Reklamlar
Ayrıntılı Konu Bilgileri
Sayfa BaşlığıKonu: Elimden Tutar Mısın?
Mesaj SayısıMesaj Sayısı: 2 cevap var
OkumaGösterim: 1206
Google Özel Arama

Gönderen Konu: Elimden Tutar Mısın?  (Okunma sayısı 1206 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

    sevdaligul

  • Administrator
  • *

  • İleti: 13121
  • Nerden: Konya
  • Rep: +6511/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • GüLe SeVDaLı Bir GeNç
    • MSN Messenger - sevdaligul@gmail.com
    • Profili Görüntüle GüLe SeVDaLı BiR GeNçLiK
  • Çevrimdışı
Elimden Tutar Mısın?
« : 03 Ağustos 2008, 18:29:37 »


 

  *Elimden Tutar mısın? *
Bekir Yalanız

Tarihî şehrin erkekleri, ellerine aldıkları gazete, karton ve seccadelerle
aynı yöne akıyordu. Ezan okunmuş ve herkes camideki yerini almıştı. Erken
gelenler şanslıydı. Geç kalanlara ise, hafiften çiseleyen yağmur, sanki
sitem ediyordu.

Caminin kalabalık olması ve dışarıya taşan cemaatin çokluğu cami idaresini
de harekete geçirmişti. Emir Dede kendini çoktan fahrî görevli ilân etmişti.
Gelenleri bir trafik polisi gibi yönlendiriyor ve boş yerlerin
doldurulmasını sağlıyordu: "Saflar düz olsun beyler!", "Şurasını düzelt
birader.", "Evlât bir adım ileri gitsen…"

Önden başlayarak arkaya doğru safları düzelttirerek geliyordu Emir Dede.
Kapının yanına yaklaştığında safların uyumsuzluğu hemen dikkatini çekmişti.
Bir genç, iri vücuduyla iki safı birden işgal etmişti. Emir Dede uzaktan
tok, fakat bir o kadar da yumuşak seslendi:
- Delikanlı, biraz geri gelsen, düzeltsen şu safı!
Delikanlı, yağmurdan korunmak için, başını kısa aralıklarla caminin
gölgeliğine doğru uzatmakla meşguldü. Bu sebeple Emir Dede'yi duymamıştı.
"Ben bu yağmurda insanlara yardımcı olayım… Bu da beni takmasın!" diye
geçirdi içinden Emir Dede. Canı sıkıldı. Bu sefer sesini biraz yükselterek:
- Delikanlı! Duymadın herhalde beni. Şu safı düzeltsen, diyorum. Bozulmasa
saf!
Delikanlı aynı yöne bakmaya devam ediyordu, sanki Emir Dede'yi duymamakta
ısrar ediyordu. Emir Dede şaşırmıştı. Bir müddet ne yapacağını kestiremedi.
Sonra gencin yanına iyice yaklaştı. Yüzüne doğru eğildi. Hissettiklerini
haykırmak istiyordu.
Ama konuşamadı. Cümleler düğüm olup boğazına dizildi sanki. Kolları yoktu
gencin. Başı mahcubiyetten eğildiğinde ise, daha da şaşırdı. Delikanlının
ayakları da yoktu.

Alıntı
Aklımdaki sensin
Fikrimdeki Sen
Sen tekderdimsin
Gülüm Benim

    sevdaligul

  • Administrator
  • *

  • İleti: 13121
  • Nerden: Konya
  • Rep: +6511/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • GüLe SeVDaLı Bir GeNç
    • MSN Messenger - sevdaligul@gmail.com
    • Profili Görüntüle GüLe SeVDaLı BiR GeNçLiK
  • Çevrimdışı
Elimden Tutar Mısın?
« Yanıtla #1 : 03 Ağustos 2008, 18:32:46 »
Annenin yokluğu
Hayallerinin farkına bile varamayacak yaştaydı Ali. Bir yolculuğun son
durağında, şoförün uyumasıyla gerçeğin soğuk yüzüyle karşı karşıya gelmişti.

Artık Ali'nin elleri ve ayakları olmayacaktı. Elleriyle çiçeklere
dokunamayacak, çayırların o tatlı yeşilliğinde doyasıya koşamayacaktı. Bütün
bunlara dayanabilirdi. Evet, dayanabilirdi; ama ya annesi?

O da elinden uçmuştu. Nazını çekecekti belki. Onun yanında teselli
öpücükleri konduracaktı yaşaran gözlerine. Ama onu da kazadan kalan demir
yığınları arasında bırakmıştı. Yıllar geçse de içinde duyduğu sevgi açlığı
bir türlü bitmeyecek ve yalnızlığın o çıldırtıcı gecelerinde annesi
hayallerini asla terk etmeyecekti.

Ortada kalmanın dayanılmaz acısıyla ikinci yüzleşme
Dört yıl sonra hayatın mânâsına dair bazı gerçekleri yeni yeni anlamaya
başlamıştı Ali. Babasının ekonomik sıkıntısına, kendinin bakımı da eklenince
hayat iyice çekilmez olmuştu. Duygusallığı bütün kırılganlığıyla yaşıyordu.
O gün babası eve, bir kadınla gelmişti. "Cici annen" deyip, oldukça
şaşırtmıştı onu. Sadece onu mu? "Cici anne"ye de Ali ile alâkalı hiçbir
bilgi verilmemişti.
Günler geçtikçe cici anneden sık duymaya başladığı "Allah belânızı versin!"
sözü ve yediği dayaklar Ali'nin yüreğine dokunacaktı.
Olmuyordu işte. Olmuyordu.

Balkonda kendine hazırlanan yeni yer de onu iyice bunaltmış ve incitmişti.
Sessizliğini Bütün Sesleri İşiten'e anlatmaktan başka da bir çaresi yoktu.
Zaman geçmek bilmiyordu sanki. Her gün tartışma, kavga…
Sebebi belliydi: Ali.

Ne yapacak bir şeyi, ne de gidecek bir yeri vardı. Babasıyla ara sıra göz
göze gelse de, bunlar kelimelere hiç dökülmüyordu.
Yıllar yıllara eklendi böylece. Ali'nin yaşı on dört olmuştu.
"Evlât, seninle biraz konuşmak istiyorum!" dedi bir gün babası. Onu ilk defa
muhatap almıştı; ilk defa dinleyecekti. Belki de ilk defa yüreğinin acısını
gözyaşlarıyla karıştırıp anlatacaktı.

"Oğlum, artık sana bakamıyorum. Bunu biliyorsun. Ve bu beni kahrediyor.
Devletimiz senin gibi çocuklara bakımda bizi yalnız bırakmıyor. Bunun senin
ve benim için daha hayırlı olacağını düşünüyorum. Sana arzu ettiğim gibi
bakamamanın ızdırabını artık taşıyamıyorum. İmkânsızlığımızı görüyorsun.
Seni bakımevine göndereceğim. Ne olur beni anla oğlum!"

Hiçbir şey söylemedi Ali. Daha doğrusu söyleyemedi. Sadece yaralanmış
yüreğiyle, "Tamam" diyebildi.


Alıntı
Aklımdaki sensin
Fikrimdeki Sen
Sen tekderdimsin
Gülüm Benim

    sevdaligul

  • Administrator
  • *

  • İleti: 13121
  • Nerden: Konya
  • Rep: +6511/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • GüLe SeVDaLı Bir GeNç
    • MSN Messenger - sevdaligul@gmail.com
    • Profili Görüntüle GüLe SeVDaLı BiR GeNçLiK
  • Çevrimdışı
Elimden Tutar Mısın?
« Yanıtla #2 : 03 Ağustos 2008, 18:34:28 »
İlk yolculuk
Babasını çok severdi Ali. Hayattaki tek dayanağı oydu. Cici annesi geldikten
sonra babasına hiç yakın olamamıştı. "Baba" deyip kucaklaşamamıştı onunla.
Birlikte zaman geçirememişlerdi. Bu ayrılık onu bir daha görememek mânâsına
geliyordu.
Ve ayrılık vakti…

Karadeniz'in o en uzak ilçesinde kendine yer bulunmuştu. Babası onu bu uzun
yolculukta bir muavinin huysuzluğuna emanet edecekti.
"Ben elsiz ayaksız bu çocuğu yolda nasıl idare edeceğim?" diye itiraz etse
de, aldığı paranın cazibesiyle sesini birden kesmişti muavin.
Ve yola koyuldular…

İhtiyacın ve acizliğin en uç tarafından yol alıyorlardı. Mesafeleri aştıkça
sanki yola yol ekleniyordu.

Yüreği de içi de yanıyordu susuzluktan. İçse ihtiyaç hâsıl olacak ve
muavinin gözlerine bakacaktı. Bu da çok zoruna gidiyordu. Yemeden, içmeden
yaptığı yolculuğu bittiğinde takati de kalmamıştı artık. Şoförün muavinle
göz göze gelip "İndir şunu!" demesi ise, onu iyice bitirmişti.

Şu koca gök kubbe altında yaşayacak bir yer bulabilecek miydi acaba?
Sığınacak ve nazlanacak bir yer.

"Arkadaşım seni kim alacak?" dedi muavin hiddetlenerek.
Cebindeki telefonu almasını ve son aranan yeri aramasını söyledi ona.
Muavin: "Tamam… Biraz sonra alacaklar seni!" dedi ve yanından uzaklaştı.
Tekerlekli sandalyenin kolunu bile çevirmekten aciz bir yalnızlıkla
beklemeye başladı Ali. Aklından o kadar çok şey geçiyordu ki! O kadar çok
şeye isyan etmek geliyordu ki içinden! Ama anne karnındaki bir bebeği,
toprağın altındaki canlıları unutmayan Allah, hiç kendisini unutur muydu?
Yine O'na sığınıyor ve ömrünün geri kalan kısmını iradesiyle karşılamak
istiyordu.

Hayata tutunmaya dair bir ümit
Bu ilçeye geldiğinde içinde bir coşku olmuştu sanki. Bir ümit ve bir
kıpırdanış. Mânâ veremediği bir yürek hoplaması belki de.
O genç…

Kendine 'el' ve 'ayak' olacak o genç... Bakımını üstlenecek o genç. Fikret.
Yüzünde bir nur vardı. Yüreği yansımıştı o temiz yüzüne.

Gönlünü gönlüne katarak "Hoş geldin!" dedi. Öyle içten öyle samimi söyledi
ki!
Günün büyük bölümünü Fikret'le birlikte geçirecekti Ali. Dert ortağı, can
yoldaşı olacaktı kendisine. Daha da önemlisi, unuttuğu Bir'ini
hatırlatacaktı ona.

Hastalığını anlamışçasına o güne kadar çok az bildiği Bir'inden bahsetti
Ali'ye. O'nun varlığından sahneler sundu. Kapattığı kapılar bir bir
açılıyordu sanki. Sorular sordukça cevaplar alıyor ve kalbi yerinden çıkacak
gibi oluyordu.

Yaşadıklarını, hâlini bir bohçaya sarmış ve haykırmıştı:
"Yalnız olmadığımı anladım." O'nun gücünü hissetmişti güçsüz bedeninde.
Kendini O'na teslim etti. Gerçek hürriyetin O'na teslimiyette olduğunu
anladı.
Anladı ve bırakmadı.

"Ben ne yapabilirim?" ve "Ben de yapabilirim!" diye düşünmeye başladı.
Başladı ve alnını ilk defa O'nun huzurunda secdeye koydu. Paylaşacak mutlaka
bir şeyleri olmalıydı. Mutluluğun ve huzurun kaynağının burada olduğunu
anladı. Geç kalmamalıydı.

Yüreği uzun zamandan beri ilk defa hopluyordu. İlk defa heyecanlanıyordu.
İlk defa "Biraz sonra ne olacak acaba?" diye meraklanıyordu. Bu müthiş bir
duyguydu. Hiç yaşamadığı bir şeydi bu.

Ümitle sarıldı buraya. Sonra kendi gibi arkadaşlarla tanıştı. Dertlerini ve
hikâyelerini dinledi. Kendinden zor durumda olanları gördü. Sadece
gözleriyle yaşayanı, konuşamayanları ve düşünemeyenleri gördü. Hâline
şükretti.
O günden sonra, geceleri ümitle uzanıyordu yatağına. Yarından sürprizler
bekleyerek dünyanın en tatlı uykusuna daldı.

İçinde mânâ veremediği heyecan öylesine ilerliyordu ki, engel olamıyordu
ona.
Geçen günler öyle kapılar açıyordu ki, Ali sanki hayata yeniden başlamıştı.
Yeniden karar vermişti. Ve ulaşmak istediği yerlere oradan başlayarak
gidecekti.
Arkadaşlarının yanına gidiyor ve onlarla sürekli dertleşiyordu. Hattâ
yemeklerini yapan Seher Teyze bir ara yanına gelip, "Ali evlâdım, bu
enerjiyi nereden buluyorsun?" diye merakını izhar etmişti.

"Seher Teyze, ben gözlerimin görmesine, rahatlıkla yiyebilmeme şükrediyorum.
Şükredecek bir şey bulmak tutunacak bir şey bulmaktır, hayattan kopmamaktır.
Sığınacak bir yeri olmaktır." demiş ve şaşırtmıştı onu.

Günlerini arkadaşlarını hayata bağlamaya çalışmakla geçiriyordu.
Tükenmişliği önlerinden çekip onlara heyecan dolu bir dünyanın varlığını
göstermeye çalışıyordu. Hele bir keresinde yemekhanede konuşması yok muydu?
Ne kadar da tesir etmişti dinleyenlere:

"Arkadaşlar, buraya gelmeden önce hayatın benim için artık bir mânâsı yoktu.
Bir gâye olmayınca, bir mânâ da olmuyor zâten. Gerçek sakatlık ne gözün kör
olması, ne elin tutmaması, ne de ayakların olmamasıdır. Gerçek sakatlık
insanın hayallerinin ve vereceklerinin bitmesidir. Size bir sır daha vereyim
mi? Dünyanın en mutlu insanı, evet en mutlu insanı kimdir biliyor musunuz?
Başkasını mutlu edendir. Başkası için yaşayandır. Başkasını kendine tercih
edendir. Elindekini paylaşandır. Elmanın iyisini arkadaşına verendir.
Paylaşandır."

Bu konuşmadan sonra yemekhanede coşkulu bir alkış koptu. Bakımevinin
müdüründen öğretmenlerine kadar herkesin gözleri ışıl ışıldı.

Günler artık mânâ dolu geçiyordu.
Resim ve el işi öğretmenleri uzun süredir iş yapamamaktan şikâyetçiydi.
Ümitleri tükenmiş; düşkünlere teselli verecek cümleleri de bitmişti sanki.
Onlar da bir çıkış yolu arıyor, bir şeyler yapmak istiyorlardı.

Ali ilâç gibi gelmişti onlara. Kendi aralarından birinin bu heyecanı, onlara
da ümit vermişti.

'Engelliler Haftası'na denk gelen resim, elişi ve ahşap sergilerinden sonra,
ilçe halkına bir sürprizleri vardı. İlçenin protokolünden halkına kadar
salonu dolduran insanlara bir konuşma yapacaktı Ali. Günlerdir hazırlandığı
konuşma için çok heyecanlanıyordu. Sunucu kendisini anons ettiğinde
heyecandan kalbi duracak gibiydi. Aynı ilçede yaşadığı insanlara duygularını
ifade edebilecekti. Bu onun için müthiş bir şeydi. Büyük bir nezaketle
mikrofona yaklaştı. Dinleyicilere engellilerin problemleriyle ilgili
bilgiler verdi. Arkadaşlarının hayat hikâyelerinden kısa kesitler sundu.
Duygulu anlar yaşandı konuşma boyunca. Ama Ali henüz son cümlelerini
söylememişti. "Son olarak" diye başladıktan sonra katılanlara şu cümlelerle
veda etti:"Efendim, biz yaşamak istiyoruz. Bizlere acıyarak bakmanızı
istemiyoruz. Yardım istediğimizde para vermeyin ne olur! Elimizden tutun,
karşıdan karşıya geçirin! Bizler bir işe yaramak istiyoruz. Bir şey
kaldırılırken, onu tutanlardan biri olmak istiyoruz. Ne olur bunu bize çok
görmeyin. Engelimiz bedenimizdedir; zihnimiz ve kalbimiz o kadar açık ki..."

Bir adım atmanın ötesinde, bir adım attırmanın mânevî zevkini duymak
Ali artık birlikte kaldığı arkadaşlarının can yoldaşı, dert ortağı olmuştu.
Hayata tutunmanın adı olmuştu onlar için. Kısa filmlerden, gazetelere yazı
yazmaya, oradan dergi çıkarmaya ve hayat hikâyelerini kitaplaştırmaya kadar
birçok projeye birlikte imza atmışlardı.

Ve "Zaman geçmesin!" dedikleri bir yola girmişlerdi.



Ne kadar da çabuk geçmişti zaman. Hayallere ulaşmak hayal iken, ne kadar da
çok şey yaşamış ve yaşatmıştı. Rabbi'ne gözleri yaşlı, başı önünde
şükrediyordu.
Kendine son uyarıyı yapan Emir Dede'ye edeple dönüp; "Ayaklarım da yok
ellerim de; ama üzülmüyorum amca. İnanın o kadar çok ümidim var ki!" dedi ve
oturduğu yerden Cuma namazının ilk sünneti için tekbir aldı.

Alıntı

Aklımdaki sensin
Fikrimdeki Sen
Sen tekderdimsin
Gülüm Benim


Paylaş delicious Paylaş digg Paylaş facebook Paylaş furl Paylaş linkedin Paylaş myspace Paylaş reddit Paylaş stumble Paylaş technorati Paylaş twitter
 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son İleti
7 Yanıt
1998 Gösterim
Son İleti 10 Mayıs 2007, 13:26:25
Gönderen: BİTANEM
1 Yanıt
1062 Gösterim
Son İleti 06 Haziran 2007, 19:07:10
Gönderen: LiNa
0 Yanıt
1181 Gösterim
Son İleti 03 Ağustos 2007, 21:59:41
Gönderen: sevdaligul
0 Yanıt
690 Gösterim
Son İleti 24 Ekim 2010, 10:52:38
Gönderen: sevdaligul
0 Yanıt
297 Gösterim
Son İleti 10 Ocak 2016, 20:39:27
Gönderen: alpacino0092

web hosting Domain Web
İçerik sağlayacı paylaşım sitelerinden biri olan sevdaligul.com forum sitemizde 5651 Sayılı Kanun’un 8. Maddesine ve T.C.K’nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan sorumludur. sevdaligul.com hakkında yapılacak tüm hukuksal Şikayetler sevdaligul@gmail.com  adresi ile iletişime geçilmesi halinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde sevdaligul.com  yönetimi olarak tarafımızdan gereken işlemler yapılacak ve size dönüş yapacaktır.