GüLe SeVDaLi BiR GeNçLiK

FORUM DİN => Din ile İlgili Karışık => Konuyu başlatan: sevdaligul - 10 Haziran 2007, 22:48:09

Başlık: Neslimize Cennet Yollarını Açabiliyor Muyuz?
Gönderen: sevdaligul - 10 Haziran 2007, 22:48:09
(http://www.kaliteliresimler.com/data/media/172/cennet_gibi.jpg)
 Ey İnananlar! Kendinizi ve çoluk çocuğunu-zu cehennem ateşinden koruyun; onun yakıtı, in-sanlar ve taşlardır; görevlileri, Allah'ın kendile-rine verdiği emirlere baş kaldırmayan, kendile-rine buyrulanları yerine getiren pek haşin me-leklerdir.”(66 Tahrim, 6)
“Ey iman edenler, kendinizi, kendi nefislerinizi ve ai-lenizi, çoluk-çocuğunuzu, ehlinizi cehennem ateşinden koruyun. Ki o cehennemin yakıtı insanlar ve taşlardır.” O ateşten hem kendimizi korumak, hem de ehlimizi ko-rumak zorundayız. O ateşten sadece kendimizi koru-mamız yetmiyor. Ehlimiz, hanımlarımız, çocuklarımız, babamız, anamız, bizi dinleyenler, akrabalarımız, eşi-miz, dostumuz, arkadaşlarımız yanlışlık yaptıkları za-man o yanlışlıkları düzeltme adına bir çabanın içine gir-mek zorundayız. Eğer onlar cehennem yolunu tutmuş-larsa onlara engel olmak zorundayız. Ehlimizin dünya geleceğini düşündüğümüzden çok âhiret geleceklerini de düşünmek zorundayız. Onların cennet yollarını aç-mak, cehennem yollarına barikatlar koymak zorunda-yız. Çünkü Allah bize aile yönetimi sorumluluğunu yük-lemiştir. Aile efradımızın bilgi eksikliğini tamamlamak, onları Allah'ın istediği biçimde cennete gidebilecek bil-gilerle bilgilendirmek zorundayız.
Demek ki önce kendi ehlimizden sorumluyuz. Önce kendi ehlimizi ateşten korumalı ve çıkarmalıyız. Peki ehil ne demektir? Kimdir bizim ehlimiz? Bunu bir tanı-yalım. Hani Rasülullah Efendimizin meşhur bir hadi-si vardı: "Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürü-nüzden sorumlusunuz."
Sürümüzü cehennemden koruyup korumadığı-mızdan, cennete götürüp götürmediğimizden sorula-cağımızı hiçbir zaman hatırımızdan çıkarmayalım. Hadis-i şeriften anlıyoruz ki hepimiz çobanız ve güt-tüklerimizden sorumluyuz. Dikkat ederseniz hadiste çok hoş bir münasebet vardır; sürü ve çoban. Çoban-lık ve gütme. Çobanlık söz konusu olunca, bir yönet-me, bir yönlendirme anlıyoruz. Zira her çoban sürü-sünü doyurmak, gütmek ve korumakla sorumludur. Başka bir açıdan bakılırsa çobanlık iradeye yön ver-me mesleğidir. Yani sürü bazı şeyleri istemese de, ya da hep ot yemek istese de çoban yine onların irade-sini değiştirmekle yükümlüdür. Yâni o çobanın ehli olanlar, onun güttükleri her ne kadar dünyaya, dün-yanın muzahrafatına, boş şeylerine yönelmiş olsalar da, meselâ ata, mercedese, fiyata, marka, dolara, al-tına, gümüşe, süse, ziynete meyletseler de o yine sa-bırla, bıkıp usanmadan onları hayra, hakka, Allah'a, kulluğa yönlendirmek zorundadır.
Bir de bu çoban ve sürü teşbihinden şunu anlı-yoruz: Gerçekten çok şerefli bir makam. Çobanlık hürriyettir. Ama kölelikte hürriyet. Yâni çoban sürü-sünün efendisidir, ama Allah'ın da kölesidir. Hani ço-ban sürüsünün efendisi, ama efendisinin hizmetçi-sidir ya, işte bir müslüman da sürüsünün efendisidir, ama sahibinin, Rabbinin de kölesidir. Yâni hem efendi, hem köle. Efendilikte kölelik, kölelikte efen-dilik. Bu ne büyük bir şereftir değil mi? Adam evinin, ehlinin efendisidir, ama Rabbinin kölesidir. Kadın evinin, evdeki çocuklarının efendisidir, ama Rabbi-nin kölesidir. Devlet başkanları, imamlar da böyledir. Onlar da tebaasının efendisidir, ama Rabbinin köle-sidir. İşte yeryüzünde insanların ulaşabilecekleri en büyük izzet ve şeref budur.
Ama burada çok dikkat edeceğimiz bir husus var, onu da söyleyelim inşallah: Hiçbir zaman hatırımızdan çıkarmayalım ve çok iyi bilelim ki bu, İslâm'ın insanlar arasında şu anda geçerli olan görev bölümünü temel prensip edinmediğinin işaretidir. Yâ-ni İslâm şu anda toplumdaki görev bölümünü tasvip etmiyor. Meselâ Kur'an ve sünnet okunacak ben, âyet anlatılacak ben, hadis duyurulacak ben, ötekisi ise işine gücüne devam edecek. Dini tanıma ve anlat-mayı ben yapacağım, öteki müslüman da bu işlerle uğraşmayacak ve para kazanmaya devam edecek. Müslümanlardan birisi ilmiyle hizmet edecek, birileri de bedeniyle, ya da malıyla hizmet edecek. Efendim ben ne yapayım, ben inşaatçıyım, hasbelkader bu mesleği seçmişim, ben de işte böyle hizmet ediyorum. Veya ben doktorum, ben öğretmenim, ben maran-gozum, ben kunduracıyım ve böyle hizmet edeceğim. Hayır, hayır herkes çobandır, herkes çoban olmaya ve sürüsünü gütmeye, eğitmeye, doyurmaya ve koru-maya müsait yaratılmıştır. Bundan kaçmaya çalış-mak, sürüsünün güdülmesini, doyurulmasını, eğitil-mesini ve korunmasını başkalarının üzerine yıkmaya kimsenin hakkı yoktur. Herkes yapacak bunu. Herkes sorumludur. Sürüsünün rızkını temin etmek nasıl her-kesin göreviyse, onları müslümanca eğitmek de onun görevidir. Herkes bildiğinin âlimi, bilmediğinin de tâ-libi olmalıdır.
Bir de anlıyoruz ki herkesin çobanlığı, sürüsü, so-rumluluk alanı farklıdır. Çünkü herkese, her çobana ayrı sürü vermiştir Rabbimiz. Herkes kendi sürüsün-den sorumludur. Onun içindir ki herkes kendi sürü-sünü çok iyi bilmelidir. Yâni herkes ehlini iyi tanıma-lıdır. Tanımalı ki, insanlar kendi sürülerini, kendi eh-lini bırakıp başkalarının sürülerinin sorumluluğuyla kendilerini heder etmemelidirler. Meselâ bir adam kendi ehlinin, kendi sürüsünün eğitimini bir kenara bırakarak başkalarının ehlini eğitmeye giderse bilelim ki kendi sorumluluk alanından kaçmış demektir. Bir kadın evindeki çocuklarının eğitimini bırakarak baş-kalarının çocuklarının eğitimine gidiyorsa, sorum-luluğundan kaçmış demektir. Bu kişinin durumu tıpkı şuna benzer: Bir kişi ekmek fabrikası kurmuş, ürettiği ekmekle binlerce insanın evine ekmek götürüyor, ama ürettiği ekmekten kendi ağzına götürmüyor ya da evindekilere götürmeyerek onları aç bırakıyor. İşte böyle yapan kadın ve erkekler tıpkı bu adamın duru-muna düşmüş demektir. Ama elbette kendi sürü-müzü doyurup eğittiğimiz gibi, başkalarının sürüleri de aç kalmışsa, çobansız kalmışsa, bakanı yoksa, eği-teni yoksa o zaman ulaşabildiğimiz kadar onlara da gideceğiz, onlardan da sorumlu olduğumuzu unut-mayacağız.
Demek ki ilk önce ehlimizi ateşten koruyacağız, cehenneme gitmekten koruyacağız. Onları Allah'ın istediği gibi, Allah'ın istediği yerde, Kur'an ve sünnet-te doyuracak ve cennete götürmeye gayret edeceğiz.
O ateşin, o cehennemin üzerinde çok güçlü, kuv-vetli melekler vardır ki, onlar Allah'ın emirlerine asla isyan etmezler. Onlar, Allah kendilerine ne emret-mişse onu mutlak yerine getirirler. Allah'ın emirlerini asla savsaklamayan, tehir etmeyen, askıya almayan, ağır davranmayan, ihmal etmeyen görevli melek-lerdir. Sürekli Rabblerine kulluk havasında olan me-leklerdir. Sadece Rabblerinin suçlu dediklerine azap eden ve kimseye azabı konusunda merhamet etme-yen meleklerdir onlar.
İşte böyle hiç kimsenin kaçıp kurtulması mümkün olmayan, kimsenin dayanıp sabretmesi mümkün ol-mayan bir ateşe, böyle bir cehenneme karşı aman ha kendinizi ve ehlinizi koruyun, diyor Rabbimiz. Ke-sinlikle bilelim ki bizi dinleyecek konumda olan eh-limizi, o ateşe karşı korumadıkça, kendimizi de koru-ma imkânımız olmayacaktır. Ehlini o ateşten koruma derdi olmayan kimseler asla o ateşten kendilerini kurtaramayacaklardır. Unutmayalım ki ehlimizin so-rumluluğu bizim sorumluluğumuzdur. Kendisini kur-taramayan bir kimse ehlini de kurtaramaz, ehlini kur-taramayan da kendisini kurtaramaz. Hani “Kendisi muhtaç bir dede, nerede kaldı başkasına himmet ede.” diye bir söz vardır ya! Yani bir adamın kendisi-ni ve ehlini o ateşten kurtarma derdi, sadece ehline bu dünyada bir şeyler sağlama, onları bu dünyada mutlu etme endişesinin dışında başka bir endişesi yoksa, böyle bir insanın ne kendisini, ne de onları kurtarma imkânı olmayacaktır.
Öyleyse bu, baba olarak, erkek olarak, aile reisi olarak anne olarak bizim en büyük derdimiz olmalı-dır. Eğer bizler Rabbimizin bize yüklediği bu görevi-mizi yapmazsak, kendimizi ve ehlimizi cehennem-den kurtarma sorumluluğumuzu yerine getirmezsek, kesinlikle bilelim ki Allah'ın melekleri görevlerini yeri-ne getireceklerdir

Ali Küçük

alinti