GüLe SeVDaLi BiR GeNçLiK

FORUM DİN => Din ile İlgili Karışık => İz Bırakanlar => Konuyu başlatan: çoban - 06 Mayıs 2007, 10:47:49

Başlık: HANIM SAHABİLER(RASÛLÜLLAH'IN KIZI FÂT1MA (R. ANHÂ)
Gönderen: çoban - 06 Mayıs 2007, 10:47:49
RASÛLÜLLAH'IN KIZI FÂT1MA (R. ANHÂ)
 

Hz. Ali  (r.a), talebelerinden birine Hz. Fâtıma'yı şöyle tarif ediyordu :

«O, el değirmenini kendi eli ile çevirirdi, bu yüz­den de elinde izler kalmıştı. Su testisini kendisi dol­durur getirirdi, testinin ipi omuzlarında iz yapmıştı. Evin her tarafını o süpürür, temizlerdi, bundan dolayı da elbiseleri kirlenirdi...»

Rasûlüllah'ın (S.A.V) kızlarının en küçüğü ve en çqk sevdiği kı­zıydı. Rasûiüllah'ın kızlarının dördüncüsüdür. Peygamberlik gelmeden beş yıl önce Kâ'be'nin yenilenmesi sırasında doğmuştur.

Zeyneb, teyzezadesi Ebûl-Âs b. Rebî ile, ardından Rukayye ve Üm-mü Gülsüm Ebû Leheb'in iki oğluyla evlendiler. Kızkardeşlerinin bir­biri ardına ondan ayrılmaları Fatıma'ya ağır geldi. Çocukluğu sebebiy­le, kız ile anne babasının, kızkardeşle kızkardeşin aralarını ayıran bu evlilik denen şeyin hikmetini bir türlü aniıyamıyordu. Bunu günlerce ve gecelerce düşündü durdu. Bu düşünce daha olgunlaşmamış şuu­runda ve kalbinde derin izler bıraktı. O günlerde, ailenin içinde bulun­duğu şartlar bu izi güçlendirecek durumdaydı. Baba, kendisini insan­ların dünyasından çekip alan ve ibadetle geçirdiği uzletinin tefekkür dolu ortamında Rabbine adamıştı kendini. Anne sevgili zevciyle meş­guldü. O yanında bulunduğunda ilgi ve şefkatiyle onu kuşatıyor ken­dinden  uzakta .olduğu zaman  ise kalbini  onun  izinden gönderiyordu.

Evin üç büyük kızı, evin meşgalelerine dalmışlardı. Fatıma ise boş düşünceleriyle başbaşa kalmış, zamanla bu düşünceler vicdanında iz­ler bırakmıştı.

Allah Ta'âla babasını uyarıcı ve müjdeleyici olarak gönderdiğinde Fâttma kız arkadaşlarıyla çocukluk oyunları oynamayı bırakmış babası­na yakın bir yere geçmişti. Yaşının küçüklüğü ona, evden çıkıp babasını takip etme, müşriklerin ve Kureys serserilerinin düzenledikleri entri-ka ve işkencelerden babasını koruma imkânını sağlıyordu.

Bir gün yine babasını takibediyordu. Rasûlüllah (S.A.V) Kâbeye doğru yürüdü. Hacer'ûl-Esvedi selâmladı. Müşrikler onu görür görmez yekvücut olarak hemen etrafını sardılar. Hep bir ağızdan:

«Şunu şunu söyleyen sen değil misin?» diye onun atalarına söv­düğünü, ilâhlarını ayıpladığını, düşüncelerini küçük düşürdüğünü teke teker saydılar. Rasûlüllah (S.A.V): .

«Evet, bunları söyleyen benim» buyurdu.

Fatıma (R. anha) nefesini tutmuştu. Müşriklerden birisinin baba­sının elbisesinin yakasından yakalayıp sıktığını gördü. Titreyerek ol­duğu yerde kalakaldı. Bu esnada Ebû Bekir yerinden kalkıp Rasûlüllah (S.A.V)'i müdafaa etti ve ona yapılan hareketi kınayarak :

«Rabbim Allah'tır, dediği için bir adamı öldürecek misiniz?» dedi.

O bunu der demez müşrikler ona döndüler, gözlerinden öfke kıvıl­cımları saçarak sakalından çektiler, sürükleyerek başını ezdiler.

Rasûlüllah (S.A,V) Beyti Haram'dan ayrıldı. Kızı hemen peşinde olarak yolda yürürken karşılaştığı bütün köle ve hür kimseler onu ya­lanlıyor ve eziyet ediyordu. Evine varıncaya kadar böyle devam etti. Evine varınca, karşılaştığı eziyet ve hakaretlerin tesiriyle titreyerek kendisini yatağına bıraktı.

Bir defasında da babasının hemen yakınında durmuş, küçük kal­biyle qnu gözlerden korumak arzusunda... Çünkü babası Kabe Hare­minde secde halinde... Kureyş müşrikleri etrafına toplandılar, Ukbe b. Ebî Muayt kesilmiş bir devenin işkembesini getirerek sırtına koydu. Rasûlüllah (S.A.V) kızı Fattma gelip sırtından işkembeyi alarak bunu yapanların suratına fırlatıncaya kadar başını kaldıramadı. Sonra başını kaldırıp:

«Allahım, Kureyşten bir gurubu sana havale ediyorum! Allahım,

Ebû Cehil b. Hişamı, Utbe b. Rebiayı, Şeybe b. Rebiayı, Ukbe b. Ebî Muaytı, Übeyy b. Halefi sana havale ediyorum.» diye beddua etti.

Müşrikler onun bedduasından dehşete düştüler. Gözlerinikapadı-lar. Rasûlüllah (S.A.V) de namazını bitirdi ve kızı Fatima peşinde ola­cak evinin yolunu tuttu.

Aradan çok bir zaman geçmeden Fatima, babasının ve kendisinin beddua ettiği bu kişilerin Bedir kuyusu yanında öidürülmüş olduklarını gördü.

Fâtrma, kendisi anlatmaktadır:

—  Kureyş müşrikleri Hıcr'da toplanıp   şöyie dediler. IVluhammed geldiğinde her birimiz ona bir tane vuralım. Babamın yanına gittim. Bu­nu ona söyledim. (Ona şöylededim: Kureyş'ten bir topluluğu; Hıcr'da toplanıp, Lât, Uzza, Menat, Usaf ve Naile'ye yemin etmiş bir halde bı­raktım. Seni görünce kalkıp yanına gelecekler, kılıçlarıyla sana vura­caklar ve seni öldürecekler]. RasûlüIIah (S.A.V) şu cevabı verdi: Kı­zım! Sakin ol (ağlama).

Daha sonra Peygamber (S.A.V) abdest alıp mescide onların yanı­na gitti. Onlar başlarını kaldırdılar, daha sqnra eğdiler. Rasûlüllah (SAV) bir avuç toprak alıp onlara attı ve :

—  Yüzleri çirkin olsun, dedi. O toprağın isabet ettiği kimselerin hepsi Bedİr'de öldürülmüştür.

Abdullah İbn Mes'ûd anlatır:

— Namaz kılarken Kâ'be'de Rasûlüllah'Ia birlikteydik. Bir deve ke­silmiş işkembesi kalmıştı. Ebu Cehl İbn Hişam şöyle dedi. Şu pisliği, secdedeyken^ Muhammed'in  omuzlarının  arasına koyacak birisi  yok mu? Onların en azgını olan Ukbe İbn Ebî Muayt kalkıp o pis işkembeyi getirdi ve secde ettiği sırada Rasûlüllah'ın üzerine attı.. Müşrikler o kadar güldüler ki birbirlerinin üzerine yıkıldılar.. Biz onu üzerinden alıp atmaya cesaret edemedik. Ben kendi kendime şöyle dedim. Ah benim gücüm kuvvetim olsaydı Rasûlüllah'ın sırtından alıp atardım. Nihayet birisi gidip haber verdikten sonra Fâtıma geldi. Rasûlüllah hâla secde^ deydi. Fâtıma o işkembeyi alıp attı ve onlara beddua etti.

Allah Ta'âlâ «En yakın akrabalarını uyar» âyetini indirdiğinde Ra­sûlüllah Safa'ya çıkıp şöyle haykırdı:

—  Ey Kureyş topluluğu! Size önemli bir haberim var, toplanın!

Etrafına birçok kişi tqplandıktan sonra Peygamber (S.A.V) şöyle

dedi:

—  Ey Fihr oğulları! Kâ'b oğulları! Şu dağın eteğindeki bir süvari birliğinin size saldırmak istediğini söylesem bana inanır mısınız?

Onlar :

— Evet inanırız, sen bizce, daha önce herhangi bir suç ve kötülük­le itham edilmiş birisi değilsin, şimdiye kadar senin yalan söylediğini de görmedik, dediler.

Rasûlüllah (SAV) :

—Ey Kureyş topluluğu! Kendinizi ateşten kurtarınız. Ey Abdul-muttalib oğullan! Kendinizi ateşten kurtarınız. Ey Haşim oğullan! Ken­dinizi ateşten kurtarınız. Ey Muhammed'in kızı Fâtıma! Kendini ateşten kurtar! Ey Abdumuttalib'in kızı Safiyye! Kendini ateşten kurtar! Valla­hi, o ateşi ıslatmaktan başka, Allah'ın yanında yapabileceğim hiçbir şey yok.

Fâtıma ve annesi Hz. Hadîce Ebu Taiib Şîbine (mahallesine) gir­diler. Müşriklerin Şi'bi kuşatmaları üç yıl sürdü. Sonunda müslüman-lar oradan kurtuldular.. Allah sıkıntılarını giderip Haşim oğulları Şi'b'-den çıkınca yeğenini himaye edip ona yardımda bulunan Ebu Talib öl­dü. Ebu TaÜb'in arkasından belâlar karşısında RasûlüIIah'ın yanından ayrılmayan samimî veziri de öldü. Peygamber (S.A.V) onu kaybetmek­le gözetimi özeni, şefkati, korunmayı ve desteği kaybetmişti. Evinden çıkınca, Kureyşli bir serseriyle karşılaştı. Üstüne başına toprak saçıl­dı. Rasûlüllah üstü başı toprak içinde tekrar evine girdi. Kızı Fâtıma bir bardak suyla babasının yanına geldi. Ağlayarak onun elini yüzünü yıkadı. Peygamber (S.A.V) de şöyle diyordu:

— Kızım! Ağlama. Allah babanı korur.

Rasûüllah (S.A.V] Medîne'ye hicret edip mescidini ve odalarını in­şa edince, Rasûlüliah (S.A.V) Zeyd İbn Hârîse'yle azatlı kölesi Ebu Ra-fi'i Mekke'ye gönderdi. Onlara iki deve vermişti. Onlar Rasûlûllah'ın (S.A.V) ailesini getirdiler (Rasülüllah'm kızı Fâtıma'yla hanımı Sevde Bint Zem'a'yı]. Zeyd hanımı Ummu Eymen, oğlu Usame'yi getirdi. Ab­dullah İbn Ebî Bekr de Ebu Bekr'in ailesini (Ebu Bekr'in hanımı Ummu Rûman, Rasûlüllah'ın hanımı Aîşe ve ez-Zubeyr İbnu'l-Avvam'ın Esma Bint Ebî Bekr'i] getirdi. Hep birlikte Mekke'den hareket ettiler. Yolda hicret etmek isteyen Taîha İbn Ubeydullah'a rastladılar. Böylece top­lu olarak yürüdüler.

Yolculukları olays'ız geçmedi. Şehirlerin anasına veda edip kafi­leleri kuzeye yönelir yönelmez, Kureyş müşriklerinin uğursuzları peş­lerine düştüler. Mekke'de iken Rasûlüllah (S.A.V)'e eziyet edenlerden Huveyris b. Nakiz onlara yetişti. Develerini ürküterek ikisinin de yere düşmelerine sebep oldu,

Fatıma o günlerde çok zayıflamıştı. Vücûdu daha tahammül gücü kazanmadan karşılaştığı dehşetli olaylar kendisini iyice zayıflatmıştı. Maneviyatı ço güçlü olsa da kuşatma onu maddî varlığında yıpratıcı etkisini göstermişti. Kureyşli Huveyris devesini ürkütüp, deve de on­ları çölün sert toprağına atması sebebiyle Medine'ye kadar yolculuk çok yorucu geçti, Medine'de herkes Huveyrise lanet okudu, beddua etti.

Aradan seneler geçecek Rasûlüllah (S.A.V) bu kötülüğü unutmaya­caktır. Hicretin sekizinci yılında, büyük fetih gününde Huveyris hatır­lanacak, Rasûlüllah (S.A.V)'in Kabe'nin örtüsü altında dahi bulunsalar öldürülmeleri için emir verdiği kişiler içine dahil edilecektir.

Ali b. Ebî Talib bu kişiler içinden Huveyrisi öldürmeye en fazla hak sahibi olandı. O da öyle yaptı zaten...

Peygamber (S.A.V) gurbet yalnızlığını gidermek ve birbirlerine destek olmaları için muhacirlerle Ensar'ı birbiriyle kardeş yaptı. Fâtı-ma onsekiz yaşındayken Aîşe Rasûlüllah'ın (S.A.V) evine geldi..

Aradan çok geçmeden Ali'yi kardeşi Rasûlüllah (S.A.V)'e damat, Rasûlüllah (S.A.V)'in en sevgili kızına zevç olarak görüyoruz.

Hz. Fatıma o günlerde on sekiz yaşlarındaydi. Halâ izdivaç hak­kında müsbet fikirleri yoktu. Çünkü öncelerden, sevgili kız kardeşi Zey-nebi babasının evinden alıp Ebül-Âs b. Reb'îin evine gelin götürdük­leri gündenberi bu düşünce kafasında iz bırakmıştı. Zeynebin gelin git­tiği günlerde Fatıma dört yaşFarındaydı.

Yıllar geçti, çocuk gelişti, büyüdü. Zamanla izdivacın hikmetini id­rak etmeye başladı. Fıtratı onu, Hz. Havva'dan Hz. Hatice'ye, Zeyneb'e,

Rukayye'ye, Ümmü Gülsüme kadar geçen bütün kadınların maruz kal­dıkları bu norma! durumu müsbet karşılamaya hazırladı.

Bunların yanında, yeni evlerinde amcazadesi Ali b. Ebi Talibin ya­kın varlığını hissediyor, içinde açıklamak istemediği bir şeyler gizle­yerek, dilinde dudaklarına değmemesine dikkat ettiği bazı kelimeleri tutarak babasının etrafında döndüğünü görüyordu. Amcazadenin gizlemeye çalıştığı sırrı Fatıma anlamıyor değildi. Evlilik yaşına geldiği an­dan itibaren yaratılışı gereği ve kalbinin ilhamıyla Ali'nin kendisine bağlandığını, diğer müslüman kızlarıyla İlgilenmediğini hissediyordu..

Yine Fatıma iç aleminde Ali'den kendisine daha yakın birini, gö­zünde daha aziz bir başkasını görmüyordu. O aziz bir kardeş, yakın bir amcazade olmaktan öte Kureyş gençleri arasında cesaret, zekâ ve kararlılık bakımından onun üstüne gelir birisi yoktu. Müslüman gençler arasında İslama ilk giren o olduğu gibi Rasûlüllah (S.A.V'e en yakın olan da oydu.

Ebu Bekr, Rasûlüilah'm kızı Fâtıma'ya dünür oldu. Rasûlüllah ş le dedi :

—  Ebu Bekri Onun hakkında Allah'ın emrini bekle..

Ebu Bekr bunu Ömer İbnu'l-Hattab'a söyledi, Ömer de ona :

—  Sana red cevabı vermiş, dedi.

Daha sonra Ebu Bekr Ömer İbnu'i-Hattab'a :

—  Fâtıma'yı Rasûlüllah'tan iste, dedi.

Fâtırna'ya Ömer de dünür oldu. Rasûlüliah (S.A.V) ona da :

—  Ömer! Onun hakkında Allah'ın emrini bekle, dedi. Ömer Îbnu'l-Hattab Ebu Bekr'e gelip durumu bildirdi. O :

—  Sana da red cevabı vermiş, Ömer! dedi. Ali İbn Ebî Talîb'in ailesi Ali'ye :

—  Fâtıma'yı Rasûlüliah'tan iste, dediler. Ali şöyle dedi :

—  Ebu Bekr ve Ömer'den sonra mı?

Ona, babasına olan yakınlığını, kendisinin onun (Resûlüliah'ın) ya­nındaki yerini, babası Ebu Talib'le annesi Fâtima Bint Esed'in Rasûiül-lah'm ebeveyninin yanındaki yerini hatırlattılar...

Ensar'dan bazıları Ali'ye:

—  Fatima'nın yeri, senin yanındadır, dediler.

Ali İbn Ebî Talib Rasûiüllah'a geldi, Rasûlüliah (S.A.V) ona:

—  Hangi ihtiyaç için geldin? Ebu Talib'in oğlu! dedi.

Ali :

—  Allah Rasûjü'nün kızı Fatıma'yı söylemeye geldim djye cevap verdi.

Rasûlüllah (S.A.V) :

—  Hoşgeldin, safalar getirdin, dedi.

Buna başka birşey ilave etmedi. Ali, onu beklemekte olan Ensariı arkadaşlarının yanına döndü. Onlar:

—  Ne var ne yol*? dediler. Aİi İbn Ebî Talib :

—  Bilmiyorum, o sadece: Hoşgeldin, safalar getirdin, dedi diye cevap verdi.

Onlar:

—Rasülüllah'm bu iki kelimeden bîrini bile söylemesi, sana olum­lu cevap olarak yeter, dediler.

Ali, tekrar Rasûlüllah'a gitti. Rasûlüllah ona :

—  O senindir Ali! Ben Deccal değilim, (Yani ben yalancı değilim. Bunun anlamı şuydu. Ebu Bekr ve Ömer onu istemeden önce onu Ali'ye sözverrnişti). 

Rasûlüllah (S.A.V) Fatıma'ya :

—  Ali seni söylüyor, dedi. Fatıma sukut etti.

Peygamberimiz, Hz. Ali'ye sordu: «Fatma'ya mihir olarak verebi­leceğin nen var?.»

Hz. AH: «Yanımda, ona mihir olarak verebileceğim bir şey yok!» dedi.

Peygamberimiz: «Sana vermiş olduğum Hutabî, zırhlı gömleğin nerededir, ne oldu?» diye sordu.

Hz. Ali: «Yammdadır!» deyince, Peygamberimiz «Onu, Fatıma'ya mihir olarak ver!» buyurdu.

224-

Bu, küçük, kısa, zırhlı bir gömlekti. Yassı; enli ve ağırdı. Zırhçi Hutamî'nin yapısı idi.

Başka bir rivayete göre: Peygamberimiz, Hz. Ali'ye: «Yanında nen var?» diye sorduğu zaman, Hz. Ali «Atım ve zırhlı gömleğim var!» de­mişti.

Peygamberimiz: «Atın sana gerek, fakat, zırhını sat!» buyurdu.

Hz. Ali; zırhını, Hz. Osman'a (480) dirheme satıp parasını aldıktan sonra, Hz. Osman, onu, hediye olarak geri verdi.

Hz. Aii; dirhemler ve zırhla Peygamberimizin yanına gelince, Pey­gamberimiz, Hz. Osman'a düâ etti.

Peygamberimiz; Hz. Fatıma'yı, Hz. Ali'ye verince, bu hususta ko­nuşmalar oldu. Peygamberimiz: «Onu, ben nikhlamadım, Allah nikah­ladı!» buyurdu.

Peygamberimiz, irâd ettiği nikâh hutbesinde :* «Hamd olsun Allah'a ki, verdiği nîmetlerie övülen O, Kuvvet ve kudretinden dolayı ibâdet edilen Odur!'

Mülk ve saltanatından dolayı boyun eğilen O, azabından korkulan, yanındaki nimetleri umulan Odur!

Yerde ve göklerde hükmünü yürüten Odur! Kudretiyle halkı yaratan, hikmetiyle mümtaz kılan, izzetîyle sağ-lamlaştıran O, gönderdiği dini ve Peygamberi Muhammed'le halkı şe-. reflendiren Odur!...

Yüce Allah, karşılıklı hısımlıkla, nesebleri birbirine katmayı emr ve farz kılmış ve bununla, günâhları ortadan kaldırmıştır. Yüce Allah, Fatıma'yı Ali ile evlendirmemi bana emretti. Ben de (400) miskal gümüş mihirle evlendirdim-Ey Âli! Razı mısın buna?

Haydi ey Ali! Sen de, bir hutbe irâd et!» buyurdu. Hz. Ali, nimetlerinden dolayı Allah'a Hamd-ü Senada ve şehâdette bulunduktan, Peygamberimize Salât ve Seiâm getirdikten sonra, Pey­gamberimizin kızı Hz, Fatıma'yı — Allah'ın emri ve nzâsıyle

—kendi­sine, (12) ukıye (480 dirhem) mihirle nikahladığını açıkladı ve buna, orada bulunanları da, şâhid tuttu.

Nikâh merasimi sona erince, Peygamberimiz, bir tabakla yeni ve taze hurma getirtip onu önüne koyduktan sonra «Kapışınız!» buyurdu.

Hz. Fatıma, Hz. Ali ile nikahlanınca, ağlamıştı.

Peygamberimiz, onun yanına vardı: «Ey Fatıma! Ne diye ağlıyor­sun? Ben, seni,, isteyenlerin en bilgilisine, yumuşak huyiulukta ve akıl­lılıkta en üstününe ve ilk Müslüman olanına nikahladım!» buyurdu.

Peygamberimiz, [480] dirhemin 2/3 sinin yiyecek, süs ve koku gi­bi şeylere, 1/3 inin de, giyeceğe harcanmasını emretti.

Peygamberimiz; Hz. Fatima'yı, Hz. Ali ile evlendireceği zaman, Es­ma bint-i Umeys'e: «Git, Fatıma'nın evini hazırla!» buyurdu. Esma, Hz. Fatıma'nın gelin gideceği eve vardı.

Bir minder hasırdan, bir mi.nder yeni meşinden, bir mil malı meşinden yapıp içlerini hurma lifi ile jiûldurdu.

ı, ya-

Peygamberîmiz, yatsı namazını kıldıktan sonra, Fatıma'nın evine dönüp «yapılanları gözden geçirdi. [1]

 

Hz. Fatıma'nm Cihazı ve Ev Eşyası:
 

(1)  Esma bint-i Umays'in yaptığı üç minderden başka,

(2)  Saçaklı bir halı,

[3]  İçi, hurma iifi ile doldurulmuş bir yüz yastığı,

(4)  İki tane el değirmeni,

(5)  Bir tane su tulumu (kırba),

(6)  Topraktan yapılmış bir su testisi,

(7)  Meşinden yapılmış bir su bardağı,

(3] Bir elek,

(9) Bir havlu,

(10)  Tabaklanmamış bir koç postu,

(11)  Eskiyip tüyü dökülmüş Yemen dokuması alacalı bir kilim,

(12)  Hurma yaprağından örülmüş bir sedir,

(13)  Yemen işi alacalı iki elbise,

(14)  Bir kadife yorgan, dan ibaretti.

Geceleri; üzerinde uyudukları, gündüzleri de, biraz kestirip uyku­suzluklarını giderdikleri döşekleri, koç postu idi.

Uyumak istedikleri zaman, koç postunun yünlü tarafını çevirirlerdi.

Hasan-ı Basrî'nin rivayetine göre: uzunumsu olan kadife yorganla­rını, uzunlamasına örtününce, arkalan, enlemesine örtününce de, baş­lan açılırdı.

Ensâr'dan bazıları «Ey Ali! Sana, bir velîme (Düğün ziyafeti çek­mek de) gerekir.» dediler.

Ensâr'dan Sa'd «Bende bir koç var!» dedi.

Hz. Ali yarım ölçek arpa almak üzere, zırhını bir Yahudi'ye rehin bıraktı.

Esmâ'nın bildirdiğine göre: o zamanda, Hz. Ali ve Hz. Fatıma'nın düğün ziyafetinden daha üstün bir ziyafet olmamıştı. Bu ziyafet de, çe­kirdeği çıkarılmış kuru hurmaya, un, yağ ve yoğurt kurusu karıştırıla­rak yapılan bir yemeği arpa ekmeği ile yemekten ibaretti.

Ensâr'dan Câbir (Biz, Ali'nin güveyiliğinde, Fatıma'nın gelinliğinde bulunduk. Onlardan daha güzel güveyi ve gelin görmedik. Resûlüllah, bize, zeytinyağı ve hurma hazırlattı, yedik!» der.

Peygamberimizin dadısı Ümmü Eyrnen'in anlattığına göre: Pey­gamberimiz, Hz. Fatıma'yı gerdeğe koyacağı zaman, kendisi gelinceye kadar, Fatıma'nın yanına girmemesini Hz. Ali'ye emretmişti...

Peygamberimiz, gelip kapıyı çaldı. Ümmü Eymen karşı çıktı. Pey­gamberimiz, selâm verdi. İçeri girmek için, izin istedi. İzin verilince, içeri girdi. «Kardeşim burada mı?» dye sordu.

Ümmü Eymen «Babam, Anam sana feda olsun Yâ Resûleflâh! Se-nn, kardeşin kim?!» dedi.

Peygamberimiz «Ali b. Ebî Tâlib'dir!» deyince, Ümmü Eymen :

«Sen, kızını onunla nikahladığına göre, o, senin nasıl kardeşin olur?!» dedi.

Peygamberimiz: «Evet, o, muhakkak böyledir ey Ümmü Eymen!» buyurdu.

Sonra da «Esma bint-i Umeys de, burada mı?» diye sor

Ümmü E/men: «Evet, burada!» deyince, «Demek, Resûlullâh m zina hizmete geldi?» buyurdu. Ümmü Eymen «Evet!» dedi.

Peygamberimiz «Hayra ersin!» diyerek ona duâ etti.

Bundan sonra Peygamberimiz, bir kabla su getirtti. Ellerini sokup abdest aidi. Suyun içine misk döktü. Hz. Ali'yi çağırdı, önüne oturttu. O sudan, onun göğsüne ve iki dalı arasına ve kollarına sepeledikten sonra: [Ailâhürome bârik fîmâ ve bârik âleyhimâ ve bârik lehümâ fî neslihîmâ = Allah'ım! Bu evlenmeyi mübâerek kıl! Onlara mübarek kıl! Onların nesîNerîne mübarek kıl!) diyerek düâ etti.

Sonra, Hz. Fatıma'yi çağırdı. Hz. Fatıma, utancından gözlerini el­bisesine dikip duruyordu.

Peygamberimiz, onun da, üzerine! o sudan serpti ve «Vallahi, ey Fatıma! Ben, seni, ailemin en hayırlısına nikahladım!» buyurdu.

Peygamberimizin, düâ ederken, İhlâs süresiyle Muavvîzeteyn sû­relerini de, okuyup gerek kendileri, gerek zürriyetieri hakkında Şey­tandan, Allah'a sığındığını ve Hz. Ali'ye «Allah'ın ismi ve bereketiyle haydi zevcenin yanına gir!» buyurduğu da, rivayet edilir.

Peygamberimiz, dördüncü gün, sabah serinliğinde damadını ve kı­zını görmeğe gitti.

Bir müddet sonra, yeni evliler, kendilerine bir ev vermesi için Neccar oğullarından Harise b. Nûman'a söylemesini, Peygamberimiz­den rica ettiler.

Peygamberimiz, bu isteği, Hârise'ye duyurmaktan utandı ve kaçındı.

Fakat, Harise, bunu, haber alınca, Peygamberimizin yanına geldi:

«Yâ Resûlallâh! Haber aldım ki, Fatiha, ayrı bir eve taşınmak için Sana müracaat etmiş.

Neccar oğulları evlerinin en yakını olan benîm bu evlerim, senindir.

Benim, canım ve malım, ancak, Allah ve Resulü içindir.

Vallahi yâ Resûlallâh! O mülkü, beıiden afmanL bana bırakmandan daha hoş ve daha makbuldür!» dedi.

Peygamberimiz «Doğrusun! Allah, mallarını bereketlendirsin!? bu­yurdu. Verilen eve Hz. Fatıma'yyerleştirdi.

Hz. Fatıma, bir gün, Peygamberimize geldi. «Yâ Resûlallâh! Ne be nim ve ne de, amcamın oğlunun, geceleri üzerinde uyuduğumuz, gün-' düzleri de, üzerinde kestirdiğimiz bir koç postundan başka döşeğimiz

var!» dedi.

Peygamberimiz: «Ey Kızım! Sabret!

Çünki, Mûsâ b. İmran da, zevcesi iie (20) ytl döşeksiz oturdu. On­ların, pamuktan yapılmış bir abadan başka döşekleri yoktui» buyurdu.

Peygamberimiz, altı ay, sabah namazına çıkarken, Hz. Fatima'nın evine uğradı, kapısının önünde durdu: «Ey Muhammed'in ev halkı! Hay­din namaza!» buyurdu ve «... Ey Ehl-i Beyt! Allah, sizden, günâh kirini gidermek, sizi tertemiz yapmak ister. (Ahzab: 33)» meaili âyeti okudu.

Peygamberimiz, ev halkının, altın gümüş takınmalarına, süslü püs­lü eşya kullanmalarına da, razı olmazdı.

Peygamberimizin âzadh kölesi Sevban'ın bildirdiğine göre: Pey­gamberimiz, ne zaman seferden gelse, ilkönce Hz. Fâtıma'yı görmeğe giderdi.

Yine bir gazadan gelmiş, Hz. Fâtıma'nın evine gitmişti. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in üzerlerine süs olarak gümüşten birer bilezik dikildi­ğini görünce, içeri girmeden geri döndü.

Hz. Fatıma, Peygamberimizin bu bileziklerinden dolayı içeri girme­diğini sezerek onları, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in üzerlerinden söktü. Hz. Hasan ve Hüseyin ağlaşmağa başlayınca, onları, aralarında bölüş­türdü. Ağlamaları dinmeden, Peygamberimizin yanına gittiler. Pey­gamberimiz, bilezikleri onlardan alıp Sevban'a: «Ey Sevban! Git, şun­ları, filân oğullarına götür. Fâtıma'ya, deniz hayvanı dişlerinden yapı­lan bir gerdanlıkla fi! kemiğinden yapılan iki bilezik al.

Çünki, bunlar, benim ev haikımdır. Onların, dünya hayatlarında, dünya meta'iannın üstünlerinden nasiplenmelerini arzu etmem!» bu­yurdu.

Peygamberimiz, bir gün, Hz. Fâtıma'yı görmeye gitmişti. Kapıya, alacalı, nakışlı bir kumaş örtülmüş olduğunu görünce, içeri girmeden dönüp gitti.

Hz. Ali, eve geldi. Hz. Fâtıma'yı, son derece üzgün vs ezgin bir halde gördü. «Ne oldu sana?» dedi.

O da «Peygamber Aleyhîsselâm, bana gelmişti. Fakat, yanıma gir­medi.» dedi.

Hz. Ali, hemen, Peygamberimize gitti. «Yâ Resûlailâh! Senin, Fâ-tıma'ya gelip de, yanına girmemen, onun çok ağrına gitmiş!» dedi.

Bunun üzerine, Peygamberimiz «Ben nerde, dünyâ ve dünyalıklar nerde! Ben nerde", belâlı alacalı malacaiı şeyier nerde?!» buyurdu.

Hz. Aii,  Hz.  Fâtıma'nın yanına gitti ve  Peygamberimizin sözünü ona nakletti.

Hz. Fâtıma «Resûlüilâh'a söyle: o örtü hakkında ne yapmamı emre­diyorlar?» dedi.

Peygamberimiz de «Fâtıma'ya söyle: onu, filân oğullarına gönder­sin!» buyurdu.

Peygamberimiz, bir gün, Hz. Fâtıma'nın evine gitmişti. Hz! Ali'yi orada göremeyince, Hz. Fâtıma'ya «Amucanın oğlu nerede?» diye sor­du.

Hz. Fâtıma «Aramızda bir şey geçmişti. Bana darılıp gündüz uyku­sunu yanımda uyumak istemedi. Çıkıp gitti.» dedi.

Peygamberimiz Sehl b. Sâd'e «Bakıver Ali nerededir?» buyurdu. O da, gidip geldi. «Yâ Resûlailâh! Mescidde uyuyor!» dedi.

Peygamberimiz, Mescide geldi. Hz. Ali'nin, yanı üzerine yatmış, gömleğj bîr yanından sıyrılmış, vücûdu toprağa bulanmış olduğunu gö­rünce «Kalk Ebû Türap! Kalk Ebû Türap!» diyerek üzerinden tozları, toprakları silkmeğe başladı.

Hz. Ali'nin nazarında Ebû Türap künyesinden daha sevgili isim yoktu,

Hz. Ali Ebû Türap diye anıldığı, çağırıldığı zaman, içi açılır, ferah­lık duyardı.

Ali fakir olduğu için Fâtıma için evin zor işlerini görecek bir hiz­metçi tutamamıştı. Bu arada Ali bazı ev işlerinde Fâtıma'ya yardım ediyordu.

Bir gün Rasûlüllah (S.A.V) bîr savaştan dönmüştü. Ali, Fâtıma' şöyle dedi :

—Vallahi, sen çok yoruldun, senin bu durumun benim içimi sız­latıyor. Allah babana esirler nasip etti. Babana git ondan bir hizmetçi iste.

Fâtıma :

—  Vallahi, ben de e'değirmeniyle un öğüttüm, avuçlarım kabardı', dedi.

Fâtıma Peygamber'e (S.A.V) geldi. Rasûlüllah (S.A.V) sordu:

—  Neyin var yavrum? Fâtıma:

—  Halini hatırını sormaya geldim diye cevap verdi.

Fâtıma ondan birşey istemeye utandı.. Geri döndü. Ali sordu:

—  Ne yaptın?

—  Rasûlüllah'ın (S.A.V) kızı Fâtıma ;

—  Ondan birşey istemeye utandım, dedi. Beraberce Rasûîüllah'a gittiler. Ali :

—  Vallahi, Ya Rasûleilah! Fâtıma'nm çektiği sıkıntı içimi sızlatı­yor, dedi.

Fâtıma da şöyle dedi:

—  Un öğütmekten avuçlarım kabardı. Allah sana esirler ve ga­nimetler nasip etti. Bize hizmetçi verir misin?

Rasûlüllah (S.A.V) :

— Hayır vallahi, kendilerine yedirecek birşeyler veremediğim Suf-fe ehlinin karınları iki büklüm olurken size birşey veremem. Ancak esirleri satarak geçimlerini sağlamalarını uygun gördüm, dedi.

Diğer bir rivayete göre de Hz. Fâtıma şöyle dedi: «Ey Allah'ın Ra-sûlü! Benim ve Ali'nin bir döşeğimiz var. O da bir hayvan postundan ibaret. Gece serip üzerinde uyuyor, gündüz de üzerine yem koyup de­vemize yediriyoruz.»

Sevgili Peygamberimiz [S.A.V): «Kızım sabret, Hz. Musa ile hanı­mı da on sene boyunca çuha parçasından ibaret bir döşekte yatmışlar­dı. Sabırlı ol! Allah'tan kork! Rabbine ibâdette devamlı ol, evin işlerini görmeye devam et!..»

Ali'yle Fâtıma dönüp gittiler. Rasûiülla.h (S.A.V) oniann yanına geldi. Onlar üzerlerine bir örtü örtmüşlerdi. Örtüyü başlarına çekince ayakları, ayaklarını örtünce başları açıkta kalıyordu. Ayağa kalkmak istediler. Rasûlüllah (S.A.V) :

—  Yerinizden kalkmayın.. Benden istediğiniz şeyden daha hayır­lısını size haber vereyim mi? dedi.

Ali ve Fâtıma :

—  Evet, haber ver, dediler. Rasûlüilah [S.A.V) şöyle buyurdu:

—  Bu, Cebrail'in bana öğrettiği şu kelimelerdir: Her namazın so­nunda otuzüç defa «subhânellah», otuzüç defa «elhamdülillah», otuz-dört defa da «Aliahuekber» dersiniz. Bu senin için hizmetçiden daha güzeldir.»

Bunun üzerine Hz. Fâtıma (t\anhâ) : «Ben Allah'dan ve Rasûlünden

memnun ve razıyım» dedi.

İki cihan güneşinin sevgili kızının hayatı işte böyleydi! Bugün ko­cası biraz zengince olan kadınlarımız evin temizliği şöyle dursun, şah­sî işlerini bile kendileri görmeyip, hizmetçiye gördürüyorlar veya lüks eşyaların arasında ömür tüketip gidiyorlar...

Peygamber (S.A.V) hasta Qİan Fâtıma'yı ziyaret edip şöyle dedi:

—  Kendini nasıl hissediyorsun kızım? Fâtıma :

—Ağrım var. Yiyecek birşeyier olmaması ağrılarımı daha da. ar­tırıyor, dedi.

Rasûlüiiah (S.A.V):

—  Kızım! Âlemlerin kadınlarının hanımefendisi olmak hoşuna git­mez mi? diye sordu.

Fâtıma sordu :

—  Babacığım! İmrân'ın kızı Meryem nerededir? Rasûiüilah (S.A.V) :

—O kendi dünyasındaki kadınların hanımefendisidir. Sen de ken­di dünyandaki kadınların hanımefendisisin. Vallahi, ben seni dünyada ve ahirette efendi olan birisiyle evlendirdim, buyurdu.

Rasûlüllah (S.A.V) sonra şöyle dedi :

—  Cennetteki kadınların hanımefendisi: Meryem, Muhammed'in kızı Fâtıma ve Firavun'un hanımı Asiye'dir.

Ali Fâttma'ya karşı sert davranırdı. Bunun üzerine Fâtıma

—  Vallahi, seni Rasûlüllah'a şikâyet edeceğim, dedi.

Fâtıma yürümeye başladı. Ali de onun arkasından yürüdü ve onun konuşmasını duyabileceği bir yerde durdu". Fâtıma, Rasûlüliah'a (S.A.V) Ali'nin sert olduğunu söyledi. Peygamber (S.A.V) :

—  Kızım! Duy, dinle ve şunu bil ki : Kocasının kaprisine uğrama­yan bir kadın kadın değildir, buyurdu,

Ali hiç konuşmayıp sustu.. Yaptığından vazgeçti ve:

—  Vallahi bir daha onun hoşlanmadığı hiçbir şeyi yapmam,

Allah, Fâtıma'ya bir çocuk, verdi ve Rasûlüiiah (S.A.V) qna «Ha­san» adını verdi. Hasan hicretin ikinci yılında doğmuştu. Peygamber (S.A.V) buna çok sevinmiş, saçının ağırlığınca gümüşü sadaka olarak vermişti. Hasan bir yaşına girince veya yaşını doldurmadan Allah Fâ­tıma'ya bîr çocuk daha, yani Hüseyin'i verdi. Peygamber (S.A.V) to­runlarını çok severdi ve şöyle derdi:

—  Bu ikisi benim oğuljanmdir ve kızımın oğullarıdır, Allah'ım! Ben bunları seviyorum. Onları sen de sev. Onları sevenleri sen de sev.

Bir gün Ali, Rasûlüllah'a :

—  Hangimiz Allah'ın Rasûlü'ne daha sevgilidir? Kızı Zehra mı? Yoksa onun kocası Ali mi? diye sordu.

Peygamber (S.A.V) şöyie cevap verdi:

—  Fâtıma bana senden daha sevgilidir, sen de benim yanımda on­dan daha azizsin (üstün şereflisin).

Rasûlüllah'ın torunları Hasan'Ia Hüseyin'e şefkat ve sevgisi lup taşıyordu. Bir gün acele olarak eve uğramıştı. Hüseyin'in ağladiğ ni duydu, İçeri girip Fâtıma'ya :

— Onun ağlamasının beni üzdüğünü bilmiyor musun? dedi.

Kutlu evin meyveleri birbirini takibetti, Hz. Fâtıma Hicretin beşiıci yılında ilk kızını dünyaya getirdi. Babası ve kızkardeşi tarafından unutulamayan merhum halasının hatırasını yaşatmak için dedesi ona Zeyneb ismini verdi.

. Zeyneb'in doğumundan iki yıl sonra Hz. Fatıma ikinci kızını dün­yaya getirdi. Rasûlüllah [S.A.V) buna da kaybettiği kızı Ümmü Gül-süm'ün adını verdi.

Bu suretle Hz. Fâtıma'nin iki kızıyla, iki kız kardeşi Zeyneb ve Ümmü Gülsüm'ün hatıralarını yaşatması takdir edilmiş oldu. Nitekim oğlu olmaktan ümidini kestikten sonra Rasûlüllah (S.A.V)'e Hasan ve Hüseyin'i hediye etmesini de Cenabı Hak takdir etmiştir.

Cenabı Hak Rasûlünün bu babalık saadetini korudu da onu Refiki A'iâ'ya kaldırmcaya kadar ne Fatıma'nın ne de çocuklarının ölüm acı­larını ona taddırmadı.

Bir defasında torunlarından birisi omuzunda olduğu halde Medine sokaklarında yürüyor. Mescide varıp namaza kalktığında torununu ya­nına cjturtuyor, ihtimamla cemaate imam olup namaza başlıyor. Adeti hilâfına secdesini fazlaca uzatmasına Ashap Taaccüp ediyorlar. Namaz kılınıp bitince kendisine:

«Ey Allanın Rasûiü, sen secde yaptığında secdeni öyle uzattın ki başına bir iş geldi veya sana vahiy indi zannettik.» dediler.

«Bunların hiç birisi olmadı. Ancak oğlum, sırtıma bindi. Arzusu kı­rılmasın diye ininceye kadar acele edip onu rahatsız etmeyi hoş gör­medim.» buyurdu.

Bir gün kalkıp müslümanlara hutbe okudu. Hasanla Hüseyin, üzer­lerinde kırmızı gömlekler olduğu halde, kâh yürüyerek, kâh düşerek geldiler. Rasûiüllah [S.A.V) minberden indi. Onları kucağına aldı ve önüne oturttu. Sonra halka şöyle hitabetti :

«Allah doğru buyurdu: Sizin mallarınız ve çocuklarınız bir fitne­dir, bir imtihan vesilesidir. Şu iki küçüğe baktım;  kâh yürüyor, kâh

tökezliyorlardı. Sabredemedim de sözümü kesip-ikisini de yanıma çı­kardım.»

Hüseyinin omuzlarından tuttu. O esnada Hüseyinin ayakları onun ayaklarının üstünde idi. Hüseyini hoplatıyor ve, «Çık, çık, yukarı çık!» buyuruycjrlardı.

Çocuk yükselmeye devam etti. Onun küçük ayaklan dedesinin göğsüne dayanınca,

«Ağzını aç!» buyurdu dedesi... Ağzını açınca Rasûiüllah {S.A.V) onun ağzını öptü ve,

«Allahım, ben bu yavrumu seviyorum, Sen de onu sev ve onu se­veni de sev!» diye dua etti.

Allah, Rasûlü'ne Hayber kalelerinin fethini  nasip ettiğinde  Pey gamber [S.A.V) Ali'yle Fâtıma'ya üçyüz vesak arpa ve hurma vermişti

Bir gece Ali'yle Fâtıma arasında bir konuşma oldu, Rasûlülia (S.A.V) yüzünde öfke belirtileri olduğu halde gelip içeri girdi. Kendi­sine bir yatak serdi ve üzerine yattı. Fâtıma geldi, bir tarafa uzandı. Daha sonra Ali geldi, oda bir tarafa uzandı. Rasûlüllah (S.A.V) Ali'nin elinden tuttu ve göbeğinin üzerine koydu.. Fatıma'nın da elinden tutup göbeğine koydu. Onları banştırıncaya kadar oradan ayrılmadı.. Daha sonra dışarı   çıktı.  Ona şöyle denildi

—  Bir hal üzere oraya girdin ve yüzünde sevinç belirtileri bulu duğu halde çıktın.

Rasûlüllah, (S.A.V) :

—  En sevdiğim iki kişiyi barıştırdığım için beni sevindirmekten ne alıkoyabilir? dedi.

Rasûlüllah [S.A.V) Fatıma'nın çocukları  Hasan, Hüseyin, Zeyneb ve Ummu Kulsum'la oynaşırdı..

Rasûlüllah (S.A.V) kızı Fâtima'ya şöyle demiştir:

—  Şüphesiz Allah, senin öfkelenmenden dqlayı öfkelenir, senin hoşnutluğundan dolayı da hoşnut olur.

Rasûlüllah [S.A.V) Mekke'nin fethinden dönünce Ali İbn Ebî Ta-lib Cuveyriye Bint Ebi'l-Hakem İbn Hişam'a [Rasûlüllah'ın Ebu Cehl di­ye adlandırdığı Amr İbn Hişam) dünür olduğunu ve ona nikâh vadetti-ğini açıkladı. Bunu duyan Fâtıma babasına:

— Halk, senin kızların için kızmadığını iddia ediyor. İşte Ebu'l-Hasen [Ali) Ebu Cehl'in kızına talip olmuş ve ona nikâh vadetmiş, dedi.

Rasûlüilah (S.A.V) hitabetmek üzere minbere çıktı. Allah'a hamdedip senada .övgüde) bulunduktan sonra Ebu'[-As İbnu'r-Rabî'in adı­nı zikretti [Ebu'I-As, Rasûiüllah'ın kızı Zeyneb'in kocasiydO ve dama­dı hakkında övücü sözler söyledi. Daha sonra şöyle konuştu:

—  Fâtıma benden bir parçadır. Sizin onu fitneye düşürmenizden korkuyorum. Vallahi, Allah'ın Rasûlü'nün kızıyla Allah'ın düşmanının kızı, asla aynı, adamın nikâhı altında biraraya gelemez.

Ali İbn Ebî Talib Rasûlüllah'a şöyle dedi;

—  Hoşlanmadığın bir şeyi asia yapmam. Rasûlüliah'in kızı Fâtıma da ona :

—  Amcagğlu! Allah seni bağışlasın, dedi. Rasûiüllah'ın kızının evine sevinç neşe ve huzur tekrar geldi.

Rasûlüllah (S.A.V) hastalandığında, Fâtıma babası gibi yürüyerek geldi, Rasûlüllah ona:

—  Hoşgeldin kızım! dedi.

, Fâtıma'yı sağ tarafına oturttu.. Âîşe şöyle der:

— Rasûlüllah (S.A.V) : Fâtıma, kızım! Bana doğru eğil, dedi. Fâ-tıma ona doğru eğildi. Bir süre onunla fisildaşarak konuştu. Sonra Fâ­tıma ondan ağlayarak ayrıldı. (Aişe oradadır). Daha sonra Rasûiüllah: Bana doğru eğil, dedi. Fâtıma yine eğildi. Yine onunla bir süre fısıltıy­la konuştu. Bu defa da onun yanından gülerek ayrıldı.

Bunun üzerine Aişe sormuştur:

—  Allah'ın elçisinin kızı! Babanın sana fısıltıyla söylediği neydi, söyler misin?

Fâtıma:

—  Onun sırrını açıkiayamam diye cevap verdi. Rasûlüllah [S.A.V) vefat edince, Aişe Fâtıma'ya tekrar sordu:

—  O gün ne konuşmuştunuz, şimdi söyleyebilir misin? Fâtıma şöyle cevap verdi :

—  Şimdi, evet. Birincide: Gebrail bana Kur'an'ı her yılda bir de­fa okuturdu. Bu yıl  ise iki defa okuttu. İsâ yüzyirmi yıl yaşamıştır.

Bense altmışın başlarında gideceğimi zannediyorum, dedi. Ben bu sö­züne ağlayınca şöyle buyurdu: Kızım! İmanlı kadınlar arasında senin kadar belâya uğrayanı yoktur. O halde sen sabır yönünden onlardan aşağı kalma. İkinci defada da bana: Ehi-i beyti'nden ona ilk kavuşacak olanın ben olduğumu bildirip: Sen cennet kadınlarının hanımefendisi-sin, dedi. O zaman da güldüm.

Halk, Rasûiüllah'ın halifesi olarak Ebu Bekr'e beyat etti. Fâtıma buna öfkelendi. O, babasından sonra halifeliğe en lâyık olarak Ebu'l-Hasen'i (Ali'yi) görüyordu. Fakat iş bitmişti. Yanında e!-Abbas İbn Ab-dilmuttalib olduğu halde, Rasûiüllah'dan kalan mîraslarını istemek üzere ilk Halîfeye gitti- O ikisi Fedek arazisini ve Hayber'deki payları­nı istiyorlardı.

Fâtıma şövle dedi :

—  Rasûlüllah'a sen mi varis olursun yoksa ailesi mi? Ebu Bekr: -

—Ailesi diye cevap verdi. Fâtıma sordu :

—  Öldüğün zaman sana kim mîrasçi olur?

Ebu Bekir es-Sıddîk :

—  Oğlum ve ailem, dedi. Fâtıma :

—  Niçin biz Allah'ın Rasûlü'ne mirasçı alamıyoruz? diye sordu. Ebu Bekr es-Sıddîk :

—  Rasûiüllah'ın {S.A.V) :  Peygamberlerin varisi yoktur dediğini duydum, dedi.

Sonra şunu ilâve etti :

—  Fakat ben Rasûiüllah'ın baktığı kimselere bakarım. Yine önün infak ettiği kimselere ben de infak ederim.

Fâtıma kızgın olarak kalktı.. Ebu Bekr ve Ömer onun arkasından gittiler. Yanına girmek için izin istediler. Girmelerine müsaade etme­di. Ali'ye geldiler. Onunla konuştular. Ali onları Fatma'nın yanına ge­tirdi. Yanına oturduklarında yüzünü duvar tarafına çevirdi. Ona selâm verdiler. Selâmlarını da almadı.                     

Ebu Bekr konuştu :

—  Ey Rasûlüllah'ın  sevgili kızı!  Vallahi, Allah  Rasûlü'nün  akra­balığı bana, kendi akrabalarımdan daha sevgilidir. Sen bana kızım Ai-şe'den daha sevgilisin. Baban öldüğü gün ben de ölüp ondan sonra yaşamamayı arzu ettim.   Seni tanımayıp, senin şeref ve üstünlüğünü tanımayıp da Allah Rasûlü'nden sana kalan mirası engellediğini mi sa­nıyorsun.  Rasûlüllah'tan  (S.A.V)  duyduğum  şu  hadis sebebiyle sana miras vermedim: «Biz peygamberler mîras bırakmayız. Bizim bıraktık­larımız sadakadır.»

Fâtima şöyle dedi:

—  Ne  dersiniz,  ikinize  Allah   Rasûlü'nden  bir hadis nakletsem, onu tanıyacak ve onunla amel edecek misiniz?

Ebu Bekr'le Ömer:

—  Evet diye cevap verdiler. Fâtıma :

—  Allah askına, Rasûlüllah'ın (S.A.V): Fâtıma'nın hoşnutluğu, be-nim hoşnutluğum. Fâtıma'nın kızgınlığı benim kızgınhğımdır. Kim kı­zım Fâtima'yı severse beni sevmiş olur. Kim Fâtıma'yı hoşnut ederse beni hgşnut etmiş olur. Kim Fâtıma'yı kızdırırsa beni kızdırmış olur» dediğini duymadınız mı? dedi.

Ebu Bekr'le Ömer:

—  Evet, Rasûlüllah'tan (S.A.V) bunu duyduk» dediler. Fâtıma :

—  Ben Allah'ı ve meleklerini şahit tutuyorum ki siz ikiniz beni kızdırdınız ve beni hoşnut etmediniz. Rasûlüllah'a kavuşursam ikinizi ona şikâyet edeceğim, dedi.

Ebu Bekr şöyle dedi :

—  Onun öfkesinden ve senin öfkenden Allah'a sığınırım. Daha sonra hüngür hüngür ağlayarak odadan çıktı.

İkisi de duydukları şeyden ürperdiler. Ebû Bekir gözlerinden yaş­lar boşanarak çıkıp halkın arasına karıştı ve bîatlarını kendisinden geri almalarını istedi. Ancak halk fitne çıkmasın diye bunu kabul etmedi­ler.

Ebu Bekr'in hanımı Esma Bint Umeys Fâtıma'nın yanına girmişti. Fâtıma şöyle dedi :

—  Esma!  Kadınların cenazelerinin üzerine örtü örtülmesi adeti hiç hoşuma gitmiyor, çünkü o, cenazenin vücudunu gösteriyor,

Esma Bint Umeys de :

—  Ey Peygamber'in kızı Fâtıma! Habeşistan'da gördüğüm birşeyi sana göstereyim mi? dedi.

Fâtıma :

—  Evet göster, diye cevap verdi.

Esma Bint Umeys yaş hurma çubukları getirtti. Onları büküp üzer­lerine bir örtü örttü.

Rasûlüllah'ın (S.A.V) kızı Fâtıma :

—  Bu usûl ne kadar iyi ve güzel. Böyle yapılırsa kadının cenazes erkeklerden ayırdedilir. Öldüğümde beni, Ali'yle sen yıkayın. Yıkarke yanıma hiç kimseyi sokmayın, dedi.

Fâtuna hastalandığında, Ebu Bekr ona gelip yanına girmek için izin istedi. Ali ona :

—  Ebu Bekr kapıda beklemektedir. Eğer onun içeri girmesine izin verirsen... dedi.

Fâtıma :

—  Bu senin için daha mı iyidir? diye sordu. Ali İbn Ebîtalib :

—  Evet, dedi.

Ebu Bekr ikisinin yanına girip Fâtıma'dan özür diledi. Ebu Be Fâtıma'yle konuştuktan sonra, Ebu Bekr'e olan dargınlığı gitti,

Rasûiüllah'ın  (S.A.V)  verdiği haber dqğru  çıktı.  Fâtıma  öldü ve ailesinden Rasûlüllah'a ilk kavuşan o o!du. Aîşe Bint Ebî Bekr öldügü Rasûlüllah'ın kızının  ben onun için geiinnü duyunca yanına girmek istedi, fakat Esma Bint Umeys onun içeri girmesine müsaade etmedi ve ona şöyle dedi :

—Sen içeri girme. Aîşe :

—  Bu Esma Bint Umeys bizimle Rasûİüllah'in kızının arasına girip engel oluyor. Halbuki sen ona g&fin hevdeci gibi tabut hazırladın, di­yerek Ebu Bekr'e şikâyet etti.

Ebu Bekr gelip kapıda durdu. Hanımına : ,

—Esma! Rasûlüîlah'm (SAV) hanımlarını yanma girmekten niçin menediyorsun? Halbuki hevdeci gibi tabut hazırladım, dedi.

Esma Bint Umeys :

—  Fâttma bana, yanına hiç kimsenin alınmamasını emretti. Ayrı­ca sağken kendisine gösterdiğim şu şekildeki tabutu, onun için de yap­mamı emretti, dedi.

Ebu Bekr:

—  Emrettiğini yerine getir, dedi.

Daha sonra Ebu Bekr ayrıldı. Esma Bint Umeys'le Ali, Rasûiüllah'-ın kızı Fâtıma'y' vasiyet ettiği gibi yıkadılar.

Cenaze namazını Ali İbn Ebî Talib (el-Abbas İbn Abdilmuttalib de denilmektedir) kıldırmıştir. El-Abbas, Ali ve el-FazI İbnu'î-Abbas kab­rine inmişler ve onlar yerleştirmişlerdir.. Hicretin onbirinci yılında Ra­mazan ayının dördüncü salı gecesi vefat etmiştir.

Fahri kâinatın biricik kızı Hz. Fâtırna'nin evlenirken çehizi ve eş­yası ne kadar mahdut idi. Onlar eşyanın kölesi ve hizmetçisi olma ye­rine, Allah'ın kulu olarak ona ibâdetle ve Rasûlüilahın ümmeti olarak İslâmi yaşama azminde ve gayretinde idiler...

Günümüz kadınları ise; müslümanca bir aile kurarak, ailecek İsla-mı yaşiyarak, çocuklarını İslârnî terbiye ile yetiştirerek dünya ve âhi-retlerini kazanma gayreti yerine, dünyanın lüksüne melasına ve eş­yalarına aldanarak, imrenerek hayatlarını ve ömürlerini bunların uğrun­da heba etmektedirler.

Uyanık müslüman kadını; örnek hayat hikâyelerini anlattığımız bu mübarek İslâm kadınlarını kendilerine örnek alıp, onların yaşadığı gibi İslamı öğrenme ve yaşama gayretinde, olmalıdır. Çünkî; Dünya gelip geçicidir. Ebedî hayata hazırlananlar kazançlıdırlar. Ne mutiu İslâmı öğrenme ve yaşama gayretinde olanlara... [2]