GüLe SeVDaLi BiR GeNçLiK

FORUM DİN => Din ile İlgili Karışık => İz Bırakanlar => Konuyu başlatan: çoban - 05 Mayıs 2007, 20:19:29

Başlık: HANIM SAHABİLER(RAMLE BİNT EBI SUFYAN İBN HARB (R. ANHÂ)
Gönderen: çoban - 05 Mayıs 2007, 20:19:29
RAMLE BİNT EBI SUFYAN İBN HARB (R. ANHÂ)
Ebû Süfyan’ın Kızı (Ummu Habîbe Künyeli) Ramle (R. Annâ).

 

«Sonra Ebu Süfyan yola çıktı. Medine'ye geldi ve kızı Ümmü Habibe'nin evine girdi. Rasûlüllah (S.A.V)'in minderinin üstüne oturmak isteyince Ümmü Habibe minderi onun altından çekîverdi. Ebû Süfyan :

«Kızım, anlayamadım, bu minderi benden mi sa­kındın, yoksa beni minderden mi? diye sordu. Ümmü Habibe : «Bu Allah Rasülü'rsün minderidir. Sen ise müşrik bir adamsın. Senin onun üzerine oturman! iste­medim» cevabını verdi.»

cke'nin reisi ve müşriklerin başkanı Ebû Süfyan b. Sahr b. Harb b. Ümeyye'nin kızı Ramle, mü'minierin annesi Hz. Zeyneb'in kardeşi ve Rasûlüllah [S,A.V)'in amcazadesi Ubeydulîah b. Cahş el-Esedî'nin zevcesi idi. Ubeyduiiah müsiüman olunca Ramie de onunla beraber müsiüman olmuştu. Babası Ebû Süfyan ise küfründe

Rainle babasının işkence etmesinden korktuğu için kocası Ubey-dullah ile beraber Habeşistan'a giden ikinci hicret kafilesine katılmıştı. Bu esnada da kendisi hamile idi. Babasını Mekke'de kin ve gayzindan cinnet getirecek bir durumda bırakmıştı. Zira o kızının müsiüman ol­masını hazmedecek bir adam.değildi.

Habeşistan'a varınca kızı Habibe binti Übeydullah'ı dünyaya ge­tirdi. Bundan sonra da bu kızına nisbetle Ümmü Habibe künyesiyle anılmaya başlandı.

Vatan özieminin kalbinde sancılandığı, aile halkının akraba ve dostlarının hasretini, kocasının varlığıyla teskin etmeye çalıştığını ge­celerden birinde korkunç bîr rüya ile uykusundan uyandı. Rüyasında ko­cası Übeydullah'ı çirkin bir surette görmüştü.

Hemen o sabah Ubeyduiiah, uğruna yurdunu terkedip bu diyarlara hicret etmesine sebep olan müslümanlığı bırakmış, Habeşlilerin dini olan hıristiyanlığa girmişti.

Bununla da kalmamrş, karısının da bu şekilde din değiştirmesi için baskı yapmış, ama Ümmü Habibe Ramle (r.anhâ) buna karşı ko­yarak müslümanlığım korumuştu.

Ebû Süfyan'ın kızı kederinden ölecek derecelere gelmişti.

Ubeyduiiah böyle yapacaktı da niçin hicret etmişti, İşkencelere, eziyetlere, saldırılara, hele hele gurbetin acılarına, ana-babayı tanı­mayıp terketmeye ne gerek kalıyordu. Ramlenin bütün bu sıkıntıları göğüslemeye, babasından ve kavminden çeşitli tariz ve eziyetleri gör­meye razı olduğu şeylere karşılık Ubeyduiiah tutmuş dinini değiştir­mişti.

Ubeyduiiah, babalarının dini üzere' dursa, kavim ve kabilesiyle be­raber atalarının dinini savunsa daha şerefli bir iş yapmış olmaz mıydı?

Tut, bütün bunları inkâr et, din olarak İslâm'ı kabul et, bunun için bir de Habeşistan'a hicret et. Sonra bu dini bırakıp yabancı insanların, yabancı dinini tercih et. Hem de hiç bir baskıya maruz kalmadan, ken­diliğinden, kolaylıkla... Elbise değiştirir gibi... Ne utanmazlıktı bu!..

îşte küçücük Habibe. Böyle dininden dönen bir babanın kızı olmak için suçu ne yavrucağın? Yabancı bir diyarda dünyaya gelmek, dağınık bir ailenin çocuğu olmak için ne gioi bir günâhı vardı? Hele ailesinin çeşitli dinlere dağılması talihsizliğine uğraması: Babası hıristiyan, an­nesi müslüman, dedesi İslâm düşmanı bir müşrik...

Ramle, kendisinin kocası, çocuğunun babası olan adamın.yaptığı bu hareketin utanç vericiliğifıden etkilenerek insan İçine çıkmaz oldu.

Gurbet sancısına -ek olarak yavrusunu bağrına basıp kapısını ka­patıp evine çekildi. Hicret ettiği bu yabancı yerde kimseyle karşılaşmak istemiyordu. Anayurduna da dönemezdi. Orada inanıp tasdik et­tiği peygambere karşı babası savaş ilân etmiş durumdaydı.

Ebu Sufyan îbn-i Harb; Kureyş'ten birinin; otoritesine karşı çıka­bileceğini hatırından geçirmemişti. Çünkü o, Mekke'nin efendisi ve itaat edilmesi gereken lideriydi.

Ancak Unımu Habîrne künyeli kızı Ramle bu liderliği yıkmıştı. O babasının tanrılarını inkâr etmiş, kendisi ve kocası Ubeydullah. İbn-i Cahş'la birlikte tek ve ortağı olmayan Allah'a iman etmiş, elçisi Mu-hammed İbn-i Abdillah'm peygamberliğini tasdik etmişti.

Ebu Sufyan elindeki bütün güç ve kuvvetiyle kızıyla kocasını, ken­disinin ve atalarının dinine çevirmeye uğraşmış ama başaramamıştı.

Ramle'nin müslüman olması sebebiyle Ebu Sufyan kederlere bo­ğulmuştu. Kızına istediğini yaptıramadıktan ve Muhammed'e uymasına engel olamadıktan sonra, Kureyş'e hangi yüzle bakacağını bilemiyordu.

Kureyş, Ebu Sufyan'ın Ramle'ye- ve kocasına karşı kızgın olduğu­nu anlayınca, bundan cesaret alıp onları sıkıştırmaya ve işkence etme­ye başladılar. Artık onlar Mekke'de yaşamaya tahammül edemez hale gelmişlerdi.

Rasûlüllah (S.A.V); müsiümanların Habeşistan'a hicret etmelerine izin verdiğinde, Ebu Sufyan'ın kızı Ramle, kocası Ubeydullah İbn-i Cahş ve küçük kızı Habibe; dinleri için Allah'a hicret edenler, imanları için Necaşî'nin memleketine kaçanlar kafilesi içindeydiler.

Ummu Habibe'nin kalbinde Allah'ın Rasûlüne, ailesine, Ummu'l-Kura'ya (Mekke'ye) Beyt-i Haram'a (Ka'be'ye) özlem ve hasret; gözle­rinde yaşlar ve kalbinin derinliklerinde üzüntü ve tasalar var. Yıllardan beri o, üzüntü ve acıya boğulmuş durumda. Ah, o şimdi Medine'de ol­saydı. Teyzesinin oğlu Osman İbn Affan ve hanımı, Rasûlüllah'ın (S.A.V) kızı Rukıyye gitmeyip kalsalardı. Ama ne yazık ki onlar Medî-ne'ye dönmüşlerdi. Onlar ziyarete gelirler, Mekke'deki günlerini anar­lardı. O ikisinin konuşmaları onun gurbet acılarını ve yatTTfflık işken­cesini hafifletirdi. Köklü ve derin imanı, onu kelime-i şehâdeti getirip Aziz ve Celîl olan Allah'ın kendisini doğru yoluna eriştirdiğinden beri başına gelen her türlü belâya tahammül eder hale getirmişti. O her şe­ye Allah rızası için dayanıyordu.

Ca'fer İbn Ebî Talib'in hanımı Esma Bint Umeys ona gelip :

—  Sabret Ummu Habibe! Sen çok iyi dayandın, «Yalnız sabreden­lere, ecirleri sonsuz olarak ödenecektir.»[1]   diyordu.

Ummu Habîbe :

—  Allah'a hamdotsun! Şüphesiz bu, Allah'ın sabredenleri tanıma­sı için bir çeşit imtihandır, dedi..

Esma Bint Umeys de şöyle dedi :

—  «Allah'ın doğru yola eriştirdiği kimse hak yoldadır. Kimi de saptırırsa artık ona doğru yola götürecek bir rehber bulamazsın.»

Ummu Habîbe evinin kapısına yakın bir yerde oturdu. Sabahleyin anlaşılmaz bir düşünceye kapılmıştı. Osman İbn Affan'la hanımı Rukıy-ye'nin Habeşistan'dan döndüklerini öğrenince Mekke tacirlerinin efen­disi olan babası ne yapmıştı. Kızı Ummu Habibe'yi sorup soruşturmuş muydu? Yoksa içi kin ve öfke mi küsmüştü?.

O, Ummu Habîbe'nin kardeşi Muaviye'yi, kendisine getirmesi için Necaşî'ye göndermiş miydi. Yoksa Ebu Sufyan İbn Harb bizzat kendisi rni gelmeye karar vermişti? Ubeydullah İbn Cahş'ın İslâm'dan çıkıp tekrar hıristiyan olduğunu duyunca ne demişti?.

Günler geçmiş, yıllar devrilmişti. O, halâ Habeşistan'da, elinde kor tutan kimse gibi hak.dinini tutuyordu. Onun Allah'tan ve onun ki­tabından başka dostu yoktu. O uzleti tercih etmiş, semaya çekilmek için dünya'ya çeken şeyleri kalbinden çekip atmıştı.

Kureyş'in Amr İbnu'I-As'Ia Abdullah İbn Ebî Rebîa'yi gönderdikleri günü hatırladı. Onlar bütün patriklere hediye verip Necaşi'nin huzuru­na girmişlerdi. Ona da hediyeler vermişlerdi. Necaşi onların hediyele­rini kabul etmiş. Daha sonra onlar şöyle konuşmuşlardı :

— Ey hükümdar! Biz sana bir meseleyi sormaya geldik. Bizim kö­tü çocuklarımızdan bazıları senin memleketine sığınmışlar. Onlar bi­zim dinimizden ayrıldılar ama sizin dininize de girmediler. Onlar ne bi­zim ne de sizin tanıdığınız yeni bir din îcat ettiler. Kavmimizin eşrafın­dan olan -babaları, amcaları ve akrabaları, onları senden, geri gönder­meni istemek için bizi gönderdiler. Onlar bu çocukların icat ettikleri .    dini ve ortaya çıkardıkları fitneyi daha iyi bilirler. Patrikler de :

—Hükümdarımız! Bunlar doğru söylüyorlar. Kendi kavimleri on­ları ve uydurdukları şeyi bizden daha iyi bilirler... Onları teslim etme­ni rica ediyoruz. Bu adamlar, onları memleketlerine ve kavimlerine ge­ri götürsünler, demişlerdi.

Fakat Necaşî öfkeyle :

— Hayır, onları bu iki adama teslim etmem. Hayır, buraya gelen­ler (hicret edenler), bana sığınarak memleketimde oturan ve beni baş­kalarına tercih eden kimselerdir. Onları  çağırıp bu iki adamın  onlar hakkında söylediklerini kendilerine sormadıkça onları teslim etmiye-ceğim. Eğer onlar bu iki adamın söylediği gibiyse onları teslim eder ve kendi kavimlerine iade ederim. Eğer öyle değillerse onları kavimlerin­den korur ve himayemde bulundukları sürece oniarı  güzelce himaye ederim, demişti. Necaşî, Rasûlülİah'ın [S.A.VJ ashabına toplanmaları için haber göndermişti. Onlar da toplanıp şöyle demişlerdi.

—Hükümdara gittiğimizde ne diyeiîm?

—  Bildiğimiz ne varsa ve Peygamberimizin (S.A.V] bize getirdik­lerini söyleyelim demişlerdi.

Ca'fer İbn EbîTalib'le Mus'ab İbn Umeyr Necaşî'nin huzuruna çık­mışlardı. Necaşî patriklerini de çağırmıştı. Onlar Kitaplarını önlerine açmışlardı.

Necaşî:

—  Bu yeni din nedir böyle?. O yüzden kavminizin dininden ayrıl­dınız ama ne benim dinime girdiniz ne de başka milletlerin? diye sor­muştu.

Ca'fer şu cevabı vermişti :

—  Ey hükümdar! Biz cahiliyet içinde yaşayan bir millettik, putlara tapar, ölü eti yerdik. Kötülükleri yapar, akrabalardan ilgiyi keser, kom­şuluğu kötü görürdük. Güçlü oianımiz zayıf olanımızı ezerdi. Allah bi­ze içimizden; soyunu, doğruluğunu dürüstlüğünü ve namusluluğunu ta­nıdığımız bir peygamber gönderînceye kadar bu hal üzere kaldık. O bi­zi tek Allah'a inanmaya ve tapmaya, atalarımız gibi taptiglnîız taş ve putlardan vazgeçmeye davet etti. Yine bize sözün doğrusunu söyleme­yi, emaneti yerine getirmeyi, akrabalara ilgi göstermeyi, güzel kom­şuluğu, haram şeylerden uzak durmayı ve kan dökmekten sakınmayı emretti. Bizi kötülüklerden menetti bize yalan söylemeyi ve yetim ma­lı yemeyi, namuslu kadınlara iftira etmeyi yasakladı. Bize tek ve ortağı olmayan Allah'a ibâdet etmeyi, namaz kılmayı, zekât vermeyi ve oruç tutmayı emretti. Biz bu peygamberi tasdik ettik ve onun peygamberli­ğine inandık. Onun Allah'tan getirdiklerine uyup gösterdiği yolda yü­rüdük. Biz tek olan Allah'a tapar hale geldik. Ona hiçbir şeyi ortak koş­madık. Onun bize haram olarak bildirdiğini biz de haram bildik. Bize helâl olarak tanıttığını helâl tanıdık. Ancak kavmimiz bize saldırıp di­nimizden döndürmek, Allah Ta'âla'ya taptıktan sonra tekrar putlara taptırmak için bize en ağır işkence ve zulümleri yaptılar. Onlar bize kahredip zulmedince, bizi dayanamaz hale getirince, bizimle dinimiz arasına girilince, senin himayene girmeyi ve senin yurdunda ikamet etmeyi istedik. Seni başkalarına tercih ettik ve senin memleketinde zulme uğramamayı ümit ettik, ey hükümdar.

Necaşî:

— Peygamberinizin  Allah'tan  getirdiklerinden ezberinizde tuttu­ğunuz birşeyler var mı? demişti.

Ca'fer:

—  Evet var diye cevap vermişti. Necaşî :

—  Öyleyse onu bana oku, demişti. Ca'fer şu âyetleri okumuştu :

—  «Bismillahirrahmanirrahîm. Elif, Lâm, Mîm. Andolsun, biz ken­dilerinden öncekileri de denemişken, insanlar, «inandik» deyince, de­nenmeden bırakılacaklarını mı sanırlar? Allah, elbette doğruları orta­ya koyacak ve elbette yalancıları da ortaya çıkaracaktır. Yoksa, kötü­lük yapanlar bizden kaçabileceklerini mi sanırlar? Ne kötü hüküm ve­riyorlar! Allah'la karşılaşmayı uman bilsin ki, Allah'ın bunun için be­lirttiği vakit gelecektir. O, işitir ve bilir. Hak uğrunda cihad eden an­cak kendisi için cihad etmiş olur. Doğrusu Allah, âlemlerden müstağ-nîdir, İnanıp yararlı iş yapanların kötülüklerini, andolsım ki, örteriz; on­ları, yaptıklarından daha güzeli ile mükâfatlandırırız. Biz, insana, ana ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer ana baba, seni bîrşeyi körü körüne bana ortak koşman için zorlarJas-sa; o zaman onlara  itaat etme.  Dönüşünüz  banadır. Yaptıklarınızı size bildiririm. İnanıp yararlı iş yapanları, mutlaka iyilerin arasına koyarız.»  [2]

Necaşî:

—  Bu güzel sözden biraz daha okusana, demişti. Bunun üzerine Ca'fer şunları okumuştu.

. — «Bssmillâhîrrahmanirrahiın. Elif, Lâm, Mîm, Rumlar en yakın bîi" yerde yenildiler; onlar bu yenilgilerinden sonra üç ilâ dokuz yıl arasında galip geleceklerdir. İş, eninde sonunda Allah'a aittir. İşte o güm, inananlar, istediğine yardım eden Allah'ın yardımına sevinecek­lerdir. O güçlüdür merhametlidir. Bu, Allah'ın va'didir; Allah verdiği sözden caymaz; fakat insanların çoğu bilmezler. Onlar, dünya hayatı­nın görülen kısmını bilirler. Onlar âhiretten habersizdirler. Kendi ken­dilerine, Allah'ın gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları gerçek, olarak ve belirli bîr süre için yarattığını düşünmezler mi? Doğrusu in­sanların çoğu, Rablerîne kavuşacaklarını inkâr ederler.» [3]

Necaşi'nin gözünden yaşlar boşanıp :

—  Vallahi, bu okuduklarınla İsa'nın getirdikleri aynı lâmbadan çı­kıyor, demişti.

Patrikler de :

—  Bu sözler, efendimiz İsa'nın sözlerinin çıktığı kaynaktan   çıkı-yor demişlerdi.

Abdullah İbn Ebî Rabia Amr İbnu'l-As'a :

—Duydun mu? demişti. Amr alçak sesle :

—' Lât'a yemîn olsun, şimdi ona onların köklerini kazıyacağı  bir söz söyliyeceğim, demişti.

Abdullah :

—  Bunu yapma. Her ne kadar bunlar bize karşı   gelmişlerse de, bizim akrabalarımızdır, demişti.

Amr Necaşî'nin önüne atılıp :                                       

—  Ey hükümdar! Onlar Meryem oğlu İsâ hakkında büyük bir söz söylüyorlar demişti.

Necaşî öfkeyle :

—  Ne diyorlar? diye sormuş. Amr İbnu'l-As :

—  Onlar: İsa'nın bir kul olduğunu söylüyorlar ve annesine sövü­yorlar.

Necaşî,    Cafer'le Mus'ab'a dönüp :

—  Ey Muhammed'in ashabı! Meryem oğlu İsâ hakkında ne diyor­sunuz? diye sormuştu.

Ca'fer şu cevabı vermişti.

—  Biz onun hakkında Peygamberimizin bize getirdiğini söylüyo­ruz. O Allah'ın kulu ve elçisidir.   Namuslu ve Azra (bekâr) Meryem'e attığı kelimesidir.

Mus'ab İbn Umeyr şu âyetleri okumuştu :

—  «Kîtap'ta Meryem'i de an.   O, ailesinden ayrılarak,   doğu yö­nünde bir yere çekilmişti. Sonra insanlardan gizlenmek için bîr perde germişti. Cebrail'i göndermiştik de ona tam bir insan olarak görün­müştü. Meryem : Eğer Allah'tan sakınan bir kirnseysen senden Rah-man'a sığınırım dedi. Cebrail: Ben temiz bir oğlan bağışlamak   için, Rabbinin sana gönderdiği elçiden başkası değilim, dedi. Meryem : Ba­na bir insan temas etmemişken, ben kötü kadın da olmadığını halde, nasıl oğlum olabilir? dedi. Cebrail: Bu böyledir, çünkü Rabbîn, bu ba­na kolaydır, onu insanlar için bir mucize ve katımızdan da bir rahmet kılacağız; hem bu önceden kararlaştırılmış bîr iştir, diyor dedi.»  [4]

Necaşî eliyle yere vurdu ve yerden bir çöp alıp şöyle demişti :

—  Vallahi, Meryem oğlu İsâ senin   söylediğinden şu   çöp kadar farklı değildir.

Necaşî'nin etrafındaki patrikler duyduklarından memnun olmadık­ları için homurdanmışlar :

Necaşî onlara : .   

— Homurdansanız da.., demişti.

Daha sonra Rasûlülfah'ın [S.A.V) ashabına :

—  Gidiniz. Siz benim topraklarımda emniyettesiniz.  Kim size dil uzatırsa, zarardadır; Kim size dil uzatırsa, zarardadır. Sizden birinize kötülük etmem karşılığında bana altından bir dağ verilmesini iste­mem, demişti.

Arkasından Amr İbnu'l-As ve Abdullah İbn Ebî Rabîa'ya doğru işa­ret edip patriklerine şöyle demişti :

— Bunlara hediyelerini geri verin, benim onlara ihtiyacım yok. Vallahi, Allah beni saltanatıma döndürdüğünde benden rüşvet almadı ki, ben de o konuda rüşvet alayım, benim işimde insanlara itaat et­medi ki, onun işinde ben insanlara itaat edeyim.

Ummu Habibe sırtını evmin kapısına dayadı... Geçmişteki hatı­raları tekrar aklına geldi...

Ubeydullah İbn Cahş'la evlendiği günü, onun babasının kendi ba­basına geldiği günü hatırladı. Ubeydullah'ın babası :

- Ey kavminin efendisi Harb İbn Umeyye'lerden kızın Ramie'yi Benî Esed ve Benî Haşim'den oğlum Ubeyduilah İbn Cahş'a istiyorum, dedi.

Ve evlendiler. Mekke'de dillere destan olan güzel bir düğün ol­du. Ondan sonra sadece Muhammed İbn Abdillah'a gökten melek in­mesi olayı geçti. Ebu'l-Hakem îbn Hîşant, en-Nadr Îbnu'l-Harîs, Umey-ye İbn Halef, Ukbe İbn Ebî Muayt, Ebu Sufyan İbn Harb gibi Kureyş eşrafı harekete geçip şöyle dediler:

—  Allah bir insanı elçi olarak göndermekten daha yücedir.

—  Allah bu yoksul yetimden başkasını bulamadı mı?

Ebû Bekr, Zeyd İbn Harise, Ali İbn Ebî Talib, Muhammed'in eşi Hz. Hadîce Muhammed'in dinine girdi. Ez-Zubeyr İbnu'l-Avvam Sa'd îbn Ebî Vakkas ve el-Abbas İbn Abdiimuttalib'in eşi Ummu'l-fazl onun dâvasına iman ettiler. Allah, Ummu Habîbe'nin göğsünü de İslâm'a açtı, onun kalbine de imanın nurlarını attı. Kocası Ubeyduliah İbn Cahş'da Allah'ın dinine girdi. Ebû Sufyan kfzımn Muhammed'in dinîne girdiğini öğrendiğinde nerdeyse deliriyordu.

Öfkeyle ona gelip :

—  Kızım! 'Duyduğum gerçek mi? dedi. Ummu Habîbe

—  Ne duydun? diye cevap verdi. Ebu Sufyan.:

—  Sen atalarının dinini terkedip başka bir dine girmişsin, dedi. Ummu Habîbe de şöyle cevap verdi :

— Siz kendi elinizle yaptığınız put ve taşlara tapıp onlara secde ediyorsunuz.

Ebu Sufyan onun yüzüne bir tokat atarak şöyle dedi :

—Sen dilini tutsana... Onun işi büyüyüp yayıldı. Ben şöyle di­yordum : Çok sürmez onun ateşi de söner, daha önceki Zuheyr İbn Ebî Sulma ve en-Nab7ğatu'z-Zubyanî gibi şairlerin başına gelenler onunda başına gelir... Ancak tehlike bizim kapılarımızı da çalar oidu.

Ummu Habîbe su cevabı verdi :

—  Valİahi, vücûdumu parça parça etsen, Allah beni hidâyete  er­dirdikten sonra küfre dönmem.

Babası boz deve gibi çıkıp gitti. Birkaç gün sonra tekrar gelip :

—  Belki düşünüp taşınmışsındir, dedi. Ummu Habîbe :

—  Ölüm bana, Lât ve Uzza'ya tekrar tapmaktan daha iyidir  diye cevap verdi.

Ebu Sufyan da :

—  Muhammed size, ölüp toprak ve kemikler haline geldiğinizde çıkarılacağınızı mı (dinltileceğinizi mi) vâdediyor? dedi,

Ummu Habîbe :

—  Evet... «Kabirlerin içi dışa çıktığı zaman, insanoğlu, ne yaptı­ğını ve ne yapmadığını görür.» [5]

Ebu Sufyan alay ederek:

—  Size vâdediien şey imkânsız, imkânsız, dedi. Ummu Habîbe :

—  «Allah'ın verdiği nimeti nankörlükle karşılayanları ve milletle­rini helak olacak yere yaslanacakları cehenneme   götürenleri görmü­yor musun? Ne kötü bir duraktır.»  [6] âyetini okudu.

Ebu Sufyan :

— Kızım! Ben seni biliyorum, dedi. Ummu Habîbe de :

—  Aksine, Allah beni, seni ve bütün yaratıklarını   daha iyi bilir diye cevap verdi.

Babası boş yere onu Allah'ın dinînden vazgeçirmeye çalıştı. Ham-za İbn Abdilmuttalib ve Ömer İbnu'l-Hattab müslüman olduktan sonra işler başka bir yöne döndü. Hz, Ömer şöyle dedi :

— Ya RasûleÜah! Biz_ölsek de, sağ kalsak da hak üzerinde değil miyiz?

'      Rahmet peygamberi :

—  Evet, canım elinde olan Allah'a yemîn   ederim ki, siz öiseniz de, sağ kalsanız da hak üzerindesiniz, buyurdu.

Hz. Ömer :

— Peki niye gizleniyoruz? Seni hak dinle gönderen Allah'a yemîn ederim ki, hiç çekinmeden, korkmadan   oturup İslâm'ı açıklamadığım bir küfür meclisi kalmıyacaktır, Serii hak din ile gönderene yemîn ol­sun ki artık biz ortaya çıkacağız. Bugünden sonra Allah'a gizlice ibâ­det edilmeyecek dedi.

Rasûlüllah'ın ashabı birisinde Hz. Hamza'nın, diğerinde Hz. Ömer'in bulunduğu iki saf halinde ortaya çıktılar. Hz. Ömer kılıcını sı-yırıp :

—  Lâ ilahe illallah Muhammedun Rasûlüllah   diyerek   bağırmaya başladı.

Nihayet müsiümanlar mescide girdiler, Hz. Ömer yüksek sesle :

—  Küfrün başından olan kim kımıldarsa kılıcımla onun işini biti­ririm dedi.

Kureyş eşrafından hiç kimse kımıldamadı. Müslümanlar Mescid-i Haram'da rahat ve huzur içinde namaz kılmaya başladılar.

Kureyş'in efendileri toplanıp aralarında anlaştılar. Her kabîle aralarındaki müslümanlara saldırıp onları hapsetmeye dövmek ve aç susuz bırakmak suretiyle onlara işkence etmeye başladılar,

Rasûlüllah'ın ashabı çeşitli ağır işkencelere sabredip dayandılar. Allah'ın Rasölü'ne gittiler. Rasûlüllah şöyle buyurdu.

—  Kim dini için bir yerden başka bir yere   kaçarsa bîr   karışlık yer olsa da cennet ona vacip ,olur ve o kimse İbrahim Halîluilah'ın ve Peygamber'! Muhammed'in arkadaşı olur.

Onlar.

—  Nereye kaçalım? Ya Rasûlallah; dediler. Rasûlüllah :

—  Yeryüzüne dağılırı. Yüce Allah sizi biraraya getirecektir,   bu­yurdu.

—  Nereye gidelim? dediler. Rasûlüllah ;

—  Habeşistan'a gidin.   Orada, yanında hiç kimseye zulmedilme­yen bir hükümdar var. Allah size bu meselede ferahlık verecektir.

Ubeydullah İbn Cahş ve hanımı Ummu Habîbe diğer müslüman-larla birlikte Habeşistan'a hîcret ettiler. Ramle Ummu Habîbe) hami­leydi. Oraya yerleşince bir kız çocuğu dünyaya getirdi. Ubeydullah :

— Adını «Habîbe» koyalım, dedi.

Ummu Habîbe ayağa kalkıp abdest aldı. Namaz kılmaya başladı. Secdeden hemen kalkmadı. Dudakları kapalı olsa da uzun uzun duâ etti. Namazını bitirdiğinde kendinde bir rahatlık hissetti. Daha sonra hatiralarıyla başbaşa kaldı.

Bütün müsiümanlar gönüllü ve sevinçli bir şekilde Allah'a ibâdet ederken Ubeyduilah İbn Cahş öyle değildi. İslâm'a girmeden önce onun hiristiyaniıkta bir geçmişi vardı. İlâhların cisim halinde olduğu fikri ona, kendisine hiçbir şeyin benzemediği tek olan ilâh fikrinden daha hoş geliyordu. Kiiiselerdeki bekletilmiş şaraplar onun gönlün­deki sarhoş olma arzusunu uyandırıyordu. Bir gece Ummu Habîbe korkunç bir rüya gördü. O kocasını domuz şeklinde görmüştü.. Onun yüzünün değişmesinden korkmuş ve onu beğenmemişti. Nefesi kesil­miş bir halde ve ürpererek uykusundan uyandı. Şeytandan Allah'a sı­ğındı. Sabah oluncaya kadar devamlı o rüyayı gördü. Korku ve endi­şeyle kocasına bakıyordu. Tam rüyasını ona anlatmaya niyet ettiği sı­rada o şöyle dedi.

—  Ummu Habîbei Ben bu dîni inceledim. Hıristiyanlıktan daha iyi bir din olarak görmedim. Ben daha önce hiristiyandım. Sonra Muham­med'in dinine girdim. Şimdi tekrar hıristiyanlığa girdim.

Ummu Habîbe tehdid ifade eden bir sesle :

— Vallahi, senin için hayırlı olan şudur :   «Doğrusu size   Rabbi-nizden açık belgeler gelmiştir; kim görürse kendi lehine ve kim kör­lük ederse kendi aleyhinedir. Ben sisin bekçiniz değilim.[7]

Ubeyduilah onu dininden döndürmeye çalıştı. Ama o kabul etme­di. Şöyle dedi :

—Korkunç bir rüya gördüm. Ubeyduilah! Seni domuz olarak gör­düm. Sen cehennem ateşine atıldın. Uykumdan ürpererek uyandım. Allah'ı Rab, İslâm'ı din ve Muhammed'i Peygamber olarak seçen kim­se nasıl ateşe atılır? Allah.Tendisi ve Rasûlü için hicret eden herke­se cenneti müjdelemiştir.

Ubeyduilah alayla :

—  Cennet ha, dedi.

Ubeyduîlah içki müptelâsı oldu. Artık birbirlerinden ayrıldılar. Ubeydullah îbn Gahş müslümanlara uğrayıp şöyle diyordu.

—  Biz doğru yoldayız. Siz doğru yolda değilsiniz. Rasûlüllah'ın (S.A.V) ashabı da oha şöyle cevap veriyordu :

— Vallahi, asıl siz doğru yolda değilsiniz.    Bizim doğru yolu ars-maya ihtiyacımız yok. Sen dünya ve âhiretini kaybettin.

Ummu Habîbe ansızın kendini şu üç şey arasında buldu :

Ya devamlı hıristiyan olması için ısrar eden kocasının istediğini kabul edecekti. Böylece -Allah 'korusun- dininden dönecek, dünya be­lâsına ve âhiret azabına uğrayacaktı.

Bu eti demir taraklarla kemiğinden ayrılsa bile yapamıyacağı bîr şeydi.

Ya Mekke'deki babasının evine dönecekti. Bu da daima şirk kale-siydi. Çünkü orada dinine yenik olarak yaşayacak demekti.

Ya da tek başına, ailesiz yurtsuz ve yardımcısız Habeşistan'da ka­lacaktı.

O, içinde bulunduğu durumlardan üçüncü durumu başkasına   ter­cih etti.

Allah (C.C), ona bir ferahlık verinceye kadar Habeşistan'da kal­maya karar verdi.

Ummu Habîbe'nin beklemesi uzun sürmedi. Hıristiyan olduktan sonra çok az yaşayan kocasından îddeti  [8] ta­mam olunca Allah (G.C) ona ferahlık verdi...

Ummu Habîbe gündüzünü Kur'an okuyarak, gecesini namaz kılıp Rabbine yalvararak, dert ve tasalarını halini en iyi bilen kimse olan Allah'a arzederek geçirmek, üzere evinde itikâfa çekilmişti. Kocasının dinden dönmesi onu Aliah'a ibâdet ve ona yaklaşmaya çalışır hale ge­tirdi. Bir gün uykuya daldığı esnada rüyada, birisinin ona gelip : — Ey mü'minlerin annesi! dediğini gördü.

Korktu ve bu gizli sesi düşünmeye başladı. O ancak Rasûiüllah'-la (S.A.V) evlenirse mü'minlerin annesi olabilirdi. Tekrar kendisine sordu : Acaba, Ubeydullah İbn Cahş'la ilgili rüyası gerçekleştiği gibi bu rüyası da mı gerçekleşecekti? Peki ne zaman?. O, Rasülüllah'a olan sevgisinin aile ve akrabalarına olan sevgisinden üstün olduğunu topluluk içinde ilân ettikten sonra fitneden korktuğu için Habeşis­tan'a hîcret etmişti. Eğer Mekke'ye dönse, Kubeys İbnu'l-Velîd İbni'l-Muğîre Ebu Kays İbnu'l-Fakihe İbni'l-Muğîre, el-Harîs İbn Zem'a İbni'l-Esved, Ali İbn Umeyye İbn Halef ve el-Âs İbn Munebbih İbni'l-Haccac gibi kelime-i şehâdeti getirdikten sonra tekrar Lât ve Uzza'ya tapma­ya başlayan beş Kureyş gencinin babalarının yaptığı gibi babası da ona dininden dönmesi için işkence edecekti.

Ummu Habîbe artık Yesrib'e (Medine'ye) dönemezdi. Kocası Ubeydullah'ın kızkardeşi Zeyneb Bint Cahş'a bir yük olarak nasıl ya­şayabilirdi?

Allah'ın Benî Kureyza'yı perişan ettiğini ve onların Rasûlulîah'ın hükmüne razı olduklarını öğrenince üzüntü ve kaygıları biraz gitti.

Saadet ona, randevusu olmadığı halde, hüzünlü   evinin üstünde yeşil zümrütten kanatların! çırparak geldi... Evinin kapısına vurulduğunu duydu :

—Kim o? dedi. Bir kadın sesi geldi :

— Ben, efendim Necaşî'nin cariyesi Ebrehe.  ,

Kalbi sanki bir kuşun kanatlarına takıldı. Sabahtan beri aklına ge­len anlaşılmaz düşünce gerçekleşti mi yoksa? Evet, işte o, babasının Necaşî'ye gelen adamı?. Belki de o kardeşi Muaviye'ydi?. Niçin onun elinden tutmak için, babası bizzat kendisi gelmiyordu? Gözlerinde kendi kendine konuşan hayalini gördü.

«Ben seni çok iyi tanıdığımı sana söylemedim mi?» «İmanın tadını aldıktan sonra sırtımdan   İslâm elbisesini asla çi-karmiyacağım.»

«Başına gelenler yetmedi mi?.»

«Karşımda, Rabbimin emrine dayanmaktan başka çare yok.»

Kapıyı açtı, Ebrehe : «Hükümdar sana diyor ki : Allah'ın Rasûlü seni kendisine istemek üzere hükümdara mektup yazmış. Peygam-ber'in mektubunu Amr İbn Umeyye ez-Zamrî getirmiştir» dedi.

Ne demişti? Necaşî onu Rasûlüllah'la evlendirecekti. Ebrehe ger­çekten böyle mi söylemişti. Rüyada mıydı yoksa gerçek hayatta miy­di. Ama Amr İbn Umeyye ez-Zamrî'nin beraberinde Rasûlüllah'ın mektubuyla gelmesi ne demekti? Yani bu bir rüya olamazdı. Yüzünü sevinç kapladı. Sevinç gözyaşlarının yüzünü ıslattığını hissetti. O, rahmet peygamberinin eşi olmaya tamah etmiyordu. Mü'm inlerin an­nesi olma şerefi mukayesesi yapılamayan bir şerefti. Ailesinin yaptı­ğı eziyetlere, Allah ve Rasûlü için Habeşistan'a hicretine ve kocası Ubeydullah İbn Cahş'in dünya ve âhiretini kaybetmesine karşı sabır ve tahammülüne mükâfat verilmesi böyle bîr ikramla yapılıyordu. O Hz. Hadîce, Hz. Aîşe ve Hz. Sevde Bint Zem'a gibi mü'minlerin annesi olacaktı? Allah ona en iyi mükâfatı vermişti.

Duygularına hâkim olamayıp tehlîl getirdi. [La ilahe illa'llah) dedi ve :

—  Allah sana da hayırlı olanı müjdelesin.   «Bu benîm daha önce göt'düğüm rüyanın tevilidir. Rabbim onu gerçekleştirdi.» [9] dedi.

Ebrehe :

—  Hükümdar: Seni evlendirecek bir vekil tayin etmeni   istiyor dedi.

Umınu Habîbe :

—  Halid İbn Saıd'i vekil tayin ettim, dedi.

Daha sonra bileğindeki iki gümüş bileziği çıkarıp Ebrehe'yö verdi ve şöyle dedi :

—Bunlar, müjdenin karşılığı olarak senindir.

Ummu Habîbe tekrar kendine sormaya başladı. Rasûlüllah .(S.A.V] niçin onunla evlenmeye ve ona mü'minlerin annesi şerefi vermeye ka­rar vermişti? Aslında o çok güze! değildi. Kırkını geçmişti. Onu bu-iunduğu mevkiden daha yüksek bir mevkiye mi çıkarmak istemişti? Rasûlüilah (S.A.V) iki iyilikten birini mi gerçekleştirmek İstemişti? Kavminin efendisi ve düşmanlarının en saldırganı olan Ebu Sufyan'ın burnunu kırmak (gururunu kırmak) mı istemişti, yoksa onun taşlaş­mış kalbini yumuşatıp da İslâm'ın nuruna açmak mı istemişti? Arap kabileleri ve aşiretleri içinde evlenen, oğullarını kavmin efendilerine damat yapan, kendisine liderlik ve otorite sağlaması için kızlarını soylulara ve mevkililere veren Ebu Sufyan Lâtve Uzza'ya tapmaktan vazgeçer miydi? Rasûlüllah'a uyanlardan olur muydu? Niçin olmasın? Allah Ömer İbnu'l-Hattab ve Umeyr İbn Vehb'i İslâm'a, kavuşturmamış mıydı? Halbuki o ikisi; İslâm'a ve müslümanlara düşmanlıkta Kureyş erkeklerinin en şiddetlilerindendi. Daha sonra onlar, Allah'ın dininin güçlü ve sağlam iki kılıcı olmuşlardı.

Ummu Habîbe Ebrehe'yle birlikte Necaşî'nin sarayına gitti. Halid İbn Saîd'e haber gönderildi. Amr İbn Umeyye ez-Zamrî, Ca'fer İbn Ebî Taiib ve Habeşistan'daki müslümanlar da geldiler. Necaşî ayağa kal­kıp şu konuşmayı yaptı :

—  Hamd Melik, Kuddus, Selâm, Mü'min Muheymin, Azîz ve Geb-bar olan Allah'adır.   Allah'tan başka ilâh olmadığına   Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehâdet ederim.   Şüphesiz o, Meryem oğlu İsa'nın müjdelediği kimsedir. Rasûlüllah (S.A.V), Ummu Habîbe Bint Ebî Sufyan'i kendisiyle evlendirmem    için bana    mektup   yazdı, Ben de onun isteğini kabul ettim. Ben Unimu Habîbe'ye dörtyüz dinar mehîr verdim.

Halid İbn Saîd dinarları Ummu Habîbe'nin avucunun içine koyun­ca sevinçten nerdeyse uçacaktı. Ebrehe'ye :

— Elimde hiç param yokken sana iki bilezik vermiştim. Azîz  ve Celîl olan Allah bana bunu gönderdi dedi.

Necaşî'nin cariyesi iki bileziği ona geri vererek şöyle dedi :

—  Hükümdar bana çok bahşişte   bulundu ve bana senden hiçbir şey almamamı emretti. Ey mü'minlerin annesi!

Halîd İbn Saîd ayağa kalkıp şu konuşmayı yaptı :

—Hamd Allah'adır, Ona hamdeder, ondan yardım dilerim. Allah'­tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in onun kulu ve elçisi olduğu­na şehâdet ederim. Kâfirler hoşlanmasa da dinini bütün dinlerden üs­tün kılmak üzere, Peygamber'ini doğru yol ve hak dinle göndermiştir, Rasûlüllah'm (S.A.V) isteğini kabul ettim ve Ummu Habîbe Bint Ebî Sufyan'ı onunla evlendirdim. Allah, Rasûlü'ne zevcesini mübarek kıl­sın.                                          _

Daha sonra toplantıdakiler kalkmak isteyince Necaşî şöyie dedi :

—Oturun. Evlendikleri zaman peygamberlerin yemek yedirmele­ri sünnettir.

Müslümanlar yemeklerini yedikten sonra Cafer İbn Ebî Talib Ummu Habîbe'ye :

— Yarın gemiye bineceğiz ve dostlara, Muhammed'e ve ashabı­na kavuşacağız, dedi.

Ummu Habîbe gece boyunca uyumayıp verdiği olarak Allah için namaz kildi.

nimetlere şükür

Habeşistan'dan geri dönen kadın muhacirler arasında Ebû Suf-yan'ın kızı Ummu Habîbe de vardı. Evine alıp götürmesi için Rasûlül-lah (S.A.V)'ı gözetliyordu.

Ummu Habîbe'nin Rasûlüllah (S.A.V)'in evine girişi Medîne hal­kını sevince garketti.   .

Dayısı Osman b. Affan büyük bir ziyafet hazırladı. Kurbanlar kesti, yemekler ikram etti.

Mekke'liler, Ummu Habîbe'nin babası Ebû Süfyan'a kızının Allah'­ın Rasûlü'yle evlendiği haberi verilince :

«Bu poğur devenin burnu kesilmez!» demesi üzerine bu sözü tek­rarlayarak uykusuz bir gece geçirdiler.

Ummu Habîbe, zevciyle babası arasında savaşın sürüp gitmesin­den ızdırab duyuyordu. Bu savaş kendisi için değerli olan şahısları yi­yip bitiriyordu. Öldürülenler babasının taraftarları, şehid olanlar zev­cinin arkadaşları ve kendisinin ımü'min evlâtları idi.

Bir gün ona Kureyş'în Hudeybiye antlaşmasını bozduğu haberi geldi. Keskin zekâsıyla anlıyor ve zevcinin ahlâkını biliyordu ki, Fahr-i Kâinat zulme karşı sessiz kalmaz, kendisine haksızlık edilmesinden veya yaptığı antlaşmanın bozulmasından hoşnutluk duymaz. Bu'Rasûlüllah'ın, içinde babası, kardeşleri, ailesi ve kabilesi halkının bu­lunduğu Mekke'yi mutlaka fethedeceğini ve putları müşriklerin başına yıkacağını gösterir.

Mekke'de de tehlikenin yaklaştığı hissedildi. Mekke'li kumandan­lar kendisiyle yaptıkları antlaşmayı bozdukları Muhamrned (S.A.V)'in kendilerine karşı tutumunun ne olacağını görüşmek üzere toplandılar. Halbuki önceden onu da, ona tabi olan müsiümanları da önemseme-mişlerdi. Bugün ise o tuttuğunu koparacak bir güce ve Arap diyarında büyük bir otoriteye sahip olduktan sonra küçümseyebilirler miydi?

Kureyş kumandanları, içlerinden birini, Muhammed (S.A.V)'e, antlaşmayı yenilemek ve süresini on sene daha uzatmak üzere bir el­çi göndermeye karar verdiler. Ancak bu elçi kim olacaktı?

Bu elçi Ebû Süfyan b. Harb'ten başkası olamazdı.

Bu görüşte anlaştılar. Ebû Süfyan ise buna boyun eğmekten baş­ka çare bulamadı. Ne mazeret bulacaktı ki bu görevi yapmamak için...? Düşmanlık ve savaş ateşini tutuşturan, bunun için gecelerini harcayan, 'bu ateşin yanıp durmasını sağlamak için Mekke'nin ciğer­parelerini tutuşturucu olarak kullanan kendisiydi. Bu gün o ateşin önü­ne geçmeli, can düşmanı Muhammed (S.A.V)'e varmalı ve ondan sulh antlaşmasını yenilemesini istemeliydi.

Ebû Süfyan canı istemiyerek Medine'ye doğru hareket etti. Medi­ne'ye varınca Alllah'ın RasûSü ile karşılaşmaktan korktu. Ama bu kor­kusu arasında da hasmının evinde kızının olduğunu hatırladı. Görevini yerine getirebilmesinde onun yardımını sağlayabilmek için hemen Ummu Habîbe'nîn evine doğru hızlandı.

Mü'minlerin annesi, Habeşistan'a hicret ettiği günden beri gör­mediği babasını aniden karşısında görünce, ne yapacağını, ne söyliye-ceğini bilemez bir şekilde kalakaldı,

Ebû Süfyan, Medine'ye geldi. Kızı ve Peygamberimizin zevcesi Hz, Ummu Habîbe'nin evine girdi. Peygamberimizin döşeğine oturmak için yönelince, Hz. Ummu Habîbe, döşeği hemen dürüp babasının ona oturmasına engel oldu.

Ebû Süfyan «Ey kızcağızım! Sen, bu döşeği, benden mi esirgiyor­sun, yoksa, beni bu döşekten mi esirgiyorsun? Anlayamadım» dedi.

Hz. Ummu Habîbe «Hayır! Bu, Resûlullâh Aleyhisselâmın döşeği­dir. Müşrik, onun üzerine oturamaz! Sen ise, müşrik ve pis olan bir kimsesin! Bunun için, seni ResûEuNâh Aleyhisselâmın döşeğine oturt­mak istemedim.» dedi.

Ebû Süfyan «Vallahi, ey kızcağızım! Benim evimden ayrıldıktan sonra, sana kötülük gelmiş!...» dedi.

Hz. Ummu Habîbe IHayir! Aliah, bana, kötülüğü değil, İslâmiyet! nasib etti.

Sen ise, işitmez, görmez, taştan yontulmuş puta hâlâ tapıp duru­yorsun!

Babacığım! Senin gibi Kureyşlilerin Ulu'su ve yaşlısı olan bir kimse, nasıl olur da, İslâmiyete uzak kalır?!» dedi.

Ebû Süfyan «Yazıklar olsun sana! Demek, ben, senden bunu da mı işitecektim?! Ben, Atalarımın tapa geldiklerini bırakacağım da, Muhammed'in dinine mi tâbi olacağım?!» dedi. Hz. Ummu Habîbe'nin evinden çıkıp gitti. Doğruca, Mescide, Peygamberimizin yanına vardı.

Ebû Süfyan kızının evinden çıkınca Rasûlüllah (S.A.V)'in yanına vardı ve antlaşma yapmak istediklerini söyledi ama hiç bir cevap ala­madı.

Rasûlüilah (S.A.V)'in yanında aracı olması için Ebû Bekir'e baş­vurdu o yüz çevirdi.

Durumu Ömer b. Hattab'a anlattı, o gayet ağır bir dille onu şöyle reddetti :

«Ben mi senin için Aliah Rasûlü'nün yanında şefaatçi olacağım? Zerre kadar gücüm kalsa yine de size karşı cihad edeceğim.»

Ebû Süfyan Ali b. Ebî Talib'in evine vardı. Ali yanında hanımı Ra­sûlüllah fS.A.VVin kızı Patıma (r.anhâ) ile oturuyordu. Oğullan kü­çük Hasan da önlerinde emekliyordu. Ebû Süfyan :

«Ya Ali, sen kavmin bana karşı en merhametlisisin. Ben bir ihti­yâç için geldim, Muhammed'e benim adıma şefaatçi ol» dedi.

Hz. Ali'nin cevabı :

«Yazıklar olsun ; Ebû Süfyan; Vallahi, Allah'ın Rasûiü Öyle bir iş yapmaya karar verdi ki, o iş konusunda biz konuşamayız.»

Ebû Süfyan bu seferde Hz. Fatıma'ya dönerek açındıracak bir ses­le ondan şu ricada bulundu ;

«Ey Muhammed'in kızı, şu küçük oğluna söylesen de halk arasın­da himayesine alsa beni. Dolayısıyla ahir zamana kadar Arabların efendisi olsa.»

Hz. Fatıma (r.anhâ)'da :

«Vallahi, görüyorsun benim oğlum insanlar arasında himaye ilân edecek yaşa gelmedi. Zaten kimse de Allah'ın Rasûlü'ne karşı hima­ye ilân edemez» dedi.

Bütün kapılar Ebû Süfyan'm yüzüne kapanmıştı. Rasûlüllah'ın am­cazadesi Ali b. Ebî Talib'in tavsiyelerine başvurdu. Ö da şu tavsiyede bulundu :

«Vallahi, ben senin için yararlı olabilecek bir şey bilmiyorum. Fa­kat sen Kinâne oğullarının ulu kişisisin. Kalk, iki taraf halkını uzlaş­tırmak için himayene aldığını ilân et, sonra da yurduna çık git. Bu­nun sana bir fayda sağiıyacağmı zannetmiyorum, Ancak sana bundan başka tavsiye edecek bir şey de bulamıyorum.

Ebû Süfyan mescide gitti, orada iki taraf arasında himaye ilân et­ti. Sonra devesine binerek Mekke yoluna, arkasından kovalanıyormuş gibi bir sür'âtle koyuldu.

Mü'minlerin annesi babasının başından geçenleri duydu. Rasûlül­lah'ın muzaffer olması için dua etmekten başka bir şey yapmadı. Bili­yordu ki, Mekke arazisinde şiddetli bir savaş olacaktır.

Belki de Rasûlüllah (S.A.V)'in diğer zevceleri onun bu nazik du­rumda ne yapacağına dikkat ediyorlardı. Medîne ordusu onun kavmin­den antllaşmayı bozup müslümaniarın himayesine girmiş bir kavmi kı­lıçtan geçirmelerinin intikamını almaya hazırlanmakta, Mekke durum karşısında şaşırmış vaziyette, Ebû Süfyan ise görevini yerine getire­memiş, eli boş dönmüş, kararsız bir halde idi. Mekke'lilere şöyle de­mişti :

«Muhammed'e başvurdum, vallahi, hiç bir cevap alamadım. Ebû Kuhafe'nin oğluna vardım ondan hayırlı bir söz duyamadım, Sonra Hattab'm oğluna müracaat ettim, onu en azılı bîr düşman olarak bul­dum.

Durum çok kritikti, çok nazikti, Rasûlülllah (S.A.V)'in kavmine karşı zafer kazanacağı ise kesindi. Mü'minlerin annesi olarak o da kavmine karşı savaş iiân etmişti. Onların şerrinden Allah ve Resulü­ne sığınmıştı. Ancak onların küfür üzere ölüp gitmelerini de istemi­yordu.

Şöyle düşünüyor ve temenni ediyordu : Ömer b. Hattab'ın, kar­deşi Muâviye'nin, Halid b. Velid'in, Rasûlüllah (S.A.V)'in kızı Zeyneb Kübra'nın kocası Ebü'l-As b. Rebî'în müslüman oldukilan gibi Ebû Süfyan da müslüman olamazTniydi?

Belki bu düşünce serap peşinde koşmak kadar boşuna bir ümit ise de Allah'dan ümit kesilmeyeceğine göre, şaşkın şaşkın durmak­tan kurtulmalı ve Cenâb-ı Hakk'in yüce divanına yönelmeliydi. O da öyle yaptı; babası Ebû Süfyan'a hidâyet vermesi için Allah'a yalvardı.

Bunu yapınca içinde huzur duydu. Rasûlüllah (S.A.V)'in kendisiy­le evlendiği gün okuduğu şu âyeti, o da okudu :

«Belki de AİIah sizinle, onlardan düşman olduklarınız arasına bîr ssvgi koyar, Allah buna kaadirdir. Allah çok bağışlayan, çok esirge­yendir.»

Bu, mü'minlerin annesi Hz. Ummu Habibe'nin babası ve kavmi hakkında yapabileceği en büyük iyilikti.

Bu sıralarda Rasûlüllah'ın Bedir savaşma katılmış sahabilerinden birisi hakkında üzücü bir haber yayıldı. Bu zat kendilerini perişan ede­cek bir tehlikeden haberdar olmaları için Kureyş'e yazdığı bir mektu­bu Sâre isimli bir kadına vermiş, mektubu yerine ulaştırdığı takdirde kendisini cömertçe mükâfatlandıracağını da kadına vadetmişti.

Rasûlüllah (S.A.V) sahabisi Hatrb b. Ebî Beltea'nin mektubunu, Cebrail'in haber vermesiyle, öğrendi. Ali b. Ebî Talib ile Zübeyr b. el-Avvamı, mektubu ele geçirmeleri için gönderdi. Gittiler ve Sâre'ye Mekke yolunda yetiştiler, kadını sıkıştırıp saç örgüleri arasına sakla­dığı mektubu elinden alıp geldiler.

Rasûlüllah (S.A.V) Hatıb'ı çağırtıp bu işi yapmasına nelerin sebep olduğunu sordu. Hatıb :

«Ya Rasûiâllah, Allah'a yemin olsun ki, ben Allah'a ve Rasûlü'ne seksiz, şüphesiz bir imanla iman ettim- İmanımı da hiç bir şekilde boz­madım ve değiştirmedim. Benim Kureyşlller arasında ailem ve çocuklarım var, onları koruyacak yakınlarım da yok. Bu işi sırf onları koru­mak için yaptım» dedi.

Ömer b. Hattab yerinden sıçrayıp Hâtıb'ın boynunu vurmak için Rasûlüllah {S.A.V]'den izin istedi, fakat Rasûlüllah Hâtıb'ın Bedir sa­vaşına katılmış sahabilerden olması sebebiyle ona bu izni vermedi.

Hâtıb b. Ebî Beltea ile ilgili bu olayı burada nakletmemiz, Rasûlül­lah (A.S.V)'in on bin savaşçıyla Mekke'ye doğru hareket etemesi üze­rine Ebû Süfyan'ın kızı olan mü'minlerin annesi Ummu Habibe'nin du­rumunun ne kadar zor olduğunu takdir edebilmemiz içindir.

Mekke fethedildi.

Allah'ın Rasûlüne nasibettiği zafer müjdesi Medîne'ye hemen ye­tişti.

Hicret yurdu Medîne Rasûlüllah (S.A.V)'in Ebû Süfyan'la karşılaş­tığında meydana gelen olaylara karşı dikkat kesildi. Zira Mekke, he­men yakınında ordugâh kurup ateş yakan çelik yürekli askerleri görün­ce, Haram Beldeye girmek üzere olan bu ordunun durumunu öğrenme­si için Ebû Süfyan'ı casus olarak göndermişti.

Rasûlüllah'ın amcası Abbas b. Abdü'l-Muttalib, Ebû Süfyanı tanıdı ve ona:

«Ey Ebû Hanzala, yazıklar olsun sana! İşte Rasûlüllah Ashabı ara­sındadır. Zorla Mekke'ye girdiğinde Kureyş'in işi duman olacaktır. Anan ve kavmin seni yitirsin, müslüman ol da kurtul» diye ihtarda bu­lundu.

Ebû Süfyan korkuyla :

«Babam, anam sana feda olsun, çare nedir?» diye sordu. Abbas onu katırının terkisine aidi. Beraberce ordugâhın içinden geçmeye başladılar. Askerler, müşriklerin kalbine korku salmak, için her biri birer ateş yakmış onbinlerce kişinin yaktığı ateşler çölü kapla­mıştı.

Ömer b. Hattab'ın yaktığı ateşin yanına geldiklerinde, Ömer, Ebû Süfyan'ı tanıdı ve Rasûlüllah (A.S.V) çadırına koşarak Ebû Süfyan'ın boynunu vurmak için izin istedi.

Onun hemen ardından Abbas gelerek :

Ya Rasûlüllah, ben Ebû Süfyan'a eman verdim» diyerek onu koruması altına aldığını belirtti.

Herkes soluklarını tutmuş Rasûlüllah (S.A.V)'in ağzından çıkacak kelimeleri bekliyordu :

«Ey Abbas, sen onu konak yerine götür. Sabahleyin de bana ge­tir» buyurdu. Allah'ın Rasûiü.

Ebû Süfyan, Allah Rasûiü'nün, Kureyş'in ulusu olan kendisi hak­kında vereceği hükmün ne olacağı endişesiyle gecesini uykusuz geçir­di.                                                                                                               

Sabah olunca Ebû Süfyan Rasûlüllah (S.A.V)'in huzuruna getirildi. Huzurda Muhacirlerin ve Ensar'ın ileri gelenleri bulunuyordu.

Rasûlüllah (S.A.V)'in ilk sözü :

«Yazıklar olsun sana ey Ebû Süfyan. Allah'tan başka ilâh olmadı­ğım bileceğin vakit halâ gelmedi mi?» sorusu oldu.

Ebû Süfyan ise :

«Babam anam sana feda olsun. Usluluk ve yumuşak huylulukta, şereflilikte, akrabalık hakkını gözetmekte senden daha üstünü yoktur. Vallahi sanırım ki, Allah'dan başka ilâh olmasa gerek. Çünkü Allah'dan başka ilâh olsaydı beni bu şeylerden korurdu» dedi.

Rasûlüllah (S.A.V) :

«Yazıklar olsun sana, ey Ebû Süfyan, benim Allah'ın Rasûlü oldu­ğumu bileceğin vakit halâ gelmedi mi?» diye sorunca da :

«Babam anam sana feda olsun. Usluluk ve yumuşak huylulukta, şereflilikte, akrabalık hakkını gözetmekte senden daha üstünü yoktur. Senin Rasûlüllah oluşuna gelince, vallahi bu hususta şu ana kadar içimde biraz şüphe vardır» cevabını verdi.

Aradan pek fazla bir zaman geçmeden de müslümanlığını ilân etti.

Abbas, Rasûlüllah (S.A.V) den, Ebu Süfyani, hoşnut olacağı bir şeyle taltif etmesini rica etti. Rasûlüllah (S.A.V) ona şu iltifatta bu­lundu.

«Evet, kim Ebû Süfyan'm evine girerse o emniyettedir. Kim evine girip kapısını kapatırsa o emniyettedir. Kim Kabe'ye sığınırsa o emni­yettedir.»

Ebü Süfyan bir münâdi gönderdi Mekke'ye ve :

«Kim Ebû Süfyan'm evine girerse o emniyettedir!» diye ünletti.

Önleyenlerin sesi ufukları aşıp Ümmü Habibe'nin kulağına ulaştı­ğı zaman sevinçten titreyerek :

«Kim babamın evine girerse o emniyettedir!» diye tekrarladı.

Sevgili zevci Resûlüllah, ne kadar yumuşak huylu, ne kadar soylu, ne kadar akrabalık haklarını gözeten yüce kişiliğe sahipti.

Ümmü Habibe kalktı Allah'a şükür secdesi yaptı.

Hz. Ümmü Habîbe, bir keresinde Peygamberimizden teheccûd na­mazının faziletini duymuştu. Ondan sonra teheccûd namazını asla ak­satmadı.

Babası öldüğünde üçüncü günü güzel koku getirterek süründü, sonra da şöyle dedi: «Ne koku sürünmeye lüzum var, ne de buna arzu ve isteğim var. Fakat Rasûlüllah'ın şöyle buyurduğunu işitmiştim :

«Bir kadının kocasının dışında birisi için üç günden fazla matem tutması caiz değildir. Ama bu süre kocası için dört ay on gündür.» Bu sebeple matem tuttuğu zannedilmesin diye güzel koku sürünmüştü. Kendi ölümü yaklaştığında da Hz. Aîşe'ye haber göndermiş, yanına ça­ğırtarak ona şöyle söylemişti: «Benimle sen kuma durumunda bulunu­yoruz. Kumalar arasında da az çok tatsızlıklar olur. Ben sana hakkımı helâl ediyorum, sen de bana helâl et!.»

Hz, Aîşe annemiz de : «Ben de sana helâl ettim, Allah seni bağış­lasın.» dedi. Bunu duyan Ummu Habîbe : «Beni çok mutlu ye huzurlu ettin. Allah da seni mutlu ve huzurlu kılsın» dedi. Daha sonra da Ümmü Seleme'ye aynı düşünceyle bir adam gönderdi.

Kumalar arasındaki ilişkiler günümüzde genellikle birbirinin yü­zünü bile görmemek şeklinde sürer gider. Ama İslâm'ın o yüce kadın­ları bu dünyanın işlerini burada halletmeye önem vermişler, âhire yükünün omuzlarında kalmamasını istemişlerdir...

Sonra ebedî selâmet uykusuna daldı. 44. Hicrî yılında mübarek cesedi, Medine'deki Baki' kabristanın temiz toprağına katıldı.

Kendisinden rivayet edilen hadîslerden altmışbeş tanesi kütübü sitte'dedir. [10]

 

Mü'minlerin annelerinin sonuncusu