GüLe SeVDaLi BiR GeNçLiK

TV KEYFİ VE GÜNCEL OLAYLAR => Haber ve Yaşam Merkezi => Güncel Haberler ve Olaylar => Konuyu başlatan: hkx - 05 Temmuz 2009, 19:08:06

Başlık: Gözleri vardır, görmezler... Kulakları vardır, duymazlar...
Gönderen: hkx - 05 Temmuz 2009, 19:08:06


BU cümle "Türk halkını"; askeriyle, siyasetçisiyle, siviliyle "ortalama" bizi anlatıyor...
Neden mi?
Hemen arz edeyim...
Sevgili dostlar, bir arkadaşımla konuşuyorum, konusuna son derece hâkim bir akademisyen...
Söz "IMF'den, Dünya Bankası'ndan, ekonomiden, sistemden" dönüp dolaşıp Türkiye'nin dinamiklerine ve kavgalarımıza geliyor...
Arkadaşım çok ilginç bir ifade kullanıyor ve "Onlar Romalı" diyor...
"Kimler" diyorum, orasını söylemiyor ama aramızda aşağıdaki başlıkların geçtiği tartışma başlıyor...
"Romalılar" kimler? Bu sınıftan olanlar Türkiye'nin nasıl yönetilmesini istiyorlar? Onlara göre kurtuluş nerede ve en önemlisi "kavga" neden çıkıyor?
Sevgili dostlar, Roma (Avrupa) - İstanbul (Anadolu) coğrafyası arasındaki iktidar mücadelesi MS 330'da başladı ve Osmanlı'nın gerekli ekonomik değişimi sağlayıp, Avrupa ile birlikte atağa kalkamadığı 1699 yılına kadar devam etti. 1699, bir "anlaşmanın" tarihi değil İstanbul coğrafyasının yani "Anadolu'nun yönetildiği" ve buranın "ana merkez" olduğu yapının, Avrupa tarafından "devşirilir" hale gelmeye başlamasının dönüm noktasıydı.
1854 Kırım Savaşı sonrası bu "devşirilme" süreci, "borçlanma" ve "Batı hayranı aydın üretme" gibi yeni dinamiklerle daha da gelişti ve hızlandı. 1876'dan itibaren özellikle "borçlanmaya" dur demek isteyen sadrazamların da "devre dışı" bırakılmasıyla süreç daha net ve belirgin hale geldi. O dönemde yaşananlar kolaylıkla ifade edilebiliyordu: Avrupa'nın idealleri uğruna özellikle Alman önderliğinde, Müslüman coğrafyasına tezleriyle hâkim olabileceği düşünülen İstanbul'un dönüştürülmesi ve kullanılması... Anadolu, kendisini temsil eden İstanbul'un "zorunlu dönüşümü" sonucu değişiyor, yaşananlara seyirci kalıyordu!..
1839 sonrası ortaya çıkan "üretimin de Batı mallarına karşı" yok edilmesi süreci yukarıdaki "fikirsel" yapıyı destekliyordu. Bugün yaşadığımız "Avrupa Birliği" ve "Gümrük Birliği" o gün ilk sürümler ile yükleniyordu. Bu dönemde Almanya diğerlerinden ayrışarak Osmanlı üstünde kesin bir avantaj elde etti. Alman İmparatoru II. VVilhelm'in Müslüman olduğu haberleri eşliğinde, Ortadoğu'ya hâkim olma yolunda, İstanbul coğrafyası bütün unsurları ile kullanıldı.
2. Dünya Savaşı'nda ve öncesinde de durum farklı değildi. Potansiyel bir Rus (komünizm) tehlikesine karşı dine dayalı sivil unsurlar, ABD ve Almanya tarafından harekete geçirildi. Bu süreç, Almanya'nın Ortadoğu petrollerine dokunmadan Orta Asya petrol bölgelerine ulaşması şartıyla İngiltere ve Fransa tarafından da desteklendi. Savaş sonrası Türkiye'nin NATO'ya katılım sürecinde dahi Türkiye kurulacak bir Ortadoğu Komutanlığı mantığı ile yapıya zoraki alındı.
Bu noktada çok ama çok önemli bir soru sormak istiyorum: Bugün "Ergenekon" dediğimiz "yerleşik" ruhun temelleri bu dönemde "atılmış" olabilir mi?

***

Sevgili dostlarım, 1946 devalüasyonu ile 1960 darbesi ve özellikle 1980 sonrası da aynı mantığı gördük. "Ilımlı İslam devleti" mantığı altında Ortadoğu ve Orta Asya'da hâkim olmak isteyen "Roma'nın" yine bu coğrafya üzerindeki oyunları sürece hâkimdi. Devletin resmi organlarında "Kemalist laiklikten, Osmanlı sekülarizmine" başlıklı raporlar yayınlandı. Yeni bir sentez pompalandı. Darbeci generaller, ellerinde "Kuran" meydanlarda kalabalıklara seslendiler. O gün ayrıca 1960 öncesinde ve sonrasında çok oynanan "irtica" oyununun da temelleri sağlamlaştırılıyordu.
"Atatürk biziz" diyenler, Atatürk ilke ve devrimlerini "nasıl bir oyunun parçası" olduklarını bilerek-bilmeyerek yok ettiler. Ettiler ama ellerindeki "Biz Atatürk'ün izindeyiz" pankartlarını da asla bırakmadılar. Halkın bir bölümünü kandırmak, oyalamak için bu gerekliydi!
1999 ekonomik krizi sonrası ve özellikle 2003 döneminden hemen sonra aynı mantığın yeniden ortama hâkim olduğunu gördük... Çatışma büyüdü, taraflar sertleşti ve aslında aynı fikirleri savunan birçok kesim de bilmeden ayrı taraflara düştüler.
Sevgili dostlar, bugün Türkiye "Romalılar" ile "Anadolu'dan, Trakya'dan filizlenen" akımları "aklında-kalbinde" taşıyanların kavgasını yaşıyor. İşin kötüsü, "AB'ye itaat edelim, IMF'den borçlanalım, sıcak para rantını katlayalım" diyen Romalılar, bu ülkenin "askeri ile hükümetini" birbirine düşürebilme kabiliyetlerinin "coşkusunu" sürekli yaşıyorlar. Gündemi istedikleri gibi oluşturup diğerlerinin kendi çıkarlarının "nerede olduğunu" görebilme kabiliyetlerini yok ediyorlar. Kavramlar hep Aynı ve sığ kavramlar! "Şöyleyim, böyleyim!" Onu mu dedin, bunu mu dedin? O musun, bu musun?
Biz bu "sığ göllerde" boğulup okyanusa asla ulaşamaz iken; yılda 1 trilyon dolarlık bir ülke olabilecek bu topraklar, birilerinin elinde "oyuncak", cebinde "pul" olmaya devam ediyor. 72 milyon çalışıyor, beş bin gerçek-tüzel kişi cebine yılda 52 milyar dolar faizi indiriyor.
Sonuç: Askere, siyasilere, basına, halka, kısacası herkese sesleniyorum: Gerçekleri görelim ve birbirimizi etiketlemeden "Romalıları" ayırmaya çalışalım. Yaşadığımız "kavga" çok ama çok saçma. Gerçekleri görenler bir araya toplansın, şimdi "vermek" vaktidir, gerçeği görüp de söylemeyenler kaygılansın, belki "yanmak" vaktidir!

Yiğit Bulut

Kaynak: http://www.haberturk.com/haber.asp?id=156938&cat=110&dt=2009/07/04