GüLe SeVDaLi BiR GeNçLiK

FORUM DİN => Kur'an-ı Kerim => Hadisler => Konuyu başlatan: sevdaligul - 24 Temmuz 2007, 22:21:06

Başlık: Tevekkül Hakkındaki Hadisler
Gönderen: sevdaligul - 24 Temmuz 2007, 22:21:06

 *  Halid'in oğulları Habbe ve Sev  radıyallahu anhüm anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bir şey tamir etmekte iken yanına girdik. O işte kendisine yardım ettik. "Başlarınız kımıldadığı müddetçe rızık hususunda yeise düşmeyin. Zira insanı annesi kıpkızıl, üzerinde hiçbir şey olmadığı halde doğurur, sonra aziz ve celil olan Allah onu her çeşit rızıkla rızıklandırır" buyurdular."   

*  Amr İbnu'l-As radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Şüphesiz, her derede, âdemoğlunun kalbinden bir parça bulunur (yani kalp her şeye karşı bir ilgi duyar). Öyleyse kimin kalbi bütün parçalara ilgi duyarsa, Allah onun hangi vadide helak olacağına hiç aldırmaz. Kim de Allah'a tevekkül ederse, kalbinin her şeye (ilgi kurarak dağılmasını önlemek için) Allah ona yeter."

* İbn-i Abbâs radiya'llahu anhüma'dan şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Resûlu'llah Salla'llahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: Bana bütün ümmetler arzolunup gösterildi: Bir, iki peygamber yanlarında onar, yirmişer, otuzar, kırkar ümmetleriyle berâber önümden geçmeğe başladılar. Bir peygamber de yanında bir ümmeti bile olmaksızın geçti. En sonu uzaktan büyük bir karaltı gösterildi. Bu (kesîf) karaltı nedir? Bu benim ümmetim midir? Diye sordum. Bu, Mûsâ peygamberle kavmidir? Diye cevab verildi, sonra bana ufka bak! Denildi. Bakınca ufku dolduran sevâd-ı a'zamı gördüm. Sonra bana semâ ufuklarının şurasına ve bu tarafına da bak! Denildi. Bir de ne göreyim! Bir sevâd-ı a'zâm baştanbaşa ufku kaplamıştı. Bana: Bu senin ümmetindir. Bunlar yetmiş bin kişi hesâba çekilmeksizin Cennet'e girecektir, denildi.

          Resûl-i Ekrem (bu hitâbesinden) sonra (odasına) girdi. Ve (hesâba çekilmeden Cennet'e gireceklerin evsâfı hakkında) mecliste bulunanlara bir şey söylemedi, artık meclistekiler dağıldı. (Ve şöyle münâzara ediyorlardı): Biz, Allah'a îmân ve Resûlü'ne itba' eden kimseleriz. Artık biz, Cennet'e hesapsız gideceğiz, yâhut: O bahtiyarlar evlâdlarımızdır, onlar İslâm câ'miası içinde doğmuşlardır. Biz ise câhiliyyet devrinde doğduk, diyorlardı. Bu münâzara Resûlu'llah'a erişmekle hemen hâne-i saâdetten çıkıp: "Cennet'e hesapsız girecek mü'minler efsun etmiyenler, teşe'üm iylemiyenler, şifânın (Allah'dan olduğuna inanıp) keyden olduğuna inanmıyanlar ve her hususta Allah'a tevekkül edenlerdir" buyurdu. Bunun üzerine 'Ukkâşe İbn-i Mihsen: Yâ Resûla'llah, ben onlardan mıyım? Diye sordu. Resûl-i Ekrem: Evet onlardansın! Buyurdu. Sonra başka birisi ayağa kalkarak: Ben onlardan mıyım? Dedi. Resûl-i Ekrem: bu hususta 'Ukkâşe senden öne geçti! Buyurdu.

* Enes İbn-i Mâlik radiya'llâhu anh'den şöyle rivâyet edilmiştir: Hazret-i Enes demiştir ki: (Bir kere) Nebî  salla'llâhu aleyhi ve sellem ile Haddâd bir san'atkâr olan Ebû Seyf (Berâ' İbn-i Evs) in evine gitmiştik. Ebû Seyf'in zevcesi Ümm-i Bürde Peygamber'in mahdûmu Hazret-i) İbrâhîm'in murdıası, süt ninesi idi. Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem İbrâhîm'i (kucağına) aldı. İbrâhîm'i öptü, kokladı. Bundan sonra bir kerre daha Ebû Seyf'in evine gittik. (Bu def'a) İbrâhîm can veriyordu. Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem'in iki gözü yaş dökmeğe başladı. Bunun üzerine (Abdurrahmân) İbn-i Avf:

   - Yâ Resûlullâh! Halk musîbet zamânında sabretmiyebilir, fakat sen de mi? diye taaccüb ve istiğrâb eyledi. Resûlullâh:

   - Ey İbn-i Avf! Bu hal, (babanın çocuğuna karşı beslediği) rikkat ve şefkattir. (Yoksa sabır ve tevekküle münâfî bir nevha değildir) duyurdu. Sonra bu göz yaşını bir diğeri ta'kîb eyledi. Bu def'a da Resûl aleyhi's-selâm:

   - Göz ağlar ve kalb mahzûn olur. Biz, Rabbimiz'in râzı olacağı sözden başka bir kelime ile izhâr-ı hüzn etmeyiz. Ey İbrâhîm! Biz, senin ayrılığınla pek ziyâde mahzûn ve mükedderiz, buyurdu.

* Hz. İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) teheccüt namazı kılmak üzere geceleyin kalkınca şu duayı okurdu: "AIIahım, Rabbimiz! Hamdler sanadır. Sen arz ve semâvatin ve onlarda bulunanIarın kayyumu ve ayakta tutanısın, hamdler yalnızca senin içindir. Sen semâvat ve arzın ve onlarda bulunanların nûrusun, hamdler yalnızca sanadır. Sen haksın, va'din de haktır. Sana kavuşmak haktır, sözün haktır. Cennet haktır, cehennem de haktır. Peygamberler hàktır, Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm) de haktır. Kıyamet de haktır.       AIIahım! Sana teslim oldum, sana inandım, sana tevekkül ettim. Sana yöneldim. Hasmına karşı senin (bürhanın) iIe dâva açtım. Hakkımı aramada senin hakemliğine başvurdum. Önden gönderdiğim ve arkada bıraktığım hatalarımı affet. Gizli işlediğim, aleni yaptığım, benim bilmediğim, senin benden daha iyi bildiğin hatalarımı da affet! İlerleten sen, gerileten de sensin. Senden başka ilah yoktur".

*  Ümmü Seleme (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselam) evinden çıktığı zaman şu duayı okurdu: "Allah'ın adıyla Allah'a  tevekkül ettim. AIIahım! zillete düşmekten, dalâlete düşmekten, zulme uğramaktan, cahillikten, hakkımızda cehalete düşülmüş olmasından sana sığınırız".

*  Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Evinden çıkınca kim: "Allah'ın adıyla, Allah'a tevekkül ettim, güç kuvvet Allah'tandır" derse kendisine: "İşine bak, sana hidâyet verildi, kifâyet edildi ve korundun da" denir, ondan şeytan yüz çevirir". 

*  Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm cüzzamlı bir kimsenin elinden tuttu ve kendisiyle birlikte elini tabağa koydu, sonra da:     "Allah'a güvenerek ve O'na tevekkül ederek ye!" buyurdu."

*  Muğire İbnu Şu'be radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kim vücudunu dağlatır veya rukye yaptırırsa tevekkülü terketmiş olur."

*  İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:     "Uğursuzluk çıkarmak şirktir, uğursuzluk çıkarmak şirktir, uğursuzluk çıkarmak şirktir. (İhtiyarsız kalbine uğursuzluk vehmi gelip içinde bazı şeylere karşı nefret duyan) hâriç bizden kimsede bu yoktur. Lakin Allah onu tevekkülle giderir."

*  Hz. Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:     "Siz Allah'a hakkıyla tevekkül edebilseydiniz, sizleri de, kuşları rızıklandırdığı gibi rızıklandırırdı: Sabahleyin aç çıkar, akşama tok dönerdiniz."

*  Ebu Saîd radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:     "Sûr'un sahibi (İsrafil aleyhisselâm), sûr denen sorusunu ağzına dayamış, yüzünü çevirmiş, kulağını dikmiş, üfleme emrini beklerken ben nasıl tereffühle (dünya nimetlerinden) istifade edebilirim?" buyurmuşlardı. Bu, sanki ashabına çok ağır gelmişti:     "Peki biz ne yapalım -veya ne diyelim- ey Allah'ın Resûlü?" diye sordular. Onlara: "Hasbünallah ve ni'mel-vekil (Allah bize yeter, o ne güzel vekildir!), Allah'a tevekkül ettik. -belki de "tevekkülümüz Allah'adır!" demişti- deyiniz!" diye emir buyurdular."

*  Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam Resûlullah aleyhissalâtu vesselam'a gelerek: "Hayvanımı bağlayarak mı yoksa serbest bırakarak mı Allah'a tevekkül edeyim?" diye sormuştu. Ona: "Bağla ve tevekkül et!" buyurdu."