GüLe SeVDaLi BiR GeNçLiK

TV KEYFİ VE GÜNCEL OLAYLAR => Haber ve Yaşam Merkezi => Güncel Haberler ve Olaylar => Konuyu başlatan: iğneci - 19 Şubat 2008, 13:43:06

Başlık: PARMAK HESAB DEMOKRASI
Gönderen: iğneci - 19 Şubat 2008, 13:43:06

 
Parmak hesabı demokrasisi                   19 Şubat 2008  


ÖNCEKİ gün Başbakan’ı televizyonda seyrederken farkına vardım.

Biz aslında türbanı değil, "demokrasi anlayışını" tartışıyoruz.

Bir tarafta demokrasiyi basit bir matematiğe, hatta ondan da basit "parmak hesabına" indirgemiş bir anlayış var.

Karşı tarafta ise, demokrasiyi parmakların kararını dengeleyebilecek güçte kurumlarla birlikte ele alan bir anlayış.

Ben ikinci tarafta yer alıyorum.

Başbakan’ın son günlerde yaptığı konuşmalardan ve ona koşulsuz destek veren köşe yazarlarından anladığım kadarıyla en çok kızdıkları şey, oylamanın ertesi gününde Hürriyet’in verdiği "411 el kaosa kalktı" manşeti olmuş.

Nitekim el kaldıranlardan biri, o manşeti kendi terbiyesine uygun bir ifadeyle "salyalı manşet" olarak nitelemiş.

Herhalde ağzındakilerden bir bölümü bulaştığı için öyle görmüştür diye düşündüm.

Demek ki parmak hesabı sadece demokrasiyi değil, terbiyeyi de bozuyor.

Bugün hálá o manşetin arkasında duruyorum.

Geldiğimiz noktayı "normaldir" diye değerlendiren biri varsa çıksın konuşalım.

Eşi yıllardır türban mücadelesi vermiş Cumhurbaşkanı bile en azından "ciddi bir inceleme yapma ihtiyacı" duyduğuna göre, her şey normal diyebilir misiniz?

Kalkan 411 el, üniversitede türban sorununu çözdü mü?

Kaos dediğimiz şey işte budur.

* * *

Başbakan her şeyi "kendimleştiriyor", en küçük eleştiriyi hemen şahsileştiriyor.

Onun her eleştiriyi kendine saldırı olarak algılayıp şahsileştirmesi orada kalsa bir sorun yok.

Ama o şahsi dünyasını, toplumun bir bölümüne mal etmeye çalıştığı, yüzde 47’yi hep tanık kürsüsüne çağırdığı zaman işler çatallaşıyor.

Olayı şahsileştirdiği için de bütün güvenceleri şahsileştiriyor.

"Başı açık kardeşlerimizin güvencesi de benim" deyince herkesin güvenmesini bekliyor.

Niye güvensinler?

Cumhurbaşkanı’nı uzlaşmayla seçeceğiz deyip, yüzde 46.5’i görünce bundan vazgeçmediniz mi?

Türbanı uzlaşmayla çözeceğinizi söyleyip, sonra olup bittiye getirmeye kalkmadınız mı?

Ek 17’nci madde konusunda, bir protokolün altına imza atıp, sonra onu buzdolabına koymadınız mı?

Bütün bunlar daha dün yaşandığına göre, şahsi güvencelerin bir anlamı olamaz.

Zaten demokrasi şahsi değil, kurumsal güvencelerin rejimidir.

* * *

Başbakan önyargılarla konuşuyor.

Önceki gün gazetecilerin önünde, "Bazı medya gruplarının provokasyon hazırlığı içinde olduklarına dair ’istihbarat’ aldıklarını" söylüyor.

Halkı kışkırtmak ciddi bir suçtur. Emniyet, içişleri, silahlı güç, istihbarat iktidarın elinde.

Böyle düşünen, buna yeltenen biri varsa, bileğine kelepçeyi takıp götürürsünüz.

Ama verdiği "provokasyon örneklerine" bir bakın.

Bir sapığın zehirli şırıngayla kızlara saldırması.

Şehir hatları vapurunda ve Akmerkez’de namaz kılanlar.

Hürriyet Gazetesi, bu üç haberin hiçbirini yayınlamadı.

Sadece sapık haberini 2 gün sonra valinin açıklamasıyla verdik.

İnternet sitesi, hızlı habercilik ve rekabetin empoze ettiği bir duyguyla koydu, ama uzun uzun tartışıp gazeteye koymadık.

Başbakan medyada provokasyona bu kadar duyarlı ise, yapması gereken başka bir şey var.

Mesela, uçağa alınan gazetecilerin listesini yeniden gözden geçirip, her gün topluma nifak tohumları saçanları ayıklamak gibi...

* * *

Başbakan kızıyor, çünkü çağdaş demokrasinin en geçerli kuralını o da öğrendi.

"Bu devirde kimse padişah değil."

Ne seçilmiş başbakanlar, ne seçilmiş krallar, ne medya, ne ordu, ne muhalefet, ne de sivil toplum örgütleri.

Bu devirde tek padişah var.

O da, demokrasinin vazgeçilmez kurumlarının karşılıklı dengesi ve kontrolü.

Hepimiz buna alışacağız...  


 
 
Ertuğrul ÖZKÖK