GüLe SeVDaLi BiR GeNçLiK

FORUM DİN => Kur'an-ı Kerim => Fıkıh => Konuyu başlatan: sevdaligul - 09 Mart 2011, 19:34:54

Başlık: İslam’da Zekatın Yeri Ve Önemi
Gönderen: sevdaligul - 09 Mart 2011, 19:34:54
Zekat» İslamın beş şartından biridir. Farziyeti kitap, sünnet ve icnıa ile sabit olmuştur. O bakımdan inkarı küfür, terki büyük günahtır.
Zekat'ın hicri ikinci yılda veya Ramazan Orucu'nun farziye-tinden sonra farz kılındığı belirtilmektedir. "İkinci yılında farz kılınmıştır" diyenler ise, çoğunluktadır.
Zekat, Arapça bir kelime olup mali ibadetin ismidir. Kök mana olarak "artma ve çoğalma" demektir. Aynı zamanda temiz­lik, arınma, artma, salah-i hal gibi manalara da delalet ettiği bi­linmektedir.
Terini olarak, belirlenmiş nisaba erişen para, ticaret malı, ürün, altın ve gümüş, aynı zamanda davar gibi maddelerden belir­li bir nisbeti çıkartıp müstahik olanlara verilen sadakadır... Yerd­en çıkan ürünler ve bir de sene başında nisaba ermiş mal ve para­ya sene ortalarında ilave edilen, katılan mal ve paralar dışında diğerlerinin sahiplerinin nezdinde üzerinden kameri bir yılın geçmesi şarttır. Yerden çıkan ürünlerin senesinin dolması bekle­nilmeden harmanda iken çıkarılıp verilir. Bunun gibi, sene başında nisaba ermiş para ve ticari mala sene ortasında veya so­nuna doğru katılan para ve ticari malların da senesinin dolması beklenmez, senesi dolan nisaba tabi olup hepsinin senesi dolmuş kabul edilerek zekatı çıkarılıp verilir.
 
Zekâtın Faydaları
 
Zekatın ferdi, ailevi, içtimai birtakım faydaları söz konusudur:
Önce zekat, ferdi yardıma alıştıran, maddeyi amaç olmaktan uzak tutan araç olarak belirleyen; ruhu arındıran, vicdanı huzura kavuşturan, kişinin saygınlığını ve güvenirliğini artıran, yalnız kendisi için değil, aynı zamanda ailesi, çevresi ve toplum için çalıştığını öğreten mali bir ibadettir.
Aile fertlerini yardıma, yardımlaşmaya, dayanışmaya alıştıran, komşular arasında sevgi ve saygı bağlarını oluşturan, zayıf unsurları takviye edip muhtaç durumdan kurtarmaya yönelik hikmeti taşımaktadır.
Toplum yapısında zenginle fakir arasındaki mesafeyi kısaltan, boşluğu kapatan; sosyal adaletin sağlanmasında nazım rol oynayan ilahi emirlerden biridir. O bakımdan zekatla vergiyi
birbirine karıştırmamak ve bunları eş anlamlı kelime veya terim sanmamak gerekir. Vergi, devletin mükelleflerden alıp ülke düzenini ve refahını sağlamaya yönelik bir anlam taşır, bunun nisbetini artırmak veya eksiltmek devletin iradesine bağlıdır. Ze­kat ise, toplumu kaynaştırıp kötülükleri önlemeye; iç huzur ve dayanışmayı sağlamaya, sosyal adaleti kurmaya, kardeşlik bağlarını kuvvetlendirmeye, sınıf farkını kaldırmaya yönelik bir hikmeti yansıtır.
Aynı zamanda zekatın verilecek nisbeti tahdid edilmiştir.
O bakımdan Kitap ve Sünnet'te bu mali ibadet üzerinde ye­terince durulmuş ve gereken her türlü açıklama yapılmış; tahrik ve teşviklerde bulunulmuş; vermeyenler için ebedi azab ile tehdit­ler yapılmıştır.
Böylece zekat ve sadaka, mal ve servetin amaç değil araç olduğunu vurgulamakta ve kişisel çıkarın ön plana alınma he­vesini kırmakta, ferdin toplumdan kopmaz bir parça olduğunu kalp ve kafalara işlemektedir.
 
Zekat Önemiyle Îlgili Hadisler
 
îbnAbbâs (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:
"Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz Muaz'ı Yemen'e gönderdiğinde ona şöyle (talimatta bulunarak) buyurdu ki: "Şüphesiz sen, kitap ehlinden bir kavme gidiyorsun. Onları önce Allah*tan başka ilah olmadığına ve benim de Ra­sulüllah bulunduğuma şehadette bulunmaya çağır. Eğer bu hususta sana itaat ederlerse, bu defa onlara, Allah'ın üzerlerine her gün ve gecede beş vakit namaz farz kıldığını bildir. Bu hususta sana itaat ederlerse, Cenab-ı Hakk'ın, zenginlerinden alınıp fakirlerine çevrilecek (verilecek) sadakayı, (yani zekatı) farz kıldığını bildir. Bu hususta da sana itaat ederlerse, artık onların nefis (çok kıymetli) mal­larından sakın ve zulme uğrayanın bedduasından kork. Çünkü onun bedduasıyla Allah arasında (engel) hiçbir hi­cap yoktur."
Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle anlatıyor:
"Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz vefat edince, Ebu Bekir (r.a.) (Onun yerine geçip) halife oldu. Araplardan ise inka­ra sapanlar sapmaya başladı. Ebu Bekir (r.a.) onları tenkil etmeyi, gerekirse kılıç kullanmayı kararlaştırdı. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) ona: "Sen nasıl olur da şu insanlar­la savaşırsın? Oysa Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buy­urmuştur: "İnsanlarla, La ilahe illallah demelerine kadar savaşmakla emrolundum. Artık kim bu sözü söylerse, canını ve malını benden korumuş olur; ancak (islam huku­kuna göre, öldürülmesi gereken) haklı bir sebep müstesna. Hesabı ise Allah'a aittir." Bunun üzerine Ebu Bekir (r.a.) şöyle cevap verdi: "Allah'a yemin ederim ki, namaz ile zekat arasını ayıran kimselerle savaşacağım. Çünkü zekat, mal­dan verilen bir haktır. Yine Allah'a yemin ederim ki, eğer onlar Rasulüllah'a (s.a.v.) verdikleri bir oğlağı benden men'edip vermezlerse onlarla savaşırım."
Hz. Ömer (r.a.) diyor ki: "Allah'a and olsun ki, bu an­cak Allah'ın Ebu Bekir'in göğsünü (kalbini haklı bir) savaşa açması idi ve ben anladım ki Ebu Bekir haklıdır, hak üzeredir..."