Reklamlar
Ayrıntılı Konu Bilgileri
Sayfa BaşlığıKonu: Kur'ânın İktisadî (ekonomik) Tefsiri
Mesaj SayısıMesaj Sayısı: 8 cevap var
OkumaGösterim: 1666
Google Özel Arama

Gönderen Konu: Kur'ânın İktisadî (ekonomik) Tefsiri  (Okunma sayısı 1666 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

    sevdaligul

  • Administrator
  • *

  • İleti: 13121
  • Nerden: Konya
  • Rep: +6511/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • GüLe SeVDaLı Bir GeNç
    • MSN Messenger - sevdaligul@gmail.com
    • Profili Görüntüle GüLe SeVDaLı BiR GeNçLiK
  • Çevrimdışı
Kur'ânın İktisadî (ekonomik) Tefsiri
« : 21 Kasım 2010, 08:21:59 »


 

Kur'ânın İktisadî (ekonomik) Tefsiri


Prof. Dr. Osman Eskicioğlu*

AL-İ İMRAN SURESİ

 

A. İmran Suresi 3/ Ayet: 10

“Gerçekten küfretmiş olanlara ne malları ve ne de evlatları Allah’a karşı hiçbir şeye fayda vermez.”

Bu ayete ekonomik açıdan baktığımız zaman İslam düzenini ve ekonomisini kabul etmeyip karşı çıkan kimselerin böyle bir toplumda artık güvenliklerinin kalmayıp ortadan kalktığını görüyoruz. Bu kimselerin faydalanmak ve üzerlerine gelecek bir zararı savmak için biriktirmiş oldukları malları[1] kendilerine bir fayda vermeyecektir. Onların evlatları da aynı şekilde başlarına gelecek bir belayı engel olmayıp kendilerine bir menfaat sağlayamayacaktır. Eğer devlete karşı isyan ederlerse zaten bu ayaklananlar ya öldürülürler veya elleri ve ayakları çaprazlamasına kesilir ya da yurt dışına sürgün edilirler.[2]

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Herkes toplum içersinde olan bir düzene girmek zorundadır.

2- Hiçbir düzeni kabul etmeyen anarşistlerin can ve mal güvenlikleri ortadan kalkar.

3- Düzenin dışına çıkan kimselerin malları kendilerine verilmez ve akrabaları da onlara hiçbir yardımda bulunamazlar.

 

A. İmran Suresi 3/ Ayet: 14

“Kadınlara, evlâtlara, yığın, yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, otlağa yayılmış atlara, küçükbaş hayvanlara ve ekinlere karşı aşırı tutkunluk insanlara cazip gösterildi. Bunlar dünya hayatının nimetleridir. Oysa asıl varılacak yer Allah katındadır.”

Ekonomik alanda değerin ne olduğunu araştıranlar bunu çeşitli yönleriyle ele almışlardır. Bunlardan birisi değerin sübjektif yönden incelenmiş olmasıdır. Buna göre bir şeyin herhangi bir kimse bakımından sübjektif değeri o kimsenin o şeye sahip olmanın önemi ile başka şeylere sahip olmanın önemini karşılaştırarak yaptığı takdirdir.[3] Bu değer takdiri ihtiyaç ve fayda ile yakından ilgilidir. Zaten sübjektif değer marjinal faydaların, son birim yararının ölçülüp karşılaştırılması ile ortaya çıkar.[4] Alfred Marshall ve Karl Menger gibi iktisatçılar tarafından ortaya atılan marjinalizm veya nihai fayda teorisi içerisinde değer ve fayda kavramları açıklanmaya çalışılmıştır.[5]  Değer kavramı bir bakıma arzuların etkisi altındadır. Onun için seçme kararı sanki psikolojik değer yargısına dayanan bir hareket tarzıdır.

İşte bu ayet, insanın kıymet verip değer biçerken onun kararına etki eden objektif ve sübjektif unsurlardan ikincisinin varlığını ortaya koymaktadır. Zaten insanoğlunun sübjektif davranarak bazı şeylere daha çok değer verdiği bir gerçektir.

Tezyîn : Süslemek, bezeyip donatmak demektir. Güzelliğini göstermek anlamına gelir. Güzelliğini gösterip arayışlı olan kadına zâyin denir.[6]

Nâs[7] ve hubbun[8] kelimeleri daha önce geçti.

Şehvet : Nefsin arzu ettiği şeye atılışıdır ki, gönül çekmek tabir olunur.[9]

Birbirlerine yakın manaları olan bu üç kelimenin burada bir araya gelmesi, kadın, evlat, para ve malların insan için ne kadar değerli olduklarını açıkça göstermektedir. İnsan bunlara karşı son derece sevgi duyar. Bu istekleri sevmek ve arkalarından gitmek kötülenmiş, mutezile ekolü tarafından bazı görüşler ileri sürülmüş, bir kısım müfessirler de bunları insana süslü ve güzel gösterenin şeytan olduğunu söylemişlerdir. Bazıları da burada insanın tabiatından söz edilmekte ve onun özündeki işin hakikati açıklanmaktadır, yoksa onun hareket ve davranışları bildirilmemektedir[10] diyerek bunlara cevap verirler.

İşte bu ayette insanın bazı şeylere karşı istek duyduğu bildirilmekte ve bu isteklerin arkasında koşanlar suçlanmaktadır. Öyleyse bunlar ekonominin temek unsurları olarak ortaya çıkar. Burada insana süslü gösterilen şeylerden bahsedilirken önce kadın ve çocuktan söz edilmekte, sonra da eşyalar sayılmaktadır. Bunun için insanın peşinde koştukları şeyleri insan ve eşya olmak üzere iki kısma ayırabiliriz.

İnsanın gönlüne kadın ve çocuk sevgisinin konulmasından maksat üreyip çoğalmak ve neslin devamını sağlamaktır. Eğer bu sevgi olmasaydı, çoğalma olmaz, insan nesli kesilir ve sona ererdi. Bu sevgi tabiat ve yaratılış ile ilgili bir husustur. Bu yüzden bu duygu sadece insanlarda değil, bütün hayvanlarda da bulunur.[11]

Erkekler yaratılış gereği olarak daha çok kadınla ilişki kurmak isterler. Bu duygu da onları daha çok çalışmaya ve üretip kanmaya sevk eder. Diğer taraftan bu sayede her kadın da bir koca bulmuş olur. Hem böylece kurulan bir yuva ortamında kadınlar geçimlerini kolaylıkla temin etmiş ve çocuk yetiştirerek topluma hizmet etmiş olurlar. Çok evlenmenin yasaklandığı yerlerde ise bu duygu nikâh dışı ilişki ve fuhuş yoluyla tatmin cihetine gidilir. Bir erkek için çok evlenmenin sınır İslam esaslarında dört kadın olarak belirlenmiştir.[12]

Anne ve babada bulunan evlat sevgisi de insan doğasında bulunan fıtri bir duygudur. Bu duygu insanlarda oğlan çocuğunu daha çok sevmekle kendisini gösterir. Herhalde bu yüzden olacak ki, “Keşke ocağımı tüttürecek bir oğlum olsaydı”, “oğlan evladı olmadığı için artık onun ocağı söndü” gibi cümleler halk arasında dolaşmaktadır. Herhalde yine bu sebepten olacak ki, ayette de çocuk sevgisi denilmemiş de “oğlan evlatların sevgisi” buyrulmuştur.

Kanâtîr : Bu kantar kelimesinin çoğuludur. Kantar ise en büyük tartı aletidir. Bu çeşitli yer ve zamanlarda farklı ağırlık ifade eder.[13] Çok mala da kıntâr adı verilir.[14]

Bu ayette yığın, yığın yapılmış yükler dolusu altın ve gümüşten bahsedilmektedir. Altın ile gümüş para oldukları için insanlar arasında diğer madenlere göre daha çok sevilirler. Her şey, ihtiyaç duyulan bütün mallar, para ile alınıp satılır. Onun için paraya sahip olan her şeye sahip olur, demektir. Bir şeye sahip ve malik olmak insana güç kazandırır. Onun için halk arasında para insanı konuşturur, derler. Satın alma gücü ve mali güç de insanlara ihtiyaçlarını temin etmede yardımcı olur ve böylece o kemal derecesine yükselir. Dolayısıyla bu durum herkes tarafından sevilip beğenilip istenecek bir hal olur. İşte altın ve gümüş insanı bu hale getiren en iyi ve en mükemmel bir vasıta olduğu için bizzat sevilen ve istenen bir madde olmuştur.[15] Kuran’da altın gümüşü biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlara elim bir azap bulunduğundan[16] ve gümüşü para olarak kullandıklarından bahsedilmektedir.[17]

Kantar : Büyük köprü veya yüksek apartman manasına gelir.[18] O zaman ayetin manasını yığılmış altın ve gümüş paralar şeklinde değil de altın yaldız ve gümüşle süslenmiş yapıları isterler diye anlamak mümkündür. Zaten Kuran’da başka yerlerde altın surlardan (veya altın bileziklerden) de söz edilmektedir.[19]

Hayl : At sürüsüne hayl denir.[20] İnsanın kafasında tasarladığı şekil ve surete de hayâl adı verilir. Huyelâün de kibirlenmek demektir. At yürürken hızlı veya çalımlı yürüdüğü için bu adı almıştır.[21]Ayette geçen bu “hayl” kelimesini otomobil, gemi, uçak ve her türlü binek ve taşıt vasıtaları olarak düşünmek de mümkündür.

Atlara çalımlı, çalımlı yürüdükleri için kendilerine bu ad verildiğini düşünürken, zamanımızda gösteriş yapmak için son model lüks arabalara sahip olma yarışı hatıra geliyor. İyi ve kullanışlı olmaları yanında pahalı ve son model araba tercih edilir. Fakat gösterişe düşkün bu kimselerin elinde bulunan bu araba başkalarında olmamalıdır. Ev eşyaları için de durumun aynen böyle olduğunu söyleyebiliriz.

Müsevveme kelimesi salıverilmiş, orada burada dolaşan anlamına geldiği gibi, değerlenmiş, kıymetlenmiş ve toplum tarafından rağbet edildiği için değeri artmış, işaretlenmiş ve markalanmış manalarına da gelir.[22] Bu, kişinin zengin olduğunu göstermesi için yaptığı faaliyetleri ve gösterdiği gayretleri ifade eder. Tabi bu durum da insanları çalışıp üretme faaliyet yapıp kazanmaya sürükler. Asıl ihtiyaçları karşılamakla birlikte çokluğu dolayısıyla değeri düşen mallar da halka kalır ve böylece herkesin ihtiyacı da karşılanıp giderilmiş olur.

Çok nüfusa sahip olmanın yanında geniş hayvan sürülerine sahip olmak da istenilen bir şeydir. Çöl ve kırlardaki aileler değerlerini sahip oldukları sürülerin çokluğu ile ölçerler.

Ayette geçen enâm kelimesi deve, sığır, koyun ve keçi manalarına gelir.[23] 

Hars daha önce geçtiği gibi[24] ekin ve ekinlik anlamına gelir. Ekip dikmek ve toprak insan için çok önemlidir. Bütün hayat, üretim vasıtalarından birisi olan toprak ve su ile sağlanır. İnsan hayatında toprağın değerini bile mesela fizyokratlara göre toprağı ekip dikmek demek olan ziraat hayatın kaynağı olarak en başta gelir.[25]

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

İnsanlar, asli ihtiyaçları dışında gösteriş yapmak için birtakım istek ve arzu peşinde de koşarlar.

2- İnsanoğlunun sevip peşinde koştuğu şeyler, insan (kadın ve evlat) ve eşya olmak üzere iki çeşittir.

3- İnsanın isteyip arzu ettiği varlıklardan birisi kadındır.

4- İnsanın isteklerinden birisi oğul ve evlatlardır.

5- İnsanın isteklerinden birisi de paradır.

6- Para altın ve gümüştür.

7- İnsanın isteklerinden birisi de köşktür.

8-  İnsanın isteklerinden birisi de binek vasıtalarıdır.

9- İnsanın ihtiyaç kaynaklarından birisi de onun istek ve arzularıdır.

10- Köşk gibi yapılarda gösteriş ve süs aranır.

11- Binek vasıtalarında model ve pahalılık aranır.

12- İnsanın istek ve arzu duyduğu şeylerden birisi de davar sürüleridir.

13- İnsanın istek ve arzu duyduğu şeylerden birisi de toprak ve ziraattır.

14- İnsanın eşyaya vermiş olduğu değer ve kıymet kendisini çalışıp üretmeye sevk eder ve böylece ekonomik hayata hareket ve canlılık gelir.

 

A. İmran Suresi 3/ Ayet: 14

“Bunlar dünya hayatının metaıdır; sonuç güzelliği de Allah’ın yanındadır.”

Ayette “Bunlar dünya metaıdır”, buyrulmaktadır. Daha önce geçtiği üzere[26] metâun kelimesi kendisinden faydalanılan bir şeyin adıdır.[27] Yukarıda kendilerinden bahsedilen kadın, çocuk, altın, gümüş, binek vasıtaları, davarlar ve toprak dünya hayatında kendilerinden faydalanılacak vasıtalardır. Yani bunlar kendilerinden faydalanılmak için yaratılmışlardır. İnsanın bunlara karşı olan meyli, tabiidir, doğaldır ve Allah’ın verdiği bir duygudur.[28]

Fahreddin Razi Mefatih-ul Geyb adlı ölümsüz tefsirinde nimetlerden faydalanmanın dört şeklinden bahsetmektedir.[29]

1- Allah’ın verdiği maldan kişinin yalnız kendisinin faydalanması. (Böyle bir davranış yerilmiştir.)

2- İhtiyacı olduğu halde kişinin malını kullanmaması. (Böyle bir davranış da yerilmiştir).

3- Kişinin malını ahiret için hiçbir fayda sağlamayacak bir şekilde, ancak mubah olan yerlerde harcaması. (Bu davranış ne yerilmiş ve ne de övülmüştür.)

4- Kişinin malını ahiret için fayda sağlayacak bir şekilde harcaması. (Böyle bir davranış ise övülmüştür.)

Ayetin bu bölümü bize kadın, evlat, mal ve toprak sevgisinin insanda fıtri bir şey olduğunu gösterir. Buna göre mesela mal sevgisinin yerilmesi Reşid Rızanın da tefsirinde ifade ettiği gibi, yersiz bir davranış olur.[30] İşte bu yüzden insanlar bu istek ve arzuların peşinde koşarak dünyada çalışıp kazanacaklar, hem kendi hayatlarını ve hem de insan neslini, yaşayıp yaşatacaklardır. Meşru yerden kazanarak ve kazandıklarını da yine meşru bir şekilde israfa sapmadan gerçek ihtiyaçlara harcarlar.

“Ulaşılacak şeyin en güzel Allah’ın yanındadır.” Onun için dünyada insanoğluna verilmiş olan mal ve mülk Allah’ın yanında bulunan nimetler ulaşıp kavuşmak için harcanmalıdır. Allah tarafından verilen mallar yine Allah’a gidip ona ulaşmak için yolda giderken kullanılmak üzere verilmiş olan bir faydalanma vasıtasından ibarettir.[31] Bu malları kullanıp tüketirken yerli yerine kullanmayıp da israf, gösteriş ve yaratılış gayesinin dışında sarf etmek gibi kural dışı muameleler fayda yerine zarar getirirler.

 
Aklımdaki sensin
Fikrimdeki Sen
Sen tekderdimsin
Gülüm Benim

    sevdaligul

  • Administrator
  • *

  • İleti: 13121
  • Nerden: Konya
  • Rep: +6511/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • GüLe SeVDaLı Bir GeNç
    • MSN Messenger - sevdaligul@gmail.com
    • Profili Görüntüle GüLe SeVDaLı BiR GeNçLiK
  • Çevrimdışı
Kur'ânın İktisadî (ekonomik) Tefsiri
« Yanıtla #1 : 21 Kasım 2010, 08:22:32 »
Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- İnsanlarda bulunan ihtiyaç ve bu ihtiyacı tatmin edip gidermek için mallara karşı duyduğu sevgi ve arzu tabiidir ve doğaldır.

2- İhtiyaçları giderip tatmin ederken bu mallardan ancak belli kaide ve kurallar dâhilinde ölçülü olarak faydalanılır.

3- İnanmış insanlar, tüketimde israftan ve gösterişten sakınırlar.

4- inanmış insanlar, israf ve gösteriş yapmakta değil, iyilik yapmakta yarışırlar.

5- İnsanlara verilmiş olan mal ve mülk, daha iyi ve daha güzel bir hayata kavuşmak için yolculuk yaparken ihtiyaçlarını karşılamak üzere verilmiş bulunan bir faydalanma vasıtasıdır.

6- İnsanoğlu daha iyi ve daha güzel bir toplum düzenine kavuşmak için çalışmalıdır.

7- Kadın, çocuk, altın, gümüş, binek vasıtaları, davarlar ve toprak, dünyada kendilerinden faydalanılacak olan birer fayda araç ve vasıtalarıdır.

 

A. İmran Suresi 2/ Ayet: 15

“De ki: Bundan daha iyisini size haber vereyim mi? Allah'a karşı gelmekten sakınanlara, Rab'lerinin katında, altlarından ırmaklar akan ve orada temelli kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah'ın rızası vardır. Allah kullarını hakkiyle görür.”

Dünya malları hayırlı ve faydalı olan şeylerdir. Ancak burada ahiret mallarının daha hayırlı olduğu haber verilmektedir. Fayda temin eden dünya malları saf fayda değil biraz zararla karışık bir durumdadır. Fakat ahiret malları ise tüm olarak serapa faydadır ve zarardan uzaktırlar. Dünya malları mahduttur; onların bir gün tükeneceğinde şüphe yoktur. Ahiret malları ise böyle değildir; onlar devamlı olup ebedi kalacakları şüphesizdir.[32]   

Ayette vaat edilen bu cennet dünyada da bir benzeri olup temsil edilebilir.

Dünyadaki kadınlara karşılık olarak cennetteki eşlerden bahsedilir. Bunlar ise yine dünyadakilerden farklıdırlar; her türlü kadınlık hallerinden ve kötü işlerden uzaktırlar.[33]

Mallarını dünyada lüks ve gösterişten uzak, birey ve tolum için faydalı olacak bir şekilde kullanıp harcayan kimseler, toplum ve insanlar tarafından sevilip beğenilirler. Aslında refah ve saadetin temel kaynağı bir arada yaşayan insanların birbirlerini sevmesidir. Ancak Allah’ın rızasını kazanma denilince artık bu gerçek saadetin ve gerçek mutluluğun ta kendisi olur. Toplum bireylerin hareket ve davranışlarını her zaman takip edip denetlediği için iyi insanlar iyi, kötü insanlar da kötü olarak bilinirler.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Dünyada kadınlar, çocuklar, apartmanlar, ulaşım vasıtaları yatlar, davar sürüleri ve tarlalar iyi ve faydalı olan şeylerdir.

2- Altından ırmaklar akan ve gösteriş yapmak yerine gerçek refahı sağlayan bahçeler, insanların ideal huzur yerleridir.

3- İffetli, tertemiz olan eşler, refah ve saadetin temel kaynakları arasında yerlerini alırlar.

4- Refahın diğer bir kaynağı da toplumun sevgisi kazanabilmektir.

5- Yapılan iyilikler için etraftan iltifat ve takdir bekleme yerine her şeyi bilen ve kuşatan Allah’ın bilmesi ile yetinerek Allah’ın takdirini kazanmak en güzelidir, demek gerekir.

 

A. İmran Suresi 3/ Ayet: 26

“De ki: «Ey mülkün sahibi Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de onu çeker alırsın, dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır, senin elindedir. Muhakkak ki, Sen her şeye kadirsin.”

Bu ayet mülk yani devlet idaresi, milk yani malların idaresi (yani mülkiyet) hakkında bir takım esaslar getirmiş bulunmaktadır.

Birey ile toplum ve devlet arasındaki içtimai sözleşme besmelenin tefsirinde açıklanmıştır. Orada görüleceği üzere birey bir toplum içersinde çalışıp iş yapmaktadır. Emeğin bir karşılığı olan ücretini yine toplum sayesinde temin etmektedir. Bu ayette ise o sözleşmenin daha geniş bir açıklaması yapılmaktadır.

Kul : Söyle! denilmekle bu sözleşmenin gerçekleştirilmesine başlanmıştır. Bu hitap icap ile kabulün her ikisini de içerinse alır. Bu Allah’ın davet icabını bir nevi kabul etmek sayılır.

Burada birey Allah’ı doğrudan doğruya muhatap tutarak, “Ey Allah’ım!”, demektedir. Böylece bireyin mülkiyet konusundaki sözleşmesini kamu ile, toplum ile yaptığı anlaşılmaktadır.

Mülkiyet bir şahsa bir şey üzerinde tasarruf etme, kullanma ve faydalanma haklarını veren hukuki bir durumu ifade eder.[34] Özel bir vasıfla tasarruf edilen şeye mülk denilir.[35] Mülkiyet ise bireyin özel menfaati için mal ve mal sayılan şeyler üzerinde bağımsız bir şekilde elde tutma ve tasarruf etme hak ve salahiyetine sahip olmaktır.[36]

İslam’ın mülkiyet anlayışı ile diğer sistemlerin mülkiyet anlayışı arasında büyük fark vardır. Kapitalizm bireye sınırsız bir mülkiyet hakkı tanırken komünizm bu hakkı hiç tanımayıp tamamen ortadan kaldırır. Bireyci sistemlerin mülkiyetten ne anladıklarını Roma hukukundaki mülkiyet tarifinde bulmak mümkündür. “Plena in re potestas” (Mülkiyet bireyin sahip olduğu şey üzerindeki mutlak kudret ve hâkimiyetidir; sadece kullanma ve faydalanma salahiyeti değil, aynı zamanda istihlak, devir ve ferağ ve hatta tahrip salahiyetidir.)[37] Toplumcu sistemler ise mülkiyetin kaynağının sosyal sınıflar olduğunu iddia ederek özel mülkiyeti yasaklamışlardır.[38]

İslamiyet de mülkiyet hakkını sistemlerin ifrat ve tefritinden uzak bir şekilde, aşırı uçlarından çekerek bazı kayıtlarla birlikte tanır.[39] İslam’da mülkiyet nazariyesi şu esaslara dayanır:

1- Bireyin ve toplumun refah ve saadetini meşru yollarla temin etmeye çalışan özel mülkiyetin tanınıp korunması esastır.

2- Hakiki mülkiyetin yalnız Allah’a ait olması dolayısıyla manevi anlayışın varlığı.

3- İnsanların eşit olmasının zaruretini kabul etmek.

4- Mülkiyette hakkı sahibine vermekle insani bir anlayışın varlığı.[40]

Bütün mallar gerçekte Allah’ındır. Ancak insanlar için bu mallardan faydalanma hakkı vardır. İnsanoğlunun mallardan faydalanması, onları kullanıp tasarruf ederek gelir elde etmesi, tüketim ve diğer muamele yollarından biriyle gerçekleşir. Mesela toprağı kullanma ekip dikme, yiyecek ve içecek maddelerini tüketme, yemek ve içmek ihtiyaçlarımızı giderme, alış-verişlerde bulunma, vasiyet etme, hibe yapma, miras bırakma… gibi tasarruflar insanın hakları arasındadır.[41]

İslamiyet özel mülkiyeti kemaliyle tanır; fakat ona ahlaki ve ruhi kutsiyet vererek, onun az sayıda kimselerin elinde toplanmasını önleyip engeller.[42] Bir defa mülkiyetin meşru yollardan kazanılıp elde edilmesi şarttır. İslam ekonomisinde mülkiyeti elde etmenin meşru yollarını şöyle sıralayabiliriz:

a) Emek sarf edip çalışmakla mülkiyet elde edilir.

b) Toprağı ihya etmekle mülkiyet elde edilir. Kişi ekilip dikilmeyen ve kullanılmayan toprakları ekip dikime elverişli hale getirdiği zaman bu toprak onun olur. Çünkü Hz. Peygamber “Kim ölü bir toprağı ihya ederse o onun olur.”, buyurmuşlardır.[43] 

c) İkta yoluyla mülkiyet elde edilir. Hazineye ait boş arazilerin devlet başkanı tarafından halka dağıtılmasına ikta denir.[44] Zira Hz. Peygamber ikta usulü ile sahabelere toprak vermiştir.[45]

d) Savaşta ganimet kazanmakla mülkiyet elde edilir.[46]

e) Alış-veriş yapıp mübadelede bulunmakla mülkiyet elde edilir.[47]

f) Hediye alıp vermek ve bağış kabul etmekle de mülkiyet elde edilir. Çünkü hadislerde bildirildiği üzere Hz. Peygamber, hediye kabul eder ve hediyeye hediye ile karşılık verirdi.[48]

g) Vasiyet yolu ile mülkiyet elde edilir.[49]

h) Miras mallarının intikal etmesiyle de mülkiyet elde edilir.[50]

Hısızlık, Gasp, kumar, nüfuzu kötüye kullanmak, rüşvet… ve faiz gibi İslam’ın haram kılıp yasakladığı yollar hiçbir zaman iktisap sebebi olamazlar ve mülkiyeti elde etmenin meşru yoları değildirler.[51]

Mısır âlimlerinden Şinnavi,[52] mülkiyet hakkındaki düşüncelerini açıklarken özel mülkiyetin normal bir şey olduğunu, zenginin ve fakirin de olacağını, bunun en doğal bir kanun olduğunu, aslında buna karşı çıkanların tabiatın temel bir kanununa karşı çıktıklarını ve bunların gerçekleşmesi mümkün olmayan bir işe girişmiş olacaklarını belirttikten sonra mülkiyetin birisi olumlu, diğeri ise olumsuz olmak üzere iki türlü görevi bulunduğu konusundaki görüşünü şöyle ifade etmektedir. Mülkiyetin olumlu görevleri şunlardır.

1- Zekât Vergisi. Nisabın üzerinde bir servete sahip olan bir kişinin yani zengin olan bir kimsenin her yıl toplumda ihtiyaç olan yerlere harcanıp onların faydalanması için servetinden belli bir miktarı ayırıp verme mecburiyeti vardır.

2- İnfak. Yani bu kelime Allah yolunda mal ve para harcamak anlamana gelir ki, bu zekât vergisinden daha geniş bir alana sahip olup sosyal hizmetleri ve topluma yapılan her türlü yardım ve bağışları içersine alır.

3- Kişi bütün emek, güç ve kabiliyetini, bir üretim vasıtası olması dolayısıyla malını ve servetini, kendi ihtiyaçlarının meşru bir şekilde tatmininde ve milli gelirin artmasında iş birliği yapmak üzere tasarruf edip kullanır. İslam ekonomisinde malları hem birey ve hem de toplum açısından en verimli bir şekilde kullanmak esastır. Kişi malını ve yerini verimsiz ve başıboş bırakırsa mesela tarlasını ekip dikmeden arka arkaya üç yıl boş bırakırsa İslam hukukuna göre devletin bu yeri onun elinden alıp istimlâk etmeye hak ve salahiyeti vardır. Devlet bu arazinin rayiç bedelini, değerini sahibine ödeyerek yeri onun elinden alır.[53]   

Mülkiyetin olumsuz görevleri de şunlardır:

1- Kişi, servetini toplumun zararına olan yerlerde kullanmaktan kaçınacaktır. Mesela inhisarcılık (tekel ve monopol gibi şeyler) topluma ve sosyal menfaatlere aykırı olduğu müddetçe yasaktır.

2- Kişi, faiz ve tefecilik gibi zararlı ve gayrimeşru muamelelerden sakınacaktır.

3- Kişi, ifrata varan harcamalardan, kendine zarar getirecek hasislik, cimrilik ve pintilikten, topluma zarar verecek istifçilikten kaçınacaktır. Devlet otoritesi birey ile toplum arasındaki dengeyi sağlamak için karaborsa ve vurgunculuk gibi şeylere müdahale edebilir. Fakat bu kanun ve hükümet müdahalesine kaçınılmaz bir durumlar dışında başvurulmamalıdır.[54] 

 

 

İslamiyet özel mülkiyeti sadece kabul edip tanımakla kalmamış aynı zamanda onu koruyup kollama hususunda da büyük bir titizlik göstermiştir. Hatta o kadar ki, İslam’ın özel mülkiyeti koruma sadedinde koymuş olduğu şiddetli müeyyide çağdaş hukuk sistemlerinin hepsinden daha sert ve daha kesindir. Gerçekten Maide Suresinin 5/ 38. ayeti herhangi bir kimsenin özel mülkiyetindeki veya zilyedindeki (kira, ariyet ve emanet gibi) bir malını veya eşyasını çalan ya da gasp eden kimsenin elinin kesileceği hükmüne bağlamıştır. Böylece görülüyor ki, İslam ekonomisinde özel mülkiyet var olduğu gibi, bu günkü hukuka nazaran bazı hırsız ruhlu kişilerin aklını daha çabuk başına getirici bir müeyyide yaptırım ile de onu korumuş bulunmaktadır.[55]

Mülk ve malik kelimelerinin anlamları daha önce geçmişti. Mülk kuvvet ve kudret manasına olduğu gibi, tasarrufu mümkün olan şeye de mülk denir. Binaenaleyh Allah, bütün kuvvet ve kudretin sahibi olduğu için bütün yaratıklar üzerinde tasarrufta bulunması mümkün olduğundan kendisine malik-ül mülk denilmiştir. Buradaki mülk,  malları da içersine aldığı gibi, bu kelime büyük makama, insanlar arasında sözü geçerli olmaya, ilme, akla, vücut sağlığına ve güzel ahlaka da delalet eder.[56] Öyleyse mülk dar anlamıyla insanları iare etmek yani siyasi iktidar demektir. Geniş anlamda mülk ise insan, hayvan, bitki ve cansız eşya her şeyin idaresini ele alıp yönetmek demektir. İşte bu anlamda mutlak mülkiyet sadece Allah’a mahsustur. Çünkü o malik-ül mülktür ve mülkün sahibidir. O her şeyde istediği gibi tasarrufta bulunma hak ve salahiyetine sahiptir. O her şeyi ve her istediğini istediği şekilde yapar ve hiçbir kimse ona mani olamaz.     

Ayette kamu, cemiyet ve toplum ile tevil ettiğimiz Allah, mâlik diye ism-i fail kalıbı ile ifade edilmiştir. Onun için devletin mülkiyeti yani onun mülkün sahibi olduğu geçici değildir. Devlet var olduğu ve yaşadığı müddetçe sahip ve maliktir. Bu sıfat-ı müşebbehe olarak değil de böyle gelmesi, onun aynı zamanda fiilen malikiyetini ifade eder. 

Mülk kelimesine peygamberlik, çok mal, siyasi iktidar ve idare anlamları verenler de vardır. Ancak mülkü çekip alır ifadesinden peygamberliği de geri alır anlamı çıkacağından bu görüş pek kabul görmemiş ve tenkit edilmiştir. Burada zahiri mana olarak ilk akla gelen şey siyasi otorite ve iktidardır[57] Bu siyasi otorite olursa yani insanları idare etmek anlaşılırsa hâkimiyet, malları idare anlaşılırsa mülkiyet hatıra gelir.

Burada mülk kelimesi belirli olarak getirilmesiyle bir tek mamelek olduğu ortaya çıkar. Tabiatıyla o da Allah’ın mülküdür. Aslında yeryüzündeki devletler Allah’ın bu mülkünü tasarruf bakımından aralarında paylaşırlar. Bu sebeple yeryüzü esasen bütün insanların ortak olarak mamelekidir. Buradaki harf-i tarif istiğrak için gelmiş olabilir. O zaman bütün mülkün sahibinin devlet olduğu manası anlaşılır. Buna göre bireylerin mülkiyeti altında bulunan bütün mallar aslında ammenin, kamunundur. Bireyler onların idaresini, işletmesini emaneten üzerlerine almışlar, hiç zaman mutlak mülkiyet bulunmadığı için, onları toplum adına kullanmaktadırlar.

Allah mülkü halife olarak var etmiş olduğu insanlar eliyle idare eder. Allah kâinatı bizzat kendisi doğrudan doğruya değil de sebeplerle idare eder. İşte bu gibi devlet de bir işi hiç zaman doğrudan doğruya bizzat kendisi yapmaz; onun adına hareket eden bireyler aracılığı ile yapmış olur.

Ayette “Mülkü dilediğine verirsin” buyrulmuş da dilediğine temlik edersin denilmemiştir. Böylece bireylere verilen mülkiyet hakkının mutlak mülkiyet olmadığı, onlara verilen şeyin sadece bir idareden ibaret olduğu, mutlak mülkiyet ve malikliğin ise asıl sahibinde kaldığı anlaşılmaktadır. Burada gerçek sahipten bireylere intikal eden şey yalnız mülkün idaresi yani devlet adına malı idare edip kullanmaktır. Böylece bu mülkiyetin bir çeşit vekâlet-mülkiyeti olduğunu söyleyebiliriz.   

Yine burada dilediğine idare ettirirsin denilmeyip de “Mülkü dilediğine verirsin” buyrulması ile bireylerin malları ancak bir mevzuat dâhilinde fakat kendi görüşlerine göre idare edip yönetecekleri anlaşılabilir.

Burada mülkün verilmesi Allah’a izafe edilmiştir; yani mülkiyeti veren odur. Bu sebeple malların mübadelesi, tedavül ve tüketimi hep şeriatın getirdiği kanun ve kurlar çerçevesinde ama tamamen serbest bir düzen içerisinde cereyan eder. Bunun için bireyler, mülkiyetlerini yani mal üzerindeki yönetim haklarını diledikleri şahıslara istedikleri şekilde devredebilirler. Buna hükümetlerin müdahale etmesi ve bu hususlarda bir karar alması yersizdir. Çünkü onların bu konularda bir hak ve salahiyetleri yoktur.

Mal ve mülkün elde edilmesi de onun elden çıkarılması da tamamen şeriatın gösterdiği bir düzen içersinde olup buna asla müdahale edilemez. Kurulu düzen içersinde ekonomik alandaki hareket ve davranışlar, mal ve mülkün bireyler arasında birinden diğerine intikalini sağlar. Ayette mülkü verenin ve alanın Allah olduğu bildirilmekle bu konuda doğal kanunların cereyan ettiği bildirilmiş olmaktadır. Mesela mülkün koruyucu sebeplerinden olan adalet etmek, iyi idare ve itaat ettirici güç ve kudret gibi vasıf ve özelliklerden uzak olan iktidarlar, düşmeğe ve koltuklarını kaybetmeye mahkûmdurlar.[58]

Herkes kendi mülkü üzerinde Allah’ın bir temsilcisi ve memuru durumunda olup mallarını onun adına idare eden bir müdür konumundadır. Allah bu müdürlerin idare alanlarını koymuş olduğu hukuki ve iktisadi kanunlarla genişletir ve daraltır. Buna göre dar alana sahip olanların az, geniş alana sahip olanların ise daha çok salahiyetleri bulunur. Başka bir ifade ile ekonomik kanunları çok iyi bilen ve uygulayan kimseler zengin olurlar ve böylece müdürlük salahiyetlerini de genişletmiş olurlar. Fakat kişilerin yetkileri elinden alınıp merkezden verilen emir ve talimatla yapılan iktisadi hareket ve davranışlar ekonomik faydayı azaltır, milli geliri ve gelir yüzdesini düşürür. İşte İslamiyet’in ortaya koymuş olduğu bu mülkiyet anlayışında bu ekonomik esaslar bulunmaktadır.

İslam ekonomisinde devlet iktidarı da bir mülk sayılır. Devletin idaresi de bugün olduğu gibi hükümetlere aittir. Ancak İslam’da hükümetler devletin sahipleri değil, onlar belirlenmiş ve kendilerine verilmiş olan işleri Allah’ın görevli bir memuru olarak yerine getirirken Allah adına hareket ettiğinin şuurunda olan yürütücü bir kuruluştur. İktidar sorumluluğunu üstlenmek de aynı mülkiyette olduğu meşru yollarla olur. Bunun için ortaya konmuş olan meşru yol ise bugünkü seçim sistemine benzer tarafları bulunan biat usulüdür.   

Siyasi iktidarın aynı zamanda bir velayet kurumu demek olduğunu Bakara suresinin 282. ayetinin tefsirinde söylemiştik. İslam geleneğinde velayet görevinden azletmek yoktur. Ancak belli dönemlerde bu velayet yenilenmesi yapılabilir. Bu velayet yenilenmesi biat usulü ile gerçekleştirilir. Eğer biatte yeni bir başkana görev verilmiş ise böylece eski başkanın vazifesine son verilmiş ve bu şekilde o artık azledilmiş olur.

Ayette “Hayır senin elindedir”, buyrulmaktadır. Burada hayr kelimesi belirli olarak geldiği için buradan hem iktidarın ve hem de mülkün belirli şeyler olduğu anlaşılmaktadır. Devlet aynı zamanda zilyet olduğundan mülkün idaresi de bireye devlet adına verilmiş olduğu gibi, gelir-gider, alacak ve borçlardaki artıp eksilmeler ve artıp çoğalmalar devlet adına olur ve onun hesabına yazılır. 

 
Aklımdaki sensin
Fikrimdeki Sen
Sen tekderdimsin
Gülüm Benim

    sevdaligul

  • Administrator
  • *

  • İleti: 13121
  • Nerden: Konya
  • Rep: +6511/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • GüLe SeVDaLı Bir GeNç
    • MSN Messenger - sevdaligul@gmail.com
    • Profili Görüntüle GüLe SeVDaLı BiR GeNçLiK
  • Çevrimdışı
Kur'ânın İktisadî (ekonomik) Tefsiri
« Yanıtla #2 : 21 Kasım 2010, 08:22:57 »
Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Birey mensup olduğu toplumla sanki genel bir sözleşme yapmış gibidir.

2- Birey bu mülkiyet sözleşmesini yalnız toplumla yapar.

3- Mutlak mülkiyet, kimseyi karıştırmadan mal üzerinde istenilen her şeyi yapabilme hakkıdır.

4- Devlet mutlak maliktir, devamlı maliktir ve fiilen maliktir.

5- Bireylerin sınırlı özel mülkiyet hakları vardır.

6- Bireylerin mutlak mülkiyet hakları yoktur. Mutlak mülkiyet sadece Allah’a aittir. Devlet ise niyabeten ve vekâleten mutlak mülkiyete sahiptir.

7- Mülkiyete konu olan şeyler belli olan şeylerdir.

8- Yeryüzü tek memlekettir.

9- Bir memleketin ve devletin hudutları içersindeki bütün mülk devletindir.

10- Devlet mülkü kendisi değil, bireyler aracılığı ile idare eder.

11- Bireyler mülkün maliki değil, sadece idarecisidirler.

12- Bireyler mülkü bir mevzuat dâhilinde devlet adına fakat kendi görüşlerine göre idare ederler. Hükümetlerin bu konuda bir müdahale etme hak ve salahiyetleri yoktur.

13- Mülkiyet hakkı tamamen ülkede cari olan İslam hukuk sistemine tabi olur. Mülkiyet konularında bireye müdahale asla caiz değildir.

14- Kullanılmayan ekilip biçilir olmayan terkedilmiş topraklar ihya edilmek, faydalı hale getirmek suretiyle sahip ve malik olunur.

15- Özel mülkiyetin sınırları hukuki ve ekonomik kanunlarla kendiliğinden daralıp genişler. Yoksa kanun çıkararak bireylere verilen yetkilerle onların mülkiyet alanlarını genişletmek olmadığı gibi, yine kanunla var olan bu yetkiler geri alınamaz ve normal-doğal ve kişiye özel olan mülkiyet alanı daraltılamaz.

16- İktidar görevleri de bir mevzuat (şeriat) düzeni içersinde verilip alınır.

17-İktidarlar da konulmuş bir mevzuat-şeriat dâhilinde hareket ederler.     

18- Seçim biat şeklinde olup herkes başkanını kendisi seçer.

19- Bireyin mülkiyetine tecavüz devlet mülkiyetine tecavüz demektir. Çünkü devlet bütün mülkü korumakla görevlidir.

20- Mülkiyet, bireyin özel menfaati için mal ve mal sayılan şeyler üzerinde bağımsız bir şekilde elde tutma ve tasarruf etme hak ve salahiyetine sahip olmaktır.

21- İnsanın mallardan faydalanması, kullanarak gelir elde etme, tüketme ve tasarrufta bulunma yollarından biriyle gerçekleşir.

22- Mülkiyetin meşru yollardan biriyle elde edilmesi gerekir. İslam hukukunda ve ekonomisinde mülkiyeti elde etme yol ve yöntemleri belirlenmiştir.

 

A. İmran Suresi 3/ Ayet: 32

“De ki, Allah’a ve Resule itaat ediniz.”

Bu ve benzer ayetlerde emir olarak itaat kelimesi dört şekilde kullanılmaktadır. Bunlar, “Allah’a ve Resule itaat edin.”[59] “Allah’a itaat edin ve Resule itaat edin.”[60] “Allah’a ve Resulüne itaat edin.”[61] “Allah’a ittika edin ve bana itaat edin.”[62] “Resule itaat eden kimse Allah’a itaat etmiş olur.”[63], şeklinde gelmiş olan ayetlerdir. Böylece Resul kelimesi kullanılmadan sadece Allah’a itaat et veya edin şeklinde bir ayet yoktur. Bu dört emri kendi aralarında sıraya koyacak olursak bunları arka arkaya şöyle koymak mümkündür.

1- Allah’a itaat edin ve Resule itaat edin.

2- Allah’a ve Resulüne itaat edin.

3- Allah’a ve Resule itaat edin.

4- Resule itaat edin.

Bu eserin başından beri[64] Allah kelimesini dünya açısından ve ekonomik bakımdan kamu, amme, toplum ve devlet olarak yorumladığımız okurlarımız tarafından bilinmektedir.[65] Burada da karşımıza bir de Resul kelimesi çıkmaktadır. Resul ise Allahın (yani kamunun, toplumun, devletin ve ammenin) bir elçisi ve kamunun işlerini yürüten görevli bir kimsedir. Onun için resul kelimesini kamunun işlerini yürüten organ, yani hükümet olarak düşünmek ve anlamak mümkündür. Devlete itaat demek, devlet düzenine itaat demektir. Kamu düzeninin şekli, biçimi ve sınırları kitapla (Kuran ahit ve sözleşmesiyle) çizilmiştir. Devlet başkanı da namaz kıldıran bir imam durumunda olup imam nasıl konulmuş olan bir düzen içinde kıldırıyorsa devlet başkanı da aynı o gibi mevzuata göre yöneterek, kumanda verip yürütecek ve uygulama yaptıracaktır. Devlete itaat demek, devlet başkanı ve hükümetin mevzuata göre meşru olan emirlerine uymak demektir. Nasıl imam yanıldığı zaman mesela ikinci rekâtın sonunda oturacak yerde Allah’ü Ekber deyip ayağa kalktığında cemaat ona uymaz ve sübhanellah diyerek ikazda ve uyarıda bulunuyorsa devlet ve hükümetin de yanlış ve gayri meşru olan emirlerine itaat edilip uyulmaz ve bu emirlerin doğru olmadığı söylenip açıklanır.

İnsanlar ayette belirtildiği üzere yeryüzünde Allah’ın halifesi oldukları için[66] devlet de bir insanlar topluluğu demek olduğundan Allah kelimesini dünya açısından kamu, amme, toplum ve devlet olarak anlamak ve yorumlamak doğaldır. Resul kelimesini de hükümet ile tevil etmek buna benzer bir akıl yürütmedir. Burada bu konuyu biraz açmamız gerekir.

Hz. Peygamberin tebliğ, fetva, kaza ve imamet olmak üzere dört çeşit sıfatı vardır.[67] Burada şimdi onun bizi ilgilendiren sıfatı, imamet görevidir. Çünkü İslam terminolojisinde, fıkıh ıstılahında idareciye “imam” adı verilir. İmamet veya hilafet fıkıhçılara göre irade ve seçim ile olur.[68] İşte bu sebeple biz Kuran-ı Kerim’de başkanlık ve idarecilik sıfatıyla zikredilmiş bulunan resul kelimelerine ekonomik olarak dünya açısından hükümet anlamı vermek istiyoruz.

Ayette Allah’a ve Resule itaat etmekten bahsedilmektedir. Burada Allah kelimesini kamu-devlet ve toplum ile anlamlandırdığımız zaman Resul kelimesini de ne tevil edeceğimiz sorusu ortaya çıkmaktadır. Bu Resulden maksat eğer Hz. Peygamberin kendi zatı ve şahsı ise bizim ona uymamız nasıl gerçekleşir. Resul Allah’ın elçisi olduğuna göre burada dünya açısından ekonomik olarak devletin yürütme organı yani hükümet şeklinde anlaşılıp yorumlanması herhalde yanlış olmasa gerektir.  Bu konuda Mevdudi şöyle diyor: “Devlet ve hükümet işleri ise hakiki hâkimin (Allah’ın) otoritesine istinat eden ve onun namına onun hükümlerini tatbikle mükellef bulunan “hilafet” veya niyabet (yerine geçme) esasına dayanan bir idare tarzı ile yürütülecektir. Bu vaziyete göre icra organının faaliyet sahası muayyen ölçüler dâhilinde ve belli hudutlarla çerçevelenmiştir.”[69]

Allah İbrahim peygamber için “Ben seni insanlara imam (başkan, lider) yapacağım”, buyurmuştu.[70] Bu ayetin tefsirinde dünyada insanlara imamet, başkanlık yapmanın en yüksek mertebesinin risalet, peygamberlik olduğu söylenmektedir.[71]

İslam hukukunun teşrii için kullanılan usul ve metotlarını yazan hukukçular[72] hüküm ve mükellefiyetlerin zahiri-dış ve görünen sebeplerini açıklamışlardır. Namaz, oruç, hac ve zekât gibi hükümler-yükümlülükler, aslında hep ayetlere dayanır ve hadislere dayanır. Ancak bunlar dünyada meydana gelişi bakımından zahiri-görünürdeki bir sebebe dayanır. Mesela namazın sebebi vaktin gelmesi, orucun sebebi ramazan günleri veya ramazan ayının kendisi, haccın sebebi Kâbe’nin varlığı, zekâtın sebebi ise nisabın üstünde bir mala sahip (yani zengin) olmaktır. Özetleyecek olursak Allah’ı yeryüzünde fert, fert bütün toplum yani kamu-devlet temsil eder.[73] Resulü de hükümetler temsil eder.

Allah Kitabı resule göndermiş, resul de kendisi birtakım söz, fiil, hareket ve davranışlarda (sünnetlerde) bulunmuştur. Allah’ı kamunun-devletin temsil ettiği gibi, toplumda bulunan bütün âlimlerin hepsinin bir görüş üzerinde birleşip ittifak etmeleri icmaları meydana getirir. Hükümetler işte bu icmaları uygularlar[74] ve ayrıca tabii kendi içtihad ve görüşlerine göre hareket ederler.

Bu ayetlerde Allah ve Resulüne itaat emirleri kademe, kademe dile getirilmiştir. Öyleyse itaat edilecek olan hususlarda da kademelerin bulunması gerekir. “Allah’a ve resulüne itaat ediniz” demek, Kuran’a ve Resulün Kuran’ı tebliğine uyunuz, demektir. Ki burada devlet ve hükümetin bu icmaları tebliğ etmekten başka bir yetkisi yoktur. “Allah’a ve Resule itaat ediniz”, denilmiştir. Buradan devlet ve hükümetin icmaları yorumlama yetkisi olduğu anlaşılır. Böylece yapılan yoruma uyulup ona göre hareket edilir. “Allah’a itaat edin ve Resule itaat edin”, buyrulmuştur. Buradan devlet ve hükümetin araştırmalar yaptırarak elde edilen sonuçlara uyularak bunlar uygulamaya konulur. İcma edilen hususlar içtihatları ile birlikte talimatname, karar ve yönetmelik olarak bildiriler halinde ilgililere sunulur. İlgililer de bunlara uyup uygularlar. Son olarak da “Resule itaat edin”, buyrulmuştur. Buna göre devlet ve hükümetin gerektiğinde durum ve şartları nazar-ı itibara alarak hareket edip kanun çıkarma, emir verme ve kararlar yayınlama yetkisi olduğu anlaşılır. Yalnız bu durum, içinde bulunan çağa ve memlekete göre değişebilecek bir husustur. Ayrıca bu konuda karar verme yetkisinin devlet başkanında bulunduğunu söylemeliyiz. Mesela Hz. Ömer’in mevcut olan müellefe-i kulub kalem ve faslını bütçeden kaldırması gibi. Burada bu yetkinin sadece devlet başkanına ait olduğunu tekrar etmeliyiz.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Vatandaşlar devlet düzenine uyarlarlar.

2- Vatandaşlar yetkili olduğu alanlarda devlet başkanının emir ve yorumlarına uyarlar.

3- İlgililer, her türlü kuruluş ve işletmelerde ana sözleşmeye, tüzük ve yönetmeliklere uyarlar.

4- İlgililer işletme müdürü ve kısım şefinin yetkili olduğu alanlarda, sözleşme hakkındaki yorumlarına uyarlarlar.

 
Aklımdaki sensin
Fikrimdeki Sen
Sen tekderdimsin
Gülüm Benim

    sevdaligul

  • Administrator
  • *

  • İleti: 13121
  • Nerden: Konya
  • Rep: +6511/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • GüLe SeVDaLı Bir GeNç
    • MSN Messenger - sevdaligul@gmail.com
    • Profili Görüntüle GüLe SeVDaLı BiR GeNçLiK
  • Çevrimdışı
Kur'ânın İktisadî (ekonomik) Tefsiri
« Yanıtla #3 : 21 Kasım 2010, 08:23:36 »
A. İmran Suresi 3/ Ayet: 35

“Erkek kadın gibi değildir…”

Bu ayette erkek cinsinin kadın cinsi gibi olmadığı bildirilmektedir. Buradaki lam-ı tarif harfini cins anlamında alacak olursak böyle bir hüküm anlaşılır.[75] Ancak bu lam-ı tarifin ahid için olduğunu söyleyenler de vardır. Ancak bu Alusi’nin de dile getirdiği gibi ayetin zahirine ters düşer.

Kadın erkeğe göre biyolojik ve dolayısıyla psikolojik bakımdan farklı bir yapıya sahiptir. Bunların yaratılışlarında biraz değişiklik vardır. Bunun için aralarında çalışma, iş yapma, ibadet ve her türlü alanlarda hareket ve davranışlarında bir farklılık bulunması doğaldır. Yani kadın ve erkek eşitliğini söylemek ve bunu sağlamaya çalışmak insan doğasına aykırıdır. Çünkü bunlar ifade ettiğimiz gibi ayrı ve farklı varlıklardır.

Yalnız buradaki ayrılık çalışma ve iş yapma alanındaki bir farklılıktır. Yoksa mesela tüketim ve tüketime yönelik ihtiyaçlar bakımından erkekle kadın arsında bir ayrıcalık yoktur. Hatta belki kadın erkeğe göre daha fazla bir ihtiyaç içersinde bulunur. Üretim alanında da kadın ile erkeğin hak ve vazifeleri farklıdır. Mesela kadının çalışma yeri, zamanı, alanı ve çeşidi farklı olur. Ücret, kredi ve hizmet karşılığı tanınan haklarda kadın ile erkek arasında bir eşitlik yoktur. Burada şahitlik kurumuna bir benzetme yapacak olursak bir kadın erkeğin çalıştığı yerde çalışabilir, ancak onun yaptığı işin yarısını yapar ve böylece yarı ücret alır. Erkek ise kadının çalıştığı her yerde çalışamaz. Bu konuda şöyle bir cümle söyleyebiliriz. Kadın doğurma ve süt verme gibi erkeğin yapamadığı iki işi yaparken erkeğin yaptığı her işi az da olsa yapabilir. Fakat erkek kadının yaptığı bazı şeyleri yapamaz. Onun için erkek kadın gibi, kadın da erkek gibi değildir.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar

1- Erkeklerin çalıştığı iş ve yerlerde kadınlar da çalışabilirler. Ancak kadınların yaptığı iş, alacakları ücret ve kredi, erkeklerin aldığının yarısı kadar olur.

2- Sadece kadınların çalışması gereken yerler de vardır. Buralarda erkekler çalışamaz.

3- Kadın erkek eşitliği yoktur. Bunlar kendi yaratılış ve kabiliyetlerine göre bir işbölümüne, hak ve vazifelere sahip olurlar.

4- Kadın ile erkek arsında üretim bakımından bir fark bulunmakla beraber bunlar tüketim bakımından eşittirler. Hatta kadın bu konuda erkeğe göre daha fazla bir ihtiyaç sahibi olabilir.

 

A. İmran Suresi 3/ Ayet: 37

“…Allah dilediğini hesapsız olarak rızıklandırır.”   

Ayette “Allah dilediği kimseyi hesapsız olarak rızıklandırır”, buyrulmaktadır. Bir devlet düzeni içersinde çalışan kimselerden bazıları milli gelirden diğerlerine göre daha fazla pay almış olabilirler. İktisap ve istimal şekli meşru olmak şartıyla bu hususta kimsenin bir şey söylemeye hakkı yoktur. Çünkü toplum ve devlet düzeni sayesinde serbest rekabet sistemi yardımıyla verim çok daha fazla artabilir. Bu farklılıkları meşru saymamak devletin ve milli gelirin aleyhine olur. Böylece bunun sonucunda da herkesin daha çok zarar etmesi gibi bir tehlike ortaya çıkar.   

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Toplumda bireyler arasından eşit servet dağılımı yoktur.

2- Toplum içersinde eşit gelir dağılımı düzenlemesi yoktur ve olamaz.

3- Azami serveti sınırlandırma yoktur.

4- Azami ücret ve geliri hudutlandırma yoktur.

 

A.İmran Suresi 3/ Ayet: 73

“De ki, fadl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.”

Fadl : Bu kelime ziyade anlamına gelir ki, artmaya, artığa derler.[76] Bu naks: yani eksiğin zıddıdır. Her hangi bir işletmede veya tüm devlet düzeni içersinde hatta insanlık camiası çerçevesinde çalışanların hepsi üretime bir şeyler katmaktadırlar. Bu sebeple herkesin ama herkesin bu yığına en azından verdiği kadar alması onun en doğal bir hakkıdır. Mesela bir işçinin geçimini temin edecek kadar gelirden pay alması kadar bir doğru ne olabilir. Fakat üretim o kadar değerli bir şeydir ki, o hep artı değer getirir. Üretim toplu bir düzenin içersinde yapılmış olmanın verdiği bir sebepten dolayı, üretim sonunda bu üretime harcanan girdilerden çok daha fazla bir gelir elde edilir. Yani her kes yaptığı katkı kadar hissesini aldıktan sonra geriye kalan bir artık ve fazlalık vardır. İşte bu artı değer, toplum ve devlet düzeni halinde bulunma sayesinde kazanılmış olan bir fazlalıktır.     

Bu artık değer, ancak toplumun varlığı ve bütünlüğü sebebiyle meydan geldiği için toplumun hakkı olur. Artık bunun sahibi toplumdur. Ancak bu toplumda bir düzen içersinde üretime katılan tüm üyeler arasında paylaştırılır. Bu gelir dağılımı içinde bulunduğu devlet düzeni çerçevesinde gerçekleşir ve buna hükümetlerin bir müdahalesi olamaz. Hükümetlerin bu üretimden alacakları hisse miktarı vergi olarak belirlenmiştir. Geri kalan hisseler ise serbest pazarlıkla tespit edilir. İşte artık değerin paylaşılması da böyle serbest pazarlık sistemi içersinde göre gerçekleşir. Buna göre kira amortismanın karşılığı, kar zararın karşılığı, ücret de emeğin karşılığı olarak alınır. Faiz ise hiçbir şeyin karşılığı olmadığı için yasaktır.

 

A.İmran Suresi 3/ Ayet: 75–76

“Kitap ehlinden öylesi vardır ki, kendisine bir yük altın emanet etsen onu sana öder… Kim ahdini ve emanetini yerine getirir, Allah’tan korkarsa, şüphe yok ki, Allah takva sahiplerini sever.”

Bu ayetler, muamelelerde sözleşmelere uymanın zorunluluğu hususunda vatandaşlar arasında herhangi bir fark olmadığını ifade eder.

 

Ayetten Çıkan ekonomik Esaslar:

1- Bütün insanlar sözleşme yapma ehliyetine sahiptirler. Herkes, kime karşı olursa olsun, yaptığı sözleşmeye uymak zorundadır.

3- Verdikleri sözü ve ahitlerini yerine getirenler ve sözünün eri olan kimseler toplumda sevilip sayılan kimselerdir.

 

A. İmran Suresi 3/ Ayet: 92

“Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe bire: iyiliğe eremezsiniz. Bunun la beraber her ne infak ederseniz Allah onu bilir.”

    Bu ayet malı faydalı bir şekilde harcama yapmadıkça iyi bir yaşayışa (refah ve saadete) asla ulaşılamayacağını haber vermekle işe başlamıştır. Bu meselenin önemini gösterir. Onun için bu husus, ihmal edilecek bir şey değildir.

Bir mala en çok kimin ihtiyacı varsa o malı o kimsenin tüketmesi en faydalı bir harcamadır. Bunun için toplumdaki dar gelirlilere imkânlar sağlanarak tüketimdeki sosyal dengenin kurulmasına çalışılması gerekir. Fakirler düşük kaliteli mal kullanırken zenginlerin ise kaliteli ve iyi cins malları kullanması toplumda bir takım bunalım ve huzursuzlukların çıkmasına sebep olur. İşte o zaman iyi bir hayata yani refah ve saadete ulaşılmaz. İşte cümle başındaki “len” harfinin bu anlamı tekit ettiğini söyleyebiliriz.

Tenâlû : Neyl: istediğine erişmek, elde etmek manasına gelir.[77] İnsanın istediği şeye kavuşması, bu kelime ile ifade edilmektedir. Türkçemizde de muradına nail oldu, denilir.

İşte toplumun muradına ermesi, iyi bir hayata kavuşması, huzur ve sükûnu elde etmesi için, fakirlere malların en iyileri verilir. Böyle bir toplumda gösteriş kalkar, tamah yok olur ve huzursuzluk da hiç kalmaz. Artık insanlar iyilikte yarış etmeye başlar ve zekât yani vergi vermek için çalışırlar.[78] Her yıl daha çok vergi ödemekle mutlu olurlar.

Len tenâlû : Asla ulaşamayacaksınız diye burada kelime nefi istikbal kalıbı ile getirilmiştir. Buna hiçbir zaman için ulaşılamayacaktır. Hem bu kelime aynı zamanda çoğul olarak getirilmiştir. Bu da buradaki infakın sadece bir hayır işi olmayıp bir toplum işi, bir toplum meselesi olduğunu ifade etmiş olabilir. Bunun için öyle bir düzen kurulmalıdır ki, fakirler de en az zenginler kadar refah imkânına sahip olmalıdırlar. Bu düzende zenginlerden vergi alınıp fakirlere verilmesi ile fakirler zenginlerin üzerinde bir hay sağlanmış olur. Burada emir kalıbı kullanılmamıştır. Bu sadece ekonomik kanunların uygulamasından doğan bir sonuçlardır; bir haber olarak bildirilmektedir.

El-Birru : Bahr, denizin mukabili olan kara berr denir.Budan tevessü yani bolluk manası alınarak birr kelimesi bolluk, anlamında kullanılmaya başlandı.[79] Birr kelimesinin cennet, takva, hayır ve büyük sevap anlamlarına geldiğini söyleyenler de vardır.[80] Kara parçalarına bu adın verilmesinin sebebi, iklimi ve toprağı müsait, her şeyi çok ve bolluk bulunduğu içindir, diyebiliriz.

Sevdiğiniz mallardan harcamadıkça birre (iyiliğe ve refaha) eremezsiniz sözünü iki yönden düşünmek mümkündür. Birisi verirken malların en iyisini vermezseniz, bir iyilik yapmış olmasınız, demektir. Diğeri ise malların en iyisini harcamadıkça sosyal refaha kavuşamazsınız, demek olur.

Burada birr kelimesi belirli olarak gelmiştir. Bu bilinen ve belli olan birre eremezsiniz demek olur. Buradaki birr İslam’ın getirdiği huzur ve refahtır. Bu ise bellidir ve belirtilmelidir. Yoksa burada başka düzenlerin kabul edip getirdiği bir refahtan söz edilmemektedir. Mesela sadece zenginlerin hâkim olduğu veya işçilerin sözü geçtiği sistemlerin kendisine göre bir yolu ve kendisine göre bir refah anlayışı vardır. Bunların hedefleri, yolları ve elde ettikleri neticeleri ve refahları hep kendilerine uygundur. Bunlara İslami yoldan gidilemez. İslam’ın refahına ve sosyal refahına ise ancak İslami yolla varılır ki, bu da toplumun sahip olduğu malların en iyilerinden infak etmesiyle gerçekleşir.

Hattâ kelimesi ilâ harfi gibi gaye için gelir. Yalnız hattâ, şartlarda son hedefi gösterir, fakat oraya götürmez. Bunun için malın en iyisini harcamak insanı gayeye ulaştırmaz. Gayeyi gerçekleştirmek için daha birçok zor işlerin yapılması gerekir. Hattâ kelimesinde tecezzi vardır. Bunun için iyi malların hepsinin harcanması şart değildir. İyi kaliteli mallardan bir kısmının verilmesi yeterli olur.

Min Mâ : Min cer harfi, başlamak, açıklamak, cinsi bildirmek ve miktarı bildirmek (tebîz) için gelir.[81] Yani buna göre en çok hoşlandığınız nesnelerden harcayacaksınız, demek olur. Bu zekât vergisini ve diğer yapılacak her türlü hayırların malın iyisinden verilmesini gerektirir. Bu aynı zamanda hak sahiplerine haklarının nakden değil de aynen verilmesini ifade eder. Eğer bu tebîz için gelmiş ise o zaman iy malların vergisinin iy cins maldan, düşük kaliteli malların da vergisinin yine düşük kaliteden verilmesini bildirmiş olur.

Mâ : Bu kelime eşya için kullanılır. Tekil ve çoğul olan bir harftir. Burada sevdiğiniz şeylerden denilmekle bunun mal olduğu anlaşılmaktadır.[82] Tuhıbbûne: Sevdiğiniz. Bu kelimenin anlamı daha önce geçti.[83] Bu kelime burada çoğul olarak geldiği için mâ harfi de çoğul olarak alınırsa herkesim kendi hoşlandığı ve sevdiği anlamı çıkar. Eğer mâ kelimesini tekil anlamında alırsak toplum olarak topluca sevilip beğenilen şey demek olur ki, böylece bunu sosyal değer ve moda anlamına geldiğini anlamış oluruz.

Ayetin sonunda “şeyden neyi infak ederseniz Allah onu bilir”, buyrulmaktadır. Buna benzer bir ifade daha önce “hayırdan neyi infak ederseniz, Allah onu bilir.”, şeklinde geçmişti.[84] Oradaki “hayırdan” kelimesinin yerine burada “şeyden” kelimesi getirilmiştir. O ayette hayra teşvik vardı, burada ise devlete verilecek vergilerin iyi kaliteden olmasına teşvik vardır. Böylece mana infak ettiğiniz şeylerin, malların iyilerinden olup olmadığını Allah bilir, demek olur.

Bunu toplum, kamu ve devlet açısından düşündüğümüz zaman vergisini iyi veren ve kaliteli mallarından veren kimselerin vergilerinin defter ve kütüklerde kaydedilerek bilinmesi gerektiği ortaya çıkar.   

Daha önce geçen vergi ayetlerinde bildirildiği üzere mükellef mallarını ayırır. Vergi memuru da bunlar arasından beğendiğini seçer. Bu usul bir bakıma hem mükellefi ve hem de memuru memnun eder. Ancak mükellef buna rıza göstermezse verdiği mal kusurlu olmamak şartıyla, ne tür olursa olsun alınır ve mutlaka malın iyisinden vereceksin diye dayatılmaz. Yalnız böyle kimseler artık birr grubundan düşerler. Ayette birr kelimesi belirli olarak gelmiştir. Adalet vasfında olduğu gibi bundan birr’in de sosyal bir rütbe olduğunu anlayabiliriz. Birr vasfına sahip olan mükellefler toplumda bilinir hale gelirler.

“Allah bilir”,cümlesinin bir başka manası da Allah yapılan infakın karşılığını verir, demektir. Yani toplumda yapılan harcamalar ve malların iyilerinden yapılan infaklar toplum içersinde değerlenir ve bunu yapanlar faydasını görür ve yaptıklarının karşılığını alırlar, demektir. Milli gelir artınca bireyin geliri de artar. Böylece birey ektiğini biçmiş ve verdiğinin karşılığını almış olur.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Bir toplumdaki fakirlere malların iyisi verilmeyip onlar iyi yiyip iyi giymedikçe o toplumda refah ve huzur temin etmek mümkün değildir.

2- Gerçek refah yaygın olan refahtır. Eğer bir toplumda refah yaygın değilse orada huzur, refah ve saadet sağlanamaz.

3- Zengin olma yarışı huzursuzluğun kaynağı olur.

4- Gösteriş yarışından kurtulmadıkça refah ve saadete ulaşılamaz.

5- Gerçekten iyi bir insan olabilmek için, iyiliğe kavuşmak için, malların en iyisinden infak etmek gerekir.

6- İyi düzenin kurulması için malların en iyileri infak edilmelidir.

7- İyilik ve refah bellidir, geçici zevklerden uzak olan ebedi bir huzurdur. 

8- Malların en iyisini harcamayanlar İslam’ın birr’ine (refah ve saadetine) asla ulaşamazlar.

9- Malların en iyisinden harcamak ahlaki bir vecibe olup hukuki bir mükellefiyet değildir.

10- Sadece malların iyilerinden harcamakla iş bitip refah ve huzur hemen elde edilemez.

11- Refah ve saadete ermek için malların hepsini infak etmek gerekmez. Bir kısmını vermek yeterli olur.

12- Hayır ve vergi olarak verilen mallar sevilip beğenilen en iyi mallardan olmalıdır.

13- Her malın vergisi, prensip olarak kendi cinsinden alınır.

14- Hayır ve vergi olarak verilen mallar mükelleflerden ayni olarak toplanır ve hak sahiplerine yine ayni olarak dağıtılır.

15- Vergi, toplumun değer verdiği iyi kaliteli mallardan alınmalıdır.

16- Vergi alınırken malı vergi memuru seçip alır.

17- Mallar kalitelerine göre gruplara ayrılıp her grubun vergisi yine kendisinden alınınca, iyi mallardan iyi vergi, düşük mallardan da o kaliteden vergi alınmış olur.

18- Toplumda infak yapanlar yaptıkları harcamaların faydasını ve karşılığını görürler. (Milli gelirin artması ile bireyin geliri de artmış olur.)

19- Birr vasfı adalet sıfatında olduğu gibi toplumdaki bireyler için sosyal bir rütbe sayılır.

20- Mükellefler hayır ve vergilerini en iyi mallarından vermeye zorlanmazlar.

21- Vergilerini en iyi mallarından vermeyen mükelleflerin birr’lik vasıfları düşer.

22- Vergi memuru vergisini verirken mükelleflerin mallarının iyiisni seçip seçmediğini deftere kayıt eder.

 

A. İmran 3/ Ayet: 104

“İçinizden insanları hayra çağıracak, iyiliği emredecek, kötülükten alıkoyacak bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.”

Bu ayet, faydalı olan şeyleri emredip zararlı olan şeyleri yasaklayan bir yaptırım, iktidar ve otorite gücüne sahip bir topluluğun varlığından söz etmektedir.

Minkum : Sizden. Bu min harfine tebîz ve beyan olmak üzere iki türlü mana verenler olmuştur. Beyan manası verdiğimiz zaman fert, fert bütün toplumun iyiliği buyurma ve kötülüğü yasaklama ile görevli olduğu anlaşılır. Tebiz manası verdiğimiz zaman ise toplumdan ancak bu işi yapabilecek kişilerin sorumlu olduğu ortaya çıkar.[85]

Bazı kaynaklarda bu görevi kimin yapacağı açıkça belirtilmemiş[86] bazı kaynaklarda ise[87] bu konuda siyasi iktidarların görevli olduğu hakkında çeşitli fikirler ileri sürülmüştür.[88]

İyiliği buyurma ve kötülüğü yasaklamanın hükmünün farz-ı kifaye olduğu hakkında İslam âlimleri fikir birliği etmişlerdir.[89] Böylece bu görev yerine getirilmediği zaman bütün halkın sorumlu olduğu bildirilmiştir.[90]

Eserlerinde hisbe (ihtisab) konusunu işleyen yazarlar[91] Hz. Peygamber’den beri tarihte İslam devletleri tarafından uygulanan çarşı ve pazarlarda yol ve mahalle aralarında şeriata aykırı olana hareket ve davranışları yasaklamakla görevli olan Hisbe Teşkilatı’nı[92] bu ayete dayandırırlar. 

Ümmet : İmam kökünden gelen çoğul bir isimdir. İnsan gruplarının uyup arkasından gittikleri bir topluluk demektir. Yani bir başkanın yanında sağlam bir birlikle toplanmış düzenli bir biçimde faaliyet icra eden ve bu şekilde çeşitli insan sınıf ve grupları üzerinde hâkim bulunan sosyal bir kurumdur.[93] Öne düşen, muhtelif grupları toplayan, arkasından gidilip uyulan bir topluluk demektir ki, hepsinin önünde de bir başkan bulunur.[94]

Böylece ümmet bir başkanları bulunan topluluk demektir. Bu kelime ayrıca peygamberlerin tabileri, din, millet ve zaman manalarına da gelir.[95]

Bu hayra çağırma, iyiliği buyurma ve kötülüğü yasaklama işi ister bütün toplumun, ister toplumdan bir kısım insanların görevi olsun, ister hisbe teşkilatı manasında ister hükümet[96] veya bir milleti idare eden millet meclisi[97] manasında anlaşılsın, böylece bire güce ve otoriteye dayanma ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. İşte bu otorite İslam’da seçimde (biattan) ve velayet hakkından doğmaktadır. Çünkü biat velayet hakkını doğurur. Nitekim devletin kuruluşları velayet kelimesi ile ifade edilir.[98] Bu bakımdan bu ayetten vatandaşların birbirlerini uyarması şeklinde anlaşılacak bir mana uygun değildir.

Siyasi iktidarı elinde tutan hükümet, bu görevini Hisbe Teşkilatında olduğu gibi bir kuruluş eliyle yürütebilir. Zaten devletin teşri, icra, kaza, maliye ve murakabe (Hisbe veya emr-i bi’l-maruf ve’n nehyü ani’l-münker) fonksiyonlarından her birini bir teşekkül ile yerine getirir. Bu kuruluşların bütün gayesi iyiliği buyurmak ve kötülüğü yasaklamaktan ibarettir. Bu bakımdan devlet başkanından en küçük memura ve sade vatandaşa kadar herkes, murakabe-denetleme yapmakla görevlidir.[99] Yukarda geçen “min” harfinin beyan manası böyle gerçekleşir. Tebiz anlamında alındığında ise bu görevi, idarecilerin ve âlimlerin yerine getireceği anlaşılır.[100]

Ayette “ve’l tekün” (olsun, bulunsun) denilmekle esas olan iktidarın kurulması olduğuna işaret edilmiştir. Herkes bir otorite olmaya kalkarsa ve iktidarın yapacağı işleri yapmaya başlarsa anarşi doğar. Bir toplum ve bu toplumun bir başkanının bulunmasının yeter sebebi de her halde bundan başka bir şey değildir.[101] Bu ümmet kelimesinin belirsiz ve tekil olarak gelmesi de bu hizmetleri görecek iktidarın tek olup iktidar otoritesinin bölünmeyeceğini gösterebilir.

İşte bu murakabe teşkilatı yani devlet insanları hayra çağırır. Da’vet, bir adamı yemeğe çağırmak demektir.[102] Bu görevin sözle yapılan kısmıdır. Bu kuvvet kullanarak zorla yaptırılmaz. İyiliği emretme ve kötülüğü yasaklama görevi, ya elle, ya dille veya kalple yerine getirilir.[103]

Burada hayr kelimesi belirli ve tekil olarak getirilmiştir. Hayra çağırmak, din ve dünya için hayırlı olan şeye çağırmak demektir.[104] Bu belirli olarak geldiğine göre, belli olan, umum halk için bilinen bir şey demektir. Bir şeyin faydalı olup olmaması icma ile gerçeklik kazanır. Mutlak hayır ancak icma ile belli olandır.[105] Öyle ise devletin, iyi ve faydalı olduğu icma ile sabit olmuş hususlara davet etme görevi vardır. Bunun için hayırlı olup olmadığı belli olmayan şeylere davet edilmez. Böylece iktidar kendi görüşlerini değil, icma ile sabit olmuş olan hususları halka duyurup uyarmakla yetkili ve vazifelidir. Mesela serbest olarak gerçekleşmiş bir fiyat varsa bu fiyatı ilan edip alıcı ve satıcılara bu fiyatı uygulamaya çağırabilir. Bunun dışındaki fiyat tespiti, ticaret mallarının saklanmasına, bu malların saklanması da fiyatların saklanmasına sebep olur. Fiyatların yükselmesi ise fakirlere zarar verir.[106]   

“Onlar sözü dinlerler sonra en güzeline uyarlar” ayetinin[107] yardımı ile bu hayır kelimesi bize her şeyin en iyi ve en faydalısının esas olduğunu gösterir. Onun için bir şeyin en iyisine davet edilir.

Emir, bir üst makamın alt makamdan bir şey yapmasını kesinlikle istemesidir. Böylece o, bu emri yerine getirmediği zaman ona ceza vermekle tehdit etmiş olmasıdır.[108] Eğer bir istek ve emir üst makamdan gelmiyor veya yapılmadığı zaman bir cezayı gerektirmiyorsa o emir olmaz. İşte bunun için bireyler, birbirilerini sadece bir uyarıda bulunup nasihat ve tavsiye ederek teklifte bulunabilirler. Emretme ve yasaklama yetkisi ise sadece iktidarlara ait olan bir haktır Bunu ifade etmek üzere “ümmet” kelimesi tekil ve dişi olduğu halde sıfatı olan kelimenin aralarında uygunluk sağlamak için “te’müru” şeklinde gelmesi gerekirken “ye’mürune” kalıbında getirilmiştir. Bu da gösteriyor ki, hayra çağırma, emir verme ve yasaklama yetki ve görevi bireylere ve birey yığınlarına ait değil, sadece teşkilatlanmış iktidarlara ait olan bir haktır, diyebiliriz.

Ma’rûf : Aklın kabul edip şeriatın güzel gördüğü şeye denir.[109] Bu Allah’a itaat demektir.[110] Maruf aslında örften gelen ve bilinen anlamına olan bir kelimedir. Burada belirli olarak gelmesi emredilen hususların icma ile bilinip tespit edilmesini ifade edebilir. Bunun için her emrin, örf ve maruf olması gerekir, diyoruz. Fakat aynı zamanda her maruf emredilmeyebilir.[111]   

Münker : Bu da maruf’un aksidir. Yani aklın kabul etmediği bir şeydir. Maruf’ta geçen hükümler aynı bu münkerde de geçerlidir.

 
Aklımdaki sensin
Fikrimdeki Sen
Sen tekderdimsin
Gülüm Benim

    sevdaligul

  • Administrator
  • *

  • İleti: 13121
  • Nerden: Konya
  • Rep: +6511/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • GüLe SeVDaLı Bir GeNç
    • MSN Messenger - sevdaligul@gmail.com
    • Profili Görüntüle GüLe SeVDaLı BiR GeNçLiK
  • Çevrimdışı
Kur'ânın İktisadî (ekonomik) Tefsiri
« Yanıtla #4 : 21 Kasım 2010, 08:24:07 »
Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar

1- Siyasi iktidar kurallı ve düzenli bir teşkilattır.

2- Siyasi iktidar, güç ve otoritesini seçimden (biattan) ve velayet hakkından alır.

3- İktidar kendisi emreder. Seçmenler veya vatandaşlar da itaat edip uyarlar.

4- İktidar seçimle (yani biatle) oluşur.

5- Herkes kendi mensup olduğu toplum içersinden birisine biat eder.

6- Bireylerin görevi, biat ederek iktidarı kurmaktır. İktidar olmadan hükümetlik olmaz ve hükümetlik yapılamaz.

7- İktidarın otoritesi bölünmez ve parçalanmaz.

8- İktidar kurulduktan sonra iktidarın kaynağı ne olursa olsun, onu meşru tanıyıp onun meşru olan emirlerine itaat etmek gerekir.

9- İktidar hayırlı ve iyi olan şeylere davet eder.     

10- Davet edilen şeylere yaptırım anlamında bir zorlama yapılmaz.

11- İktidar yalnız belli olan hayırlı şeylere davet edebilir.

12- İcma ile sabit olan hususlar belli olan hayırlı şeylerdir.

13- İktidarlar üzerinde ihtilaf bulunan konulara davet edemezler.

14- İktidarlar fiyat koyamaz. Sadece serbest piyasa şartları ile arz-talep kanununun işlemesiyle meydana gelmiş olan fiyatları ilan eder ve bunlara uymaya davet edebilir.

15- Bir şeyin en iyisine davet edilir.

16- Bir şeyin en iyisine davet edilirken buna karşı bir zorlama yapılmaz.

17- Bir şeyin en iyisini yapmak için çalışılıp gayret gösterilir.

18- Emir verebilmek için bir güç ve otoriteye sahip olmak gerekir.

19- Emirler bir ceza ile teyit edilmelidirler.

20- Emir verme işi yalnız iktidarlara ait olan bir hak ve salahiyettir.

21- İktidar tarafından emredilen şeylerin icma ile sabit olmuş olması gerekir.

22- Emredilen şeyler, halk tarafından da bilinmelidirler.

23- İktidarın koyacağı yasaklar da icma ile tespit edilmiş olan hükümler olmalıdır.

24- İcma ile sabit olmuş olan yasakların bilinmemesi bir mazeret teşkil etmez.

25- Devlet çarşı ve pazarlarda yol ve umuma ait yerlerde meydana gelen kanuna aykırı davranışları önleme doğru ve dürüst hareketlere yöneltme hakkındaki murakabe görevini bir teşkilat eliyle yerine getirebilir.

26- Bütün bireyler ve kamu görevlileri birbirine nasihat kabilinden iyilikle emredip kötülükten yasaklarlar.

 

A İmran Suresi 3/ Ayet: 110

“Siz beşeriyet için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarsınız ve Allah’a iman edersiniz.”

Bundan önceki ayet, Müslümanların kendi içlerinde kurdukları iktidardan bahsetmişti. Şimdi bu ayet ise Müslümanların Müslüman olmayan kimseler üzerinde kurdukları iktidardan söz etmektedir. Buradaki hitap Hz. Peygamber’in ashabına olsa gerektir. Ancak hitap umumi olduğu için bütün Müslümanları içersine alır.[112]

 Öyleyse Hz. Muhammed’in ümmeti, Müslümanların dışındaki bütün insanlar için davet etmeye, emir ve yasaklarda bulunmaya, yani iktidar olmaya vazifelidir. Neticede insanların hepsi Müslüman olmayabilir. Ancak İslamiyet bu ayetin işaretine göre bütün dünyaya hâkim olacaktır. Buna göre İslam ülkelerinde bulunan Müslüman olmayan zimmîlerin Müslümanların arasında yaşadıkları gibi, dünyada bulunan diğer devletler de İslamiyet’in adalet anlayışından yararlanabilirler. 

Bu ayet iyiliği emredip kötülüğü yasakladıkları, yani adil oldukları için Müslümanların hayırlı bir topluluk olduğunu bildirmektedir. Bir hüküm söylendikten sonra ona uygun bir vasfın zikredilmesi bu vasfın o hükme illet olduğunu gösterir.[113] Bunların hayırlı sayılmalarına en uygun vasıf, sözü geçen özellikleridir.[114]

Burada Müslümanların adil oldukları, iyi ve faydalı şeyleri buyurdukları, kendi çıkarları için asla hak yoldan ayrılmayacakları ifade edilmektedir. Mesela Müslümanlar kendi menfaatlerini gözeterek zararlı olduğu dünyaca bilinen tütün ve afyon gibi zararlı şeyleri üretip satmamalıdırlar. Yine rakı ve şarap üretip dışarıya ihraç etmemelidirler. Müslüman birey ve toplumlar kendilerini yabancılarla bir tutarlar. Bunun için mesela devlet olarak kendi aralarında yasak olan faizi başka insan ve toplumlar için de yasak kabul ederler.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar

1- Bütün Müslümanlar dünyada adalet düzenini kurmakla görevlidirler.

2- Müslümanlar bütün insanların doğru kabul ettikleri hususları herkese emrederler.

3- Müslümanlar bütün insanların kötü gördükleri şeyleri de herkese yasak ederler.

4- Müslümanlar kendileri için iyi görmedikleri şeyleri başkaları için de iyi görmezler. Mesela zararlı olan şeyleri üretip satmazlar ve bunun ticaretini yapmazlar.

5- İslam devleti devlet olarak yabancılarla faizli muameleler yapamaz.

6- İslam devleti, dünya işlerinde Müslim gayri Müslim tebalarını ayırmaz, onlar arasında bir fark gözetmez.

 

A. İmran Suresi 3/ Ayet: 112

“ Onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar zillet altında kalmaya mahkûmdurlar. Ancak Allah’tan bir ipe ve insanlardan bir ipe yapışanlar müstesna…”

Zillet : Hor ve hakir olmak, boyun eğmek, başkalarının emrinde olmak demektir.[115] Ayetteki zilletin cizye (gayri Müslimlerden alınan vergi) demek olduğunu söyleyenler vardır. Bu tam bir idare ve mülkiyet kendisine itaat elden gerçek bir başkanın olmayışı şeklinde de anlaşılmıştır. Ayrıca yalnız cizye manası değil, ölmek, esir olmak, malları ganimet olmak gibi hallerle birlikte cizye vermek şeklinde de anlayanlar olmuştur.[116]

Buradaki zilletten maksat herhalde siyasi bağımsızlığını elde edememe hali olsa gerektir. Nitekim aynı kökten gelen zelûl kelimesi başkasına baş eğmiş, boyun eğmiş, boyunduruk altına geçmiş insan ve hayvan demektir.[117] Bu kelime Kuran’da başka bir yerde bu anlamda kullanılmıştır.[118] 

Ayette adı geçen Allah’tan olan ip ile insanlardan olan ip ayrı, ayrı şeylerdir. Çünkü her ikisi de belirsiz olarak gelmiştir. “Hablün min Allah” : Allah’tan bir ip. Bu ifadeye, İslam, Allah’a ahid vermek, Allah’ın kitabı, Allah’ın zimmeti ve eman gibi manalar vermişlerdir.[119] Müfessirlerin verdikleri bu manalardan anlaşıldığına göre devlete yapılan biat, yani bireylerin biat ile siyasi teşekkülleri meydana getirip siyasi iktidarı kurmalarıdır, diyebiliriz.

İnsanlardan olan ip de yukarıda da söylediğimiz gibi, birinci ipten farklı bir şey olmalıdır. Bunun da ahd, zimmet, eman, Müslümanların yolu ve insanların bazı işlerde birbirlerine ihtiyaç duymaları gibi maişet ve geçim davasında bir ve ortak olmanın gerektirdiği husus diye düşünenler bulunmaktadır.[120] Biz bunu da bugünkü çeşitli esnaf ve sanatkârların kurdukları dernek ve çeşitli meslek birlik ve odaları manasında anlayarak mesleki teşekküller demek istiyoruz.

Özetleyecek olursak herkesin iki ipe tutunması gerekiyor. Bu iplerden birisi Allaha, kamuya, topluma ve devlete uzanır. Bu bir biat ipidir ki, kişi bu sayede toplumdaki istediği bir siyasi teşekküle katılabilir. Diğeri ise kendisini insanlara bağlayan bir iptir. Bu halkla kurulan bir meslek bağıdır ki, bu da iktisadi bir iştir. Böylece siyasi partiler, insanların devlet ile irtibatlarını sağlayan iplerdir. Herkes bu kuruluşlardan birisini seçip katılabilir. İşte insanlar ve toplumlar, siyasi ve ekonomik boyunduruk altında esir olup ezilmekten ancak bu şekilde kurtulup bağımsızlığa ulaşabilirler.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Müslüman ve zimmî herkes bir siyasi teşekküle katılır.

2- Müslüman ve zimmî herkes bir mesleki teşekküle katılır.

3- Bir siyasi ve mesleki teşekkül seçmek mecburi değil serbesttir.

4- Bir siyasi ve mesleki teşekkül kurup meydana getirmek serbesttir.

5- Siyasi teşekküller, birey ile devlet arasındaki sosyal münasebetleri sağlarlar.

6- Mesleki teşekküller ise bireylerin halk ve toplum ile olan iş ve ekonomik münasebetlerini temin ederler.

 

A. İmran Suresi 3/ Ayet: 114

“Onlar Allah’a ve ahiret gününe inanırlar. İyiliği emrederler, kötülükten nehiy ederler ve hayırlarda yarış ederler.”   

Bu ayet ehl-i kitaptan bilhassa Yahudilerden bahsetmektedir. Ancak bazı müfessirler Müslümanların da bu mananın kapsamı içersinde düşünülebileceğini söylemişlerdir.[121]

Burada Müslüman olmayanların dâhil oldukları kuruluşların özelliklerine işaret edilmektedir. Bundan her siyasi teşekkülün bir şahsiyeti olduğu ortaya çıkmakta, hayra davet etme yerine hayırda yarış yapma esası getirilmektedir. Bunun için herkes, bir şeyin daha iyisini yapmaya çalışacak, mesela bir üretici ürettiği malını daha ucuza mal etmeye, bir tüccar da malını daha pahalıya satmaya çalışacaktır. Bir malın en ucuz bir şekilde üretilmesi, toplum için faydalı olduğu gibi, en çok ihtiyaç duyulan yerde ve en iyi yerde kullanılıp tüketilmesi de o kadar iyi ve faydalı olur. Bunda da ölçü, en ucuza mal etmek ve pahalıya satmak esasıdır. İslamiyet’te serbest teşebbüs ve serbest tasarruf sistemi asıl olduğu için fiyatlardaki bu yarış hayırlarda yarış demektir. Ancak hileli yarış, övülmüş değildir. Başkalarını geri bırakmakla ileri gitmiş gibi görünme, bir yarış ve hayırlarda bir yarış olamaz. Bu ancak olumsuz bir yarış olup gayrimeşru sayılır.

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Her siyasi ve mesleki teşekkülün ayrı bir şahsiyeti vardır.

2- Siyasi ve mesleki teşekküller hayırda (müspet çalışmada) yarış ederler.

3- Müspet yarış yani daha iyisini yapma yarışı meşru bir davranıştır.

4- Menfi yarış başkalarını geri bırakmakla yapılan yarış gayrimeşru bir davranıştır.

5- Malı en ucuza mal etmeye çalışmak, hayırlı bir iştir.

6- Malı meşru rekabet şartları içersinde en pahalıya satmaya çalışmak hayırlı bir iştir.

7- Hile ve kandırma, malı gizleme (ihtikâr) ve başkalarını geri bırakma, menfi bir çalışma olup gayri meşrudur. 

 

A. İmran Suresi 3/ Ayet: 130–133

 “Ey iman etmiş olanlar, faizi kat, kat yemeyin… Allah’a ve Resule itaat edin.”

Bu ayetlerde geçen kelimeler daha önce anlatıldığı için burada tekrar açıklamaya girmiyoruz. Yalnız veresiye olan alış-verişler hakkında birkaç cümle söylemek yerinde olur.

Veresiye alış-verişlerin faiz ile yakından alakası vardır. Peşin fiyat ile veresiye fiyatı arsındaki farka, satıcının muhasebe masrafı ve saire gibi bu alış-verişin veresiye olmasından dolayı artan meşguliyetinin ücreti gibi giderleri için bu farka cevaz verenler vardır.[122] Ancak böyle olmayıp da satıcının sermayesi alıcıda şu kadar kaldı diye mesela bin liraya peşin olan mal, veresiye olarak 1500 lira olursa bu artma sadece zaman faktörü ile meydana geldiği için faiz olacağında şüphe yoktur.[123]

Bakara suresinde geçen ayetler[124] faizin her türlüsünü, azını çoğunu, basitini ve bileşiğini yasaklamıştır. Çünkü “Allah, ticareti helal faizi ise haram kıldı.”, sözünde faiz, mutlak bir ifade olarak kullanılmıştır.[125] Ayrıca orada “Sermayeniz sizindir”[126] buyrulmakla anamalın dışında milyarda bir lira olsa da haram sayılmıştır. Burada ise faizin kat, kat olanı yasaklanmaktadır.

Faiz, nesîe faizi ve fadl faizi olmak üzere iki kısma ayrılır. Nesie faizi zamanın geçmesine göre artan faizdir. Fadl faizi ise zamanın geçmesi ile artmayan, bedele (veya sermayeye) ek ve ilave olarak alınan fazlalık faizidir. Bugün basit faiz ve bileşik faiz adı altında alınan faizler[127] nesie faizi olurlar. Fadl faizine ise komisyon adı verilmektedir.

Faizin haramlığı ayet, hadis ve icma ile sabittir. Bakara suresindeki ayetlerde “Allah faizi haram kıldı” denilmekle fadl faizi, bu ayette ise “faizi kat, kat yemeyin”, buyrulmakla da nesie faizi yasaklanmış bulunmaktadır.[128]

Diğer taraftan nesie faizi kredi ve borç verme işlerinde cereyan eder. Arap yarımadasında meşhur olan faiz kat, kat artan faiz idi ki, borç yılsonunda iki misli artardı. Mesela 100 liralık bir borç sene sonunda 200, ikinci yılın sonunda 400, üçüncü yılın sonunda ise 800 lira olurdu.[129] Fadl faizi ise daha çok ayni veya birbirine benzeyen nevideki malların mübadelesinde meydana gelir. Mesela buğdayın buğdayla değiştirilmesinde alınan fazlalık böyle bir faizdir. Bu çeşit bir faiz Hz. Peygamber’in hadisleriyle yasaklanmıştır.[130]

“Altının altınla mübadelesi peşin olarak yapılmazsa faiz olur. Buğdayın buğdayla… Hurmanın hurmayla… Arpanın arpayla mübadelesi peşin olarak yapılmazsa faiz olur.”[131] “Altın ile altını, gümüş ile gümüşü, ancak birbirine eşit ve denk olarak satın, altın ile gümüşü, gümüş ile altını ise dilediğiniz gibi satın.”[132]

Hz. Peygamber, “bir satım akdinde iki satışı (Mesela bu elbiseyi sana peşin olarak 100 liraya, veresiye olarak ise 200 liraya satıyorum gibi iki fiyatlı bir alış-verişi) yasaklamıştır.”[133] “Selef ve bey’ (para peşin mal veresiye olan) bir satım akdinde iki şartın bulunması, riziko taşımayan kar ve mevcud olmayan bir şeyin satılması helal değildir.[134] “Buğday ile arpayı dilediğiniz gibi satın.”[135] “Altın para ile altın para, gümüş para ile gümüş para, aralarında hiçbir fazlalık bulunmamak şartıyla, değiştirilir. Kimin bir gümüş paraya ihtiyacı olursa onu altınla değiştirsin. Kimin de altına ihtiyacı olursa onu gümüş para ile değiştirsin. Bu değiştirme de peşin olur.”[136]

Bu hadislerde görüldüğü gibi fadl faizi açıkça yasaklanmaktadır. Hatta serbest pazarlığa, hiçbir baskı olmadan teşekkül edecek normal bir fiyatın doğmasına mani olacak bir veresiye alış-verişini de yasaklamaktadır.

Hz. Peygamber bizzat kendisi veresiye alış-veriş yapmıştır. Onun bir Yahudi’den veresiye olarak bir miktar yiyecek maddesi aldığı tarihen sabittir. Ancak bu veresiye alış-verişin demir zırhını rehin bırakarak yaptığının gözden kaçırılmaması gerekir.[137] Bu hadislerden şu hüküm ve esaslar çıkarılmıştır.[138]

1- Aynı nevi ve kalitedeki mallar değiştirildiği zaman peşin olarak ve eşit miktarda mübadele edilecektir. Veresiyenin söz konusu olduğu, mübadele edilen malların miktarında farklılıklar bulunduğu ve mübadele mallarından birinin henüz ortada olmadığı gibi hallerde muamele gayri meşru ve yasaktır.

2- Değişik neviden olan mallar birbirinden farklı olarak değiştirilebilir. Mesela iki dolu buğday ile bir dolu peynir mübadele edilebilir. Ancak teslim ve tesellümün hemen yerinde yapılması gerekir. Teslim işi peşin olarak hemen yapılmamışsa mesela bugün yapılan buğday teslimine karşılık yarın yapılacak arpa teslimi söz konusu ise bu halde muamele yine faiz konusuna girer.

3- Aynı nevi bir malın üstün kalitesi ile düşük kalitesi arasında yapılacak farklı bir değiştirme de faize girer. Onun için değiştirilecek kaliteyi önce başka nevi bir malla değiştirilmeli sonra da bu malla mübadele edilmelidir.

4- Para, altın, gümüş, buğday, arpa, ekmek, yağ, tuz… ve peynir gibi malların aynı neviden olanları ile, az veya daha çok bir miktar ile değiştirilmesi faiz olup yasaktır. Bu aynı neviden bir mal değilse, az veya çok olarak farklı miktarda bulunmaları bir engel teşkil etmez. Mübadele konusu şeyler ayrı, ayrı nevilerden ise karşılıklı miktarlar farklı olabileceği gibi aynı da olabilir. Ancak bütün bu hallerde alış-verişin veresiye (kredili) olmaması, teslim ve tesellümün hemen sözleme yerinde yapılması gerekir. Bu anlatılan hüküm ve esaslara biz de katılıyoruz.   

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Faiz bütün Müslümanlara haramdır ve yasaktır.

2- Bütün Müslümanlar birleşerek hep birlikte faiz ile mücadele etmelidirler.

3- Faiz milli gelir artışını kemirip yok eder.

4- Faiz zamanla çoğalır ve kat, kat olur.

5- Hz. Peygamber’in faiz hakkında yapmış olduğu açıklamalara uyulmalıdır.

6- Faiz, hadl faizi ve nesie faizi olmak üzere iki kısma ayrılır.

7-Veresiye fiyat ile peşin fiyat arasındaki fark faizdir.

8- Veresiye alış-verişler faizden uzak kalamazlar.

 
Aklımdaki sensin
Fikrimdeki Sen
Sen tekderdimsin
Gülüm Benim

    sevdaligul

  • Administrator
  • *

  • İleti: 13121
  • Nerden: Konya
  • Rep: +6511/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • GüLe SeVDaLı Bir GeNç
    • MSN Messenger - sevdaligul@gmail.com
    • Profili Görüntüle GüLe SeVDaLı BiR GeNçLiK
  • Çevrimdışı
Kur'ânın İktisadî (ekonomik) Tefsiri
« Yanıtla #5 : 21 Kasım 2010, 08:24:44 »
A. İmran Suresi 3/ Ayet: 134

“Onlar bolluk devrinde de kıtlık devrinde de harcamada bulunurlar.”

 Bu ayet bize bolluk ve kıtlık, genişlik ve darlık, zenginlik ve fakirlik dönemlerinde var-yok demeden harcama yapılmasının ekonomik bakımdan faydalı olduğunu gösterir.

Daha önce de geçtiği üzere[139] her türlü tüketim ve yatırım harcamalarına geniş anlamda infak adı verilir. Öyleyse bu kelime bir toplumdaki bütün bütçe harcamalarını ifade edebilir.

Serrâ : Bolluk zamanı demektir. Bu kelime darrâ kelimesinin mukabilidir.[140] Darrâün kelimesi cana ve mala arız olan bir eksiklik ve ziyan hakkında kullanılır.[141] Suyun akarak aşındırıp zarar verdiği dere kıyılarına darîr adı verilir. Darîr aynı zamanda gözü gitmiş olan kimseden kinaye bir sözdür.

Darrâ’ün : Kıtlık zamanı demektir. Razi bu iki kelimeye fakirlik ve zenginlik manalarını vermiştir.[142] Bu iki kelimeye kolaylık ve zorluk, sevinç ve üzüntü, hayat ve ölüm diye mana verenler de vardır.[143]

Bu Serrâ ve darâ kelimelerini Türkçeye genişlik ve darlık diye tercüme etmek mümkündür. Çünkü kelimeler Türkçede de aynı anlamda kullanılırlar. Ayette genişlik ve darlık zamanında infak etmekten bahsedilmektedir. Darlık zamanında olsun, genişlik zamanında olsun, vergiler toplanacak ve gerek yerlere dağılacak ve her türlü yatırım ve tüketim harcamaları yapılacaktır.

Burada infak kelimesinin çoğul kalıbında getirilmesinden şöyle bir neticeye varabiliriz. Toplumun fakirlik ve zenginlik derecesi ne olursa olsun, mutlaka infak yapılmalıdır. Yalnız darlık zamanında infak yapılacaktır diye bir şey yoktur. Bu kelime çoğul olarak geldiği için toplumun genişliği ve toplumun darlığı diye anlamakta fayda vardır. Yani infak kurumu sadece yokluğu kaldırmak için değil, ekonomik hareketi sağlayarak mesela gelecekteki darlığı da ortadan kaldırmak üzere harcama yapmayı sağlar. Bunun için yalnız darlık zamanında değil, bolluk zamanlarında da infak yapmak gerekir.

Bu ayet bizi fakirlik ve zenginliğin izafi bir şey olduğu sonucuna da götürür. Yani toplumun yarısı fakir olurken diğer yarısı da zengin olacağı kesindir. Fakir olan kişiler muhtaç olmasalar bile infak kurumu çalışacağı gibi, zenginlerin kendi ihtiyaçları olsa da yine infak yapmak zorunda kalacaklardır. Bunun ekonomik yönden büyük faydası vardır.

Bu yönü ile İslam ekonomisine harcama özelliğine sahip bir ekonomidir, dememiz herhalde mümkündür. Çünkü bütçe harcamalarına ve yatırımlara verilen önem bunun açık bir delili olarak görülmektedir. Mesela Hz. Peygamber Medine’ye hicret edip[144] devleti kurduktan sonra bütçe harcamaları ile ilgili olan ayet geldi.[145] Bütçenin uygulaması ve devlet çarkı bütün kurumlarıyla birlikte çalışıyor ve artık her türlü tatbikat yapılıyordu.

Aynı uygulama devlet başkanlığına seçilen Hz. Ebu Bekir zamanında da devam etti. Böylece toplanan vergiler hazinede bekletilmeden yerlerine harcanıyordu. Bu konuda şunu söyleyebilir ki, Hz. Ebu Bekir vefat ettiği zaman Hz. Ömer, Abdurrahman b. Avf ile Osman b. Affan’ı şahit tutarak onların huzurunda Hz. Ebu Bekir’in hazine olarak kullandıkları odayı açtıklarında onu boş bulmuşlardı.[146] Hazinede sadece bir dirhem kadar bir para vardı diyenler de vardır.[147] Hazinede ister hiçbir şey bulunmasın ister bir dirhem bulunsun bu durum gösteriyor ki, yıllık olarak elde edilen gelirler hemen olduğu gibi kendi yerlerine sarf ediliyordu. 

    Bunun aha açık bir misalini Hz. Ömer devrinde görüyoruz. Bir yıl gelirler pek çok oldu, birçok ganimetler elde edildi. Harcamalar yapıldıktan sonra hazinede geriye birçok mal kalmıştı. Hz. Ömer bu malları halka dağıtıp harcama yapılmaması ve ihtiyaç zamanına kadar bekletilmesi konusunda sahabilerle istiarede bulundu. Sıra Hz. Ali’ye gelince o, ihtiyaç fazlası artık malların da dağıtılıp harcanması hususunda bir hadis naklederek hazinedeki tüm malların dağıtılıp harcanmasını istedi. Böylece gelir ve giderlerin, bütçe uygulamasının yıllık olduğuna bir örnek verilmiş oldu.[148]

İşte ayette de belirtildiği üzere kıtlık devrinde olsun, bolluk devrinde olsun, harcamalar yerine getirilmeli, yatırımlar gerçekleştirilmeli, her yıl tam denk bütçe uygulanmalı, artırmalı bütçe uygulamasına gidilmemelidir.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Bolluk ve kıtlık söz konusu olmadan vergi aynı nispette devamlı olarak alınır.

2- Toplanılan vergilerin tamamı halkın zenginliği ve fakirliği söz konusu olmaksızın harcanır.

3- Zenginlik ve fakirlik izafidir. Bir toplumun mesela yarısı zengin olurken diğer yarısı da fakir sayılır.

4- Zenginler kendileri muhtaç olsalar bile mallarının vergilerini vereceklerdir.

5- Fakirler ihtiyaçları olmasa bile zekâttan hisselerini almaya hakları vardır.

 

            A. İmran Suresi 3/ Ayet: 140

“Biz bu günleri insanlar arasında döndürüp dururuz.”

Bu ayette ekonomik ve sosyolojik olay ve oluşların biyolojik olaylarda olduğu gibi tabii-doğal kanunlara uyduğu açıklanmaktadır. Zaman çarkı bazen Müslümanların lehine, bazen gayri Müslimlerin lehine; bazen Müslümanların aleyhine, bazen da gayri Müslimlerin aleyhine işleyerek devam edip gider.

Devlet : Zamanın bir halden diğer hale dönmesine; malın birisinin elinden diğer bir kişinin eline geçmesine denir.[149] Savaşta bir tarafın diğer tarafı yenerek mallarını ganimet olarak almaları da yine devlet kelimesiyle ifade edilir.

Yevm : Daha önce geçtiği üzere[150] gündüz, devir, çağ, zaman ve vakit manalarına gelir. Ayette zafer günleri, yardım ve galip gelme devri, hayret verici olayların cereyan ettiği vakit ve zaman manalarında kullanılmıştır.[151] Bu zaferin, bolluk ve zenginliğin insanlar arasında bir taraftan diğer tarafa nöbetleşe olarak devam edip gittiğini bildirir.

Ekonomik ve sosyal olaylar ve oluşlar, aynı canlı varlıklarda olduğu gibi, doğma, gelişme, yaşama, yarışma, çökme ve ölme, sonradan tekrar filizlenme gibi evreler tekrar eden biyolojik bir yapıya sahiptirler.[152]

İnsanlar kıtlık ve yokluk içersinde bulundukları zaman kendilerinden güçlü ve üstün olan kimseleri yenmek ve onları geçmek için, birleşerek fikri ve bedeni gayret gösterirler. Böylece güç ve kuvvet sayesinde değil de ilim ve fenleri yardımı ile gerçekten kendilerinden üstün olanları geçerler. Eskiden tahakkümü altında bulundukları ve taklit ettikleri toplumları şimdi ise kendi hâkimiyetleri altına alır ve onlara kendi kültür ve medeniyetlerini empoze etmeye başlarlar.

Bu başarı, topluma kendine güvenme duygusu verir. Böylece o, yeni şeyler aramaz ve kendisini yenilemez olur. Korkusu gittiği için de çalışkanlığını kaybeder; rahat ve rehavete dalar. Kendi refah ve mutluluğunu tatmin etmeye çalışır. Uğraşacakları düşmanları da kalmayınca artık birbirleriyle uğraşmaya başlarlar. Birlik ve beraberlik yerine ayrılıklar, bölünme ve parçalanmalar başlar. Bu esnada başka mahkûm milletler varlık göstererek yenilikler yapar ve ilerleme hamle ve atılımları yapar ve bu şekilde eski yapıyı ve oluşumu ortadan kaldırır. Artık hâkim millet olma sırası bunlara ve bu tarafa gelmiştir. İşte bu devri daim tabiatın değişmez bir kanunudur.[153] İslam terminolojisinde sünnetüllah denilen Allah’ın bu değişmez doğal kanunu bütün insan toplumları için her zaman yürürlüktedir. Bu temel kanunda asla bir şaşma olmaz.[154] Çünkü ayetteki nâs: insanlar kelimesi âmm: genel olup tüm insanlığı içersine almaktadır.[155]

Ayette Allah “Bunlar günlerdir. Biz onları insanlar arasında döndürüp duruyoruz”, buyururken işte bu ilahi sünneti, tabii kanunu bildirmiş oluyor. “Biz” deyince de bu değişik gelişmenin tamamen doğal kanunlarla yürüdüğüne işaret edilmektedir.

Müslümanların bugünkü halleri zengin ve fakir olmaları, güçlü veya zayıf olmaları tamamen bu ilahi sünnetüllah kanununun bir neticesidir. Yine bu kanunun işlemesi sonucu gelecek yine İslam’ın olacaktır. Ancak bu İslam nimetine hangi ülkelerin ve kimlerin konacağı belli değildir; bunu ancak  çalışmalar tayin edecektir. Bu biyolojik ömür kanunu ile gerek canlılarda ve gerekse insanlarda gelişme meydana gelir. Bu yeni gelen nesil, toplum, düzen ve yapı artık eskisinden daha güçlü ve daha üstündür. İşte bu anlattıklarımız Charles Darwin ve Jean-Baptiste de Lamarc’ın ortaya koyduğu evrim kanunlarının doğru bir açıklamasıdır.     

Gelecekte Kuran’a dayanarak kurulacak olan İslam medeniyeti daha gelişmiş ve daha insani bir medeniyet olacaktır. Ancak bu, Kuran’ın daha ileri ve daha gelişmiş bir toplumda uygulanabilecek şekilde anlaşılması ile sağılacaktır. Bundan dolayı geçmişteki uygulamalardan daha çok Kuran’ın gelecek için söyledikleri üzerinde durup araştırmalar yapmak eşsiz önemi olan bir husustur.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Toplumun ekonomik ve sosyolojik yapısı biyolojik yapıya benzer.

                  2- Ekonomik kuruluşlar sınırlı bir ömre sahiptirler. Doğma, büyüme, yaşlanma, çökme ve ölme kanunlarına tabi olurlar.

                  3- Ekonomik hayatın bir evrimi ve seleksiyonu vardır.

                  4- Ekonomideki serbest teşebbüs ve serbest rekabet sistemleri ekonomik evrim ve seleksiyonun doğal bir sonucudur.

5- İslam medeniyetleri de aynı tabii değişmez (sünnetüllah) kanunlarına tabidir.

6- İslam medeniyetinin ve ekonomisinin bugünkü hali, yani iyi veya kötü durumu doğal kanunların tabii bir sonucudur.

7- Gelecekte üstün başarılı hâkim sistem İslam ekonomisinin getirdiği sistem olacaktır.

 

A. İmran Suresi 3/ Ayet: 159

“Allah'ın rahmetinden dolayı, sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onlara mağfiret dile, iş hakkında onlara danış…”

Bu ayetten sert davranışların insanları dağıtıp kaçırttığı, bu sebeple yumuşak davranmanın esas olduğu anlaşılmaktadır.  Bu ve bundan önceki ayetler, Uhud savaşı ile ilgili olarak gelmiştir. Savaş için Hz. Peygamber’in yaptığı planın uygulanmaması yüzünden meydana gelen hezimetten sonra Hz. Muhammed sahabilere Allah’ın verdiği ruh haleti ile yumuşak davrandı. Eğer böyle yapmayıp katı yürekli ve haşin olsaydı, Sahabiler korkar ve yaptıklarından utanarak dağılıp giderler ve neticede peygamber ve elçi olmaktan doğan asıl maksat gerçekleşmemiş olurdu. İşte böyle bir şeyin olmaması için Hz. Peygamber’in onları hemen affedip bağışlaması gerekiyordu. Nitekim o zaten böyle yaptı, onları affedip bağışladı. Gönüllerini alması daha fazla ısınarak sevgi ve saygı ile bağlanmaları için iş hakkında onlarla istişarede bulundu.[156]

Ayette emr: iş hakkında istişarede bulunması için Hz. Peygamber’e emir verilmiştir. Burada istişare edilecek konu genel olup siyasi, içtimai, iktisadi, kültürel, iyi, kötü, faydalı ve zararlı bütün dünya işlerini içersine alır.[157] Bu husus İslam’da idarenin tahakküm ve zorbalıktan uzak olarak hoşgörü ve birliğe dayandığını açıkça gösterir. Bu da ancak istişare yolu ile gerçekleştirilebilecek bir iştir. İdarede hangi konudaki idare olursa olsun, istişarede bulunup müşavere etmek vaciptir.[158]

Linte : Yumuşak davrandın.

Koltuk yastığı gibi yumuşak olan bir çeşit yastığa leyne adı verilir.[159] Yumuşak hurma ağacına da lîne denir.[160] Böyle yumuşak ağaçlar rüzgâr nereden eserse o tarafa doğru eğilirler. Bu suretle de kırılmaktan kurtulurlar. Minarelerin şiddetli rüzgâr ve fırtınalarda yıkılmamaları, yine bu yumuşaklık ve esneklikten ileri gelir. Bütün otlar ve ağaçlar bu yumuşaklıkları sayesinde sert fırtınalara mukavemet edip dayanırlar.   

Ayette “sen yumuşadın” buyrulmakta, böylece burada başkanın temel vasıflarından birisi bildirilmektedir. Başkan dediğin yumuşak başlı olacak, kızıp fevri hareketler yaparak etrafındaki insanları kırıp dağıtmayacak ve onları darıltmayacaktır.

Başkan yalnız kendi toplumuna karşı yumuşak davranmalı, düşmanlarına karşı ise yumuşak davranmamalıdır. Ayette bu anlamı ifade etmek için “lehum” (onlar için) ifadesi getirilmiştir, diyebiliriz.

Bu ayet bize aynı zamanda başkanı azletme kurumunu da getirir. Herhangi bir toplum ve kurum biat yoluyla başkanlarını seçip emirlerine itaat ederler. Eğer başkan doğru yoldan ayrılıp bozgunculuğa başlarsa insanlar onun etrafından dağılıp bir başkasını başkan seçerek ona itaat etmeye başlarlar. Böylece birinci başkan görevinden azledilmiş olur. Yine ayetin manasına göre başkan kendi seçtiği kimselerle değil, kendisini seçen kişilerle istişare etmek zorundadır.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Her idarecinin ve başkanın soğukkanlı ve yumuşak başlı olması gerekir.

2- Başkan dosta karşı son derece yumuşak, düşmanlara karşı ise son derece sert davranır.

3- Her türlü siyasi ve iktisadi olan idare ve kuruluşların başkanları işleri yürütürken etrafındakilere değer vererek onlarla istişarede bulunur. Böyle davranmak idare edenler ile idare edilenler arasında bir sevgi ve saygı meydana getirir.

4- İdare korku esasına değil, sevgi ve saygı üzerine kurulmalıdır.

5- İdarede istişare etmek bir vecibedir.

6- Başkan eğer etrafındaki insanlara karşı sert ve katı davranırsa onları çevresinden dağıtıp uzaklaştırmış olur.

7- Toplumda doğal olarak ortaya çıkmış olan sosyal suçlar, başkan tarafından yok sayılıp bağışlanmalıdır.

8- Başkanın topluluğun dağılmasına sebep olmaması için topluca işlenen suçlarda takipsizlik kararı alması gerekir.

9- İstişare etmek toplumu dağılmaktan koruyan bir kurumdur.

10- Kitle halinde işlenmiş bulunan suçların takip edilmeyip sonuçları ile birlikte kaldırılması ve hiç işlenmemiş gibi kabul edilmesi gerekir.

11- Kitlelerin işledikleri suçlar hakkında takipsizlik kararı almak başkana aittir.

12- Kaza-yargı mercileri suçluları takip etme görevini başkan adına yürütürler.

 
Aklımdaki sensin
Fikrimdeki Sen
Sen tekderdimsin
Gülüm Benim

    sevdaligul

  • Administrator
  • *

  • İleti: 13121
  • Nerden: Konya
  • Rep: +6511/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • GüLe SeVDaLı Bir GeNç
    • MSN Messenger - sevdaligul@gmail.com
    • Profili Görüntüle GüLe SeVDaLı BiR GeNçLiK
  • Çevrimdışı
Kur'ânın İktisadî (ekonomik) Tefsiri
« Yanıtla #6 : 21 Kasım 2010, 08:25:14 »
A. İmran 3/ Ayet: 163

“Bir peygamber için ganimet malına ihanet etmek olur şey değildir.” 

Ğall : Aağaçların aralığından suyun akmasına denir.[161] Gizlice almak anlamına da gelir. İnsanların mallarına gizlice hıyanet etmeye, suyun ağaç aralıklarından akmasına benzetilerek ğulûl denilmiştir.[162] Herhangi bir vakfın gelirine mesela bir bahçenin meyvelerine ve akarın kirasına da ğall adı verilir.[163]

Bu ayetin nüzul sebebi hakkında birkaç görüş ileri sürülmüştür. Bunlardan en önemlisi ve aralarında telifi mümkün olan görüş, bazı münafıkların Hz. Peygamber’in ganimet mallarını dağıtmayıp kendisine ayırdığı hakkında dedi kodu çıkarmalarıdır. Yani Hz. Peygamber elde edilen savaş gelirlerini hisse sahiplerine vermeyip devlete ayırdı, diye bir şayia, yaygın söylenti çıkınca bir peygamberin böyle bir şey yapamayacağını bildiren bu ayet gelmiştir.[164]

Öyleyse bu ayet Hz. Peygamberin yani yönetimin yani hükümetlerin kendilerine düşen payı yani vergileri artıramayacakları hakkında bir delil olabilir.  Burada özel olarak Hz. Peygamber’in zikredilmesi önemlidir. Alusi bu konuda şöyle demektedir. Ganimet işlerini ayarlayan Hz. Peygamber olduğu halde ona bu konuda bir değişiklik yapmak hak ve salahiyeti verilmemiştir. Öyleyse bu hak peygamberin dışında bir imam veya emire (Devlet başkanı veya valiye) nasıl tanınabilir.

Bu sebeple İslamiyet hükümetlere vergi miktarlarını artırma salahiyeti vermediği gibi, vergi alınmayan mallara yeniden vergi koyma hak ve yetkisi de tanımamıştır. Bu konuda Hz. Peygamberimiz, “Meks yapan (vergi nispetini yükselten) cennete giremez”. “Aşir (kırkta bir yerine onda bir vergi alan memur) ile karşılaşacak olursanız onu öldürünüz”, buyurmuştur.[165]     

Bu hadislerin açıklamasında Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam, haksız yere bu vergiyi aldığından dolayı öldürülür, der.[166] Ebu Yala el-Ferra da bu konuda “Fazla vergi koymak, halkın hukukun zulüm, vergi nispetini düşürmek de beytülmalin ( yani bütçenin) hukukuna zulümdür.”, diyerek ekonomik bir açıklama getirmiştir.[167]

Vergi miktarını artırmak ne kadar zararlı ise düşürmek de o nispette zararlıdır. İbn Haldun, vergiler azalınca üretimin artacağını, memleketin mamur hale geleceğini, hükümetlerin devamlı ve istikrarlı olacağını, mal ve para kanma yollarının çoğalacağını söylüyor. İbn Haldun vergileri artırmanın, her sınıf halktan ve her çeşit maldan vergi almanın devletin yıkılışa doğru gittiğinin bir işareti olduğunu iddia eder.[168] Burada İbn Haldun’un dikkat çektiği vergi normal verginin üstünde alınan vergiler olsa gerektir.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Hükümetlerin yeni, yeni vergiler koymaya hak ve salahiyetleri yoktur.

2- Hükümetler vergi nispetlerini artıramazlar.

3- Hükümetler gizli mal kaçırmak olduğu ve bir çeşit vergi alma olduğu için karşılıksız para basamazlar.

4-Hükümetler standart malların kalitesini düşürme girişiminde bulunamazlar.

5- Yeni vergi koymak ve vergi nispetlerini yükseltmek mükelleflere zulüm gerekli vergiyi almamak ve vergi nispetlerini düşürmek de devlete ve bütçeye zulümdür.

6- Normal bir vergi üretimin artmasına memleketin mamur hale gelmesine ve hükümetlerin devamlı ve istikrarlı olmasına yardım eder.

7- Fazla vergi devleti çökertir, iktisadi krizlere ve hükümet buhranlarına sebep olur.

 

A. İmran Suresi 3/ Ayet: 180

“Allah'ın bol nimetinden verdiklerinde cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar, bilakis bu onların kötülüğünedir.”

Daha önceleri de açıkladığımız gibi İslam ekonomisi, cimrilik yapıp mal yığmaktan ziyade harcama yapma esasına dayanan bir ekonomidir. Bunun için üretim tüketime eşit olmalıdır. Bu ayete dikkatli bir şekilde baktığımız zaman bilhassa bu esas açıkça görülüyor. Kendileri için faydalı olsun diye mallarını harcamayıp yığan kimselerin bu davranışları aslında zarar getirir.

Buhl : Cimrilik yapmak. Rağıp cimriliği şöyle tarif eder: Buhl yani cimrilik hapsedilmesi uygun düşmeyen emek sarf edilerek kazanılmış olan malların harcanmayıp elde tutulmasıdır.[169] Razi ise cimriliği harcama yapılması gerekli olan şeyi (yani vacip bir işi) men etmektir diye tarif eder.[170] Böylece nafile sayılan tetavvu infakları yapmamak cimrilik değildir. Ancak bireyin kendisi için infak etmesi, akrabalarına bakması yükümlü olduğu vergiyi vermesi Müslümanların savunması ile alakalı olan mal ve malzeme gibi şeyleri vermesi gerekli olan harcamalar arasında bulunur.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Üretilen malların tüketilmesi ekonomik hayat için faydalı bir iştir.

2- Üretilen malların harcanmayıp saklanması ekonomik sirkülasyon ve tedavülü yavaşlatıp durdurur.

3- Elde edilen malların kullanılıp harcanmaması sahiplerine hiç yoktan düşman kazandırır.

4- Elde edilen, üretilen malların harcanmaması sahiplerini tembelliğe sürükler.

5- Toplum düzeninin varlığından faydalanarak kazanılmış bulunan malların harcanıp tüketilmesi iyilik doğurur.

6- Cimrilik hastalığı sahiplerinde ruhi sıkıntılar meydana getirdiği gibi toplumda da bazı ekonomik ve sosyal aksaklıklara sebep olur.

 

A. İmran Suresi 3/ Ayet: 181 

“Onlar, Allah fakirdir, biz ise zenginiz, dediler.”

Ayetteki kelimelerin açıklaması daha önce geçti.

Hz. Ebu Bekir, Yahudilerin dershanelerinden birisine gitmişti. Yahudi âlimlerinden biri olan Fenhâs’ın dindaşlarına konuşma yapıp açıklamalarda bulunduğunu gördü. Yanına yaklaştı ve ona Müslüman olmasını gerektiren bazı sözler söyledi. Fenhâs buna cevap olarak yeminle işe başladı. Vallahi dedi, Ey Ebu Bekir, bizim Allah’a ihtiyacımız yok. (karz-ı hasen olarak Allah’a kim ödünç verecek?[171], şeklindeki ayetleri kastederek) daha o, bize muhtaçtır. Biz ona onun bize yalvardığı kadar yalvarmıyoruz. Her halde biz ondan daha zenginiz. O zengin olsa idi, arkadaşınızın (Hz. Peygamber’i kastediyor) iddia ettiği gibi, bizden istikraza tenezzül etmezdi. O bizi hem faizden men ediyor ve hem de bize faiz vaat ediyor. Eğer o zengin olsaydı bize faiz vermezdi gibi bir takım lakırdılarda bulundu. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir ona bir tokat attı. Fenhâs bunu şikâyet etmek üzere Hz. Peygamber’e geldi. Hz. Peygamber, Ebu Bekir’e niçin tokatladın diye bir soru açtığında Ebu Bekir, onun söylediği lafları anlattı. Fenhâs ise ben bunları söylemedim diyerek inkâr etti. İşte bunun üzerine bu ayet geldi.[172]

Bunları söyleyen bir tek kişi olduğu halde “ellezîne kâlû” (söyleyen kimseler) diye çoğul olarak getirilmesi bunu başkalarının da söylediğini ve bu inancı o cemaatin ve o toplumun taşıdığını ortaya koymaktadır.[173]   

Görülüyor ki, ayet, faizi mubah sayan kimselerin fikrilerini dile getirdiği gibi, aynı zamanda bütün malların kendilerinin olduğunu kabul eden ve devletin mallar üzerinde hiçbir yetkisi bulunmadığını zanneden bireyci ve fertçi görüşün yanlışlarına ve sapıklıklarına da işaret eder.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Kapitalistler bütün malların kendilerinin ve yüzde yüz kendilerine ait olduğunu zannederler.

2- Kapitalistler yaptıkları bir harcamadan dolayı devlete büyük bir yardım ve iane verdiklerini zannederler.

                  3- Kapitalistler devletin kendilerine muhtaç olduğunu sanırlar.

                  4-Kapitalistler devleti ele geçirmek ve onu hâkimiyetleri altına almak isterler.

 

A. İmran Suresi 3/ Ayet: 186

 “Andolsun ki, mallarınız ve canlarınız hakkında imtihan olunacaksınız.”

Buradaki hitap müminleredir.[174] Müminler hem malları ve hem de canları yüzünden imtihana uğrayacak, mihnet ve meşakkat yeri olan bu dünyada bir takım sıkıntılara maruz kalacaklardır. Bu imtihandan maksat, iyi ile kötüyü, malını ve canını değişmez-doğal-ilahi kanunlara göre kullananlar ile kullanmayanları ayırmaktır. Bu Allah’ın her millet için uygulamış olduğu bir kanun ve bir sünnetüllahtır, doğal bir kanunun gereğidir.[175]

İnsana ömrünü nerede geçirdiğinden, ilmi ile ne amel ettiğinden, malını nereden kazanıp ve nereye harcadığından, vücudunu nerede yıprattığından sorulacağı hadislerde belirtilmektedir.[176] Ancak Mallar ve canlar hakkında Allah’ın koyduğu kanunlara uyan kimselerin bu imtihandan başarı ile çıkacakları ümit edilir.

Bu mallar ve canlar hakkında uğranılacak imtihanın şekli hususunda çeşitli görüşler vardır. Bunlar arasında şiddete uğramak, fakir olmak, vergi vermek ve Allah için infak etmek gibi olanlar mallardaki imtihanlardır. Savaşlarda ölmek ve öldürülmek, hastalanmak, akrabaları kaybetmek, çekilen her türlü ruhi ve bedeni sıkıntılar ise canlardaki imtihanlardır.[177]

İmtihan olunacaksınız diye çoğul kalıbı ile gelmesi, her ne kadar kişi kendi malı ve canı yüzünden tek başına imtihan olacak olsa da mali ve bedeni bela ve musibetlerin daha çok sosyal olduğunu göstermektedir.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Mal ve canın uydukları aynı doğal kanunlar vardır.

2- Mallar ve canlar birlikte gelişirler.

3- Mallar ve canlar birbirinden ayrılmazlar.

4- Herkesin bir cana sahip olması doğal bir hakkı olduğu gibi onun mallara da sahip olması en doğal hakkıdır.

5- Mal, canın yongasıdır.

6- Kişiler canlarına ve mallarına sahip çıkmakla yükümlüdürler.

7- Can ve malları korumak onları tabi oldukları doğal kanunlara göre kullanmak bir hak olduğu kadar aynı zamanda bir vazifedir.

8- Can ve mal yerli yerinde kullanılmalı; bunlar gayelerini gerçekleştirmek için harcanmalıdırlar.

9- Can ve mallar onların yaratılış gayesinin dışında kullanılmamalıdırlar.

10- Can ve mallara gelen sıkıntılar ve felaketler bela ve musibetler genel olarak topluca gelir

11- Can ve mallarda cereyan eden kriz ve buhranlar bireysel olmaktan çok sosyaldirler.

12- Kurtuluş, refah ve saadet için bireysel çırpınmalar yeterli değildir; içtimai hareket ve davranışları, soysal olayların olması ve meydana gelmesi gerekir.

13- Toplumun bünyesine arız olan biyolojik psikolojik ve ekonomik krizlerin çaresi, ancak birlikte arınıp korunmakla atlatılabilir.

 

A. İmran Suresi 3/ Ayet: 188

“… ve yapmadıkları şeylerle övülmek istiyorlar.”

Bu ayet yapmadıkları şeyleri yapmış gibi görünerek övülmelerini isteyen münafıklar veya Yahudiler hakkında gelmiştir. Bunun nüzul sebebi ne olursa olsun, aynı şeyi isteyenler kötülenmişlerdir.[178] Ehl-i kitap hakkında olan bu ayet, aynı işi Müslümanların yapmasını da yasaklar.

Rüşvet yolu ile makam elde eden kimseler, müstahak olmadığı halde mevki kapmak için kendisini yüksek gösterme çabasında olanlar, yaranmak için idarecilere ve üstlerine yardakçılık yapanlar, yapmadıkları halde halka yapmış gibi görünen idareci ve siyasilerin hareketleri hep bu ayetin kapsamı içersine girerler. Böyle bir toplumda çalışmadan kazanma hissi revaç bulur; âlimlerin yerlerini cahiller, kabiliyetli kişilerin yerlerini beceriksizler, şahsiyetli kimselerin yerlerini de sönük ve silik insanlar alır. Hak ve adaletin hâkimiyetinden sonra zulüm ve fesat kol gezmeye başlar. Böylece toplum yıkılış ve çöküşe doğru gider.[179] Böyle toplumlar, Allah’ın değişme doğal kanununa-sünnetüllaha uyarak tarih sahnesinden silinir. Artık bunlar yerlerini adil, iyi ve dürüst toplumlara-devletlere bırakırlar.[180]

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar

1- Kişiler layık olmadıkları makama getirilmemelidirler.

2- Herkes kendi yaptığı şeyin karşılığını alır. O kişi ancak yaptığı ile değer kazanır.

3- İnsanlar çalışmadan kazanmak, yapmadan neticeye ulaşmak isterler.

4- Emeksiz ve karşılıksız kazançlarda hayır yoktur. Bu yol topluma iyilik getirmez.

5- Emeksiz yemek, vermeden almak ve ekmeden biçmek olmaz.

6- Emek harcamadan ve çalışmadan elde edilen şeyler bir işe yaramaz.

7- Yapmadıkları halde insanlara yapmış hissini vermeye özenenlerin bu davranışları toplum düzeninin bozulmasına sebep olur.

 

A. İmran Suresi 3/ Ayet: 195

“Rableri onlara, şöyle cevap verdi: Muhakkak ki, ben, sizden erkek veya dişi, hiçbir çalışanın çalışmasını zayi etmem. Hep birbirinizdensiniz.” 

Bundan önceki ayette çalışmadan kazanmak isteyen, yapmadan yapmış gibi görünerek övülmek isteyen kimselerin buna hakları olmadıkları açıklanmıştı. Burada ise erkek olsun kadın olsun, çalışanların çalışmaları, asla kayba uğramayacağından bahsedilmektedir. Yaptıklarının karşılığını alma bakımından Kadın ile erkek arasında bir fark yoktur.[181] Yaptığının ücretini alma bakımından her ikisi de müsavidir. Çünkü ücret ve karşılık, yapılan işe göredir. Çalışıp işleyen kadın veya erkek olabilir. Yine bir şey değişmez. Çünkü kadın erkekten, erkek de kadındandır.[182]

 
Aklımdaki sensin
Fikrimdeki Sen
Sen tekderdimsin
Gülüm Benim

    sevdaligul

  • Administrator
  • *

  • İleti: 13121
  • Nerden: Konya
  • Rep: +6511/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • GüLe SeVDaLı Bir GeNç
    • MSN Messenger - sevdaligul@gmail.com
    • Profili Görüntüle GüLe SeVDaLı BiR GeNçLiK
  • Çevrimdışı
Kur'ânın İktisadî (ekonomik) Tefsiri
« Yanıtla #7 : 21 Kasım 2010, 08:26:02 »
Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Toplum içinde çalışan hiçbir kimsenin çalışması kaybolmamalıdır.

2- Her çalışan kişi çalıştığının karşılığını almalıdır.

3- Kadınlar ve erkekler çalıştıklarının karşılığını eksiksiz ve tam olarak alırlar.

4- Kadın ve erkek herkes, çalışma imkânı ve çalıştığının karşılığını alma bakımından eşittir.

5- Herkes yaptığı iş kadar bir karşılık alır.


[1] Alusi, III, 93

[2] Maide 5/ 33

[3] Hazım Atıf Kuyucak, İktisat Dersleri, s, 167

[4] Hazım Atıf Kuyucak, İktisat Dersleri, s, 168

[5] Feridun Ergin, İktisat, s, 109–119

[6] Kamus, IV, 645

[7] Bakara 2/ 83

[8] Bakara 2/ 276

[9] Elmalılı, II, 1051

[10] Reşid Rıza, III, 239

[11] Razi, VII, 196

[12] Nisa 4/ 3

[13] Kamus, II, 645

[14] Beyzavi, II, 7

[15] Razi, VII, 197

[16] Tevbe 9/ 34

[17] Kehf 18/ 19

[18] Kamus, II, 645

[19] Kehf 18/ 31; Hacc 22/ 23; Fatır 35/ 33

[20] Kamus, III, 1288

[21] Razi, VII, 197

[22] Razi, VII, 197

[23] Razi, VII, 197

[24] Bakara 2/ 223

[25] Sabahaddin Zaim, İktisadi Doktrinler, s, 28

[26] Bakara 2/ 26

[27] Kamus, III, 417

[28] Razi, III, 198

[29] Razi, III, 198

[30] Reşid Rıza, III, 246

[31] Razi, VII, 198; Elmalılı, II, 152

[32] Razi, VII, 199

[33] Razi, VII, 200

[34] M. Kutal, Ak İktisat Ansiklopedisi, s, 699

[35] İbn Abidin, IV, 3

[36] Elmalılı, I, 92

[37] Dr. H Lugra, 3

[38] Muhammed İsmail, İslam ve Çağdaş Ekonomik Doktrinler, s, 69

[39] Abdülkerim Zeydan, İslam Hukukunda Fert ve Devlet, s, 76

[40] Menna Kattan İslam’da Mülkiyet Nizamı, s, 21

[41] Abdülkadir Udeh, el-Malü ve’l Hükmü Fi’l-İslam, s, 40–49

[42] İhsanullah Han, İslamiyet ve Komünizm Birbirine Zıddır, s, 8

[43] Ebu Yusuf, Kitab-ül Harac, s, 111; Buhari, Hars, 15; Ebû Dâvud, İmara, 37; Tirmizî, Ahkâm, 38; Malik, Muvatta, Akdıye, 26, 27; Darimi, Büyû', 65; Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam, Kitab-ül Emval, s, 402–412, No: 700–726

[44] İslam Ansiklopedisi, V/II, s, 950

[45] Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam, Kitab-ül Emval, 386–402, No: 674–699

[46] Enfal 8/ 41; Haşr 59/ 7

[47] Bakara 2/ 275; Nisa 4/ 2

[48] Buhari, Hibe, 11; Ebu Davud, Büyu, 87, No: 3536; Tirmizi, Birr, 34, No: 1954

[49] Bakara 2/ 180

[50] Nisa 4/ 7

[51] Abdülkerim Zeydan, İslam Hukukunda Fert ve Devlet, s, 77

[52] İslam Mecmuası, V, s, 11, Ağustos–1962

[53] Abdülkadir Udeh, el-Malü ve’l-Hukmü Fi’l-İslam, s, 50

[54] Ebu’l Ula el-Mevdudi, İslam’da İktisat Nizamı, s, 39

[55] Şakir Berki, İslam Mecmuası, III, sayı: 30, s, 181, Mart–1960
[56] Fatiha 1/ 3 ayetin tefsirine bak

[57] Razi, VIII, 4–7; Reşid Rıza, III, 270

[58] Reşid Rıza, III, 271

[59] A. İmran 3/ 32, 132

[60] Nisa 4/ 59; Nur 24/ 54

[61] Enfal 8/ 1, 20

[62] Şuara 26/ 108

[63] Nisa 4/ 80

[64] Besmelenin tefsirine bakınız

[65] Bak, Harun Han Şirvani, İslam’da Siyasi Düşünce ve İrade, s, 179; Molla Hüsrev, Mirat, s, 312

[66] Bakara 2/ 30

[67] Ahmet Hamdi Akseki, Riyazü’s-Salihin Tercemesi, Mukaddime, I, 15–18

[68] Abdülkadir Udeh, İslam Şeraiti, s, 62

[69] Ebu’l-Ula el-Mevdudi, Hilafet ve Saltanat, s, 30

[70] Bakara 2/ 124

[71] Cassas, Ahkâm-ül Kuran, I, 79–80; Elmalılı, I, 491

[72] Pezdevi, IV, 1257; Molla Hüsrev, Mirat, s, 297; İbn Melek, Şerh-ul Menar, s, 203; Abdulvahhab Hallaf, İslam Hukuk Felsefesi, s, 270

[73] Mevdudi, Hilafet ve Saltanat, s, 33–34

[74] Razi, X, 146

[75] Alusi, III, 135

[76] Kamus, IV, 27

[77] Kamus IV, 129

[78] Müminun 23/ 4

[79] Kamus II, 151

[80] Razi, VII, 133

[81] İbn Hacib, Kafiye, s, 95

[82] Razi, VII, 134

[83] Bakara 2/ 276

[84] Bakara 2/ 273

[85] Razi, VIII, 166

[86] Mesela Razi gibi.

[87] Reşid Rıza, IV, 27

[88] Mevdudi, İslam’da Hükümet, s, 182, 797

[89] Alusi, IV, 22

[90] Elmalılı, II, 1155

[91] Gazali, İhya, II, 306; Maverdi, Ahkâm-üs Sultaniye, s, 240; Ebu Yala el-Ferra, Ahkâm-üs Sultaniye, s, 284; İbn Teymiye, el-Hisbe Fi’l-İslam; Hayreddin Karaman’ın da bu konuda Diyanet Dergisinde, Ekim–1972 tarihli sayısında bir araştırma yazısı yayınlanmıştır.

[92] İbn Haldun, Mukaddime, I, 574; Ali Himmet Berki, Hukuk Tarihinden İslam Hukuku, s, 44

[93] Elmalılı, I, 508

[94] Elmalılı, II, 1154

[95] Alusi, IV, 21

[96] Mevdudi, İslam’da Hükümet, s, 182, 797

[97] Reşid Rıza, IV, 46

[98] İbn Teymiye, el-Hisbe, s, 6

[99] İbn Teymiye, el-Hisbe, s, 6, 67; Reşid Rıza, IV, 28

[100] İbn Teymiye, el-Hisbe, s, 67

[101] Reşid Rıza, IV, 47

[102] Kamus IV, 954

[103] Razi, VIII, 166

[104] Beyzavi, II, 35

[105] Fahr-ul İslam Pezdevi, Keşf-u Pezdevi, III, 975

[106] Seyyid Sabık, Fıkh-üs Sünneh, III, 673

[107] Zümer 39/ 18

[108] Molla Hüsrev Mirat, s, 39

[109] Kamus, III, 673

[110] Alusi, IV, 21

[111] Elmalılı, III, 2357

[112] Razi, VIII, 179
[113] Molla Hüsrev, Mirat, s, 246

[114] Razi, VIII, 179

[115] Kamus, III, 1306

[116] Razi, VIII, 183

[117] Kamus, III, 1307

[118] Bakara 2/ 71

[119] Razi, VIII, 185; Beyzavi, II, 37

[120] Razi, VIII, 185; Beyzavi, II, 37; Reşid Rıza, IV, 68

[121] Elmalılı, II, 1160

[122] Muhammed Hamidullah, Modern İktisat ve İslam, s, 53

[123] Mevdudi, Riba, s,14

[124] Bakara 2/ 275–281

[125] Elmalılı, II, 1171

[126] Bakara 2/ 279

[127] Ak İktisat Ansiklopedisi, s, 104, 117

[128] Seyyid Sabık, Fıkh-üs Sünneh, III, 135; Enver İkbal Kureşi, Faiz Nazariyesi ve İslam, s, 64; Süleyman Karagülle, İslamiyet ve Ekonomik Doktrinler, s, 54

[129] Enver İkbal Kureşi, Faiz Nazariyesi ve İslam, s, 64; Muhammed Hamidullah, Modern İktisat ve İslam, s, 25

[130] Buhari, Büyu, 76–77, No: 122; Ebu Davud, Büyu, 12, No: 3348–3350; Tirmizi, Büyu, 23, No: 1240; Enver İkbal Kureşi, Faiz Nazariyesi ve İslam, s, 64

[131] Buhari, Büyu, 76, No: 122

[132] Buhari, Büyu, 77, No: 123

[133] Tirmizi, Büyu, 18, No: 1231

[134] Tirmizi, Büyu, 19, No: 1234

[135] Ebu Davud, Büyu, 248, No: 3350; Tirmizi, Büyu, 23, No: 1240

[136] İbn Mace, Ticarat, 50, No: 2261

[137] Buhari, Selem, 5–6

[138] Bak, Enver İkbal Kureşi, Faiz Nazariyesi ve İslam, s, 67

[139] Bakara 2/ 3

[140] Müfredat, s, 294

[141] Kamus, II, 489

[142] Razi, IX, 7

[143] Elmalılı, II, 1176

[144] Miladi 622 yılında

[145] Tevbe 9/ 60

[146] Kettani, et-Teratib-ül İdariyye, I, 226

[147] Ahmed Şelebi, es-Siyaset ve’l İktisat Fi’l İslam, s, 217

[148] Fahr-ul İslam, Keşf-u Pezdevi, III, 949
 

[149] Kamus, III, 1301

[150] Fatiha I/ 3

[151] Razi, IX, 15; Beyzavi, II, 44
[152] Dr. G. Pirou, s, 57

[153] İbn Haldun Mukaddime, I, 424–434

[154] Reşid Rıza, IV, 147

[155] Alusi, IV, 68
 
Aklımdaki sensin
Fikrimdeki Sen
Sen tekderdimsin
Gülüm Benim

    sevdaligul

  • Administrator
  • *

  • İleti: 13121
  • Nerden: Konya
  • Rep: +6511/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • GüLe SeVDaLı Bir GeNç
    • MSN Messenger - sevdaligul@gmail.com
    • Profili Görüntüle GüLe SeVDaLı BiR GeNçLiK
  • Çevrimdışı
Kur'ânın İktisadî (ekonomik) Tefsiri
« Yanıtla #8 : 21 Kasım 2010, 08:26:27 »
[156] Razi, IX, 60–66

[157] Reşid Rıza, IV, 199

[158] Elmalılı, II, 77

[159] Kamus, IV, 755

[160] Müfredat, s, 457

[161] Kamus, IV, 11

[162] Alusi, IV, 109

[163] Molla Hüsrev, Dürer, II, 137; Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslamiyye, IV, 287

[164] Razi, IX, 70

[165] Ebu Davud, Harac İmare Feyy, 7, No: 2937–2938; Ahmet b. Hanbel, Müsned-IV, 234

[166] Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam, Kitab-ül Emval, s, 703, No: 1624

[167] Ebu Yala el-Ferra, Ahkâm-üs Sultaniye, s, 246

[168] İbn Haldun, Mukaddime, II, 58–61

[169] Müfredat, s, 38

[170] Razi, IX, 114

[171] Bakara 2/ 245
 

[172] İbn Kesir, Tefsir-ul Kuran-il Azim, I, 434
[173]Elmalılı, II, 1239
[174] Alusi, IV, 147

[175] Reşid Rıza, IV, 275

[176] Tirmizi, Sıfat-ül Kıyame, 1, No: 2416–2417
[177] Razi, IX, 127; Alusi, IV, 147

[178] Konyalı Mehmet Vehbi, Hulasat-ül Beyan, II, 807

[179] Reşid Rıza, IV, 293

[180] Hud 11/ 102; Enbiya 21/ 105

[181] Konyalı Mehmet Vehbi, Hulasat-ül Beyan, V, 815

[182] Reşid Rıza, IV, 306

*DEÜ İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Öğretim Üyesi
Aklımdaki sensin
Fikrimdeki Sen
Sen tekderdimsin
Gülüm Benim


Paylaş delicious Paylaş digg Paylaş facebook Paylaş furl Paylaş linkedin Paylaş myspace Paylaş reddit Paylaş stumble Paylaş technorati Paylaş twitter
 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son İleti
0 Yanıt
2017 Gösterim
Son İleti 15 Şubat 2008, 22:52:48
Gönderen: sevdaligul
4 Yanıt
1108 Gösterim
Son İleti 22 Şubat 2009, 15:17:46
Gönderen: adada hayat
0 Yanıt
324 Gösterim
Son İleti 08 Haziran 2015, 13:40:45
Gönderen: b.a.f.
0 Yanıt
266 Gösterim
Son İleti 08 Haziran 2015, 15:35:05
Gönderen: b.a.f.
0 Yanıt
80 Gösterim
Son İleti 25 Mayıs 2021, 22:31:11
Gönderen: alpacino0092

web hosting Domain Web
İçerik sağlayacı paylaşım sitelerinden biri olan sevdaligul.com forum sitemizde 5651 Sayılı Kanun’un 8. Maddesine ve T.C.K’nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan sorumludur. sevdaligul.com hakkında yapılacak tüm hukuksal Şikayetler sevdaligul@gmail.com  adresi ile iletişime geçilmesi halinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde sevdaligul.com  yönetimi olarak tarafımızdan gereken işlemler yapılacak ve size dönüş yapacaktır.