Reklamlar

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - çoban

Sayfa: 1 ... 61 62 [63] 64
621
Aşk Şiirleri / VE KALEM TUTULDU.......................
« : 14 Mart 2007, 16:31:09 »
Ve kalem tutuldu hicranına…

Ve kalem yazmaz oldu sevdiğim artık adına.

Hasretinden çok mürekkepler tükendi,

Ben tükendim, kalemler tükendi, harfler tükendi,

Acı kor oldu yükseldi

Özlemin her şeyden evveldi.

Hep seni anlatıyorlardı,

Hep seni soruyorlardı bana.

Rüyalarım senden, ak kâğıdım sendendi;

Ama yoktun, gelmez oldun.

Mevsim kıştı, baharlar uzaktı.

Gözlerimdeki yaşlar bile donuyordu yanlılığımda,

Kalbimdeki pınarlar bile buz tutmuştu yokluğunda…

Ve kalem tutuldu hicranına…

Ve kalem yazmaz oldu sevdiğim artık adına.

 

Çok söyleştim seni varlığımla

Çok anlattım yokluğuna

Var mıydın- yok muydun?

Bilmiyorum….

Ama hissedebiliyorum….

 

Aylarımı, günlerim götüren neydi peki,

Sen değilsen neydi yaşamıma ortak olan,

Sen değilsen kimdi gözyaşlarıma elleriyle dokunan?

Sözlerimin gerçekliğini gülüşüyle ispatlayan,

Gönlümün ızdırabını bakışıyla kanatan,

Sen değilsen kimdi, neydi…

Bir tek bildiğim

Kalemimin hicranına tutulmuş olması,

Artık eskisi kadar yazamıyorum,

Düşünemiyorum sessizliğini

Ve sabahın ilk ışıklarına kadar varlığını…

 

Soruyor ruhum, içimdeki can;

Soruyorlar senden yana her şeyi

Kalem nedir diyorlar,

Dökmektir diyorum içini

Harf nedir diyorlar,

Eliftir, Alfabemin ilk harfi

Doğruluktan, inanmaktan geçer diyorum.

Kalp nedir diyorlar

İsmini sayıklıyorum;

Çünkü kalbimle özdeşleşmişsin ayrı düşünemiyorum.

Aşk nedir diyorlar..

Yokluk ve varlık arasında,

Hiçbir şeyle-Her şeyin ortasında

Yaşamaktır aslında

Oysa ne kadar birikmiştin

Oysa ne kadar çok anlatmalıydım seni

Tam da yakaladım, kavuştum diyecekken

Bir harf kadar yakınken sana,

Kalem tutuldu sevdiğim…

Acıttı hicranın yokluğunda

Ve kalem tutuldu hicranına…

Ve kalem yazmaz oldu sevdiğim artık adına

622
VERMEYİNCE MABUD!

Sultan Mahmut kilik kiyafetini degistirip dolasmaya baslamis.
Dolasirken bir kahvehaneye girmis oturmus. Herkes bir seyler istiyor.
-Tikandi baba, çay getir
-Tikandi baba, nargile getir. Vb
Bu durum Sultan Mahmut'un dikkatini çekmis.
Hele baba anlat bakalim, nedir bu Tikandi baba meselesi?
Uzun mesele evlat, demis Tikandi baba
Anlat baba anlat merak ettim deyip çekmis sandalyeyi. Tikandi baba
da peki deyip baslamis anlatmaya;
Bir gece rüyamda birçok insan gördüm ve her birinin bir çesmesi
vardi ve hepsi de akiyordu. Benimki de akiyordu ama az akiyordu. "Benimki de
onlarinki kadar aksin" diye içimden geçirdim. Bir çomak aldim ve olugu
açmaya çalistim. Ben ugrasirken çomak kirildi ve akan su damlamaya
basladi.
Bu sefer içimden " Onlarinki kadar akmasada olur, yeter ki eskisi
kadar
aksin" dedim ve ugrasirken oluk tamamen tikandi ve hiç akmamaya
basladi.
Ben yine açmak için ugrasirken Cebrail (A.S.) göründü ve
Tikandi baba, tikandi. Ugrasma artik, dedi. O gün bu gün adim "Tikandi
baba" ya çikti ve hangi ise elimi attiysam olmadi. Simdi de burada
çaycilik yapip geçinmeye çalisiyoruz.
Tikandi baba' nin anlattiklari Sultan Mahmut'un dikkatini çekmis.
Çayini içtikten sonra disari çikmis ve adamlarina ;
-Hergün bu adama bir tepsi baklava getireceksiniz. Her dilimin altinda
bir altin koyacaksiniz ve bir ay boyunca buna devam edeceksiniz.
Sultan Mahmut'un adamlari peki demisler ve ertesi aksam bir tepsi
Baklavayi getirmisler. Tikandi baba'ya baklavalari vermisler.
Tikandi baba
Baklavayi almis , bakmis baklava nefis. " Uzun zamandir tatli da yiyememistik.
Söyle agiz tadiyla bir güzel yiyelim" diye içinden geçirmis. Baklava
tepsisinialmis evin yolunu tutmus. Yolda giderken "Ben en iyisi bu baklavayi
satayim evin ihtiyaçlarini gidereyim" demis ve islek bir yol kenarina geçip
baslamis bagirmaya
-Taze baklava, güzel baklava ! Bu esnada oradan geçen bir Yahudi
baklavalari begenmis. Üç asagi bes yukari anlasmislar ve Tikandi baba baklavayi
satip elde ettigi para ile evin ihtiyaçlarinin bir kismini karsilamis.
Yahudi baklavayi alip evine gitmis. Bir dilim baklava almis yerken agzina bir
Sey gelmis. Bir bakmis ki altin. Sasirmis, diger dilim diger dilim derken
Bir bakmis her dilimin altinda altin. Ertesi aksam Yahudi acaba yine
Gelirmi diye ayni yere geçip baslamis beklemeye. Sultanin adamlari ertesi
Aksam yine bir tepsi baklavayi getirmisler. Tikandi baba yine baklavayi
Satip evin diger ihtiyaçlarini karsilamak için ayni yere gitmis. Yahudi
hiçbirsey olmamis gibi
-Baba baklavan güzeldi. Biraz indirim yaparsan her aksam senden alirim,
demis. Tikandi baba da
-Peki, demis ve anlasmislar. Tikandi babaya her aksam baklavalar gelmis
ve Yahudi de her aksam Tikandi baba'dan baklavalari satin almis. Aradan
bir ay geçince Sultan Mahmut ;
Bizim Tikandi baba'ya bir bakalim, deyip Tikandi baba'nin yanina
gitmis. Bu sefer padisah kiyafetleri ile içeri girmis. Girmis girmesine ama birde
ne görsün bizim tikandi baba eskisi gibi darmadagin. Sultan;
-Tikandi baba sana baklavalar gelmedi? mi, demis
-Geldi sultanim

-Peki ne yaptin sen o kadar baklavayi?
Efendim satip evin ihtiyaçlarini giderdim, sagolasiniz, duacinizim.
Sultan söyle bir tebessüm etmis.
-Anlasildi Tikandi baba anlasildi, hadi benle gel, deyip almis ve
Devletin hazine odasina götürmüs.
-Baba suradan küregi al ve hazinenin içine daldir küregine ne kadar
gelirse hepsi senindir, demis. Tikandi baba o heyecanla küregi tersten
hazinenin içine bir daldirip çikarmis ama bir tane altin küregin ucunda düstü
düsecek. Sultan demis;
Baba senin buradan da nasibin yok. Sen bizim su askerlerle beraber git
onlar sana ne yapacagini anlatirlar demis ve askerlerden birini çagirmis
-Alin bu adami Üsküdar'in en güzel yerine götürün ve bir tane tas begensin.
O tasi ne kadar uzaga atarsa o mesafe arasini ona verin demis.
Padisahin adamlari "peki" deyip adami alip Üsküdar'a götürmüsler.
-Baba hele suradan bir tas begen bakalim, demisler. Baba,Niçin, demis. Askerler
Hele sen bir begen bakalim demisler. Baba su yamuk, bu küçük, derken
kocaman bir kayayi begenip almis eline -Ne olacak simdi, demis
Baba sen bu tasi atacaksin ne kadar uzaga giderse o mesafe arasini
padisahimiz sana bagisladi.demis. adam tasi kaldirmis tam atacakken
tas elinden kayip basina düsmüs. Adamcagiz oracikta ölmüs. Askerler bu
durumuPadisaha haber vermisler. Iste o zaman Sultan Mahmut o meshur sözünü
söylemis;
“VERMEYINCE MABUD, NEYLESIN SULTAN MAHMUT"


623
Aşk Şiirleri / SÜRMELİSİN YAR..................
« : 14 Mart 2007, 00:18:27 »
Çizmeler mi giydin ayaklarına?
Yağmur mu yağdı ki çizmelisin yar?
Çizmişim resmini ben göz yaşıma,
sende benim gibi çizmelisin yar…

Yazmalar mı yazdın sırma saçına?
Yazmayı yar için yazmalısın yar.
Yazmış seni Mevla’m alın yazıma,
sende yüreğine yazmalısın yar…

Sürmeler mi sürdün kara gözüne?
Sen zaten kudretten sürmelisin yar.
Sürsen gözlerini garip yüzüme,
sefanı benimle sürmelisin yar…

624
Aşk Şiirleri / bu nasıl aşk sevdiğim?
« : 14 Mart 2007, 00:12:46 »
Gönlünün ipine,hasret ununu,
seriyorsun,bu nasıl aşk sevdiğim?
Şaşırmışsın düşmanını,dostunu,
yeriyorsun,bu nasıl aşk sevdiğim?

Savurmadın yüreğinin külünü,
açtırmadın gül yüzünün tülünü,
ben dururken,başka bağın gülünü,
deriyorsun,bu nasıl aşk sevdiğim?

Nefret denilmez mi bunun adına,
doymuyorsun zulmetinin tadına,
beni ağlattıkça,sen muradına,
eriyorsun,bu nasıl aşk sevdiğim?

Tevazu ile yık,kibir bendini,
bulacak benimle gönlün dengini,
sen beni değil de,yalnız kendini,
seviyorsun,bu nasıl aşk sevdiğim?

Yüreğin mi,gözlerin mi yalancı?
Nasıl taşıyorsun böyle utancı?
Bana sevgi değil,sadece sancı,
veriyorsun,bu nasıl aşk sevdiğim?

Bülbül kesilirsin,güle gelince,
türkü oluyorsun,tele gelince,
bana somurtursun,ele gelince,
gülüyorsun,bu nasıl aşk sevdiğim?

Sevgiler ayakta kalır emekle,
aşık olunur mu,yarım yürekle,
sevdamı elinde koca kürekle,
kürüyorsun,bu nasıl aşk sevdiğim?

Bürünmüşsün kuzuların postuna,
zehir doldurmuşsun,gönül testine,
şerbet gibi dudağımın üstüne,
sürüyorsun,bu nasıl aşk sevdiğim?

Gençlik dedim,başında ki dumana,
gözyaşımı mendilinle yumana,
saatini benden uzak zamana,
kuruyorsun,bu nasıl aşk sevdiğim?

Hani sevdamızın yemini nerde?
deva olacaktın,onulmaz derde,
gel dedikçe bana,olduğun yerde,
duruyorsun,bu nasıl aşk sevdiğim?

Bulamadım,aşkın ile felâhı,
ters giydirdin yüreğime külahı,
yaralı at mıyım,çekip silahı,
vuruyorsun,bu nasıl aşk sevdiğim?

625
Ay gülüm
Kapımızda nöbet tutuyor ölüm
Diyecektim ki; gülüm,
Mevsim hazan mevsimi, mevsim gözyaşı mevsimi... Mevsim ayrılık mevsimi. Tarifsiz bir hüznün sarmalındayız. Anlatılması zor, ifadesi güç. Fikirler tel tel, şehra şehra düşünceler, duygular buruk buruk....
Bir yanı bahardır kıyılarımızın bir yanı cehennem.
Durmadan gözyaşı dökülüyor yüreğimizin üstüne. Acıdan, ayrılıktan haritalar ekleniyor alnımızın çizgilerine...

Sararan yapraklar tutunamıyor artık dallarda gülüm, rüzgar estikçe savrulup gidiyor her biri bir yana. Katar katar turnalar göçüp gidiyor üstümüzden...

Diyecektim ki; gülüm,
mevsim hazan mevsimi, mevsim hüzün mevsimi, har düşmüş bağlara, bahçelere. Yapraklar üşüyor, yapraklar düşüyor dalından. Turna göçü gibi yapraklarında göçü başladı gülüm...

Diyecektim ki; gülüm,
mevsim hazan mevsimi, mevsim kıran mevsimi. Her taraf ölümlerle acılarla dolu. Kan gölüne döndü dünya. Dört bir tarafta barut kokuları geliyor. Her tarafta savaş, kan gözyaşı var. Her tarafta bir kaos sürüyor... Bu yüzden karalar giydik gülüm. Utandık insanlığımızdan.
Bacakları kopan çocukların feryatları doluyor yüreklerimize. Çığlıkları, çocukları ölen anaların. Hiç bu kadar sahipsiz, hiç bu kadar umutsuz, bu kadar çaresiz kalmamıştı yüreğimiz. Kan ve barut kokan ağır bir hava hüküm sürüyor gecelerde Havaya karışan iniltiler feryatlar ağıtlar.

Gerçeklerle hayallerin karıştığı, rüyalar şehri İstanbul da bombalar patlıyor durmadan. Özlemler, hayaller ıstırap veriyor artık... Her ah çekişte içimiz titriyor... Derin bir ah gibi sızlıyor yüreğimiz... Yüreğimiz parça.parça..
Güvercinlerin öldürüldüğü, defnelerin sessizce ağladığı günlerdeyiz gülüm...

Diyecektim ki; gülüm,
Çiçektir çocuklar: Bakım ister, özen, özveri, güven ve sabır ister, açmak için çiçeklerini bahara... Hepsinden önemlisi şefkat, sabır ve sevgi ister... Sulanmak ister sevgi pınarlarıyla ... Tomurcuk tomurcuk açmak için dünyaya çiçeklerini ... Sevgisizlikle solmamak için yaprak yaprak ...

Diyecektim ki; gülüm,
Bahçedir çocuklar:. Tohumdur ekilir, sürer filiz filiz.. Umudu besler bağrında. Emek ister, bakım ister... Büyür, olgunlaşır , sevgi meyvesi verir, karşılık beklenmez... Verdiğini alırsın...

Diyecektim ki; gülüm,
Yüreklerimizi yıllardır sıcak ve hillesiz bir sevgiye kilitleyip, umutla ,özlemle geleceğe dair apak düşler kurduk. Güneşli, aydınlık, güzel günlerin özlemini çektik. Belki biraz yorgun, belki durgun, ama yine de umutlu, yine de mutlu, sevgiyi işleyip mavilere, bütün yollara, dallara, dağlara gül yazdık.
Sevgiyi, umudu, güveni, dostluğu, barışı, özgürlüğü, mutluluğu ve bunların getireceği güzellikleri bekledik ölümüne...

Diyecektim ki; gülüm,
Geleceksin diye bütün yollara gül döktük. Güvercinler uçurduk mavilere.
Sevgiyi,dostluğu, barışı, baharı, sevinci getireceksin diye dağlara, ovalara, denizlere . Bunca çirkinliklerin içinde güzelliği, saflığı, temizliği getireceksin diye kirlenmiş hayatımıza, yıldızlara haber saldık...


Diyecektim ki; gülüm,
Yaşamak güzel... Yaşamak bir çiçek gibi, dört mevsim güzel kokular saçıyor üzerimize... Sevgiyle bakıyor herkes biribirine, sevgiyle sarılıyor... Kinler, düşmanlıklar, kötülükler kafdağının ötesine sürülmüş...

Diyecektim ki; gülüm, gel.
Yorulduk yollarına gül döküp beklemekten. Ey ömrümüzün taze gülü, ey gözleri öksüzümüz, her hazan bir gül getirip yüreğimize bırak ki, sevdamızın ateşiyle yakalım saçlarını yeryüzünün...

Diyecektim ki; gülüm,
Herşeye rağmen yüreğinde bin umut taşıyor çocuklar gelecek baharlara...
Dünyanın dört bir tarafında barış ve umut şarkıları söylüyor... Özgürlük ve mutluluk şarkıları söylüyor çocuklar, diyecektim...

Ama diyemedim, diyemedik gülüm...
Kapımızda nöbet tutuyor ölüm...

626
Aşk Şiirleri / BOŞ VER DESİNLER.....................
« : 13 Mart 2007, 21:24:48 »
Ortada bırak da, yuvasız,damsız,
Halimi görenler bitti desinler.
Adını koysunlar, vefasız, gamsız,
Elveda demeden gitti desinler.

Hasreti ümidin yerine koyup,
Gururu takındın vicdanı soyup,
Sonunda şaşırdı Leyla’ya uyup,
Kendini mecnun’a kattı desinler.

Günahı yükledin bu masum kula,
Sebepsiz yürüdün dönülmez yola,
Yıldırım dokundu bastığı dala,
Ayrılık perişan etti desinler.

İsyanlar oynadım talihi yakıp,
Yerlere döküldün gözümden akıp,
Her gece barlarda resmine bakıp,
Yumulup kadehe battı desinler.

Gün olur düşünde sararsan beni,
Belki de şaşırıp ararsan beni,
Meraktan feleğe sorarsan beni,
Kazdığın mezara yattı desinler.

627
Aşk Şiirleri / CAN İLE CANAN...................
« : 12 Mart 2007, 20:44:46 »
Can
Gerçek misin hayal misin düş müsün.
Hakikatin sırrı nedir, söyle yar.
Mavera'da uçan nazlı kuş musun.
Yolun kime gider senin böyle yar.

Canan
Hem gerçeğim hem hayalim hem düşüm.
Kaf dağında anka olmak hep işim.
Zehirlidir aşk bilmeze hem aşım.
Soframızı hal bilene söyle yar.

Can
Bu sofradan hal bilende anlamaz.
Anlayan da sözü haktan dinlemez.
Dost tepeler rüzgarları önlemez.
Sam yeline kurban olma böyle yar.

Canan
Anlamayan oturmasın yemesin.
Her kundağa ab-ı hayat memesin.
Kimse bize rızkı zail demesin.
Muhabbetin didarıyız böyle yar.

Can
Saçlarına beni tel tel takmışlar.
Gözlerini kandil edip yakmışlar.
Nazar ile yüze-göze bakmışlar.
Gönül gözü bilmez onlar öyle yar.

Canan
Bilen yeter bilmeyene luzum yok.
Kaybedemem öksüz yetim kuzum yok.
Aşka düşmüş çölde Leyla kızım yok.
Destan olmam dillere ben öyle yar.

Can
Saki midir mey bakışan gözlerin.
Baki yaktı narı cevher közlerin.
Sağ yanımda defter olsun sözlerin.
Münker Nekir sana gelsin söyle yar.

Canan
Korkma aşık sana vebal yüklemem.
Çok yakındır defterini paklamam.
Hurin oldum bu yüzdendir beklemem.
Suallere benden selam söyle yar.

Can
Selamını söyleyince gittiler.
Dört yanımı zaman üstü güttüler
Bana sonsuz izzet ikram ettiler.
İhsan mıdır aşkın bana böyle yar.

Canan
Bu rüyanın haberleri haktandır.
Kul'a göre görüntüler yoktandır.
Bu hidayet aşık sana çoktandır.
Şükrünü sen yine O'na söyle yar.

Can
Şükrüm O'na aşkı sebep eylemiş.
Seni öven diller O'nu söylemiş.
Onsuz alem seni beni neylemiş.
Gün ikindi akşam oldu böyle yar.

Canan
Sızlanırsın ömrüm diye alanda.
Sana benzer nefesini çalanda.
Ne durursun üçbeş günlük yalanda.
Aş için mi bunca telaş böyle yar.

Can
Söyledim de aşın burda yenmedi.
Lezzetini sırrı bilmez anmadı.
Abı hayat suyuna da kanmadı.
Fani yerde kime aktın böyle yar.

Canan
Fani miyim iyi bak sen yüzüme.
Kandil dedin hak yapısı gözüme.
İzin bulup vakıf olsan özüme.
Soramazsın diyemezsin böyle yar.

Can
Meylim yoktur sana kelam çatmaya.
Arzu halim gelmez yemin etmeye.
Samur olsan uyku tutmaz yatmaya.
Neler ettin bana bilmem böyle yar.

Canan
Sevdiceğim derdi aşka üzülmüş.
Yarelenmiş arzuhalden süzülmüş.
Görmeyeli aşık dilin çözülmüş.
Kim kopardı sözü bağdan böyle yar

Can Üzülmedim derdi aşktan ezildim.
Süzülmedim sırrı burhan yazıldım.
Bu sebeple bağlarımdan çözüldüm.
Kalem kırma mahkumuna böyle yar.

Canan
Halvetimde beni hakim sayarsın.
Hükme sıra geldiğinde cayarsın.
Bu gidişle sırattan da kayarsın.
Haktan özge yolun var mı söyle yar.

Can
Tutuyorum, işte yolum elimde.
Haktan özge söz bulunmaz dilimde.
Elif yüzer, nur ırmağı selimde.
Gücenirim sitem etme böyle yar.

Canan
Ben etmedim kendin düştün derde sen.
Kalk dedikçe yine kaldın yerde sen.
Mahrem edip sırra çektin perde sen.
Nur'um ile sarhoş oldun böyle yar.

Can
Olmasaydım ilmi kime okurdun.
Gül yerine zakkumlara şakırdın.
Asi iplik ile hasır dokurdun.
Benden ala kilim var mı söyle yar.

Canan
Doğru dersin elif ilmi okudum.
Dil evinde güllere ben şakıdım.
Can bulalı cevher kilim dokudum.
Tezgahımda hasır var mı söyle yar.

Can
Aşk adına biz bu sırrın yanıyız.
Bir bedenin nefsi ruhu canıyız.
Aynı kalbin damarıyız kanıyız.
Sancımızı biz biliriz böyle yar.

Mansur der ki şimdi dallar allansın.
Şeker şerbet kıvam bulup ballansın.
Hayat salı elde tutan sallansın.
Dünya üç gün, bir elinde böyle yar.

628
Yüreğim kara bağlar dinmiyor acılarım
Serime deli yağan boranım sen nerdesin
Ben böyle eridikçe ağıtta bacılarım
Sol böğrüme hançeri vuranım sen nerdesin
 Çektiğim her figanım ta göklere varıyor
Şu yara onsun diye gözüm seni arıyor
El alem murat almış sevdiğini sarıyor
Kolumu kanadımı kıranım sen nerdesin
 Dayanmıyor yüreğim sensiz döndüm deliye
Tabipten umut kestim baş vurdum her veliye
Dediler ki tek çare murat zülfü telliye
Gurbet elde bi haber duranım sen nerdesin
 Bir fidan dikmiş idik büyüdü de dal oldu
Rengarenk çiçek verdi peteklerde bal oldu
Çok bekledim gelmedin bunca geçen yıl oldu
Beni yüzüstü yere serenim sen nerdesin…..
 Yıllarım yorgun düştü hep sana ağlamaktan
Usanmadın mı zalim kalbimi dağlamaktan
Yine de vazgeçemem umudum bağlamaktan
Düşüm hayalim olan yarenim sen nerdesin
 Bu bir kara sevdaydı yedi bitirdi beni
Beyaz duman misali aldı tüttürdü beni
Ben umudu ararken umut yitirdi beni
Beni sendeki bende görenim sen nerdesin
 Adını kutsal bildim sana derim Gülüm can
Her şeyleri unuttum seni söyler dilim can
Dünyayı dolaşırım vuslat oldu yolum can
Ahu gözlü ay yüzlü cerenim sen nerdesin
 Bir bilsen ki yadında neler çekerim neler
Görüldü mü dünyada kuzu sevdasız meler
Yüreğimde taşıdım sevdan toprağa beler
Ey sevgili anladım,olduğum her yerdesin
.............................................................
       CEVAP

Dinmez denen acılar sanma ki tek sendedir
Mevsim o mevsim değil bulutlarda kardayım
Benim de sancılarım yüreğimde tendedir
Bağrını deldim diye üzülürüm ardayım
 Göklere çıkan ahın beni içten yaralar
Beyazları unuttum sardı beni karalar
Feleğin tokadıyla uzak düştü aralar
Kırdıysam kanadını bil ki ben de hardayım
 Muradın muradımdır lakin ağrıda başım
Damla damla akıyor gözümden sana yaşım
Can diye sarmalandı döşüme kara taşım
Hicran acı veriyor ben gurbette zordayım
 Demet demet gül topla benim için dalından
Gönder de tac edeyim beyazından alından
Ben de şikayetçiyim sade sen mi halından
Öylesine yaşarım sanmayasın vardayım
 Yitirme umudunu belki bir gün yaz gelir
Yadında seni sevmek bu cana da haz gelir
Sevdamı anlatmaya kelimeler az gelir
Bu can ırakta amma sol yanın var ordayım…..
 Umut dediğin nedir kara kara yanmak mı
Sarılıp maşukaya sevdalara banmak mı
Seni bende zannedip beni sende sanmak mı
Bu girdabın içinde savrulurum dardayım
 Vuslattaki kapıyı her zaman aralarım
Bilirim Derviş seni gönülden yaralarım
Hicrandaki acıyı sineme turalarım
Sen orada yanarsın ben burada nardayım
 

629
İz Bırakanlar / HzÖMER
« : 12 Mart 2007, 18:45:50 »
Ikinci Rasid Halife. Islâmi yeryüzüne yerlestirip, hakim kilmak için Resulullah (s.a.s)'in verdigi tevhidî mücadelede ona en yakin olan sahabilerden biri. Hz. Ömer (r.a), Fil Olayindan on üç sene sonra Mekke'de dogmustur. Kendisinden nakledilen bir rivayete göre o, Büyük Ficar savasindan dört yil sonra dünyaya gelmistir (Ibnül-Esîr, Üsdül-gâbe, Kahire 1970, IV,146). Babasi, Hattab b. Nüfeyl olup, nesebi Ka'b'da Resulullah (s.a.s) ile birlesmektedir. Kureys'in Adiy boyuna mensup olup, annesi, Ebu Cehil'in kardesi veya amcasinin kizi olan Hanteme'dir (bk. a.g.e., 145).

Kaynaklar Hz. Ömer (r.a)'in müslüman olmadan önceki hayati hakkinda fazlaca bir sey söylemezler. Ancak küçüklügünde, babasina ait sürülere çobanlik ettigi, sonra da ticarete basladigi bilinmektedir. O, Suriye taraflarina giden ticaret kervanlarina istirak etmekteydi (H. ibrahim Hasan, Tarihul-Islâm, Misir 1979, I, 210). Cahiliyye döneminde Mekke esrafi arasinda yer almakta olup, Mekke sehir devletinin sifare (elçilik) görevi onun elindeydi. Bir savas çikmasi durumunda karsi tarafa elçi olarak Ömer gönderilir ve dönüsünde onun verdigi bilgi ve görüslere göre hareket edilirdi. Ayrica kabileler arasinda çikan anlasmazliklarin çözümünde etkin rol alir ve verdigi kararlar baglayicilik vasfi tasirdi (Suyûtî, Tarihul-Hulefâ, Beyrut 1986, 123; Üsdül-gâbe, IV, 146).

Hz. Ömer, sert bir mizaca sahip olup, Islâma karsi asiri tepki gösterenlerin arasinda yer almaktaydi. Sonunda o, dedelerinin dinini inkâr eden ve tapindiklari putlara hakaret ederek insanlari onlardan yüz çevirmege çagiran Muhammed (s.a.s)'i öldürmeye karar vermisti. Kilicini kusanarak, Peygamberi öldürmek için harekete geçmis, ancak olayin gelisim sekli onun müslümanlarin arasina katilmasi sonucunu dogurmustu. Tarihçilerin ittifakla naklettikleri rivayete göre, Ömer (r.a)'in müslüman olusu söyle gerçeklesmisti: Ömer, Resulullah (s.a.s)'i öldürmek için onun bulundugu yere dogru giderken, yolda Nuaym b. Abdullah ile karsilasti. Nuaym ona, böyle öfkeli nereye gittigini sordugunda o, Muhammed (s.a.s)'i öldürmeye gittigini söylemisti. Nuaym, Ömer'in ne yapmak istedigini ögrenince ona, kizkardesi ve enistesinin yeni dine girmis oldugunu söyledi ve önce kendi ailesi ile ugrasmasi gerektigini bildirdi. Bunu ögrenen Ömer (r.a), öfkeyle enistesinin evine yöneldi. Kapiya geldiginde içerde Kur'an okunmaktaydi. Kapiyi çalinca, içerdekiler okumayi kesip, Kur'an sayfalarini sakladilar. içeri giren Ömer (r.a), enistesini dövmeye baslamis, araya giren kizkardesinin aldigi darbeden dolayi burnu kanamisti. Kizkardesinin ona, ne yaparsa yapsin dinlerinden dönmeyeceklerini söyleyerek kararliligini bildirmesi üzerine, ona karsi merhamet duygulari kabarmaya baslamis ve okuduklari seyleri görmek istedigini söylemisti. Kendisine verilen sahifelerden Kur'an ayetlerini okuyan Ömer (r.a), hemen orada imân etti ve Resulullah (s.a.s)'in nerede oldugunu sordu. O siralarda müslümanlar, Safa tepesinin yaninda bulunan Erkam (r.a)'in evinde gizlice toplanip ibadet ediyorlardi. Resulullah (s.a.s)'in Daru'l-Erkam'da oldugunu ögrenen Ömer (r.a), dogruca oraya gitti. Kapiyi çaldiginda gelenin Ömer oldugunu ögrenen sahabiler endiselenmeye basladilar. Zira Ömer silahlarini kusanmis oldugu halde kapinin önünde duruyordu. Hz. Hamza: "Bu Ömer'dir. iyi bir niyetle geldiyse mesele yok. Eger kötü bir düsüncesi varsa, onu öldürmek bizim için kolaydir" diyerek kapiyi açtirdi. Resulullah (s.a.s), Ömer (r.a)'in iki yakasini tutarak; "Müslüman ol ya Ibn Hattab! Allahim ona hidayet ver!" dediginde, Ömer (r.a), hemen Kelime-i sehadet getirerek imân ettigini açikladi (Ibn Sa'd, Tabakatu'l Kübra, II, 268-269; Üsdül-gâbe, IV, 148-149; Suyûtî, Tarihu'l-Hulefa, Beyrut 1986, 124 vd.). Rivayetlere göre Ömer (r.a)'in müslüman olusu, Resulullah (s.a.s)'in yapmis oldugu; Allahim! Islâmi Ömer b. el-Hattab veya Amr b. Hisam (Ebû Cehil) ile yücelt" seklinde bir duanin sonucu olarak gerçeklesmisti (Ibnul-Hacer el-Askalânî, el-isâbe fi Temyîzi's-Sahâbe, Bagdat t.y., II, 518; Ibn Sa'd, ayni yer; Suyûtî, a.g.e., 125).

Ömer (r.a), risaletin altinci yilinda müslüman olmustur. O, iman edenlerin arasina katildigi zaman müslümanlarin sayisi yetmis seksen kisi kadardi (Ibn Sa'd, ayni yer).

Mekkeli müsriklerin, gösterdigi zorbaca tepkiden dolayi müslümanlar, Beytullah'a gidip namaz kilamiyor ve ancak gizlice bir araya gelebiliyorlardi. Ömer (r.a) müslüman olunca dogruca Beytullah'in yanina gitti ve müslüman oldugunu haykirdi. Orada bulunanlar siddetli tepki gösterdi. Ancak o, müsriklere karsi savasini sürdürerek onlarin, müslümanlara gösterdigi muhalefeti kirdi ve bir avuç müslümanla birlikte herkesin gözü önünde Beytullah'ta namaza durdu. Onun bu sekilde saflarina katilmasi müslümanlara büyük bir moral destegi saglamisti. Abdullah Ibn Mes'ud'un; "Ömer'in müslüman olusu bir fetihti" (Üsdül-gâbe, IV,151; Ibn Sa'd, a.g.e., III, 270) sözü bunu açikça ortaya koymaktadir. Taberî'nin Ibn Abbas'tan tahric ettigi bir hadise göre, müslümanligini ilk ilân eden kimse Hz. Ömer (r.a) olmustur (Suyûtî, a.g.e.,129). Ömer (r.a) benligini kusatan imanin verdigi heyecanla, küfre karsi açik ve net bir sekilde, hiç bir tehdide aldiris etmeden mücadele ediyordu. Müsrikler, secaat ve kararliligini eskiden beri bildikleri için ona satasmaya cesaret edemiyorlardi.

Müslüman olduktan sonra sürekli Resulullah (s.a.s)'in yaninda bulunmus, onu korumak için elinden gelen gayreti göstermistir. O, imân ettikten sonra müsriklere karsi çok sert davranmis ve dinini her ortamda, kimseden çekinmeden herkese meydan okuyarak savunmustur. Islâm tebliginin yeni bir veche kazanmasi için Medine'ye hicret emrolundugu zaman müslümanlar Mekke'den gizlice Medine'ye göç etmeye basladiklarinda, Hz. Ömer, gizlenme ihtiyaci duymamisti. Ömer (r.a), beraberinde yirmi arkadasi oldugu halde Medine'ye dogru yola çikmisti. Hz. Ali (r.a) onun hicretini su sekilde anlatmaktadir: "Ömer'den baska gizlenmeden hicret eden hiç bir kimseyi bilmiyorum. O, hicrete hazirlandiginda kilicini kusandi, yayini omuzuna takti, eline oklarini aldi ve Kâ'be'ye gitti. Kureys'in ileri gelenleri Kâ'be'nin avlusunda oturmakta idiler. O, Kâ'be'yi yedi defa tavaf ettikten sonra, Makâm-i ibrahim'de iki rek'at namaz kildi. Halka halka oturan müsrikleri tek tek dolasti ve onlara; "Yüzler pIslesti. Kim anasini evladsiz, çocuklarini yetim, karisini dul birakmak istiyorsa su vadide beni takip etsin" dedi. Onlardan hiç biri onu engellemeye cesaret edemedi (Suyûtî, a.g.e., 130). Bunun içindir ki Ibn Mes'ud; "Onun hicreti bir zaferdi" (Ibn Sa'd, ayni yer; Üsdül-gâbe, IV, 153) demektedir.

Ömer (r.a), Medine dönemi boyunca Islamin yücelisini etkileyen bütün olaylara aktif olarak istirak etmistir. Resulullah (s.a.s)'in önemli kararlar alacagi zaman görüslerine basvurdugu kimselerin basinda Ömer (r.a) gelir. Onun ileri sürdügü görüsler o kadar isabetliydi ki; bazi ayetler onun daha önce isaret ettigine uygun olarak nazil oluyordu. Resulullah (s.a.s) onun bu durumunu su sözüyle ifade etmekteydi: "Allah, hakki Ömer'in dili ve kalbi üzere kildi" (Üsdül-gâbe, IV, 151).

Ömer (r.a), Bedir, Uhud, Hendek, Hayber vb. gazvelerin hepsine ve çok sayida seriyyeye katilmis, bunlarin bansinda komutan olarak görev yapmistir. Bunlardan biri Hicretin yedinci yilinda Havazinliler'e karsi gönderilen seriyyedir.

Ömer (r.a), bütün meselelere karsi net ve tavizsiz tavir koymakla taninir. Onun küfre karsi düsmanligi; müsriklerin, Islâma karsi olan saldirilarini hazmedememe konusundaki hassasiyeti; bazi kararlara siddetle karsi çikmasina sebep olmustur. Hudeybiye'de yapilan anlasmanin müsrikler lehine görünen maddelerine karsi çikisi bunlardan biridir. Ancak o, Resulün, Allah Teâlâ'nin gösterdigi dogrultuda hareket etmekten baska bir sey yapmadigi uyarisi karsisinda, hemen kendini toparlamis ve olayin iç gerçegini kavramisti.

Resulullah (s.a.s)'in vefatinin hemen pesinden ortaya çikan karisikligin Hz. Ebû Bekir'in halife seçilmesiyle yok edilmesinde Hz. Ömer büyük rol oynamistir. Hz. Ebû Bekir'in kisa halifelik döneminde en büyük yardimcisi Ömer (r.a) olmustur.

Hz. Ebû Bekir (r.a) vefat edecegini anladiginda, Hz. Ömer'i kendisine halef tayin etmeyi düsünmüs ve bu düsüncesini açiklayarak bazi sahabilerle istisarelerde bulunmustu. Herkes Ömer (r.a)'in fazilet ve üstünlügünü kabul etmekle beraber, onu bu is için biraz sert mizacli buluyorlardi. Hatta Talha (r.a) ve diger bazi sahabiler ona; "Rabbin seni Ömer'i hafife tayin ettiginden dolayi sorgularsa ona ne cevap vereceksin? Bilirsin ki Ömer oldukça sert bir kimsedir" demIslerdi. Hz. Ebû Bekir onlara; "Derim ki: Allahim! Kullarinin en iyisini onlara halife yaptim" karsiligini vermisti. Sonra da Hz. Osman'i çagirarak bir kâgida Hz. Ömer'i halife tayin ettigini yazdirdi. Kâgit katlanip mühürlendikten sonra, Hz. Osman disari çikarak insanlardan kâgitta yazili olan kimseye bey'at edilmesini istedi. Oradakilerin bey'at etmesiyle Hz. Ömer'in II. Rasid halife olarak is basina gelisi gerçeklesmis oldu (Üsdü'l-gâbe, IV,168-199; Ibn Sad, a.g.e., III, 274 vd.; Suyûtî a.g.e., 92-94).

Hz. Ömer Döneminde Islam Devleti ve Fetihler

Resulullah (s.a.s)'in sagliginda Arap yarimadasi Islâmin hakimiyetine boyun egdirilmis ve insanlar bölük bölük ihtida ederek müslümanlarla bütünlesmIslerdi.

Bunun pesinden Resulullah (s.a.s), Islam tebliginin insanlara ulastirilmasinin önünde bir set teskil eden, müsrik zalim güçlerden biri olan Bizans imparatorluguna karsi askerî seferleri baslatmisti. Ebû Bekir (r.a), Resulullah (s.a.s)'in vefatindan hemen sonra ortaya çikan Ridde hareketlerini bastirdiktan sonra, Bizans hakimiyetindeki topraklara askerî akinlar baslatmis, öte taraftan çagin despot devletlerinden ikincisi olan iran imparatorluguna karsi da askerî faaliyetlere girismisti. Hz. Ömer (r.a)'in üzerine düsen, bu siyaseti devam ettirmekten ibaretti. Hz. Ömer bir taraftan Suriye'nin fethinin tamamlanmasi için gayret gösterirken, öte taraftan iran cephesinde netice almak için ordular sevkediyordu. Kadisiye savasiyla iran ordusu hezimete ugratilmis ve Kisrâ, saraylarini Islam ordusuna terk ederek doguya kaçmak zorunda kalmisti. Pespese gönderilen ordularla iranin bazi bölgeleri savas ile, bazi bölgeleri de sulh yoluyla Islam'in hakimiyetine boyun egdirilmisti. Kuzeye yönelen Mugîre b. su'be, Azerbaycani sulh yoluyla ele geçirmisti. Ermenistan bölgesi fethedilen yerler arasindaydi.

Suriye'nin fethi tamamlandiktan sonra bu bölgedeki askerî harekât batiya dogru kaydirildi. Etraftaki sehir ve kasabalar fethedildikten sonra Kudüs kusatma altina alindi. sehirdeki hristiyanlar bir süre direndilerse de sonunda baris istemek zorunda kaldilar. Ancak, komutanlardan çekindikleri için sart olarak sehri bizzat halifeye teslim etmek istediklerini bildirmIslerdi. Durum Ebu Ubeyde tarafindan bir mektupla Hz. Ömer (r.a)'a bildirildi. Hz. Ömer (r.a) Ashabin ileri gelenleriyle istisare ettikten sonra, Medine'den komutanlariyla bulusmayi kararlastirdigi Cabiye'ye dogru yola çikti. Cabiye'de yapilan bir anlasmadan sonra Hz. Ömer, bizzat Kudüs'e kadar giderek sehri teslim aldi (H.16-M. 637). Hz. Ömer (r.a) kisa bir müddet Kudüs'te kaldiktan sonra Medine'ye geri döndü.

Bu arada iran cephesinde durumlar karismaya baslamisti. Hz. Ömer, bölgede bulunan ordulari takviye ederek iran meselesini kesin bir sonuca baglamaya karar verdi. Hicri 21 yilinda baslayan ve sürekli takviye edilen akinlarla Azerbaycan ve Ermenistan da dahil olmak üzere, Horasan'a kadar bütün iran topraklari Islam devletinin sinirlari içine alinmis ve Fars cephesinde askerî harekâtlar tamamlanmisti.

Öte taraftan Amr b. el-As, hazirlayip uygulamaya koydugu harekât planiyla Misir'i fethetmeyi basarmis, müslümanlari Misir'dan geri püskürtmek için iskenderiyede hazirliklara girisen Bizanslilarin üzerine yürüyerek burayi ele geçirmisti (H. 21). Böylece Suriye'den sonra, Misir'da da Bizans'in hakimiyetine son verilmis oluyordu (Sibli Numanî, Bütün yönleriyle Hz. Ömer ve Devlet idaresi, Terc. Talip Yasar Alp, istanbul t.y., I, 285-286).

Islam ordularinin fethettigi bölgelerdeki halk, müslümanlardan gördükleri müsamaha ve âdil davranIslardan etkilenerek kitleler halinde Islâma giriyorlardi. Asirlarca Bizans ve iran devletlerinin zulmü altinda ezilen, horlanan topluluklar Islâmin kusatici merhameti ile yüz yüze geldiklerinde müslüman olmakta tereddüt göstermiyorlardi. Kendi dinlerinden dönmek istemeyenler ise hiç bir baskiya maruz kalmadiklari gibi, genis bir inanç hürriyetine kavusuyorlardi.

Hz. Ömer, bir taraftan Islâmin insanliga tebliginin önündeki engelleri kaldirmak için ordular sevkederken, öte taraftan da henüz müesseselerine kavusmamis bulunan devleti teskilatlandirmaya çalisiyordu.

Hz. Ömer'den önce, orduya katilan askerler ve bunlara dagitilan paralar belirli defterlere yazilip kayit altina alinmazdi. Bu durum normal olarak bazi karisikliklarin çikmasina sebep olur, gelir ve giderlerin hesabi yapilamazdi. ilk zamanlar buna pek ihtiyaç da yoktu. Ancak devletin sinirlari genIslemis ve bu genis cografya içerisinde devletin etkinligini saglayabilmek için idarî düzenlemeler yapilmasi zarureti dogmustu. O, ilk olarak askerlerin kayitlarinin tutuldugu ve fey ve ganimet gelirlerinin dagitiminin kaydedildigi "divan" teskilatini kurdu.

Ayrica, Suriye ve Irak'ta bulunan divanlar varliklarini korumuslardir. Bunlar vergilerin toplanmasi ile alakali çalismalari yürütmekteydiler. Suriye ve Irak'taki divanlar her ne kadar iran ve Bizans malî teskilatindan kalma idiyse de, onun Medine'de tesis ettigi divan hiçbir yabanci tesir söz konusu olmaksizin, ortaya çikan ihtiyaçlari karsilamak için kurulmustur. Hz. Ömer, feyden elde edilen gelirlerden verdigi atiyyeleri bir gruplandirmaya tabi tutmustur.

Hz. Ömer, yargi (kaza) Islerini bir düzene koymak için valilerden ayri ve bagimsiz çalisan kadilar tayin eden ilk kimsedir. O, Kufe'ye, sureyh b. el-Haris'i, Misir'a da Kays b. Ebil-As es-Sehmî'yi kadi tayin etmistir. Onun Medine'deki kadisi Ebû Derda (r.a)'dir. Bu dönemin taninmis kadilarindan birisi de Ebu Mûsa el-Esari'dir. Hz. Ömer, tayin ettigi kadilara, görevlerini ne sekilde ifa etmeleri gerektigine dair talimatlar verir ve onlarin bu çerçeve disina çikmamalarini tenbihlerdi (Mustafa Fayda, Dogustan Günümüze Büyük Islâm Tarihi, istanbul 1986, II, 176-177).

Hz. Ömer (r.a)'in, üzerinde titizlikle durdugu ve asla müsamaha göstermedigi en önemli konu adâlet meselesiydi. O, mevki, rütbe, soyluluk vb. hiçbir ayirim gözetmeden haklarin sahiplerine verilmesi için çok siddetli davranmistir. Bu konuda onun yaninda bir köle ile efendisi arasinda bir fark yoktur.

O, her tarafta adâletin eksiksiz yerine getirilmesi, muhtaç ve yoksul kimselerin gözetilmesi için ülkenin en ücra köselerindeki durumlardan zamaninda haberdar olmak için imkân olusturmaya çalisti. O, muhtaç kimseler konusunda din ayirimi gözetmemis, hristiyan ve yahudilerden olan yoksullara da yardimlarda bulunmustur.

Devletin temel görevlerinden birisi ilmin insanlara ulastirilmasidir. Hz. Ömer, fethedilen bölgelerde okullar açmis, buralara müderrIsler tayin etmis ve Kur'an-i Kerim'i okumak ve onunla amel edebilmek için gerekli olan egitimin verilmesini saglama yolunda gayret sarfetmistir. Islâm'in, müslüman olan insanlara ögretilmesi ve teblig çalismalarinin yürütülmesi için sahabîlerden ve diger âlimlerden istifade etmis ve onlari degisik bölgelerde görevlendirmistir. Kur'an, Hadis ve Fikih ögretimi ile ugrasan bu âlimlere büyük meblaglar tutan maaslar baglamistir. Hz. Ömer, devletin her tarafinda camiler insa ettirmisti. Onun zamaninda dört bin tane cami yapilmis oldugu rivayet edilmektedir (Ahmed en-Nedvi, Asri Saadet, Terc. Ali Genceli, istanbul 1985, I, 317). ilk defa bir takvimin kullanilmasina Hz. Ömer zamaninda ihtiyaç duyulmus ve böylece Hicret esas alinarak olusturulan takvimle devlet Islerinde tarihleme açisindan ortaya çikan problemler ortadan kaldirilmistir (H. 16).

Islâm devleti, bagimsiz bir devlet olmasina ve çok genis bir cografî sahayi kaplayan ekonomik faaliyetlerin yürütülmesine ragmen, kullanilan paralar yabanci kaynakliydi. Irak ve iran bölgelerinde Fars dirhemleri; Suriye ve Misir taraflarinda da Bizans dinarlari tedavülde bulunmaktaydi. Bu durum o devirde henüz hissedilmeye baslanmamis olsa bile, bir ekonomik baski tehlikesini beraberinde getirmekteydi. Hz. Ömer'in, devleti müesseselere kavusturup yapisini saglamlastirmaya çalisirken, bu duruma da müdahale etmemesi düsünülmezdi. O, Hicri 17 de para bastirarak piyasaya sürdü. Ayrica Halid b. Velid'in Taberiye'de Hicrî 15 tarihinde dinar darbettirdigi de bilinmektedir (Hassan Hallâk, Dirâsât fî Tarihil-Hadâretil-Islamiye, Beyrut 1979, 13-15). Hz. Ömer (r.a), Islâm devletinin disaridan gelebilecek saldirilara karsi güvenligini saglamak ve ordulari düsman bölgelerine yakin yerlerde bulundurabilmek için ordugah sehirler tesis etmistir. iran ve Hindistan taraflarindan gelebilecek deniz akinlarina karsi Basra ordugah sehri kuruldu. Bu sehrin mevkii bizzat Hz. Ömer tarafindan tesbit edilmistir. O, bu is için Utbe b. Gazvan'i görevlendirmisti. Utbe, sekizyüz adamiyla o zaman bos ve issiz olan Haribe bölgesine gelip H. 14 yilinda Basra sehrinin insasina basladi.

Sa'd b. Ebi Vakkas, Kadisiye'de kazandigi büyük zaferden sonra iran içlerine akinlara baslamisti. Onun ordusu Medâin'de bulunmaktaydi. Ancak buranin ikliminin Arap askerlerin sagligini olumsuz yönde etkiledigi anlasilinca, Hz. Ömer, Sa'd'a iklim bakimindan uygun ve merkez ile arasinda deniz bulunmayan bir yer bulup burada bir sehir kurmasi talimatini verdi. Bu is için görevlendirilen Selmân ve Huzeyfe, Kufe mevkiini uygun buldular. H. 17 de kurulan bu ordugah sehir kirk bin kisiyi iskân edebilecek büyüklükte insa edildi.

Amr b. el-As, Misir'i fethettikten sonra iskenderiye'yi karargah edinmek için Hz. Ömer (r.a)'dan izin istedi. Hz. Ömer (r.a), haberlesme açisindan endise duydugu için Kendisiyle Misir'daki kuvvetler arasinda bir nehrin bulunmasini kabul etmedi. Amr, Nil'in dogu yakasina geçerek burada Fustat adli sehri kurdu (H. 21). Bu ordugah sehirlerinden baska yine askerî amaçli merkezler de olusturulmustur.

Hz. Ömer'in idare anlayisi Hz. Ömer, toplumu ilgilendiren meselelerde karar verecegi zaman müslümanlarin görüsüne basvurur, onlarla istisare ederdi. O "istisare etmeden uygulamaya konulan Isler basarisizliga mahkûmdur" demekteydi. istisarede takip ettigi yöntem suydu: Önce meseleyi müslümanlarin ulasabildigi çogunlugu ile görüsür, pesinden Kureysliler'in düsüncesini sorar, son olarak da sahabilerin görüslerini alirdi. Böylece en isabetli fikir ortaya çikar ve uygulamaya konulurdu. Hz. Ömer, müslümanlarin yaptigi Islerde bir hata gördükleri zaman kendisini uyarmalarini isterdi. Baska dinlere mensup olup, zimmî statüsünde bulunan kimselerle alâkali Islerde de onlarin görüslerine bas vurur ve meseleyi onlarla istisare ederdi. Bu durum Hz. Ömer'in adâlet anlayisinin ne kadar kapsamli oldugunu ortaya koymaktadir.

Hz. Ömer idarede görevlendirdigi memurlarina karsi oldukça sert davranir, onlarin bir haksizlikta bulunmalarina asla göz yummazdi. Halka karsi ise son derece sefkatle yaklasir, onlarin varsa gizledikleri problemlerini ögrenip çözümlemek için gece-gündüz ugrasip dururdu. O bu hassasiyetini: "Firat kiyisinda bir deve helak olsa, Allah bunu Ömer'den sorar diye korkarim" sözü ile ortaya koymaktadir. Hz. Ömer, merkezden uzak bölgelerde halkin durumunu yakindan görmek için seyahatler yapma yoluna gitmisti. O, insanlarin çesitli dertlerini uzak diyarlarda olmalari sebebiyle kendisine ulastiramadiklarindan endise ediyordu. Bazi bölgeleri dolasmasina ragmen baska yerlere gitmeyi tasarladigi halde ömrü o sehirlere ulasmasina yetmemisti. Islâm tarihinde adâletin timsali olarak yerini alan Hz. Ömer (r.a) hakkinda rivayet edilen su olay onun bu sifatla bütünlesmis oldugunun en açik delilidir.

Bir defasinda Eslem'le birlikte Harra taraflarinda (Medine'nin dis bölgesi) dolasirlarken isik yanan bir yer gördü ve Eslem'e; "surada, gecenin ve sogugun çaresizligine ugramis biri var. Haydi onlarin yanina gidelim" dedi. Oraya gittiklerinde bir kadini iki çocuguyla üzerinde tencere bulunan bir atesin etrafinda otururken gördüler. Hz. Ömer, onlara; "Isikli aileye selâm olsun" dedi. Kadin selâmi aldiktan sonra yanlarina yaklasmak için izin alan Hz. Ömer ona yanindaki çocuklarin neden agladiklarini sordu. Kadin, karinlarinin aç oldugunu söyleyince, Hz. Ömer merakla tencerede ne pisirdigini sordu. Kadin, tencerede su bulundugunu, çocuklari yemek pisiyor diye avuttugunu söyledi ve; "Allah bunu Ömer'den elbette soracaktir" diye ekledi. Hz. Ömer, ona; "Ömer bu durumu nereden bilsin ki?" diye sordugunda kadin; "Madem bilemeyecekti ve unutacakti neden halife oldu" karsiligini verdi. Hz. Ömer bu cevap karsisinda irkilerek Eslem'le birlikte dogruca erzak deposuna gitti. Doldurduklari yiyecek çuvalini Eslem tasimak istedi. Ancak Hz. Ömer (r.a); "Kiyamet gününde benim yüküme ortak olacak degilsin. Onun için birak da yükümü kendim tasiyayim" diyerek buna izin vermedi; çuvali omuzuna aldi ve kadinin bulundugu yere götürdü. Orada bizzat yemegi Hz. Ömer (r.a) hazirlayip pisirdi ve onlari doyurdu. Eslem; "O, atese üflerken sakaklari arasindan çikan dumanlari seyrediyordum" demektedir. Hz. Ömer oradan ayrilirken kadin; "Siz bu ise Ömer'den daha layiksiniz" dedi. Hz. Ömer; "Ömer'e dua et. Bir gün onu ziyarete gidersen beni orada bulursun" dedi.

Bu onun insanlara yardim etmede ve magduriyetlerini gidermede gösterdigi hassasiyetin örneklerinden sadece bir tanesidir.

Ilmi

Hz. Ömer'in fikih ilminde ayri bir yeri vardir. O, her yönüyle devleti teskilatlandirmaya çalisirken diger taraftan da bu teskilatlanmanin alt yapisi olan ilmî gelismeyi saglayabilmek için gayret sarfediyordu. Fikih usulünün olusumu Hz. Ömer (r.a) ile baslar. Fikih ilminin temellerini meydana getiren kaideleri, karsilastigi kazâî ve idarî meseleleri çözüme kavustururken takip ettigi yöntemlerle belirlemeye baslamistir. Ondan sahih senetlerle rivayet olunan fikhî hükümlerin sayisi birkaç bini bulmaktadir. Hz. Ömer'in içtihadlarinin Islâm hukuku açisindan çok büyük bir önemi vardir ve Resulullah (s.a.s)'in hadIslerinden baska hiç bir sey onun bu içtihadlarinin üzerinde degildir (Muhammed Revvâs Kal'aci, Mevsuatu Fikhi Ömer b. el-Hattab, 1981, 8; Bu kitabta Hz. Ömer'in Fikhî içtihadlari bir araya toplanarak ansiklopedik bir tarzda tasnif edilmistir).

Hz. Ömer (r.a), Hadis rivayeti konusunda çok titiz davranmistir. O, Peygamber (s.a.s)'den hadis rivayet eden bazi kimseleri sorguya çekmis, onlardan rivayet ettikleri hadIsler için sahid istemisti. Hz. Ömer'in kendisinden bes yüz otuz dokuz hadis rivayet edilmistir (Suyutî, a.g.e., 123).

Ayrica o, Kur'an-i Kerim'in te'vil ve tefsirinde ilim sahibiydi. Ibn Ömer'den rivayet edildigine göre, kendisine Resulullah (s.a.s) hayattayken kimlerin fetva verdigi soruldugunda: "Ebu Bekir ve Ömer'den baskasinin fetva verdigini bilmiyorum" karsiligini vermisti (H.i. Nasan, Islâm Tarihi, istanbul 1985, I, 319).

Sahsiyeti

Hz. Ömer, inandigi seyi yerine getirme hususunda siddetli davranmakla taninir. O, müslüman olmadan önce ilk iman edenlere karsi sert muamele etmisti. Müslüman olduktan sonra ise bu sertligi Islâm'in lehine müsriklere karsi yönelmistir. Hz. Ömer Halife olduktan sonra da dogrularin uygulanmasi ve hakkin elde edilmesi konusunda titiz davranmaya ve en ufak ayrintilari bile bizzat takip etmeye asiri dikkat göstermistir. O, bir seyi emrettigi veya yasakladigi zaman ilk önce kendi ailesinden baslardi. Aile fertlerini bir araya toplayarak onlara söyle derdi; "sunu ve sunu yasakladim. insanlar sizi yirtici kusun eti gözetledigi gibi gözetlerler. Allah'a yemin ederim ki, her hangi biriniz bu yasaklara uymazsa onu daha fazlasiyla cezalandiririm". Sert bir mizaca sahip olmasina ragmen insanlara karsi oldukça mütevâzî davranirdi. Genis topraklari, güçlü ordulari olan bir devletin baskani olmasi onu diger insanlar gibi mütevazî ve sade bir hayat yasamaktan alikoyamamistir. Pahali, lüks elbiseler giymekten kaçinir, diger insanlar gibi gerektiginde alelade Islerle ugrasmaktan çekinmezdi. Tanimayan kimse onun müslümanlarin halifesi oldugunu asla anlayamazdi. Çünkü çogu zaman giydigi elbise yamalarla doluydu.

Hz. Ömer güçlü bir hitabet kudretine sahipti ve konusurken belig bir uslubla konusurdu. Onun üstün kabiliyeti yazi için de geçerliydi. Valilerine yazmis oldugu talimatlari ve mektuplari Arap dili için bir numune addedilmekteydi. Hz. Ömer siire de ilgi duyan ve siir zevki olan sahabilerden birisidir. Çok sayida Arap sairlerinin siirlerini ezberlemis, az da olsa siir yazmistir. Hz. Ömer ibadet ederken bütün benligiyle Rabbine yönelirdi. Halife olduktan sonra gündüz Islerinin yogun olmasindan dolayi nafile namazlarini gece kilar, ev halkini sabah namazina; "ve namazi ailene emret" (Tâhâ, 20/132) mealindeki ayeti okuyarak uyandirirdi. O, her sene haccetmeyi asla ihmal etmez ve hac farizasini yerine getirmek için Mekke'ye gelen hacilara bizzat riyaset ederdi. Rabbine karsi duydugu sorumlulugun altinda öylesine ezilirdi ki, kiyamet günü hesaptan, cezasiz kurtulmayi basarabilirse sevinecegini söylerdi. O, ölüm döseginde bu endisesini su anlamdaki bir beyitle dile getiriyordu:

"Müslüman olusum, namazlari kilip, orucu tuttugum müstesna, nefsime zulmetmis bulunuyorum" (siblî, a.g.e., II, 373). Hz. Ömer (r.a)'in, sahsi hayati oldukça sadeydi. Hz. Ömer (r.a), Bizans ve iran'a karsi büyük ordular sevkeden ve onlari tarihlerinde pek nadir tattiklari sürekli yenilgilerle perisan eden güçlü ve muktedir bir devletin baskanidir. Ama o buna ragmen yamali elbiseler, eskimis sarik ve yirtik ayakkabilarla hayatini sürdüren bir kisidir. O, bazen dul bir kadina su tasirken görülür, bazan da günün yorgunlugunu hafifletmek için mescid'in çiplak zemini üzerinde uyuduguna sahit olunurdu. Medine'den Mekke'ye çok sayida yolculuk yapmis oldugu halde hiç bir zaman yanina çadir almamis ve yolda, bir çarsafi dallarin üzerine gererek basit bir sekilde dinlenmeyi tercih etmistir. Yine bir gün, Ahnef b. Kays yaninda Araplarin ileri gelenlerinden bazi kimselerle birlikte Hz. Ömer (r.a)'i ziyarete gitmis; onu, elbisesinin eteklerini beline sikistirmis oldugu halde kosar bir vaziyette bulmustu. Ömer (r.a), Ahnef'i gördügünde ona; "Gel de kovalamaya katil. Devlete ait bir deve kaçti. Bu malda kaç kisinin hakki oldugunu biliyorsun" dedi. Bu esnada biri ona neden kendini bu kadar üzdügünü ve deveyi yakalamak için bir köleyi görevlendirmedigini söyleyince O; "Benden daha iyi köle kimmis?" diyerek karsilik vermistir (siblî, a.g.e., I, 384-385). Günlük yasayisini gösteren bu örnekler, Hz. Ömer (r.a)'in ümmetin sorumlulugunu üstlenen kimselerin yüklenmis olduklari görevleri ne sekilde yerine getirmeleri ve makamlarinin cazibesine kapilip siradan insanlarin yasayis tarzindan kopmadan hükmetmeleri gerektigini, çaglari asan bir örnek sergileyerek ortaya koymustur. Bir devlet baskani ancak bu sekilde, insanlardan ve onlarin günlük yasamlarindan kopmadan âdil bir yönetim kurabilir. Hz. Ömer (r.a)'a âdil sifatini kazandiran, onun bu sekilde Islâm'i yeryüzüne hakim kilma yolunda varligini ortaya koymus olmasidir. Hz. Ömer (r.a) geçimini ticaretle temin ederdi. Bunun yaninda Peygamber (s.a.s)'in Medine'de ona bazi tarlalar verdigi de bilinmektedir. Hayber'in fethini müteakip burada ele geçirilen araziler, savasa katilanlar arasinda taksim edilmisti. Ancak, Hz. Ömer (r.a) kendi payina düsen araziyi vakfetmis ve bir vakif sartnamesi de düzenlemisti: "Bu arazi satilamaz, hibe edilemez ve miras yolu ile sahip olunamaz; geliri fakirlere, akrabaya, kölelere, Allah yolunda, yolcu ve misafirlere harcanacaktir. Vakfi yöneten kisinin ölçülü olarak yemesinde ve yedirmesinde bir sakinca yoktur" (Buharî, surût, 19). Islâmda ilk vakif olayi budur.

Halife olduktan sonra, devlet Isleriyle ugrasmasindan dolayi kendi iasesinin temini için Ashab'a müracaat etmis, Hz. Ali (r.a)'in teklifine uyularak ona ve ailesine normal ölçülerde devlet malindan geçim imkâni saglanmisti. H. 15 yilinda müslümanlara maas baglandigi zaman, ona da ileri gelen Ashab'a verilen miktarda, bes bin dirhem maas tayin edilmisti. Ancak onun günlük gideri çok mütevazi meblagdi. Ömer (r.a), yemek olarak genellikle sunlari yerdi: Ekmek (bugdaydan oldugu zaman kepekli), bazen et, süt, sebze ve sirke.

Hz. Ömer (r.a)'in fazileti ve üstünlügü hakkinda çok sayida sahih hadis bulunmaktadir. Hz. Ömer din konusunda o kadar tavizsizdi ki, seytanlar bile onunla karsilasmaktan çekinirlerdi. Bir defasinda Resulullah (s.a.s)'in yanina gitti. Resulullah (s.a.s)'dan bir sey istemek için orada bulunan kadinlar, Hz. Ömer'in sesini duyduklarinda hemen kalkip perdenin arkasina geçtiler. Hz. Ömer içeri girdiginde Resulullah (s.a.s) gülüyordu. Hz. Ömer ona; "Allah yasini güldürsün ya Resulullah" dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s); "su benim yanimda olanlara sasarim. Senin sesini isitince perdeye kostular" dediginde Hz. Ömer; "Ya Resulullah, onlarin çekinmesine sen daha layiksin" dedi. Sonra da kadinlara dönerek; "Ey nefIslerinin düsmanlari! Resulullah (s.a.s)'den çekinmiyorsunuz da benden mi çekiniyorsunuz?" diyerek onlara çikisti. Kadinlar; "Evet. Sen Resulüllah (s.a.s)'den sert ve hasinsin" dediler. Resulullah (s.a.s), Nefsim yed-i Kudretinde olan Allah'a yemin olsun ki, seytan sana bir yolda rastlamis olsa, mutlaka yolunu degistirirdi" (Müslim, Fedâilü's-Sahâbe, 22).

Baska bir rivayette Resulullah (s.a.s) onun için söyle buyurmustu:

"Gökte bir melek bulunmasin ki Ömer'e saygi duymasin. Yeryüzünde ise bir seytan bulunmasin ki Ömer'den kaçmasin" (Suyûtî, a.g.e., 133).

Resulullah (s.a.s), hakki görmek ve onu tatbik etmek konusunda Ömer (r.a)'in üstünlügünü söyle ifade etmekteydi: "Sizden önce geçen ümmetlerde bazen ilham sahipleri bulunurdu. Eger benim ümmetimde onlardan biri bulunursa, Ömer b. Hattab onlardandir" (Müslim, Fedâilü's-Sahâbe, II). Bu, Hz. Ömer (r.a)'in Islerinde ve verdigi kararlarda isabetli davranmasini bir anlamda açiklar niteliktedir. Nitekim Resulullah (s.a.s); Allah dogruyu Ömer'in lisani ve kalbi üzere kilmistir" (Üsdül-gâbe, IV, 151; Suyutî, 132) demektedir. Bir defasinda da Hz. Ömer'i göstererek söyle demisti: Bu aranizda yasadigi sürece, sizinle fitne arasinda kuvvetlice kapanmis bir kapi bulunacaktir" (Suyûtî, ayni yer).

Ömer (r.a)'in bu durumunu bazi konularda inen ayetlerin daha önce onun gösterdigi dogrultuda olmasi da te'yid etmektedir. Hz. Ömer söyle demistir: "Rabbime üç seyde muvafik düstüm: Makam-i ibrahim'de, hicab'da ve Bedir esirlerinde" (Müslim, Fedâilüs-Sahabe, II). Hz. Ömer ötekileri zikretmemistir. Örnegin münafiklarin cenaze namazini kilmamasi için Resulullah (s.a.s)'e inen ayet bunlardan biridir (bk. Müslim, ayni bab; Hz. Ömer (r.a)'in görüsleri dogrultusunda nâzil olan ayetler için bk. Suyûtî, a.g.e., 137-140).




Kaynak: Sâmil Islam ansiklopedisi

630
Resimli Aşk Şiirleri / HALİME BAK.......................
« : 12 Mart 2007, 17:43:07 »
Linklerin Görülmesine İzin Verilmiyor. Üye Ol ya da Giriş Yap
Linklerin Görülmesine İzin Verilmiyor. Üye Ol ya da Giriş Yap
Linklerin Görülmesine İzin Verilmiyor. Üye Ol ya da Giriş Yap
Linklerin Görülmesine İzin Verilmiyor. Üye Ol ya da Giriş Yap
Linklerin Görülmesine İzin Verilmiyor. Üye Ol ya da Giriş Yap

Sayfa: 1 ... 61 62 [63] 64
web hosting Domain Web
İçerik sağlayacı paylaşım sitelerinden biri olan sevdaligul.com forum sitemizde 5651 Sayılı Kanun’un 8. Maddesine ve T.C.K’nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan sorumludur. sevdaligul.com hakkında yapılacak tüm hukuksal Şikayetler sevdaligul@gmail.com  adresi ile iletişime geçilmesi halinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde sevdaligul.com  yönetimi olarak tarafımızdan gereken işlemler yapılacak ve size dönüş yapacaktır.