kur’an da, şu ya da bu konuda sizin anlayabileceğiniz şekliyle, açıkça bir hüküm yok diyerek, bazı ayetlerin anlamlarını saptırarak, sizleri aldatmaya çalışırlarsa, sakın onlara inanmayın diyor.

Allah ben sizlere, Zühruf suresi 44. ayetinde, sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum diye hüküm verdiysem, SÖZÜM HAKTIR, GERÇEKTİR BUNU UNUTMAYINIZ. Bu hükmü verdikten sonra, Kur’an da olmayan bir hükümden de, sizlerin sorumlu olacağınızı söyleyerek, bana iftira atanlardan yana sakın olmayınız. Bunu yapanları ebedi bir azap bekliyor diyerek, HAKKIN YOLUNUN YALNIZ KUR’AN DAN GEÇTİĞİNİ, APAÇIK ANLATIYOR BİZLERE AYET.

Allah Ali İmran 78. ayetinden bir ayet öncesinde, kitapta olmadığı halde, bunlarda Allah katındandır diyerek, Allah a karşı taahhütlerini, menfaatleri karşılığı değiştirenler, yerine getirmeyenlerin ebedi azap içinde olacaklarını ve mahşer günü Allah bu insanların yüzlerine bile bakmayacağını, şimdiden bizlere bildiriyor.

Peki, Allah a karşı sözlerinde durmayarak, taahhütlerini yerine getirmeyenler kimler, isterseniz onu da düşünelim. Aslında Ali İmran 78. ayette onu açıklıyor ve diyor ki, bu insanlar kitapta hükmünü vermediğim halde, bunlarda Allah katındandır diyerek, başka ayetlerin anlamlarını saptıranlardır. Dikkat ediniz lütfen bunlar, ben Müslüman ım diyen insanlar.

İşte dostlar bu türlü sözleri söylemek, böyle bir inancın ardı sıra gitmek, bu kadar büyük bir günah. Ama Kur’an ile aramıza girenler, öyle bir duvar örmüş ki aramıza, bu kadar açık Allah ın gerçeklerini, yaptığımız yanlışları fark edemiyoruz.

Allah yardımcımız olsun. Toplum olarak gözler perdeli, kulaklar ve gönüller mühürlenmiş, yaşayıp gidiyoruz. Ömür bir ırmak misali, akıp gidiyor, bitti-bitecek. Lütfen yaptığımız yanlışları görebilmek için, elimize Allah ın nuru KUR’AN ı alalım ve anlayarak, düşünerek okuyalım, onun rehberliğiyle imanımızı yaşayalım. Onun ışığıyla aydınlanalım, beşerin rivayet ve sanı sözleriyle değil.

Sizce en garantili yol, bu değil mi? Siz Kur’an ı anlayamazsınız diyenlere lütfen inanmayalım, itibar etmeyelim. Çünkü Yüce Rabbimiz kullarının anlayamayacağı bir rehber gönderip, daha sonrada tüm kullarını ondan asla sorumlu tutmaz. Bunu da unutmayalım.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

Sayfa: 1 ... 20 21 [22] 23 24 ... 29
web hosting Domain Web
İçerik sağlayacı paylaşım sitelerinden biri olan sevdaligul.com forum sitemizde 5651 Sayılı Kanun’un 8. Maddesine ve T.C.K’nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan sorumludur. sevdaligul.com hakkında yapılacak tüm hukuksal Şikayetler sevdaligul@gmail.com  adresi ile iletişime geçilmesi halinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde sevdaligul.com  yönetimi olarak tarafımızdan gereken işlemler yapılacak ve size dönüş yapacaktır.