GüLe SeVDaLi BiR GeNçLiK

FORUM DİN => Din ile İlgili Karışık => Konuyu başlatan: sevdaligul - 17 Şubat 2010, 12:27:46

Başlık: Bir İstiridye MAsalı
Gönderen: sevdaligul - 17 Şubat 2010, 12:27:46
Küçük bir istiridye yıllar boyu denizlerde dolaşmış. Balıklarla, bitkilerle ilgilenmiş. Kendisiyle de ilgilenilmesini çok istiyormuş, ama kimse onunla ilgilenmiyormuş.“Onun gibi binlercesi var” diyorlarmış, “hiçbir özelliği olmayan bir istiridye işte!...”
Burun kıvırıp yanından geçiyorlarmış. Günlerden bir gün şöyle papatya gibi açılmış yüzerken, bir minicik kum taneciği kaçmış karnına. Önceleri aldırmamış.”O küçümen şey bana ne yapabilir ki?” diye düşünmüş. Fakat zamanla karnı ağrımaya başlamış. O zaman anlamış kum tanesini küçümsemekle hata ettiğini. Anlamaya anlamış, ama iş işten de geçmiş. Çok uğraşmasına rağmen, minik kum tanesinden kurtulamamış. “O zaman ben de onunla birlikte yaşamayı öğrenirim” diye geçirmiş içinden, “artık o benim bir parçam.” Ne hayata küsmüş, ne gelecekten korkmuş, ne de umudunu yitirmiş, sadece sabırla ve özenle beklemiş. Gel zaman, git zaman, istiridyeciğin ağrıları artmış. Bazen dayanılmaz derecede ağrı duyuyor, göz yaşlarını tutamıyormuş. Sonunda istiridye dünyasının en meşhur doktoruna gitmeye karar vermiş. Doktor istiridyeciği iyi bir muayeneden geçirdikten sonra, bilgiç başını sallayarak gülümsemiş:
“İçinde bir inci oluşuyor” demiş.
“Kötü bir şey mi?” diye sormuş istiridyecik, üzgün bir sele.
“Aksine çok iyi bir şey” demiş doktor, “inci çok değerli bir maddedir. Onun sayesinde sıradan bir kabuk olmaktan kurtuldun, artık sen de çok değerlisin.”
İstiridyecik duyduklarına çok sevinmiş. Haftalardır ilk defa kendini mutlu hissetmiş. Evine dönmüş. İçeri girer girmez kapısı çalınmış. Bakmış karşısında iri bir istiridye:
“Sana dokunabilir miyim kardeş?” diye ricada bulunmuş, “şimdiye kadar inci taşıyan bir istiridyeye hiç dokunmadım da…”
İstiridyeciğin koltukları kabarmış: “Tabii dokunabilirsin” demiş.
Konuk istiridye karnına dokunmuş ve çok mutlu olmuş. “Keşke benim karnımda da bir inci olsa” diye yakınmış.
Ardından yaşlı bir istiridye gelmiş . Bir zamanlar karnında kocaman bir inci taşıdığını, insanların onu avladığını, karnındaki kocaman inciyi çaldıklarını, tekrar denize bıraktıklarını, yeni hayata alışana kadar çok çile çektiğini anlattıktan sonra,
“Kendine dikkat et, sakın inciyi kaptırma!” diye tembihlemiş.
Sonra çeşit balıklar, deniz yıldızları, deniz anaları gelmişler, incisini kutlamışlar…
Hatta içinde taşıdığı değerli incinin şerefine bir kutlama partisi teklif etmişler, ama istiridyecik olayın çok abartıldığını düşündüğünden kabul etmemiş.

Şimdi olayı baştan hatırlayalım:
İstiridyenin içindeki yeni oluşum (inci oluşumu) önce mimi minnacık bir kum tanesiyle başladı…
İstiridyenin içini acıttı. İstiridyecik acılara katlandı, dayandı; içindekiyle birlikte yaşamaya karar verdi ve emeğiyle, sabrıyla onu besledi, etrafını ördü…
İnciyi oluşturup olgunlaştıran, istiridyenin içinde gelişen yeni duruma dayanma kararlılığı, geleceğe güveni ve gelecekten umuduydu…
Sonuç olarak, istiridye, içindeki bir acıyı emeğiyle, çabasıyla, sabrıyla ve umuduyla bir tabiat harikasına dönüştürmüştü…

Biz de, kendi içimizde, önce bizi rahatsız eden yeni gelişim ve değişmelerden harikalar meydana getirebiliriz…
Bunun için kendimize sormamız gereken soru şu:
“Ben bir istiridyeden daha mı beceriksizim?”
Merak etmeyin: İstiridyeye “musahhar” olan “inayet”, bize de “musahhar” olacaktır.
Ve dert etmeyin: “İnci” li olanlar, sancılı olurlar.

Ne biliyorsunuz: Belki, bugün size acı veren sancılar büyük, toplumsal bir inciyi oluşturmaktadır?
Unutmayın: Hz. İbrahim ateşe atıldığında orada bulunan herkes onun yanıp kül olacağını umuyordu…
Unutmayın: Hz. Yusuf’u kuyuya atanlar, orada ölüp gideceğini düşünüyorlardı…
Unutmayın: Hz. Yunus’u denize fırlatanlar, özellikle koca bir balık tarafından yutulduğunu gördükten sonra, ondan kesinlikle kurtulduklarına hükmetmişlerdi…
Unutmayın: Hz. Hacer’i oğlu İsmail’le kadın başına çölde görenler işinin bittiğini, kurda-kuşa yem olacağını sanmışlardı…
Ve unutmayın: Hz. Muhammed (s.a.v) Mekke’den hicrete zorlayanlar, bir daha asla geri dönemeyeceğini inanmışlardı.
Fakat ne oldu: Nemrut ateşi gülistana dönüştü, Hz. İbrahim o gülistanda yedi gün geçirdikten sonra, gülümseyerek çıktı ve en mutlu günlerini geçirdiğini söyledi.
Hz. Yusuf kuyuya sarkıtılan bir kovanın ipine tutunup kurtulduktan sonra Mısır kralının sağ kolu oldu: Kendisini kuyuya atanlara buğday verdi.
Hz. Yunus’u yutan koca balık adeta bir denizaltına dönüşüp şerefli konuğunu rahat ettirdi, sonra da gezdire gezdire sahile çıkardı.
Hz. Hacer’e zemzem ikram edildi, oğluyla uzun yıllar o bölgede yaşadı.
Hz. Muhammed (s.a.v), terk zorunda kaldığı Mekke’ye, çıkışından on yıl gibi kısa bir süre sonra bir fatih olarak geri döndü ve Mekke’lilerin de halifesi oldu.
Unutmayın: Hayatın senaryosunu siz yazmıyorsunuz.

Elimizden geleni yaparsak, ikram ve inayeti hak ederiz.
Ve İstanbul kuşatması sırasında Akşemsettin'in Fatih'e söyledikleri:
"Kul tedbir alır. Allah takdir eder. Hükümü ve delili sabittir. Lakin kul elinden geldiği kadar gayret göstermekte kusur etmemelidir."